67 ♛ KARANLIĞIN ŞAFAĞI*

Medyada ve aşağıda(bazen üstteki medya bozuluyor) saatlerimi harcadığım Dymerath kolajı var. Kolaj hakkındaki fikirlerinizi merak ediyorum.

Bölümün geç gelme nedeni bölümün uzunluğu. Beklediğinize değeceğini umarak savaş öncesi son bölüm hakkında yorumlarınızı ve oylarınızı bekliyorum.

Lütfen, emeğimin karşılığı olarak yıldıza basmayı bana çok görmeyin.

Lütfen, birkaç kelimeyle de olsa düşüncelerinizi benimle paylaşın.

İyi okumalar! *-*

*Yaklaşık beş bin dokuz yüz kelime :)


67. Bölüm

KARANLIĞIN ŞAFAĞI

Rhenai lizen Dharal

Kara Ülke, Rhodios'un Yıldızı Yakınları

"Zoryeva adına, Rhyseion, eğer ona bu kadar değer verdiğini bilseydim kelimelerini senden saklamazdım." Rahibe Duanna, Zerath'ın mektubu kaçıncı kez okuduğunu bilmiyordu. Tek bildiği ne zaman görse elinde olduğuydu.

Savaşa yalnızca bir hafta kalmıştı. Zerath'ın ordusunun büyük bir kısmı sınırda bekleyecekti. Dymentsia ise birlikleriyle birlikte iki gece içinde yola çıkacaktı.

Zerath, Duanna'ya yanıt vermedi. Onların yanlarında at süren Andreas endişeli bakışlarını Duanna'ya yöneltti. "Karanlık Dağlar'ın ötesinde bu işlerin nasıl yürüdüğüne dair hiçbir fikrim yok, Duanna. Senin de buradakiler hakkında bir şey bilmediğine eminim. Biraz daha konuşursan senin için endişelenmeye başlayacağım." Zerath'ı çenesiyle işaret etti. "Mektubu ondan gizleyerek sınırlarını zorladın zaten."

Duanna kendinden emin bir sesle konuştu. "Rhyseion kendi söyledi. Her şeyi yapabilirdim. Ve o bana asla zarar vermez, Andreas." Yüzünde imalı bir gülümseme belirdi. "Yıllar önce teklif ettiğim düelloyu kabul etmezse tabi."

Zerath susmaları için elini kaldırdı. Onlara doğru gelenler vardı. Thalia, Duanna ve Andreas Zerath'ın yakınına gelirken her şeye hazırlıklı olmak için ellerini silahlarına götürdüler. Zerath öfkeyle onlara bakmadan konuştu. "Çekin ellerinizi silahlarınızdan. Onları tanıyorum." Dostları onu dinlediler.

Grubun başındaki kadın koyu kahverengi atını onlara doğru ilerletti. Yağmur nedeniyle saçlarını örttüğü pelerinin başlığını indirdi. Beyaz elleri inceydi ve ametist taşı işaret parmağında parıldıyordu. Bir büyücüydü. "Gece Kralı ve dostları, Rhodios'un Yıldızı'na hoş geldiniz." Sözleri ve gülümsemesi samimiydi. "Dilediğiniz gibi gezebilir ve ister Kraliçe'nin evinde ister bir handa kalabilirsiniz. Gerçi yarın gece yola çıkacağız. Adım Pulcheria. Beni Kraliçe gönderdi."

Zerath onun gözlerinin büyülü menekşe rengini fark etti. "Moirendé'nin seçilmişlerinden biri misin, Pulcheria?"

Kuzeyde mor göz geleceği gösterirdi. Kader Tanrıçası'nın işaretiydi. Kader Tanrıçası uzun zamandır birilerini seçmemişti.

Pulcheria başıyla onu onayladı. Akıllarından geçeni açıkladı. "Karışık zamanlardayız. Karanlığın üç büyük gücü bir araya gelebildiyse, bin beş yüz yılın ardından iki hükümdar bedeli tereddüt etmeden kabullenmişse, Moirendé de birini seçebilir."

Zerath yanında duran Duanna'ya baktı. "Belki ona yardım edebilirsin."

Pulcheria da soru soran bakışlarını siyah tenli kadına yöneltti. Rahibe yanıt verdi. "Elbette. Tabi önce gücünü ölçmem gerekir."

"Savaş bunun için yeterli, Duanna." dedi Zerath.

"Minnettarım." dedi Pulcheria sadece. Ne diyeceğinden emin değildi. Hepsi atlarını ileride görülen şehre doğru ilerletmeye başladıklarında sessizlik bir süre hüküm sürdü.

Zerath etrafına bakındı. Kuzey ve batıda Yıldız Dağları görülüyordu. Sis ve fırtına yüzünden dağları ayrıntılı göremiyordu. Taş tolun ötesinde ise koyu renkli taş surlarla çevrelenen büyük bir şehir vardı. Surların ardı görülmüyordu. Sınır bölgesinde olduğu için her daim kuşatmaya hazırlanan bir şehirdi. Ejderhalar Çağı'nda birçok savaş yaşanmıştı. Şehri görmek için, duyduğu ve okuduğu tarihi hissedebilmek için sabırsızlanıyordu. Ama ilk aklına gelen şehir veya tarih değildi.

"Kara Kraliçe şehirde mi, Pulcheria?" diye sordu mavi gözlerini dağlara yönelterek. Bulundukları bölge üç ülkenin ortasında yer alıyordu. Yıldız Dağları'nın tepelerinden Kuzey Denizi'nin gri dalgaları belki de görülebilirdi. "Ve ordu?"

"Xanthos ve Artemisia'nın emrindeki ordu dağların yakınında kamp kurdu. Diğer birlikleri Kraliçe dağıttı. Tam yerlerini bilmiyorum. Kraliçe şehirde yöneticiler ve konsey üyeleri ile görüşüyordu. Ama onu en son bir saat önce gördüm. Yerini bilmiyorum."

"Sınır muhafızları size geldiğimizi haber verdiler mi?"

"Evet. Yaklaşık bir saat önce haber geldi." diye yanıt verdi Pulcheria. Zerath atını durdurunca merakını gizleyemedi. "Ne oldu?"

Zerath uzakta görülen surlara baktı ve emin oldu. "O şehirde değil." dedi kendi kendine konuşur gibi. Dostlarına baktı. "Sizi sonra bulurum." Onlardan yanıt beklemeden atını döndürdü ve dağlara doğru ilerlerdi.

İstediği yere varması saatlerini alacaktı. Atını hızla sürerken kalbinin hızla attığını fark etti. Yağmur dindiğinde Dymentsia'nın yazdığı mektubu çıkardı ve atını yavaşlattı. Deri eldivenlerini kağıda zarar vermemeleri için çıkarttı. Büyülü mürekkep yeniden belirirken derin bir nefes aldı. Onlarca kez okuduğu kelimeler her seferinde olduğu gibi ona yine aynı hisleri yaşattı. Aynı heyecanı, merakı ve aşkı.


Gecem.

Karanlığım, yıldızlarım.

Gece Diyarı'nı ele geçireceğini en başından biliyordum. Asıl Gece Kralı, oraya adımını attığın anda, sözünü onlara geçirdiğin anda sendin zaten. Ve ben bunu seni ilk gördüğümde anladım, daha sonra da emin oldum. Yine de yazdıklarını okuyunca iyi hissettiğimi söylemem gerek. Lyktos, tek başına olsa Gece Diyarı için endişelenmemi sağlamaz ama Zinaida ile birlik olduğu için korkuyorum. Korkum ve endişem senin için değil, tüm kuzey için. Senin de kuzey için endişelendiğini biliyorum ve anlıyorum.

Senin de beni anladığını biliyorum. Yalnız bu bile, beni gerçekten anlayan seni sevmek bile, mücadeleme ve bedele değer.

