Bölüm 19
Merve'nin kolumu dürtmesi ile önce ona, hemen sonrasında da etrafıma baktım. Başta ne olduğunu anlamamış, sonrasında yerde yatan Dolunay'ı görmüştüm.
Giydiğim topuklu ayakkabılar yüzünden pek te hızlı koşamasam da olabildiğince hızlı şekilde yanına gitmiştim. "Ay ay ay! Bu çocuk bize emanetti." Yanına çöktüm. "Ya bakar mısınız lütfen!"
Hizmetçilere seslenmiştim, onlarda koşarak yanıma gelmişti. Geçen bayılmamdan beridir bu konuda biraz ustalaşmıştım, Dolunay'ın ayaklarını kaldırıp koltuğa koydum. Sonrasında diğer aşamaları hatırlamaya çalıştım.
Herhalde ambulansı aramak, büyük birinden yardım almak sonraki aşama olmalıydı. Hizmetçilere haber verdiğime göre sıkıntı yoktu. "Ne zaman uyanır acaba?"
Merve henüz ortaokula gittiği için yani sekizinci sınıf olduğu için bu tarz şeylere alışkın olmaması gayet normaldi. Henüz bu yaşta insanların bayılmak için psikolojik nedenleri olmuyordu, yani genel olarak...
Gerçi Dolunay'ın psikolojik nedenlerden dolayı bayılıp bayılmadığını bilmiyorduk. Masanın üstünde duran, yanlarına onlarca eşya bırakılmış olan vazoyu aldım. Çiçekleri gelişi güzel yere attım.
Su dolu olduğundan ters çevirirken bir an olsun düşünmemiştim. Tüm su çocuğun yüzüne boşalmış olsa da tepki vermemişti doğal olarak. Vücudunun gerçek anlamda kendini toparlamasını beklemeliydim. Yaptıklarım Osmanlı tokadı atmak gibi boşu boşuna yöntemlerdendi.
Yerdeki ay çiçeklerini ayağımla kenara ittim (En sevdiğim çiçeklerdi). Hizmetçilere bakarak kocaman gülümsedim, bu hareketimi anneme söylememeleri için yalvarabilirdim.
Merve'de çömelmişti. "Bir anda ayaklanıp ısırmaz dimi?"
Kaşlarımı çattım, sonra da kahkaha attım. "Genelde uslu bir çocuktur."
"Hm..." Elini kalbinin üstüne koydu. "Genelde derken?"
Gözlerimi devirdim. "Sen ciddisin değil mi?" Yerden kalkması için elimi uzattım. "Eğer zombi salgını olmuş ve virüs kapmamışsa ısırmaz. Bayılma bu. Gayet normal bir şey."
İlk kez bayılan bir kişiyi bu kadar yakından görüyor olmalıydı, yadırgamamalıydım. Annem yaşanan son olayları harfiyen anlatmamıştı anlaşılan. Bu da neden bana deliler gibi soru sormadığını açıklıyordu.
Gerçi kardeşim Youtube kanalımı da takip ediyordu, orada dediklerimi biliyor olmalıydı. Artık video çekemiyor olsam da kısa kısa canlı yayınlar açıyor, anlatabildiklerimi hızla anlatıyordum.
"Anladım."
Dolunay'ın gözleri hafifçe aralanmıştı. Başta kendiliğinden açıldığını sanmıştım. "Ambulans çağıralım mı?" Ağzında birkaç kelime gevelediyse de anlamadım. "Ney?"
Gözlerini ovdu. Birkaç ardı ardına öksürdü. "Yani... Hala ambulansı çağırmadığınızı mı söylüyorsun Defne?" İnanamayarak kısık gözlerle gözlerime baktı. "Nereden baksan üç dakikadır yerdeyim ya hani."
"Eh işte biraz öyle oldu." dedim gülümseyerek.
Size yemin ederim ki göz devirmemek için zar zor durmuştu. Bıkkınlıkla kafasını yere koydu. "Sen bu işte deneyimli sayılırsın: Sence artık kalkmam güvenli mi?"
Bende pek bir şey bilmiyordum ki. "On dakika daha bekleyip iyice kendine geldikten sonra bize ev işlerinde yardım etmeli gibi duruyorsun."
Annem bulunduğumuz, geniş salona geldiğinde birkaç saniye dik başlıkla bize bakmıştı. "Defne biraz gelir misin?"
"Tabii."
Normal kızlar anneleri ile sohbet edecekleri zamanlar, yani önemli bir konuşma yapacağı zaman elbette paniklerdi. Tabii genelde konuşmaları gereken konu regl, erkeklerden neden uzak durmaları gerektiği veya daha önce yediği haltların cezası hakkında olurdu.
Benim annemse her şeyden konu açabilir, her şeyden bana kızabilirdi. Aslında paniklemem gerektiğini biliyordum yine de sakin kalmayı tercih ettim. Son yaşanan Dolunay kimin çocuğu vakasından hemen önce bu özellik beynime kazınmış, adeta bir parçam haline gelmişti.
