Bölüm 12


Gazetecileri aşmak tam bir imtihandı.

Neredeyse ön bahçenin her yeri onlarla dolmuştu, annemlerin neden hala eve gelmediği daha da netlik kazanıyordu.

Durup dururken tonlarca röportaj vermeyi kimse istemezdi. Özellikle de ben ama bazı sorulara cevap vermek zorunda kalmıştım.

Mikrofonunu resmen değil gerçekten de ağzıma sokmayı başarmış kameraman bana bu ilişkinin ilk başta nasıl ortaya çıktığı hakkında tonlarca soru sormuş, hatta ve hatta Aksoy ailesinin kızı olarak nasıl bu kadar düşebildiğimi ima etmişti.

Eh, nasıl desem bilmiyorum ama aralarındaki en iyi konuşan kişi oydu. Diğerlerinin kullandığı bazı kelimeleri ben kullanamıyordum, bazılarının dediklerini ise otomatik olarak beynim silmişti.

Her birimize en az on gazeteci düştüğü için birbirimize de yardım edemiyorduk.

Gazeteciler tarafından sürüklenerek bizden uzaklaştırılan Cenk'in yardım çığlıklarına hareketsiz kalmak zorundaydık. "Hanımefendi lütfen durur musunuz! Ayy orası benim popom."

Burak'ın daha öncede verdiği röportajlara bakmıştım, her daim çok sakin biri olsa da bu sefer korkak bir köpek yavrusundan farksızdı. Flaş ışıkları gözlerini alıyordu.

Neyse ki ailelerimiz okula gitmemiz için şoföre haber vermişti, genelde hepimiz okul ve ev arası az olduğu için yürümeyi tercih ederdik ancak bugün ölmemek bile mümkün değildi.

Apar topar binmiş, adeta birbirimizin üstüne düşmüştük. Çantamı hazırlamakla uğraşamamıştım. Dünkü kitaplarım ile gidiyordum, öğretmenlerimin kızmayacağını ummaktan başka bir çarem yoktu.

Dolunay boş bulduğu köşe sayesinde hepimizden oldukça iyi durumdaydı. "Sola sap."

Bu sözcükleri okula varmak üzere olduğumuzu anlamama yetmişti. Öyleyse neden okuldan uzaklaşıyorduk?

Simsiyah saçlarını düzeltti. "Nereye gidiyoruz?"

Açıkçası nereye gideceğimiz kimsenin umurunda değildi, oradan kurtulabildiğimiz için şanslıydık.

Zaten arkasına yaşlanmış olmasına rağmen biraz daha yaşlandı, oldukça sakindi. Gözleri hafiften kısık bakıyordu. İşaret parmağını yavaşlamak üzere olan bir melodinin son notaları gibi geriye doğrulttu.

Arkasına doğru baktığımızda ise bizi takip etmekte olduklarını gördük. Öyleyse ne yapacaktık?

"Ayyyy..." diyebildim sadece.

Aynı durumları yaşamaktan bunalmıştım.

Kimsenin gerçek bir planı olmadığından sadece usulca yolculuğun tadını çıkarabilmiştik. Sıkışık ta olsak kargaşa sonrası arabanın içi mükemmeldi.

Birkaç sağa sapmanın, ters yoldan gitmenin sonucunda paçayı kuryarabilmiştik: Daha doğrusu kendimizi başka bir okulda okuyormuş gibi gösterebilmiştik.

Hiç tanımadığınız bir okulun otoparkına son an da girmiştik, böylece arkamızdan gelenler görmemişti. Hatta biraz aracımız da hasar almıştı.

Hepsi de Dolunay sayesinde olmuştu. O olmasaydı başaramazdık. Çocuğun paniği kontrol altına alma gibi bir özel yeteneği vardı. Her defasında da başarılı oluyordu, keşke birileri bana bağırırken de insanların öfkelerini kontrol edebilseydi.

Uzun uzun anlatamayacak, kısa keseceğim. Okula vardığımızda ise apar topar dışarı çıktık çünkü bizim orada okumadığımızı anlamaları en fazla 2 saat sürerdi. Şoför de gaza bastı, hızla okulun bahçesinde çıktı.

Nefes nefeseydim. "Sanırım kurtuldu-"

Burak hepimizin gerisinde duruyordu, sanki okula gitmek istemeyen bir ifadesi vardı. "O kadar çabuk kurtulduğunu sanma havuç, asıl macera şimdi başlıyor."

Burak'ın saçma sapan aptallıkları diye düşündüm, okulda en fazla ne olabilirdi ki? Doğru düzgün, lafı kısa kesmeden bir açıklama yaparsak anlayışla karşılayacaklarını düşünüyordum.

En azından anlayışla karşılamış numarası yapmalıydılar. Cebimden telefonumu çıkardım, sürekli gelen bildirimlere bakmak yerine saate baktım, zil çalmak üzereydi.

Adımlarımı hızlandırarak Dolunay'ın koluna girdim. "Rica etsem bugün telefonuma göz kulak olur musun?" Tatlı bir gülümse takınmam gerekip gerekmediğini düşündüm ama hayır, böylesi daha iyiydi. "Malum... Bende kalırsa haberlere bakmadan bir an duramam."

Benim yerime az da olsa gülümsedi. "Bu kargaşa da kırılırsa benim suçum değil yalnız." Gülmüştü.

Telefon gerçektende sorun değildi, sadece haberlere bakmasam yeterdi. "Sorun yok." diyerek gülmesine eşlik ettim.

Okula şöyle bir baktığımızda ise herkesin bizi izlediğini gördüm. Bazıları pencerelere yaralanmıştı, bazılar banklarda oturuyordu. Bir kısmı ise bize doğru gelmekteydi. Hepsinin tek ortak noktası ise aşikârdı.

Gülümseyerek en yakınımızdaki gruba el salladım. "Günaydın."

Adımlarını daha da hızlandırdılar, telefonlarını çıkardıklarında ise birkaç adım geriye atmaya çalıştım. Tabii Dolunay engel olmuştu.

"Kaçarak sorunlarımızın üstünden gelemeyiz." Kulağıma fısıldamıştı.

Haklıydı haklı olmasına... Ben de yeterince güç var mıydı orası ayrı konu.

Burak ne yapıp ne edip aramızdan ayrılmıştı, bazı öğrenciler peşine giymişti. Sayının azalması işime gelmişti. Sonuçta haberin yarısı da onunla alakalı idi. Kızların çoğu benim peşime takılmıştı çünkü Burak ile aramızda gerçekten bir şey olup olmadığını merak ediyorlardı.

Of... Böyle bir iğrençliği nasıl yapabilirdim ki? Gerçekten diğerleri bana bunu mu yakıştırmıştı? Kim kardeşi ile sevgili olurdu ki?

Resmen ünlü oyuncuların veya şarkıcıların sevgilisi olduğu için linçlenen kadın ünlüler gibiydim. Hem herkes her şeyimden haberdar oldu, hem de tuhaf şekilde yaptığım şeyleri kıskanmaya başladı. Kadın ünlülere de aynısı olur... Hiçbir şey yapmamalarına rağmen linçlenirler.

Aslında sebebi çok bellidir, kıskançlık...

Selammmm, bölümü burada bitiyorum. Görüşmek üzere.


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top