Dikkatli olmalısın, sevgilim. Karşımızdakiler her şeye aykırı hareket ediyorlar. Bizden daha beterler. Güç için bizim asla yapamayacağımız şeyleri yaptılar. Savaş onlar için bir güç oyunundan farksız. Kuralsızlar, her türlü hileye başvurdular ve buna devam edecekler. İkimizin de güçsüz olduğu anları bulmaya çalışacaklar. Zinaida, güçlü düşmanı sever fakat Lyktos'un sevmediğini ikimiz de biliyoruz. Gerçi, sen bunları benden iyi biliyorsun, onları benden çok tanıyorsun.

İntikam için savaşmıyorsun ve savaş senin seçimin değil. Ama bu, gücünü göstermene engel değil. Gücünü hissettim. Eğer savaşta da aşkta olduğu gibi gücünü gösterirsen, kuralları ve yasakları ardında bırakırsan kazanırsın. Savaşta her şeyi ardında bırakmalısın. Kendin söyledin, sana karşı çıkan kim olursa olsun durmayacaksın.

Bu kelimeleri yazmak, yapmaktan kolay. Sevmesen de karşında senin kanından olan iki insan olacak. Tıpkı ileride benim karşımda kardeşlerimin olacağı gibi. Aldığın canlar senin insanlarının ruhları, kan döktüğün toprak senin doğduğun ve büyüdüğün yerler olacak. Senin için bu savaş, benim için olandan çok zor olacak. Bil ki, bu sürede senin yanında olacağım. Seninle birlikte, seninle yan yana savaşacağım.

Senin yanında olmam bu savaşın zorluğunu azaltmayacak, koruman ve hükmetmen gereken insanların birbirleri ve seninle karşı karşıya gelmelerine duyduğun nefreti değiştirmeyecek. Bunlar imkansız şeyler, sana bunların sözünü veremem. Bu söz saçmalıktan başka bir şey olmaz. Hiç kimse senin duygularını değiştiremez ve ben geleceği bilmiyorum, önümüze ne çıkar bilmiyorum. İleride kiminle karşı karşıya geleceğimizi bilmiyorum. Tek bildiğim, seninle düşman olmak istemediğim. Tabi düşmanlık ve rekabet ayrı şeyler.

Sana kuzeydeki en büyük rakibim olduğunu söylemiştim. Her zaman öyle olacaksın. Bu benim hoşuma gidiyor, ya senin? Benimle denk olmanı çok sevsem de, bazı konularda üste çıkmak istememi anladığını sanıyorum, çünkü bunu sen de istiyorsun. Bu yarışın ve rekabetin sürmesini istiyorum. Bir sonraki düelloda seni yeneceğim, gerçi ödülün ikimizi de mutlu edeceğine eminim.

Mektuptaki amacımı aşmadan sana ülkemde olanlar hakkında bilgi versem iyi olacak. Savaş için hazırız. Kararlaştırdığımız yerde ve zamanda ordularımız birleşecek. O vakit seninle bir araya geleceğiz.

Sen kelimelerinle varlığını bana hissettirdin. Ben de bunu yapabilmişsem amacıma ulaşmışım demektir. Sana birçok şey için söz veremem ama sözünü verebileceklerim de var. Ben sözlerimi tutarım. Senin sınırın olmayacağım, Zerath, sınırsızlığın olacağım. Senin sonun değil sonsuzluğun olmak için savaşacağım.

Bizim için mücadele edeceğim. İttifakımız, halklarımız, ülkelerimiz için. Karanlık, kuzey, güç ve hüküm uğruna savaşlarımız için. Ve şu an yalnız bize ait olan, ileride tüm kuzeye ait olacak olan aşkımız için mücadele edeceğim.

Yüce Kraliçe


Karanlık Ordu'nun kampına vardığında atını daha önce gördüğü bir seyise emanet etti. Liderlerden bazılarıyla konuştu. Karanlık Ordu'nun komutanlarından Artemisia bu liderlerden biriydi. Xanthos onların yanına geldiğinde Zerath kamptan ayrılmak üzereydi.

Xanthos'un üzerinde diğer kara savaşçıları andıran bir zırh ve rütbesini belli eden siyah bir pelerin vardı. Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Gece Kralı." diye selamladı onu. Diğer liderler yanlarından ayrılmıştı. Yalnızca Artemisia onların yanlarındaydı.

"Komutan."

"Buraya savaşla ilgili konuşmaya gelmedim. İki saat sonra olacak savaş konseyinde diğer komutanlarla ve kraliçemizle birlikte sana bilgi vereceğiz." Davranışları sürekli değişiyordu. O anda keskin hatlı yüzü ifadesizdi. Kahverengi gözleri ise fazlasıyla soğuktu. Zümrüt'teki gibi değildi.

"Sanırım bu tavırlarını borçlu olduğum neden, buraya gelme nedenimizle aynı."

Xanthos, sağında duran Artemisia'nın uyaran bakışlarını görmezden geldi. Artemisia bir şey demeden yanlarından ayrıldı. "Müttefikliğini ve hükümdarlığını, savaş için kabullendik. Savaşın ardından yapacağın, hoşumuza gitmeyen en ufak şey başka bir savaşa neden olacak."

"Bunu ilk diyen sen değilsin." dedi Zerath. "Ülkelerin birbirleriyle savaşmaması ve ittifakın devamlılığı için çalışacağıma inanmıyor musun?"

"Sana güvenmem için bir sebep yok. Ve ben ülkelerden bahsetmiyorum. Karanlık halk, kurucusu ve yöneticisi olan kadınla bir. O bizi temsil ediyor. Karanlığın gücüyle var olan toprakların beden bulmuş hali. Ülke ve halk onunla bir. Bunun anlamını biliyor musun?"

"Biliyorum." dedi Zerath. Sesi az önceki gibi meydan okumuyor, olanları kabulleniyordu. Kara Kraliçe'nin ülkesi ve halkıyla bu kadar bütünleşmiş olduğunu onun topraklarında olduğu zaman daha iyi fark ediyordu.

Xanthos zafer kazanmış gibi hissediyordu. Bir hükümdarı tehdit etmenin nadir yollarından biriydi bu. O hükümdarın bir başka hükümdarı sevmesi, halkları da karşı karşıya getirirdi. Dymentsia, halkı tarafından sevilen biriydi. Xanthos kraliçesini koruyabilirdi, kraliçesi söz konusu olduğunda başkalarını tehdit edebilirdi.

Zerath bunu yapamazdı. Dymentsia onun kraliçesi değildi.

"Bunun en başından beri farkındayım, Komutan." Kabullenmiş olması geri çekileceği anlamına gelmiyordu. "Bu ondan daha çok hoşlanmamı, ona hayran olmamı sağlıyor."

"Umarım sen de onun gibisindir ve sözlerini tutarsın. Barış için çabalarsın. Dymentsia'nın seçimlerine her zaman güvendim ve saygı duydum." Gülümsemesi belki de aralarında oluşacak bir dostluğa işaretti, ya da en azından düşmanlık dışındaki bir şeye. "Elbet seçimleri kendini ve ülkeyi tehlikeye atan bir rhona değildi."

Zerath da ona gülümsedi. "Onun tehlikeyi sevdiğini bilirsin."

"Sınırlarını bu kadar zorlayacağını düşünmezdim."

"Onu yeterince iyi tanıyamamışsın o zaman, Xanthos."

"Tanıdım, Zerath. Sadece karşısına bir rhona çıkmamıştı. Seni de tanıdım, senin hakkında Dymentsia'dan çok bilgim var. Dymentsia hakkında da senden çok şey biliyorum. Sana birkaç tavsiye vermeme izin ver." Zerath'ın itiraz etmesini bile beklemeden konuştu. "Aklına gelebilecek en güçlü hükümdarları düşün. Savaşları, politikaları, fetihleri ya da fedakarlıklarıyla tanınan Deisenria, Kallias, Lasandria ve daha nicesi. Dymentsia onlardan biri olacak. Gelecekte onların yanında anılacak." Zerath bu kez onun sözünü kesmeye çalışmadı. Xanthos sözlerine devam etti. "Fakat her an daha fazlasını isteyecek. Günün birinde onunla karşı karşıya geleceksiniz. Sonu savaş olsun ya da olmasın, onu durdurman gerekecek. Onun da seni durdurması gerekecek."

