Bölüm 17


Araba annemlerin çalışma ofisine vardığında gerçekten ama gerçekten ne yaptığımı anlayamadım. Aslında hiçbirimizin ne yaptığını anlayamıyordum. Neden bu kadar çok uğraşıyorduk ki?

Sorunlarımızdan kaçabilirdik, bu bizim hakkımızdı. Etrafımdaki herkes sorunlarımdan kaçmanın berbat bir şey olduğunu söylüyordu. Hayır, değildi. Gücüm karşı koymaya yetmiyorsa elbette kaçmalıydım. 

Son zamanlarda yaşadıklarım ağır travmalar olarak kalacaktı, istesem de hafızamdan çıkaramayacaktım. Evet, psikoloğa gitmem gerekecekti. Hatta gerekiyordu, tabii annemleri ikna edemeyeceğim kesindi. 

Dışarı ilk çıkan kişi bendim. Hareketim diğerlerini şaşırtmıştı çünkü genelde hep arkada kalan, ne yapılacağını ezikmiş gibi soran kişiydim. Şuana kadar gruba ayak uydurmaya çalışmış, hep te yanlış anlaşılmıştım. 

Kendimden emin, dik bir şekilde içeri doğru yürümem daha da şaşırmalarına vesile olmuştu. Hiç göz teması kurmamış, yüzlerine dahi bakmamış olmama rağmen anlayabiliyordum. Kendi aralarında konuşmamışlardı ancak aynı şeyi düşünüyorlardı. 

Şanslıysam bana karşı olan düşüncelerini değiştirecektim ufak ufak. Birkaç yüz bin abonemi hiçe sayarak yeni bir kanal da açabilirdim. Orası beni rahatlatan sayılı yerlerden biriydi. Yeni aile üyelerimin görmesi ise travmalarımı tazeliyordu. 

Merdivenleri ağır ağır çıkarken bir an olsun tereddüt etmedim. Kapıdaki güvenliklere sadece kısa bir bakış atmam içeri girmem için yetmişti. Arkamdan gelen kardeşlerimi ise hemen durdurmuşlardı. İtiraf etmeliyim ki bu durum epey hoşuma gitmişti. Kendimi VİP gibi hissetmiştim. 

Gerçekten VİP olduğumu hatırlamam ise... İki saniye filan sürmüştü. Elimi sakince havaya kaldırdım. Kardeşlerimi baştan aşağı süzdüm. "Ah, üstlerini ara." Bunu derken bırakın onlara bakmayı arkamı dahi dönmemiştim. "Sonra peşimden gelsinler." 

Emrivaki konuşmak muhteşemdi, ciddiyim güce sahip olduğumu fark etmem ise en mükemmeliydi. Neticede sadece kanım Saraçoğlu ailesindendi, kaldı ki bu bile kesin değildi. Ben başlı başına bir Aksoy'dum. 

Nezaket bir yere kadardı. Her şeyin fazlası zarar olduğu gibi nezaketinde fazlası zarardı. Bana yaptıklarını biraz da olsa anlayacaklarını umuyordum. zorbalık yaptıkları kişi öyle sıradan biri değildi. Koskoca rakipleri, Aksoy ailesiydi. 

Alp aradan hızla sıyrılmıştı, o da Aksoy olduğu için sıkıntı olmamıştı. "Defne ne yaptığının farkında mısın sen?" 

Kaşlarımı çatıp kollarımı iki yana açtım. "Peki ya sen farkında mısın? Onların bize ne yaptığının..." Umursamadan yürümeye devam ettim. "Ayağımı denk almaktan bıktım, sıra onlarda." 

Bizden sonra giren ilk kişi Cenk'ti doğruca nereye gittiğimize bakmıştı. Pars onları beklemeyi tercih etti, bense devam etmeyi. Herkes kendi kişiliğine göre hareket ediyordu. Yeni kişiliğime alışacaklardı, alışmak zorundaydılar. 

Bina içindeki toplantı bölümüne doğru ilerlerken annemin sekreteri nazikçe elini kaldırıp L şeklindeki koridorun diğer ucunu gösterdi. Her yer temizlemekle görevli olan çalışanlar haricinde kimseler kalmamıştı. Gösterdiği tarafa baktığımda ise onları gördüm. Ailelerimizi... Öylece oturmuş bekliyorlardı. 

Henüz beni görmemişlerdi. Yerdeki parıl parıl fayanslardan yansımamın gözüktüğüne emindim ancak kafamı eğme gibi bir hataya düşmedim. Neredeyse her duvarda büyük, geniş aynalar vardı. 

Buranın tasarımını annem üstlenmişti, gayet güzel bir iş başarmıştı. Her daim ilk kez gelenler hayran hayran etrafına bakardı. Beni gördüklerinde oturmamı işaret ettiler. 

Öz babam olması muhtemel olan Mehtan bey ayağa kalmıştı, saygıdan ötürü yapmış olsa da tuhaf gelmişti. Genelde büyük kişiler geldiğinde küçükler ayağa kalkardı. Elini uzatmıştı. İlk olarak etraftaki herkese bakmış, başımla hafifçe selam vermiştim. 

Normal insanlar hemen ellerini geri çeker, sanki hiç görmemiş gibi yapardı ancak Mehtan bey kendinden oldukça emindi. Elini tutup selamlaştım. Hareketi hoşuma gitmişti. 

