Bölüm 20
Birkaç gün sonra evimizdeki birçok eşya taşınmış, yeni evimize yerleştirilmişti. Tabii evdeki eşyaların çokluğunu ve iki evin de büyüklüğünü düşünürsek bu işin birkaç gün daha devam edeceği kesindi, hatta birkaç hafta daha.
Neyse ki dün akşam yeni evimize giriş yapmış, odamın ortasına öylece konulmuş güzelim yatağımda uyuyabilmiştim. Artık çoğu şeyi kafama takmadığım için daha rahat hissediyordum.
Sabaha karşı beş gibi uyanmış, yarım saat boyunca telefonumda gezinerek Tiktok uygulamasında takılmıştım. Kış aylarının yaklaşmasıyla buz pateni videoları keşfetimi muazzam bir bitki örtüsü gibi sarmaya başlamıştı.
Evin içindeki hava soğuk olmasa da yatağımdan çıkmaya üşenmiş, en sonunda pes etmiştim. Terliklerimi giyerek penceremin önüne gelmiş, dışarıya bakmıştım. Tıpkı gece gibiydi, hiçbir yer aydınlık değildi. Evdeki birkaç kişi uyanmış, erkenden işine başlamış olmalıydı.
O yüzden uyuyor numarası yapmama gerek yoktu. Pijamalarımı değiştirerek gideceğim yere uygun kıyafetler giydim. Kalın, kışlık, geyik desenli taytımla bembeyaz kazağım oldukça uyumlu olmuştu. Dizlerimin altına kadar olan beyaz çizmelerimi de giyerek hazır hale gelmiştim.
Diğer kimseyi uyandırmamaya çalışarak ilerledim. Zemin kattan gelen ışıklar önümü görecek kadar etrafı aydınlatıyordu. Karnım aç değildi, yeni uyandığım zamanlar ilk birkaç saat yemeğin y sini bile hatırlamıyordum.
Dün gece evi gezmek için fazla zamanım olmamıştı. O yüzden kim nerede kalıyor, hangi odalar boş bilmiyordum. Keşke yatağıma girmeden önce evde biraz dolaşıp oyalansaydım diye düşünmeden edemedim. Boğazım sussuzluktan kupkuruydu. Öksürmeme engel olamadım.
Kapıyı çalmadan hafifçe aralayarak içeri baktım, tonlarca eşya olsa da biri varmış gibi gözükmüyordu. Henüz bakım yapılmadığı içinde tüm kapılar tıpkı bu kapı gibi gıcırdıyor olabilirdi. Kapatmaktan vazgeçerek yürümeye devam ettim.
Hemen yanındaki odanın kapısını araladım, kendi evimde anlık olarak hırsız sanılmak istemiyordum. Diğer odadan dolu bir odaydı. Birinin olup olmadığını anlamayı bırakın, eşyaların hepsinin nasıl sığdığını dahi anlamamıştım.
"Ne oldu?" dedi uykusunu böldüğüm ses.
"Merve?"
"Defne?"
"Evet, benim." Kardeşimin nerede uyduğunu hala anlamamıştım. Sesi bir yerden geliyordu ama henüz kendisini görememiştim. "Gece nasıldı?"
Kafasını kaldırıp bana baktığında anlık olarak şok olmuştum, dolapların üstünde uyuyordu. Yorganlarını dolapların üstüne koyarak kendine güzel bir yatak yapmıştı. Aşağı nasıl ineceğini bırakın, nasıl çıktığını dahi anlamamıştım.
"Hala gecedeyiz Defne, uyuyorum ya hani ben."
"Pardon, Dolunay'ın odasını biliyor musun acaba?"
"Koridorun sonunda."
"Teşekkürler." Kapıyı kapatarak yürümeye devam ettim.
Hem çok fazla yakın olmadığımız için, hem arkadaşı olduğum için, hem de beni kıramayacağını düşündüğüm için Dolunay'ı seçmiştim. Sonuçta kimse bir akrabasının filan evinde kalırken kibarca edilmiş bir teklifi reddedemezdi. Son günlerde yaşadıklarını düşününce kafasını dağıtması gerektiğine karar vermiştim.
Buz pateni ise bunun için en güzel vakit olacaktı. Daha önce hiç buz pateni yapmadığını düşünüyordum, yeni bir hobi öğrenmenin hoşuna gideceğini umuyordum. Tabii bunların hepsi beni reddetmediği durumda gerçek olabilecekti.