"Hayır." dedi Zerath ilk kez gücünü geri çekerek. Ses tonu devamını duymak istemediğini söylüyordu, çünkü devamını biliyordu. Duymuştu. Yıldız Dağları'nın ötesinde yaşayan herkes gibi duymuştu. Diğer kehanetlerdeki rolü gibi bunu da duyduğunda kabullenmedi. Ama o anda fark etti.

"Bizi dinlemeyecek. Ne beni, ne Rhadenis'i, ne de kardeşlerini. Sen de dinlemeyeceksin. Daha önce bunu konuştuğunuza bahse girerim. Eğer savaşı kazanırsanız daha fazlasını isteyeceğinize eminim. Sınırı geçmeyi veya doğuyu isteyeceksiniz. Ardından olacakları biliyorsun, kuzeyde sınırı aşanları duydun."

Sınır, kuzeyde birçok anlam ifade ederdi. En bilinenleri Gölge Diyarı ve Gece Dağları'nın kuzeyiydi. Diğeri karanlığın sınırıydı. İlkinin yeri belliydi, sonucu belliydi. Diğerinin ise belli değildi. Karanlığın sınırını ve sınır geçildiğinde ne olduğunu kimse bilmiyordu.

"Bu konuda kimse sizi engelleyemezse, siz de kendinizi engelleyemezseniz dikkatli olmanız gerekecek. Şafak Yıldızı savaşı, Karanlık Taç'ın bir kısmı ve  Yıldızların Ruhu'nun yanında sınırı ve sonucu belli olan bir savaş."

Zerath'ın aklına uzun yıllar önce gördüğü görüler geldi. Onların zamanında yaşanacak tek kehanet Kraliçelerin Savaşı değildi. Karanlık Taç, birden fazla kısımdan oluşan ve başlangıcı Zerath'ın ailesine dayanan bir kehanetti. Kuzeyin tek kazananıyla, üç yıldızın adını taşıyan hükümdarların arasında yaşanacak savaşlarla ilgiliydi.

Yıldızların Ruhu ise sınırın ötesindeki Dharassus'un arşivinde eski bir kitabın birkaç sayfasında okuduğu bir kehanetti.

"Şafak Yıldızı'nın ardından düşünürüm." dedi Zerath. Konuşmanın başından beri aklı Dymentsia'daydı. Gideceği yere varmış olmalıydı. Onu bekletmek istemiyordu. "Şimdi gitmem gerekiyor."

"Bence de." dedi Xanthos sağ tarafa, kampın ardından görülen dağlara bakarak. "Sabah Yıldızı'nda seni bekliyor olmalı, onu bekletmek istemezsin." Zerath'a döndüğünde şaşıran mavi gözlerle karşılaştı. "Diyar'da çoğu şey gizli kalmaz. İletişimi Kahin Darranio sizden önce biliyordu mesela. Karşılaştığınız yerin Sabah Yıldızı olması tek seçenek. Üç ülkenin ortasında yer alıyor ve bu üç ülkeyi temsil eden gücün doğduğu yerlerden biri. Sen de burada olduğuna göre. Hatta bir saniye... eğer yanılmıyorsam Dymentsia Gece Diyarı'na gitmeden önce Yıldız Dağları'na gitmişti."

"Evet, ben de oradaydım." dedi Zerath. "Savaş Konseyi'nde görüşürüz, Xanthos."

Fırtına ve sis yüzünden yıldızlar görünmüyordu. Gökyüzü siyahtı ve gölgeler yağan yağmura karışıyordu. Kuzey Denizi'nin gri dalgaları karanlıkla birleşmişti. Esen rüzgar, Kara Kraliçe'nin uçarken örgüsü bozulan siyah saçlarını savuruyordu. Çizmeleri yağmurla ıslanan topraktan ötürü çamurla kaplanmıştı. Soğuk havaya rağmen sırtının bir kısmını açıkta bırakan ve pantolonun dizlerini biraz geçen uzun kollu siyah bir elbise giymişti. Elbisenin eteğinin uçlarında ve kollarında altın rengi işlemeler vardı. Altın renkli kemerine kabzası mücevherlerle süslü bir hançer asılıydı. Kanatlarını onları korumak ister gibi kendine doğru çekmişti.

Yağmur sesi, yakınında beliren adamın ayak seslerini bastırdı. Ama Kraliçe onun varlığını hissetti. Yerinden kımıldamadı ve arkasını dönmedi. Kral onun yanına gelirken Kraliçe sol elini öne uzattı ve karşılarında, yağan yağmur ve siste belirginleşen üç şekil oluşturdu. Ülkeleri temsil eden semboller değerli taşları andırıyorlardı.

Zümrüt, safir ve yakut.

Kara Kraliçe elini indirdiğinde parlamaları azaldı ama kaybolmaları birkaç dakika sürdü. "Yine buradayız." dedi. Onun varlığını ve yanında oluşunu hissediyordu, sadece bu hissi bile seviyordu. "Üç kuzey ülkesinin ortasında, senin beni ilk kez gördüğün Sabah Yıldızı'nda. Kuzeyin bizi seçtiği, yıllar önce bizi birbirimize gösterdiği ve bize iki seçenek bıraktığı yerdeyiz. Her türlü bir savaş olacaktı zaten, asıl mesele ve bize bırakılan asıl tercih, bu savaşlarda yan yana mı yoksa karşı karşıya mı olacağımızdı."

"İttifakı seçtik." dedi Zerath gözlerini ondan ayırmadan. Oluşturduğu şekillere dikkatini verememişti. Kraliçe'nin bakışları ise kaybolan şekillerin az önce belirdikleri yerdeydi. "Savaşmak ve karşı karşıya gelmek birbirimizle uğraşmanın basit ve kolay yolu. İttifak ve aşk ise zor ve tehlikeli."

"Savaş bizim için geri çekilmek o halde, Zerath." Onun olduğu tarafa doğru döndü. Gözlerinin kırmızısının nedeni tutkuydu. Güzel gülümsemesi Zerath'ın çevresinde olan biteni unutmasını sağladı. Hızla yağan yağmuru ve esen rüzgarı ikisi de umursamadı. "Geri çekilmek bize göre değil." Ona doğru ilerledi ve aralarındaki mesafeyi kapattı. "Tehlike mi? Duygularımızın eğlenceli taraflarından biri." Başını hafifçe yana eğdi. "Tek eğlenceli tarafın tehlikeli olman değil tabi."

"Dymentsia." dedi Zerath elini onun yağan yağmurla ıslanan saçlarına götürerek. Rüzgarla yüzüne gelen saçlarını omuzlarının ardına itti. Siyah kanatlarına baktı, onlara dokunmak ve güçlerini hissetmek istese de bunun için erkendi. Eli onun yüzüne gitti. Sıcak eli, soğuk tene değdi. Baş parmağıyla elmacık kemiğine dokundu. "Şafak Yıldızı'na gelmeni bekleyemedim." Parmaklarını yanağında nazikçe gezdirdi.

"Neden?" diye sordu Dymentsia elini onun elinin üzerine koyarken.

"Birçok nedeni var aslında. Ama çoğunu unuttum. Şu an geriye bir tanesi kaldı, belki de en önemlisi. Seni özledim." 

Dymentsia bu sözlerin ardından Zerath'ın elini dudaklarına doğru götürdü. Parmaklarını öperken hislerini nasıl dile getirebileceğini düşündü. Hangi kelimelerin buna yetebileceğini.