Arkama hiç bakmadım. Merdivenin basamaklarını çıkarken hanım hanımcık tavrıma dikkat etmeye çalışıyordum, bunlar ölümden önce son ecel terleri olarak sayılabilirdi. Kızlara özel oturma odasına geldiğimizde se tam karşısındaki tekli koltuğa geçip oturdum.
Kapıyı kapatmamıştı. Kendinden, diyeceklerinden o kadar emindi ki ne başkalarına yayılmasından ne de dinlenmekten korkuyordu. Bacak bacak üst üste atmıştı. Dirseği dizlerinin üstünde olacak şekilde oturmuştu, parmak uçları çenesindeydi. İşaret parmağı tavanı gösterir şekilde rasgele duruyordu.
Gözleri parmağına taktığı gümüş takılardan daha parlaktı. Hafif bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Son zamanlarda yaptıkları sayesinde keyfi fazlasıyla yerindeydi, kendiyle gurur duyuyor olmalıydı. "Defne nasıl hissediyorsun?"
Kaşlarımı hafifçe çatmak istesem de yapmadım, yüzümün çabuk kırışacağını filan söylemesinden korkmuştum. "İyiyim, ya sen?"
Bana nasıl olduğumu sorması cidden çok tuhaftı. Aslında annemin yüz mimiklerim ile ilgili veya yaşlanma ile ilgili dediği hiçbir şey yoktu ama yıllardır aramızda o kadar çok şey olmuştu ki sosyal medyadan duyduğum salak saçma şeylere bile yanındayken dikkat etmeye başlamıştım. Ayrıca annemin iyi olup olmadığımı sorması gerçekten çok tuhaftı, beni sadece bunu demek için yanına çağırmış olamazdı ya?..
"Hayır." Kafasını hafifçe iki yana salladı. "Ben gerçekten nasıl olduğunu merak ediyorum, istediğini diyebilirsin veya anlatabilirsin."
Ağzım birkaç santim açıldı fakat bunun da kaba olabileceğini düşünerek hemen kendimi toparladım. Karşımda bir yabancı varmış gibi hissettiğimden parmaklarımla da oynayamıyordum. Streslendiğimi belli etmemeliydim.
"Ben... Açıkçası olayları başta çok önemsememiştim, on sekiz yaşıma basmama bir buçuk yıldan daha az kaldı anne. Dava sürecinin uzayacağını biliyordum yani on sekiz yaşıma bastığımda sizinle kalmayı seçeceğimi her türlü biliyordun zaten."
"Peki olayları sonradan neden önemseye başladın?"
Bana yaptıklarını, yediğimi dayakları söylemeyecektim. En azından Burak haricinde diğerlerinin yaptıklarını... "Aslında Burak bana oldukça kötü davranıyordu. Gerçekten berbat." Yaşadıklarımı tekrardan düşünmek moralimi git gide bozmuştu. "Ve... Okulda yaşadıklarım... Yanından bile geçemez." Gözlerim kızarmıştı. "Kafamdan aşağı teneke dolusu çöp döktüler anne."
Başta şaka yaptığımı mı sandı bilmiyorum ama tepki veremedi. "Aman tanrım! Bana neden daha önce bunu hiç söylemedin ki sen Defne!" Yerinden kalkıp yanıma geldi, yerdeki beyaz kürk halının üstüne oturdu. Ellerimi tutmuştu. "Kimin kızı olduğunu unutuyorsun Defne. Sen Aksoy'sun." Alnıma bir öpücük kondurdu. "Kızım... Aksoy olmaktan da önce benim kızımsın. Senin için dünyaları yakarım ben."
Cidden bunları yaşadığıma inanmıyordum. Annemin dedikleri gerçek miydi? Peki ya şuana kadar neden hiç ağzından böyle şeyler duymamıştım? Çok tuhaf hissediyordum, ağlamak istiyordum. Üzüntüden değil, tuhaf hissettiğim için.
"Biliyorum." dedim sadece. Neyi biliyordum ki?
"Aslında seninle genetik olarak benim kızım çıkmama olayın hakkında konuşmak istiyordum. Üzülüp üzülmediğini merak ediyordum veya kendini suçlu hissedip hissetmediğini..." Saçımı okşamaya devam ediyordu. "Bunu asla unutma Defne, sen benim kızımsın. Her zaman da öyle olacaksın. Genetiğin seni benim kanımdan, canımdan yapmıyor. Seni seviyorum güzel kızım."
Sıkıca sarılmıştı. "Ben de seni seviyorum, her şey için teşekkür ederim anne." Sarılmasına karşılık verdim.
"Hadi gel, eşyaların toplanmasını hallederken bana o kişilerin kimler olduğunu anlat."
Wow, wow. Uzun süredir yeni bölüm yazmıyordum. <3 Sonunda sınavlar bitti.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top