Odasının önünde durdum, doğru yere gelip gelmediğimi anlamaya çalışıyordum. Doğru yerde değilsem bile birkaç sefer yanındaki odaları denediğimde bulacağımdan emindim. Buradaki odaların açık şekilde misafirler için ayrılmış olduğunu görebiliyordum.
Kapıyı çalmaya hazırlanıyordum ki bir anda kapı açılmıştı. Ne olduğuna saniyelik olarak anlam verememiştim. Dolunay'la göz göze geldiğimde ise ikimizde aynı anda birbirimizin adını söylemiştik.
Gülümseyerek elimi kaldırıp salladım. "Merhaba." dedik aynı anda ve sonra da "Uyanıksın." derken kaşlarımızı çattık.
"Evet, öyleyim. Bir sorun mu var?"
"Ah, hayır." Gözünün önüne gelen saçlarını kulağının arkasına attı ancak saçları kısa olduğu için tutamlar tekrardan öne gelmişti. "Aslında uyku tutmadı, biraz... Nasıl desem aslında uykum da yok. Sanki ihtiyacımdan fazla uyumuşum gibi."
Gözlerim tamamen onun üstündeydi. Yutkunduğunda adem elması iyice belli olmuş, çok çekici bir hal kazanmasını sağlamıştı. Kolunu kapının pervasına koymuş, yaslanmıştı. Bana bakmıyordu, daha çok yere bakıyordu. Yataktan yeni kalkmış olmalıydı, daha yeni yeni kendine geliyordu.
Odaklanamaya çalıştım, başarısız olmuştum. "Güzel, yorgun değilsen -ki yorgun olmadığını söylemiştin- benimle gelmek ister misin?" Kafamı hafifçe yana yatırdım. "Hem biraz kafan dağılır."
Buz mavisi gözlerini aniden gözlerime dikmişti. "Olabilir, gideceğimiz yer uzak mı?"
"Pek sayılmaz, yirmi dakikalık mesafe." Tabii arabayla mı yoksa yürüyerek mi olduğunu söylememiştim.
"Giyinmemi bekleyebilir misin rica etsem?"
Başımı yukarı aşağı salladım, kapıyı kapatıp içeri girdiğinde odama geri döndüm. Telefonumu şarjdan çıkardım, saate baktım. Yaklaşık saat beş kırk beş olmuştu. Biraz daha geç kalırsak buz pisti oldukça kalabalık olacaktı.
Anneme mesaj atarak nereye gittiğimizi haber verdim, genelde babama mesaj atmaktan çekinirdim. İşlerinden dolayı fazlasıyla meşgul oluyordu. Kendi kişisel telefonu bile iş telefonu olarak sayılabilirdi. Ne olur ne olmaz diye Merve'ye de mesaj attım. Annemin şarjı biter ve bundan haberi olmazsa çok sinirlenirdi.
Onun dışında istediğim yere gidebilirdim. Zaten çok geç saatlerde bir yere gitmeme kuralımız vardı. Kuralların dışına çıkmayacağımı biliyordu. Her yere şoförümüz götürdüğü içinde nerelere gittiğimizi, ne kadar süre kaldığımızı teyit edebiliyordu. Hem en son nerede görüldüğümüzde belli oluyordu.
Bunun dışında telefonlarımıza yüklediğimiz uygulamalar sayesinde her an nerede olduğumuzu vb. bilgilere de kolaylıkla sahip olabiliyordu. Çocukları çok fazla sıkboğaz etmeden istedikleri işleri yapmaları için rahat bırakmasının en iyi yolu olarak görüyordum.
Geri döndüğümde birkaç dakika daha beklemiş sonrasında birlikte aşağı inmiştik. Bu çocuk gerçekten ama gerçekten nasıl giyineceğini çok iyi biliyordu. Kıyafetleri muhteşem güzellikteki yüz hatlarıyla bile uyumlu oluyordu veya o kadar kusursuzdu ki ne giyerse giysin şahane gözüküyordu.
Ses atmadan arabaya binmiş, yolculuğumuzun keyfini çıkarmıştık. Tabii buna keyfini çıkarmak denilebilirse... İkimizde sadece oturmuş, düşüncelere dalmıştık. Keşke ona karnının acıkıp acıkmadığını da sorsaydım diye düşündüm.
"Heyecanlı mısın?"
Kafasını yasladığı camdan kaldırdı. "Heyecanlı mı olmam gerekiyordu?"
"Elbette!"
Araba durmuştu. "Biz tam olarak nereye geldik ki?" İşte şimdi başlıyorduk. "Defne... Hayır! Bir yerimi kırmayacağım."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top