"Ben de seni özledim." diyebildi sadece. Zerath'ın parmaklarını yavaşça dudaklarının üzerinden çekti. Bir adım geri çekildi.

"Ne yapıyorsun?" diye sordu Zerath merakına ve şaşkınlığına yenik düşerek.

"Dikkatimi dağıtmana izin vermiyorum." dedi Dymentsia. Alaycı bir sesle konuşmasına devam etti. "Biliyor musun, bana bu sözleri ilk kez söylediğinde buradaydık. Ne yapıyorum? Güzel soru." Zerath'ın gülmesini sağladı. "Fakat şimdi sahiden yaptığım bir şeyi sana vermek için buradayım." Ellerine baktı ve yüzüklerinden birini çıkardı. Zerath'ın görmesini engelleyerek avucuna sakladı. Diğer elini ona uzattı. "Elini uzat."

"Merak ettim, Dymen." dedi Zerath onu dinleyerek.

"Bana bir yüzük verdin ve ben de asanı kırdım." Dymentsia, gece kristalinden yapılmış bir yüzüğü onun işaret parmağına taktı. "Belki böylece karşılığını verebilirim. Savaşta bir asaya ihtiyacın olacak, güçlü bir asaya. Kendi asamın bir benzerini yaptım. Birkaç malzemeyi bir araya getirerek karanlığı büktüm ve bir asaya dönüştürdüm."

"Teşekkür ederim." dedi Zerath başka ne diyeceğini bilemeyerek. Yüzüğün maviye parıldayan siyah taşını inceledi. "Nereden buldun bu taşı?" Gece kristali çok nadir bir taştı ve Diyar'da bulunmuyordu.

Dymentsia soruyu tahmin etmişti. "Gece'nin Umudu çiçeğinden oluşturdum." Aynı taştaki yüzüğünü ona gösterdi. "O çiçeğin birçok şeye dönüşebildiğini duymuştum. Lorenna'nın seninle iletişime geçmesine yardım etti. Son iletişimimizden sonra da çiçeği iki yüzüğe dönüştürdüm. Biri gece kristali, diğeri safire benziyor ve saraydaki odamda. Ne olduğunu anlayamadım. Birkaç gün önce de Rhodios'un Yıldızı'ndaki evimde çiçeği buldum. Asaya dönüştürmeyecek misin? Daha anlatacaklarım var."

Zerath yüzüğünü asaya dönüştürdü. Kendi boyunu biraz geçen asa, bu dağlarda bulunan siyah bir ağaçtan yapılmıştı. Ucunda yüzükteki taşın büyüğü vardı. Taşın biraz uzağından başlayan gümüş rengi desenler, asayı tuttuğu yere kadar uzanıyordu. Eliyle tuttuğu yerin çevresinde gri ve mavi desenler oluşup gümüşe dolanmaya başladı. Enerjisi asaya dağıldı. Asa yalnızca onun büyü gücüyle kullanılabilecek biçimde yapılmıştı. "Kusursuz, Dymen, gücümü odaklamama yardım edecek, bir kısmını saklayabilir bile."

Dymentsia onun sözlerini duyduğunda gülümsemesini gizleyemedi. "Beğenmene sevindim."

"Asamı daha önce kırmalıymışsın." dedi Zerath asayı incelerken. Gücüne, enerjisiyle uyumuna ve ayrıntılarına hayran kalmıştı. Aklından geçeni söyledi. "Belki de asa ustalığı yapmalısın."

"Benzer, karanlığı çevresinde bükebileceğim ve dönüştürebileceğim bir taş bulabilirsem yaparım. Gece kristali gücüme uysa kendime de yapardım. Bu taş sadece sana uyuyor, büyü gücüne bu kadar çabuk bağlanacağını düşünmemiştim. Ejderhalar Çağı'nda sahiplerine hemen bağlanan silahları ve eşyaları okumuştum. Bunun şimdi de olduğunu görmek güzel." Dymentsia, Zerath'ın asayı tekrar yüzüğe çevirmesini izledi. Yağmur şiddetini arttırırken kanatlarını kımıldattı. "Artık şehre dönmeliyiz. Savaş Konseyi için hazırlanmalıyız."

"Benim de sana bir hediyem var." dedi Zerath uzun zamandır aklında olan düşünceyi söyleyerek. "Ama toplantıdan sonra vereceğim."

Dymentsia kaşlarını çattı. "Toplantı ne kadar sürecek bilmiyorum. Şimdi nasıl bekleyeceğim?"

"Beklediğine değecek, Kraliçe." dedi Zerath kanatlarını sırtından çıkararak. Dymentsia ile aynı anda kanatlarını harekete geçirdi.

Rhodios'un Yıldızı'na vardıklarında savaş konseyi toplanmak üzereydi.

Hükümdarlar, temsilciler, liderler, Karanlık Ordu'nun komutanlarından bazılarının ve Gece Ordusu'ndan dört kişinin katılımıyla gerçekleşen Şafak Yıldızı'nda yapılacak savaşın konuşulduğu konsey saatler sürdü. Birliklerin ne zaman birleşeceklerini, ne zaman ayrılacaklarını konuştular. Şafak Yıldızı'nın şu anki hakimi Zerath'tan bilgi aldılar. Toplantının ilk kısmı bittiğinde herkes dağılmıştı. Odada yalnız onlar kalmıştı.

Gece Kralı, Kara Kraliçe'nin birkaç dakikadır önündeki cam bardağa bakmasını ve parmaklarıyla cama yaydığı karanlığı izliyordu. Aklına takılanların olduğunu biliyordu, konuşmasını bekliyordu ama üyeler az sonra gelmeye başlayacaktı. "Dymentsia, aklından geçeni söyle."

Dymentsia parmaklarını bardağın kenarından ayırdığında karanlık geri çekildi. Cama dağılan karanlık onun düşünceleriyle siyah mürekkebi andıran desenlere dönüştü. Sivri dikenli ve ince yapraklı dallarla sarmalanan siyah güller belirdi. "Kara Ülke benim her şeyim." Kelimelerini dikkatlice seçti. "Bu güller beni, ülkemi ve halkımı temsil ediyor. Karanlık, güçlü, güzel. Gerektiğinde dikenlerini çıkaran, gerektiğinde insanları büyüleyen... Aynı zamanda solabilen, bazen bakım isteyen ve kırılabilen."

 Zerath onu rahatlatmak, gerginliğini almak istedi. "Sen ve kırılmak mı? Kim buna cesaret edebilir? Kimin buna gücü yeter?"

Dymentsia ona baktı. Bakışları onu suçlayınca Zerath geri çekilmek zorunda kaldı. "Şu vakte kadar hiç kimseydi." Onun geri çekildiğini anlayınca ona yaklaştı. "Artık biri var." Sözlerinin aksine bakışlarının kırgınlıkla ilgisi yoktu, her zamanki gibiydi. "Bir kral."

"Kuzeyde kabullendiğin tek kral olarak bu ben oluyorum."

Dymentsia onu başıyla onayladı. "O kral beni ve ülkemi incitirse ne olacak biliyor musun?"

Zerath bardağı eline aldı. "Biliyorum."

"Gülün gücünü ve güzelliği değil, hançere dönüşen dikenleri ortaya çıkar. Peki ben seni incitirsem ne olur?" Zerath'ın yanıt vermesini beklemeden cam bardağı eline aldı. Söylediği gibi dikenleri büyüttü, hançerlere dönüştü.

"İkimiz de bunu yapmayacağız, Dymen."

"Yanıt bu değil."

"Senin yanıtın da dikenler değil. Asıl sorun da bu değil." Sorun kelimesini duyan Dymentsia'nın gözleri kısıldı. Zerath onun yanıt beklediğini anlayınca uzun zamandır düşündüklerini söyledi. "Sana asla zarar vermem, Dymentsia. Dikenlerin de bana zarar vermez, değil mi?"