Boş bulduğum ilk yere geçip oturdum. Prenses Meghan'ın oturuşu olarak adlandırılan, oldukça naif, bacak bacak üst üste atılan bir oturma pozisyonuna geçerek arakam yaslandım. Elimi koltuğun kenarına koymuştum. İşaret parmağım yavaşça yukarı aşağı sallıyordum. 

Gram stresli değildim. Kardeşlerim içeri girdiklerinde beni görmüş, öylece suratıma bakarak boş yerlere geçmişlerdi. 

Tek göz teması kurduğum kişi Dolunay'dı. "Beni niye bu işe bulaştırdın bilmiyorum ama umurumda da değil zaten." diyen bir ifadesi vardı. bile bile tam karşıma oturmuştu. Eğer yanım boş olsaydı olabildiğince bana yakın oturacağından emindim. 

İkimizde test sonuçlarını merak ediyorduk. Dolunay'ın ilk kez soğukkanlılığını kaybetmeye başladığını görüyordum. Yani öyle çok fazla tepki de vermiyordu, sakindi yine. Sonuçta o Dolunay... Yine de fark etmeden parmaklarıyla oynaması içindeki düşünceleri yansıtıyordu. 

Nadiren bana bakıyor, neden bu kadar sakin olduğumu merak ediyordu. Açık konuşmak gerekirse cevap netti. Yani değildi... İki ihtimal vardı ancak iki ihtimal de aylardır hatta yıllardır beklediğimiz ihtimallerdendi. 

Metal paranın havaya atılma ihtimali gibiydi. İki sonuç vardı, dik gelemezdi. Benim haricimde herkes ebeveynlerinin yüzüne bakıyor, bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Her geçen saniye daha da öfkelenmeme neden oluyordu. 

Yılbaşı çekilişleri gibi bu işin de uzamasına gerek var mıydı? Annem çıkması muhtemel olan kadın oldukça tedirgindi. Ayağını yukarı aşağı sallıyordu. Dolunay'la ikisinin de ortak bir özelliği vardı. Sağ göz bebekleri arada sırada hafiften sağa doğru kayıyordu. 

"Evet?" dedim daha fazla bekletilmemek için. 

Herkes biri konuştuğu için oldukça mutluydu. Yıllardır beni büyüten annem ile Dolunay'ın babası aynı anda ayağa kalktı. Annem bu tarz insan topluluklarını yönetme konusunda oldukça iyiydi. Sanırım hala daha işine devam etmeye çalışıyordu.

Kağıdı eline aldı. Diğer ucundan da Mehtan bey tuttu. "Evet." Annem o güzel mavi gözleriyle hepimizi hızlı bir şekilde süzdü. 

Burak konuşmaya atıldı. "Biz de onu diyoruz. Evet." 

Ne olursa olsun Aksoy ailesine karşı olan nefretini bir an olsun bırakamayan Burak'ın konuşması hiçbirimizin umurunda olmamıştı. Sadece bayan Natalie oğlunun Aksoy ailesine düşmanlık beslemesine içten içe sevinmişti. Gözlerinden anlayabiliyordum. 

Katlanarak içe içe geçirilmiş kağıtları şeffaf dosyadan çıkardılar. En öndeki kağıdı önce kendi içlerinden okudular, önemsiz şeyler yazdığı için pek te ilgilerini çekmemişti. Bize de birkaç cümle ile özetlediler. 

Aynı şekilde dört kağıt arkaya konulmuştu. Sonuncu yani beşinci kağıda geldiklerinde annem Mehtan beyin çatık kaşlarına bakarak kocaman gülümsedi. Annemi azıcık dahi tanıyorsam bir şeyleri öğrenmiş olmalıydı. Herkesten önce sonuçlara bakmıştı. 

Oldukça rahat ve profesyonel takılıyordu. "Tam da düşündüğümüz gibi." Gülümsemesini artırdı. "Dolunay bir Aksoy, Defne ise..." 

Annem konuşmasını yarıda kestiğinde Mehtan bey kağıda doğru birkaç santim daha yaklaştı. "Eeeğ Defne benim çocuğum değil." 

Açıkçası annemin çevirdiği dolaplardan çok Mehtan beyin tepkisizliği dikkatimi çekiyordu. Benden bile daha az tepki veriyordu. İnşaatı izleyen Türk erkekleri gibiydi. 

Annemi kağıdı hiç oynatmadı bile. "Evet ama annesi güzeller güzeli Natalie." Ah anne! Ciddiyim bu böyle mi söylenirdi? "Çakmada olsa soyunda Saraçoğlu'luk var diyebilir miyiz çocuklar?" Sanki Burger King'e gitmek istiyor musunuz dercesine sormuştu.

Annem Saraçoğlu ailesinin kökünü kurutmamış olsaydı ona hayranlıkla bakabilirdim. Durun... Hata bakıyordum, bu umurumda dahi değildi. 

Dilara Aksoy ✨✨

Bu bölümde kadın aşırı derecede ikonikti. Helal olsun karaktere yemin ediyorum. 

Siz Dilara annemizi nasıl buldunuz? Ben hala çok muhteşem bir an yaşandığını düşünüyorum. 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top