B.75.

Hatırlatma

iç sesim konuşuyordu ama benim algılar tamamen kapalıydı. Onun söylediği şeyler hafiften esen bir rüzgârın uğultusu gibi kulaklarıma çarpıp oradan da havada puf diye kayboluyordu zira ne iç sesimin uyarılarını duymak istiyordum ne de düşünmek istiyordum. Benim yapmak istediğim tek şey, dış dünyadan soyutlanarak gözlerimi tavana dikmek ve boş boş bakmaktı.

🚖🚖🚖

Telefonumun alarm sesiyle araladım göz kapaklarımı. Komodinin üzerine doğru uzandım ve umarsızca çalan alarmın sesini kapattım. Zihnime bir şeyler üşüşmeye başladığında göz kapaklarımı tekrar araladım. Üzerimde günlük kıyafetlerim vardı ve ben onlarla uyumuştum. Bugüne kadar yaptığım iş değildi. Bir şeyler hatırladığım da yataktan kalkıp oturdum.
Asya ile geçirdiğim gece! Onun arkasına bile bakmadan gidişi...

Oflayarak yatağın kenarına doğru kaydım. Bacaklarımı aşağı doğru saldıktan sonra ellerimi her iki kaba baldırıma bastırarak başımı yere doğru eğip düşünmeye başladım.

Kafamın içi karmakarışıtı ve ben düşüncelerimi bir araya toparlamaya çalışıyordum fakat bir türlü beceremiyordum. Beceremiyordum çünkü ruhum beni terk edip Asya'nın peşinden gideli saatler olmuş, mantığımın yerini duygularım aldığından düşünme yetim devre dışı kalmıştı.

Belki dikkatimi başka yöne kaydırırsam zihnim açılır bu arada da ne yapacağıma dair fikirler üretebilirdim.

Telefonu elime alıp saate baktım.

Saat: 15.30

Ben bu saate kadar nasıl uyumuştum? Ne kadar da çok uyumuştum. Benim akşam taksiye çıkmam gerekiyordu. Hemen üzerimde ne var ne yok çıkarıp kirli sepetine attım.

Kendime gelmek için banyoya geçip ılık duşun altına girdim. Ilık su, başımdan aşağı doğru aktıkça çıkardığı ses kulağıma melodi gibi geliyordu. Başımdan aşağı doğru akan suyun melodisini dinledikçe, beynimin çakraları açılmaya başlamıştı. Gözlerimi  kapayıp kendimi dinlediğimde hayalime Asya'nın görüntüsü düşmüştü. Onun hayali görüntüsü başımdan aşağı akan ılık suyu neredeyse kaynar suya dönüştürmüştü.

Hayali kaynar su olup bedenimi yakıyorsa ben yokluğuna nasıl dayanacaktım, çünkü Asya'nın içimde uyandırdığı hisler bambaşkaydı. Onun arkadaşlığına, dostluğuna ve muhabbetine ihtiyaç duyuyordum. Asya, bir gecede sığınabileceğim liman gibi olmuştu. Aşk kelimesi çok basit kalırdı ona duyduğum hisler karşısında.

Öfkeliydim geceye. Öfkeliydim gündüze. Öfkeliydim gitmelere.
Bir gece ansızın hayatıma girmiş sonra da geldiği gibi çekip gitmişti.

Oylanmadan duştan çıkıp üzerime uzun kollu gri bir tişört giydim. Tişörtün altına da spor kesim siyah kadife bir pantolon. Mutfağa geçip ocağın üzerine çay suyunu koydum. İki kişilik mini masamın başına oturdum ve içine düştüğüm durumun analizini yapmaya başladım. İç sesim Asya'nın varlığını yalanlasa da ruhum varlığını doğruluyordu.

İnsanın ruhu bedenini aldatır mıydı? Bana göre aldatmazdı. Belki yanılgıya düşürürdü ama aldatmazdı. Evet, doğruydu ben sıra dışı bir gerçeği yaşamıştım. Birçoğunuza inanması güç gelebilir buna bende dahilim ama cidden ve sıra dışı bir geceyi bizzat yaşamıştım. Hâlâ dudağının izi vardı yanağımda. Bu yalandan yaşanmış olamazdı.

Bütün soyut düşünceleri bir tarafa ittim ve somutluk arz eden gerçeklere sarıldım, zira kalbimin ibresi aynı yönü gösteriyordu.

Kalp gerçeğinin düzlemine merak duygum eklenince sorular doluştu zihnime. Asya, yaşadığı şehre gideceğini söylemişti, acaba varmış mıydı? Yoksa hâlâ yol mu çekiyordu? Onu bir daha görebilecek miydim?