"Ortaya çıkarlar dedim." dedi Dymentsia onu onaylayarak. "Sana zarar verirler demedim."

"Sonumuzun savaş olacağını düşünmüyorum. Birbirimize zarar vermenin tek yolu savaş değil. Savaş kesin. Aşk kesin değil. Birbirimize zarar vermek istiyorsak tek yapmamız gereken uzaklaşmak. Ülkeleri işe karıştırmamak. Bedeli seçen bizleriz, onlar değil. Acı için de fazlasına gerek yok, yanımda olduğunu bilmek beni mutlu ediyor. Seni de mutlu ediyorsa uzak durmam seni üzer."

Dymentsia bu yanıtı sevmişti. "Haklısın, Zerath. Bu bize yeter."

"Bir sorun var. Söyle."

"Bu seni kırabilir. Tercihlerine ve hükmüne karıştığımı düşünebilirsin."

Zerath tam konuşmak üzereyken durdu. Dymentsia aklından geçeni söylemiyordu, nedeniyse oydu. "Kalbinin kara bir taştan yapıldığını sanıyordum. Düşüncelerini yansıtırken kimseyi umursamadığını sanıyordum."

"O kara taş yerinde duruyor, Zerath." dedi Dymentsia kızgın bir sesle. "Ve o taş seni seçti. Sahibi olarak da birini umursayabileceğimi öğrendim."

"İlginç bir şekilde hoşuma gitti aslında." dedi Zerath. Dymentsia'nın gözlerinin kırmızıya parıldadığını görünce ekledi. "Kızgınken çok güzel olduğunu söylemiş miydim?"

"Hayır." Dymentsia elini onun yüzüne götürdü. Dokunuşu nazikti ama onu kendine doğru çekmişti. Yüzleri arasında birkaç santim kala durdu ve Zerath'ın onu öpeceği an geri çekildi. "Sorum vardı."

"Sor."

"Halkıma yalan söylemekten hoşlanmıyorum. İsminin seninle, yalnız seninle, ilgili olduğunun farkındayım ama bu halkıma yalan söylediğim gerçeğini değiştirmiyor. İşine karışmak istemiyorum. Sadece bunun savaşın ortasında veya sonunda başımıza bela açacağını düşünüyorum." Tüm hepsini hızla söylediği için ara verdi. Derin bir nefes alarak sorusunu sordu. "Kara Ülke'de sadece Gece Kralı Rhyseion olarak varsın. İnsanlara aynı zamanda Gölge Kral Zerath olduğunu söyleyecek misin?"

"Bunu sormandan korkuyordum, Kara Kraliçe." dedi Zerath.

"Bu senin seçimin. Uyarmak ve hatırlatmak istedim." Dymentsia sözlerinde ciddiydi, amacı buydu. "Gölge Diyar elimize geçerse ki geçecek, bunu herkes öğrenecek. İnsanlar ne derse desin seni savunacağım. Senin için mücadele edeceğim. Seçimin bunu değiştirmeyecek. Birlikte olduğumuz sürece karşımıza ne çıkarsa çıksın baş ederim. İsyanlara ve suçlamalara karşı dururum. Belki hiçbir şey olmaz."

"Ya da belki Karanlık Diyar'ın savaştığı Zinaida'nın yeğeni olmam insanları kızdırabilir. Senin Gölge Diyar'da tek başına hüküm sürmeni isteyebilirler. Benim bir yalancı olduğumu ve kuzeyde yalanın sevilmediğini söyleyebilirler." Yalancı olarak görülmek umurunda değildi. Umurunda olan az sonra söyleyecekleriydi. "Hatta seni suçlayabilirler. Bu gerçeği gizlediğin için. Hepsini düşündüm." Zerath, Dymentsia'nın halkı için endişelendiğini görünce ona bir kez daha hayran kalmadan edemedi. Halkını düşünen, onları önemseyen bir hükümdardı. "Kararım seni zora sokmamak olacak, insanlarınla karşı karşıya gelmene neden olmayacağım."

Dymentsia onun bu kararından emindi. Onu endişelendiren bu değildi. "Ama bu Gece Diyarı'nda seni destekleyenlerin sana sırt çevirmelerine neden olabilir. Beni korkutan da bu. Lyktos'u istememe nedenlerinden biri Zinaida'nın müttefik olması. Zinaida'nın er geç Gece Diyarı'na saldıracağının herkes farkında, Lyktos sadece günü kurtarmaya çabalıyor ve sonrasını düşünmüyor."

"Gece halkı, sevdikleri kralın oğlu olduğum için beni destekliyor. Fakat düşman ülkenin varisi olduğumu öğrendiklerinde ne olacağını bilmiyorum." Zerath'ın çekincesi buydu. Savaşın ortasındayken insanların yanından ayrılmalarını istemiyordu.

"Asıl kötü olan, Lyktos'un bunu senden önce açıklaması olacak. O zaman ikimizin de işi zorlaşacak." Dymentsia sözlerinde haklı olduğunu biliyordu. "Auris kararı sana bıraktı, değil mi? Hatta Zinaida da öyle. Annenin kim olduğunu açıklamak senin seçimindi. Bu her türlü iki ülkeyi de karıştıracaktı. Gece Diyarı'nın insanları sana alışmaya çalışırken, bu haber onları Lyktos'un yanına çekecekti. Şu anda olacağı gibi."

"Annem de ben küçükken benzer sözler sarf etti. Onu ve ırkımı gizlemek benim tercihim değildi." Zerath'ın söylemedikleri vardı.

"Seni gizlemek onun tercihiydi. Rahatça büyümen, çocukluğunu ülkelerin karmaşasıyla değil eğitim alarak geçirmen için." Dymentsia bu konuda Zerelia'ya hak vermeye başlamıştı. Zerelia'yla ilgili yeni soruları vardı. "Seni ve Zerelia'yı anlıyorum. Kardeşlerimle savaşmak ve annemin barış isteğini gözardı etmek de benim seçimim değil."

Dymentsia ilk kez bunu birine söylüyordu. Savaşı istemek ve seçmek ayrı şeylerdi. Zerath onu bu konuda anlayabilecek az kişiden biriydi. "Sonsuza kadar Kraliçe Nmerysa ile beraber hükmedemezdin. Elbet bir gün karşı karşıya gelecektiniz."

"Mysania'nın ejderha gücüne sahip olacağını o doğmadan önce biliyorduk. Barışın on yıl süreceğini, o büyüdüğünde anneme bağlı başkentin onu savunacağını..."

"Kolay değil. Ama kimse kolay olmasını istemiyor. Zoru seversin."

"Evet... Bir düelloya daha ne dersin?"

"Ne zaman istersen."

 "Asıl soruma yanıt vermedin. Gölge kral olduğunu ne zaman duyuracaksın?"

"Savaş başlamadan duyurmayı planlıyordum ama zamanımız kısıtlı. Bugün, toplantıda komutanların öğrenecek. Birkaç saat içinde de şehrin ve ülken. Umarım geç olmaz."

Dymentsia onun yanıtına gülümsedi. "Geç değil, Zerath. Tam zamanı. Savaş başlamak üzereyken ittifaka kimse engel olmaz."

Cam sürahiye uzandı ve bardağına biraz şerbet doldurdu. Konsey üyeleri az sonra gelecekti. Kapıdan gelen Rhadenis'i gördüğünde konuştu. "Herkes üç saat içinde meydana toplansın, Temsilci. Kamptakileri de çağır. Bir duyuru yapacağım."

"Ne duyurusu?" diye sordu Rhadenis. Planlarında bu yoktu. Şüpheli bakışları Zerath'a yöneldi.

Dymentsia belki de savaşın seyrini değiştirecek kararlı sözlerini söyledi. "Onlara bir gölge kralla müttefik olduğumu söyleyeceğim. Bunu kabullenecekler."

Rhadenis onlara doğru bir adım attı. "Savaş zamanındayız ve Zerath'la olan ittifakı herkes biliyor. Kabullenecekler. Beni endişelendiren bu değil." Onlarca kez bunun için uyarmıştı onları. İnsanlar şehirlerinde kalanın yalnızca bir gece kralı olmadığını öğrenince onlara karşı çıkmayacakları. İttifaka karşı çıkmayacaklardı. Çünkü ülkenin iyiliği için bunun gerekli olduğunu bileceklerdi.

"Beni endişelendiren savaş değil, Dymen, savaşın ardından olacaklar."

Dymentsia ayağa kalktı ve ellerini ahşap masaya dayadı. "Bir şey olmayacak. İttifak devam edecek."

Rhadenis nadiren ondan çekinirdi. O an, nadir anlardan biri değildi. Masada onun karşısına geçti. "Mesele ittifak değil."

Dymentsia bir elini göğsüne götürdü. "Benim seçimim, yalnız beni ilgilendirir. Halk, hükümdarın kimi seveceğine karışamaz."

"Bu kişi bir rhona olmadıkça tabi."

Dymentsia'nın tırnakları masaya battı. Diğer eli, istemediği halde sertçe masaya indi. "Kuzey kural tanımaz."

"Dymen." dedi Rhadenis. Sesi sakindi ama ayrıca bir uyarıydı. "Diyar kural tanır."

"Ne öneriyorsun o halde?"

"Söylentiler söylenti olarak kalsın. İttifak devam etsin. Ama insanlara savaşın ardından Zerath'ın yalnızca bir müttefikin olmadığını duyurma."

Dymentsia birkaç dakika bekledi. İnsanlara fikirlerini sorardı ve önerilerini düşünürdü. Her zaman bunu yapardı.

"Hayır."

Ve her zaman dediğini yapardı. Son karar onun hüküm yerine geçen sözü olurdu.

Rhadenis ona karşı çıkmazdı. Genelde onun dediklerini yapardı. "Kararına saygım sonsuz. Fakat lütfen dediklerimi düşün. Hikayeniz burada sona ersin. En azından Diyar için sona ersin. Deisenria ve Kallias gibi. İttifak sürsün ama-"

"Hayır."

Rhadenis ona kendini dinletemeyeceğini başında bilse de şansını denemek istemişti. Bu kez Zerath'a döndü. "Ejderhaların güçlerini taşıyorsunuz. İkiniz de onların kurallarına uymalısınız. Uymayacaksanız da uyduğunuzu gösterin. Kendin söyledin, bu seni ilgilendirir onları değil. Onlara duyurmak zorunda değilsin."

"Rhadenis." dedi Dymentsia.

"Bu seçim yalnız sana ait değil, Dymen." dedi Rhadenis. Ses tonu biraz yükselmişti. "Kuzeyin kararını Zerath bize söyleyebilir."

"Gölge Diyar kurallara uymaz." dedi Zerath kendinden ve ülkelerinden emin bir şekilde. "Gece Diyarı rhonaları umursamaz." Onu endişelendiren şey ittifaktı, Dymentsia'yı sevmesi değildi.

"Fakat Diyar umursar." Rhadenis, Dymentsia'nın masanın üzerinde duran eline baktı. Safir yüzük gözüne çarptı. "Yüzüğün tam anlamını bugün öğrendim. Dymentsia bunu biliyor mu peki?"

"Gece Diyarı'nın varisiyim."

"Bu doğru. Gece Diyarı'nda yaşayan herkesin saygı göstermesi gereken birisin. Gece hükümdarının değer verdiği insansın. Ama nedeni varis olman değil, kraliçem." Rhadenis'in kahverengi gözleri alaycı bir ışıltı yayıyordu. Dymentsia bazen yalnızca hükümdarlığı önemsiyordu. "Kara Ülke'nin hükümdarı olmanı da umursamazlar. Onların düşündüğü Gece Diyarı'nda hükümdarların yalnız yönetmediği. Gece Diyarı'nda eşler, hanedana katılırlar ve hükümdarla eşit haklara sahip olurlar. O yüzük geri alınamaz." Dymentsia'nın şaşkın zümrüt gözlerini gördüğünde gülümsedi. Sesi kadının tanıdığı dostun sesine döndü. "Aklın yalnızca hükümdarlık ve güçte, öyle değil mi?"

Dymentsia bu kez tek kelime etmedi.

"Yüzüğün anlamı varislik." diye araya girdi Zerath. "Gece insanlarının sana saygı göstermesi. Fazlası değil." Dymentsia'nın yüz ifadesinden hiçbir şey anlayamamıştı. Açıklamak istedi. "Beni kurtardın, Dymen. Yalnızca hiçbir şeyi umursamayıp oraya gelerek değil, sarayın gücünü hiçe sayıp beni iyileştirdin. Acımı paylaştın, bana sormadın. Sorsan izin vermezdim, oradan çıkamazdım. Bense sadece sana bir yüzük verdim. Lazuli Sarayı'nda yaşayan insanların sana zarar vermemelerini sağladım, sana saygı göstermelerini istedim. Çünkü yapabileceğim tek şey buydu. Yaptıklarının karşılığında tek yapabileceğim şey halkımın sana değer vermesini sağlamaktı."

"Zerath..." diyebildi Dymentsia sadece.

Dymentsia'nın kızgınlığı geçmişti. Rhadenis bunu fark ettiğinde uyarılarının anlamı olmadığını fark etmişti. Zerath birkaç kelimesiyle onun kızgınlığını geçirebiliyorsa diyeceği pek bir şey kalmamıştı. "Neyle karşılaşırsanız karşılaşın kararınız kesin o halde."

"Mücadele edeceğiz." dedi Dymentsia. "Senin duyuruyu haber vermen gerekmiyor muydu?"

"Sürekli bunu yapıyorsun, Dymen. İşime karışıyorsun. Auramos dışarıda bekliyor, eski çırağım olarak hemen haber gönderir."

Dymentsia kollarını göğsünde kavuşturdu. "Sen de sürekli beni deniyorsun. Bazen ciddi misin, değil misin anlayamıyorum."

"Sizi test ediyorum diyelim ona, kraliçem. Benden başka kim bunu yapabilir?" Kendi sorusunu kendi yanıtladı. "Kimse. Şüpheli tek kelimeniz beni nasıl bir aşk için savaştığımı düşünmeye zorlardı."

"Rhadenis!"

"Kararınızdan emin olduğuma göre size getirdiğim hediyeleri verebilirim." Rhadenis gür sesiyle gülerek cebinden çıkardığı iki taşı masaya, onların önüne koydu. Biri zümrüt yeşili, diğeri safir mavisi olan iki küçük taştı. Çevrelerinde obsidiyen, ince bir halka vardı. "Mavi olan Dymen'in, yeşil olan Zerath'ın. İstediğinizi yapın onlarla. Silahlarınızın kabzalarına, yüzük halkasına, kolye zincirine ya da neye isterseniz takın. Yanınızda taşıyın." Az önceki halinden eser kalmamıştı. Kendinden emin konuşuyordu. Denemesinde hem ciddiydi, hem de değildi. "Eğer hisleriniz gerçekten güçlüyse-"

"Rhadenis." dedi Dymentsia tekrar.

"Birbiriniz tehlikede olduğunuzda fark edeceksiniz." diye devam etti cümlesine Rhadenis onu umursamadan. "Savaşta işe yarayacağına eminim. Bunlar yalnızca birbirlerini bulmak için büyülenen iki taş değil. Yıldızlar Diyarı'na yakın yolculuk etmenizi ve birbirinizi bulmanızı sağlayacak. Savaş sonrasında da işe yarayacak tabi."

"Baştan söyleseydin o kadar sert çıkışmazdım."