Telefon numarasını bile almayı akıl edememiştim. Hırsla elimi alnıma vurdum,  çünkü ben aptalın tekiydim! Eğer öyle olmasaydım onunla tekrar iletişime geçmenin bir yolunu düşünürdüm ama aptallık yapıp düşünmemiştim.

Bıkkınlıkla ayağa kalktım ve kahvaltı hazırlamaya başladım. Kahvaltımı yaptım ve beklemeye başladım, çünkü canım hiçbir şey yapmak istemiyordu. Olmadı ayılıp kendime gelebilmek adına sert bir kahve yaptım.  Hâlâ içim sıkılıyordu. Bir süre evin içinde boş boş dolaştım. Sonra televizyon seyrettim.

Ne yaparsam yapayım olmuyordu. Nefes alamıyordum.

Baktım her şey üstüme üstüme geliyor vakit erken olmasına rağmen dışarıya çıktım.

Taksiye binip bizim durağın oraya doğru yol almaya başlamıştım ama ani bir kararla durağa gitmekten vazgeçtim, çünkü durağa gitmek için vakit daha erkendi ve benim yapmam gereken bir iş vardı.

Mezarlık...

İç sesime Asya'nın varlığını ispatlamam gerekiyordu. Belki kendi belleğime de. Son anda aldığım karar içimde kıpırdanmalara neden olmuştu. Biraz hava alabilmek adına taksinin camını açtım, açık camdan esen sert rüzgâr yüzüme bir tokat gibi çarpıyor, kahverengi saçlarım hızımın rüzgârı ile uçuşuyordu. Kendime gelebilmem ve doğru dürüst düşünebilmem için buna ihtiyacım vardı.

Yapmak istediğim şey, şoför Abdullah'ın mezarını bulmak ve Asya'nın varlığını kendime kanıtlamaktı. Ben onun ete kemiğe bürünmüş normal bir insan olduğunu biliyordum. Belki hastalıklı bir kişiliğe sahipti veya tam tersiydi. Sonuç ne olursa olsun yaşadıklarım gerçekti ve ben bu gerçeği gün yüzüne çıkarmak istiyordum.

Asya, gerçekten ruh göçü yaşayan karma bir kişilik ise şoför Abdullah'ı elimle koymuş gibi bulabilirdim.

İtiraf etmeliydim ki, benim maksadım şoför Abdullah'ı bulmak değil daha çok Asya'yı bulmaktı. Onun inançları beni zerre kadar ilgilendirmiyordu. Ben onun suretini istiyordum. Herkesin inancı kendineydi.

Hem insanların kalbini bilebilmek mümkün müydü? Kim neye isterse ona inanırdı. Bu insanın kalbiyle ruhu arasındaki bir tercihti.

Her gördüğüne inanma Evrim, derken Asya böyle şeylerden bahsediyordu. İnsanın dışına bakıp içini göremez, dışıyla içini yargılayamazsın. İnsanın içini ancak onu var eden bilirdi.

Oflayarak bıkkın bir nefesi tekrar dışarı üflerken kendi kendime hayıflandım. Ben neler yaşıyordum böyle? Bir gecede resmen insanı ve inançlarını sorgular hale gelmiştim. Hep Asya, yüzündendi bütün bunlar! İnsan sıkışınca ne kadar çabuk bir başkasını suçluyor, öyle değil mi? Hele suçladığı insan karşısında yoksa...

Bunun adına gıybet diyorlar Evrim," diyen iç sesim serzenişte bulundu ama ben sustum, çünkü haklıydı...

Sonunda niyetlendiğim adrese gelmiştim. Taksiyi yolun kenarına çekip durdurdum. Besmele çekip mezarlığın kapısından içeriye girdim. Ne kadar kalabalıktı bu ısız şehir. Bunca kalabalığın arasından şoför Abdullah'ı nasıl bulacaktım bilmiyordum. Mezar taşlarını okuyarak yürümeye başladım. Peki, ben neye göre arayıp bulacaktım şoför Abdullah'ı hiçbir fikrim yoktu.

Evrim, doğum tarihlerine bak, diyen iç sesimin mantığına uydum.

"İyi de ben şoför Abdullah'ın doğum tarihini bilmiyorum ki?

Ne çabuk unuttun Evrim! Asya, şoför Abdullah'tan söz ederken altmış yıl mutlu bir aile babası olarak yaşadı, dedi ya?"

Evet, Asya'nın konuşmasını hatırlamıştım. Bu kez doğum tarihlerini okuyarak yol almaya başladım. Tek tek her mezar yazısını inceliyordum. Hava yavaştan kararmaya başladığından dolayı gözüm hiçbir şey seçemez olmuştu. Tam o sırada arkamdan omzuma dokunan bir elin darbesiyle irkildim.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top