"Önemli değil, kraliçem. Emin olmam gerekliydi ve ciddiydim. Kurallara uyduğunuz gibi göstermeniz konusunda değil tabi. Gizlemenize imkan yok. Yan yana geldiğinizde gücünüzün bir kısmı etrafa yayılıyor. Hissediliyor ve görülüyor. Zerath sana o yüzüğü verdiğinde bu bağ gümüştü. Şimdi renk değiştiriyor. Sizi fark etmemek için hissiz olmak gerekli. Sizi birbirinizden uzak tutmak için birinizin Yıldızlar Diyarı'nda olması gerekli. Şimdi taşları elinize alın, işe yaradıklarını görmek istiyorum."

Dymentsia ve Zerath onu dinleyerek taşları ellerine aldılar. Dymentsia'nın elindeki mavi taşa karanlık dalgalar ve desenler yayıldı. Zerath'ın elindeki yeşil taşa yıldızları andıran ışıltılar saçan gece rengi ve bazen o yıldızları kapatan, bazen onları geçen gölgeler dağıldı. Birkaç dakika içinde güçleri diğer taşlara da yayıldı. Dymentsia'nın taşında karanlık kadar hakim olmasa da gölge ve gece, Zerath'ın taşında ise karanlık vardı.

"İstediğini aldın, Temsilci." dedi Zerath taşı masaya geri koyarak. "Umarım artık bizi denemekten vazgeçersin."

"Asla, Gece Kralı." dedi Rhadenis ona karşılık vererek.

Dymentsia başını iki yana salladı. "Ona alışırsın, Zerath. Rhadenis beni denemeyi sever."

Zerath onun bu kabullenen tavırlarına anlam veremezken Rhadenis açıkladı. "Çünkü düellolarda onu yenen ben oluyorum. Bir zamanlar Diyar'ın ve kuzeyin en güçlü kara büyücüsü olabileceğini söylemiştim ona. O beni dinlemedi ve eğitimlerini ihmal etti."

"Ülke yönetmekle meşguldüm."

"Neyle meşgul olursan ol, seni yendiğim gerçeğini değiştirmiyor."

"Belki kazanmana izin vermişimdir." Birkaç kez öfkelenince ve karanlık üzerindeki hakimiyetini kaybedince gücünü geri çektiği olmuştu. Rhadenis bunu yaptığında ona kızmıştı. Ama Dymentsia gücünün sonunu bilmiyordu, ona zarar vermek istemiyordu.

Rhadenis'in bu gerçeği bilmesi ona meydan okumayacağı anlamına gelmiyordu. "Hadi ama, Dymen, kazanmayı sevdiğini hepimiz biliyoruz."

"Ana Tanrıça'ya dua et. Yarın savaşa gidecek olmasak gösterirdim ben sana."

Rhadenis koridorda duyduğu ayak sesleriyle arkasını döndü. Kapıdan içeri gelenlerin Darranio ve Lierra olduğunu gördü. "Dymen için bedeli kabullenirken beni de düşünmeliydin, Zerath. Onunla uğraştığımda kötü birine dönüşüyor. Az önce olanlar da bunun kanıtı."

"Ne demeye çalışıyorsun, Temsilci?" diye sordu Zerath. İmalı bir gülümsemesiyle Dymentsia'ya baktı. "İyi şanslar falan?"

"Ona uyma, Zerath. Çık dışarı, Rhadenis."

Rhadenis onun dediğini yapacaktı ama önce diyecekleri vardı. Odaya her an birilerinin geldiğini umursamadı. "Sizin dışınızdaki tek kişi ben değilim." Onu kızdırmak ve yeni keşfettiği güçlerini öğrenmek istiyordu. "Onunla yalnız kalmak istiyorsan insanları odadan çıkarmak iyi bir fikir değil, her dakika başkaları gelecek." Dymentsia'nın aurasını gördüğünde son sözlerini söyledi. "Planın savaş zamanı insanları enerjinle yok etmek mi?"

Saf karanlıktan oluşan bir küre Rhadenis'in kalkanına çarptı. "Kapa çeneni." Bir başkası kalkanı görünür yaptı. Dymentsia onun yerinden kımıldamadığını gördüğünde odadaki karanlığı kendine çekti. Yeni küre kalkanı çatlattı.

"Bahsettiğim buydu, kraliçem."Rhadenis kalkanına çarpan küreyi eline aldı ve Zerath'a gösterdi. "Söylemiştim." Şansını zorlamamak için odadan çıktı.

Dymentsia iç çekerek sandalyesine oturdu. Şerbetinden bir yudum aldı. Toplantı için istese de istemese de Rhadenis'in gelmesini bekleyecekti. Rhadenis Kara Ülke'de Dymentsia'nın ardından gelen kişiydi. "Hala kızgınken güzel olduğumu düşünüyor musun, Gece Kralı?"

"Fikrimi değiştirmek için fazlasını yapmalısın, Kara Kraliçe."

Kara Kraliçe, Rhodios'un Yıldızı'ndaki evine vardığında yalnız değildi. Odasına koyu renkler hakimdi. Sandıkları açıktı, zırh ve kumaş parçaları göze çarpıyordu. Çalışma masası her zaman olduğu gibi kitaplarla ve kağıtlarla kaplıydı. Birçok mektup vardı. "Biraz dağınık olduğundan bahsetmiştim." 

Kraliçe masanın üzerine hançerini ve eldivenlerini koydu. Arkasını döndüğünde Zerath'la karşılaştı. Belini masaya dayadı. Kollarını onun boynuna doladı ve onu kendine çekti.

"Neden bir tehlikeye doğru çekildiğimi hissediyorum, Kraliçe?" diye sordu Zerath. Dymentsia'nın saçlarındaki elleri yavaşça sırtına ve beline kaydı.

"Bilmem." dedi Dymentsia alaycı bir sesle. "Ben de senin bir tehlikeye doğru ilerlediğini görüyorum." Yüzleri arasında birkaç santim kala gülümsedi. "Kelimelerin ve dokunuşlarında hissettiriyorsun."

"İstersen beni öptüğünde daha çok hissetmeni sağlarım."

"İsterim." dedi Dymentsia ona meydan okuyarak. "Sen de denersin."

Zerath onun meydan okumasına karşılık verdi. Dymentsia, onun öpüşünde öncekilerde olduğu gibi karanlığı ve tutkuyu tattı. Her seferinde öncekilerden çok ve güzel. Dudaklarını onun dudaklarından çekti. Zerath bir elini onun yüzüne götürdü. Duygularını yansıttığını gördüğü kırmızı gözlerin parıltısı daha fazlasını istediğini anlatıyordu. "Dymentsia, her zaman fazlasını isteyeceksin değil mi?" Ses tonu, yüz ifadesi, bakışları ve dokunuşları bundan memnun olduğunu ona gösteriyordu.

Dymentsia onu biraz ittirerek geri çekilmesini sağladı. "Bunu seviyoruz çünkü."

Karanlığın bir sınırı yoktu ve ikisi de bu sınırsızlığın farkındaydı.

Dymentsia onu öptüğünde bunu yansıtmak istemişti. Sınırsızlığı ve sonsuzluğu. Onları, onların duygularını.

Zerath'ın ceketini çıkarmasına yardım etti. Ardından Dymentsia siyah elbisesinin önündeki düğmeleri çözmeye başladı. Zerath elini ona uzatırken parmağındaki yüzüğü gördü. Dymentsia Zerath'ın elini geri çektiğini fark edince durdu. "Neyi unuttun?" diye sordu. Haftalar önce Dymentsia da bir şeyi unuttuğunda durmuştu. "Söylenecek bir söz?"

"Unuttuğum şey, senin o sırada söylediklerinle karşılaştırılır mı bilmiyorum, Dymen." dedi Zerath onun sözlerine vurgu yaparak.

"Daha önce binlerce kez hırsla, öfkeyle ve güçle karanlıkta kayboldum, aşk ve tutkuyla değil." Söylediği kelimeleri hatırlıyordu, o sırada yaptığı gibi ona yaklaştı. "Farklı ve güzel."*

"Sözlerin, bizi ve hissettiklerimizi yansıttılar, karanlığım." dedi Zerath aklından geçenleri söyleyerek. "Benim de bunları yansıtmak için iki hediyem var sana."

"İki mi?" Dymentsia merak etmişti.

"Biri bir resim. Henüz bitmediği için sana göstermeyeceğim. Diğerini ise tüm dileğim kabul etmen."

Dymentsia bu hediyelerden ikincisinin değerini daha Zerath göstermeden anlamıştı. Ama bir tahmini yoktu.

Gölge Kral'ın eli beline, belindeki kılıca gitti.

Karanlığın Şafağı'nı kınıyla beraber ona uzattı. Kara Kraliçe birkaç saniye ona bakakaldı, ne yaptığını anlayamamıştı.

Zerath, kılıcı kınından çıkardı. Kını birkaç adım ötesindeki masaya koydu. Ardından Dymentsia'ya döndü. Bir eli kılıcın kabzasında, diğeri obsidiyen bıçağındaydı. Dymentsia elini kılıcın üzerinde gezdirdi, dokunmadı ama enerjisini hissetti.

"Karanlığın Şafağı." dedi etkilendiğini belli eden bir sesle. Eski kılıcın karanlık gücü onu çekiyordu. Yeşile dönen  gözlerini kabzayı süsleyen, üç ülkeyi temsil eden mavi, kırmızı ve yeşil mücevherlerden ona yöneltti.

"Artık senin."

Dymentsia bunu duymasıyla elini kılıcın üzerinden çekti. Gözleri kısıldı. "O senin, Zerath."

"Taşlar ancak kılıç başka birini kabul ettiğinde renk değiştirir." diye açıkladı Zerath, Dymentsia'nın ona aylar önceden sorduğu soruyu. "Ben kılıcı aldığımda renk değiştirdiler. Ben kılıcı sana vermeye karar verdiğimde bazıları tekrar renk değiştirdi. Seninle ilgili olan düşüncelerimi ve sana olan hislerimi yansıttılar, Kara Kraliçe." Zerath sözlerinde haklıydı.

Karanlığın Şafağı'nın kabzasının ortasında eskiden koyu kırmızı almandini andıran bir taş vardı. Artık almandinin yanında koyu yeşil bir berile benzeyen bir taş vardı. Yeşil kristalin yanlarında ondan küçük maviye parıldayan siyah gece kristalleri ve almandinler vardı.

"Zerath..." Dymentsia ne diyeceğini bilemiyordu. Kelimelerini toparladığında Zerath'ı kırmamak için kabul etmediğini direkt söyleyemedi. Uzun yıllardır ilk kez aklından geçeni dolaylı yoldan anlattı. "Bu hediye çok güzel ve çok eski. Ama senin için değerli. Ülken için değerli."

Sonra, kabul etmiyorum, diyemeyeceğini fark etti.

"Sen de benim için değerlisin." dedi Zerath gülümseyerek. "Kabul et. Savaşta kullan. Onu başka türlü yenemezsin."

Savaş, o an için söyleyeceği ilk kelime değildi aslında. Dymentsia'nın kabul etmesi için savaşı öne sürmek mantıklıya benzemişti.

Kraliçe, ışıldayan gözlerini onun gözlerinden ayırmadı. Kral bu ışıltıların nedenini başta anlayamadı. Kılıcı elinde tutmaya devam etti. Kararlıydı, ne kadar sürsün beklerdi. Hem haklıydı, kılıç savaşta ona yardımcı olacaktı.

"Savaştan sonra geri vereyim?" diye sordu Dymentsia.

Zerath, kılıcı vermesinin asıl nedenini söylerse onun ne yapacağından emin değildi. Dymentsia ya kılıcı hiç almazdı, ya da başka bir soruya gerek kalmazdı.

"Savaş ve sana değer vermem yeterli değil mi?" diye sordu.

"Değil, Zerath. Bana mektubunda yalan söyledin. Bu aşk hak ettiğinden fazlası değil, daha azı. Bu değer, bana vermen gerekenden çok daha fazlası." Elini göğsüne götürdü. Sanki kendini daha iyi anlatmak ister gibi. "Ben, bana değer verebileceğinden daha fazlasına değil daha azına sahibim." Dudaklarının üzerinde onun dudaklarını hissetmese belki de konuşmaya devam edecekti. Geri çekildiğinde Zerath'ın alnı onunkinden ayrılmadı. "Gecem." diye fısıldadı. "Beni seni reddetmeye zorlama."

Zerath kılıcı elinden bırakmadı. Kılıç ikisinin arasında kaldı. "Karanlığın Şafağı, benim isteğimi kabul etti, Yüce Kraliçe. Tıpkı kuzeyin ve benim seni seçtiğimiz gibi seni seçti."

Dymentsia yutkundu. Alnını onun alnından ayırdı. Bakışları kılıç ve Zerath arasında yer değiştirdi. Elini kılıcın obsidiyen bıçağının üzerine koydu. Parmakları gücü hissederken bıçağın üzerinde kaydı. Mücevherlerin üzerinde gezindi. Zerath'ın kabzayı tutan elinin üzerinde durdu. Kalp atışları onun tenine dokunmasıyla tekrar arttı. Ve onun ve kılıcın karanlığını her yerinde hissetti.

Aklında ve bedeninde.

Ruhunda.

Karanlık kalbinde.

"Kabul ediyorum."

Parmaklarını Zerath'ın parmaklarının üzerinde tuttu. Zerath elini çektiğinde kabzanın onun eliyle ısınan siyah derisini tuttu. Kabzanın boyutu değişti. Yeşil taş parıldadı. Karanlığın Şafağı yeni sahibine bağlandı. Dymentsia, bakışlarını kılıçtan ayırarak Zerath'a baktı. "Teşekkür ederim, Gölge Kral."

Bu kez yanıt veremeyen Zerath oldu. Dymentsia'nın kılıcı tuttuğunu umursamadan ona sarıldı. Dymentsia kılıcı kendilerinden uzaklaştırmayı unuttu. Bir süre onun sarılışının ve bedeninin sıcaklığının dışında olanların farkına varamadı. Kılıcı fark ettiğinde ondan ayrıldı. Kılıcı masaya, kının yanına koydu.

Elbisesinin kalan düğmelerini de çözdü. "Bu gece burada kalmak istersen diye söylüyorum, oda kanatlarımızı açabileceğimiz kadar geniş değil. Zaten etrafı daha fazla dağıtmamıza gerek yok." Üstlerinde kalan diğer kıyafetleri de çıkarırken konuşmaya devam etti. "Umarım bu kez odama gölgeleri ve geceyi getirmezsin."

"Bunu yapmamı sağlayan sendin, Dymen." Onunla göz göze gelince kabul etti. "Denerim. Sen de denersen."

"Söz veremem."

Dymentsia son sözlerinin ardından ona gülümsedi. Söz veremezdi. Dudaklarında tattığı ve teninde hissettiği karanlık onun gücü üzerindeki hakimiyeti kaybetmesini sağlardı. 

Birbirlerinde ve karanlıkta kaybolduklarında karanlık, gölgeler ve gece yine etrafa dağıldı.


*Bu söz ayrıca Dymentsia ve Zerath için bulduğum ilk sözlerden biriydi.

~Dymentsia'nın mektubu sizce nasıldı?

~Savaş sonraki bölümde, benim gibi heyecanlı mısınız?

~Karanlığın Şafağı kılıcının Dymentsia'ya Zerath tarafından verilmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yazım hatalarım için kusura bakmayın. Bu kadar uzun bölüm yazmaya alışkın değilim. *Bölümün son kısımlarında eklemeler yapabilirim.

Elizabethstark1 5000'i geçer dedin, 5900 oldu :D

02.07.2018, 03.03

39.367, 4.990, 8.5

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top