49 ♛ ÖLÜMCÜL, YÜCE KRALİÇE
49. Bölüm
ÖLÜMCÜL, YÜCE KRALİÇE
Kara Ülke, Rhodios'un Yıldızı
Diyar'ı ve kuzeyi ayıran Gece Dağları'nı geçtiğinde o tanıdık his yeniden tüm bedenini ele geçirdi. Tehlikeden korkmuyordu fakat güven hissi her şeye bedeldi. Kayıpları ve yaraları bir süre ona hatırlatıcı olacaktı zaten. Uzun bir süre daha fazlasına ihtiyacı olacağını hissetmiyordu.
Gece Diyarı'na giderken kaldığı şehirde mola vermek zorundaydı. Yaraları yüzünden çabuk yoruluyordu. Bir süre danışmanlığın yanında şifacılık yapacak olan Rhadenis ona dinlenmesini söylüyordu. Rhodios'un Yıldızı'nda tıpkı diğer şehirlerdeki gibi onun için hazırlanan bir ev vardı. O, diğer şehirlerde olduğu gibi bu şehirde de evde kalmadı. Halkının şehrin meydanına çağrılmasını istedi. Bunu sürekli yapardı, halkını dinlerdi. Gerçi Karanlık Halk genelde şikayetlerini direkt olarak ona iletmeyi seçmezdi, şehrin yöneticileri veya liderlerle anlatırlardı dertlerini.
Sarayda olduğu vakitlerde her hafta düzenlediği ziyafetler ile halkı, Gök Kraliçe'nin kızı olduğunu bilgisiyle belli eden Kara Kraliçe'yle tartışırdı. Kara Ülke'de her daim sorunlar çözülmeye çalışılır, eskiye ters düşmeyip zamana uyum sağlayan yenilikler ve düzenlemeler yapılırdı.
Diyar şehirlerinin mimarisinde, meydanlar her şehrin merkezinde bulunurdu. Bu meydanın çevresindeolduğu gibi yönetim binaları, arenalar, bazen tapınaklar ve pazarlar olurdu. Şehir halkının rahat ulaşımı düşünülerek tasarlanmıştı. Rhodios'un Yıldızı'nın merkezi böyleydi. Meydan kalabalıktı.
Gök, ne gölgenin grisi ne de gecenin mavisiydi. Onun rengi olan siyahtı. Belki bu rengin nedeni onun gücünü tam anlamıyla kullanması ve yükselmesiydi.
Siyah, ayrıca onun o sırada giydiği pelerinin rengiydi. Yaralıydı, zayıftı ve yorgundu. Pelerinin kalın kürklü yakasının kapladığı omuzları dikti. Duruşu güçlü, yürüyüşü biraz topallamasına rağmen yine etkileyiciydi. Çevresindekiler onun o anda eskisi gibi olmadığını bilseler de ona saygıları azalmamış, artmıştı.
"Rhivena Dymentsia!" diye haykırıyordu yanından geçtiği insanlar ona. Yüce Kraliçe Dymentsia.
Binlerce yıldır, kendinden önceki hiçbir hükümdarın yapamadığını yapmıştı. Karanlığa hükmetmişti.
"Karanlığın Kalbi." dedi birileri. Yeni lakapları Yüce Kraliçe unvanının yanında geldi. İnsanlar onun isminin anlamını söylediler. "Karanlığın Mücevheri." Ve onu yükseldiği güz mevsimiyle andılar. "Güz Kraliçesi."
Kanatlarını gizlediği sırtındaki acıyı hissetmedi. Gövdesindeki ve boynundaki kılıç yarası zehirden ötürü hala iyileşmemişti. Halkı ona acısını unutturdu. Rhadenis bunu bildiğinden o meydana gelmek istediğinde onu uyarmadı.
"Karanlık Halk." dedi insanların ortasına, onun için ayrılan alana geldiğinde. Birkaç muhafız iki yanına diziliydi. Sesi sert ve yüksekti. Ses tonuna, koyu kırmızı gözlerine, hırslı yüz ifadesine yakışan bir gülümseme belirdi kırmızı dudaklarında. "Gölge Kraliçe beni öldürmek istedi." Kısılan kırmızı gözlerinin çevreleri kuzey desenleriyle kaplıydı. Pelerinin altında siyah yünden bir kazağı, aynı renkte pantolonu ve dizlerine gelen çizmeleri vardı. Mücevherlerle süslü kemerinin tokası altındandı. Kınları siyah deriden iki kılıcı ve birkaç hançeri kemerine asılmıştı. "Gördüğünüz gibi bunu başaramadı. Bugün burada olma nedenim yeni kazandığım unvanla yükselişimi göstermek ve ülkemizi korumaya çalışırken ölen insanlarımızı size tanıtmak."
Sözlerine devam etmeden önce insanların tüm dikkatinin kendinde olduğundan emin olmak istedi. Bu sırada muhafızların yanında duran arkadaşına baktı. Kara Ejderha'nın Temsilcisi endişeliydi. Kara Kraliçe onunla göz göze geldikten sonra gözlerini kapatarak dudaklarını araladı. Temsilci'nin yürümeye başlayacağını fark ettiğinde başını iki yana salladı.
Rhadenis'e hala canı acıdığını söylemişti ifadesiyle, baş hareketleriyle ise dayanayabileceğini göstermişti.
Tekrar Karanlık Halka baktı. "Gölge Kraliçe, kuzeye ve karanlığa yakışmayan bir şekilde davrandı." dedi hırsla karışık intikam isteyen bir sesle. Onun acısını almak için büyülenen yüzüklerle kaplı elini göğsüne götürdü. Yüzükleri bir işe yaramıyordu. İşe yarayan insanları ve intikam arzusuydu. "Adil bir dövüşle değil onursuz bir suikastle kendini belli etti. Bizi, Diyar'ı, hafife aldı! Bunu ona ödeteceğiz! Fakat bunu onun gibi yapmayacağız. Düşmanın güçsüz anını beklemeyeceğiz. Onun en güçlü olduğu anda ona saldıracağız. Gücümüzü ona göstereceğiz. Çünkü biz, onlar değiliz. Ben o değilim. Onun yaptığı bu davranışa vereceğim karşılık onun bana yaptığı gibi olmayacak."
Ne olduğunu, ne yapacağını söylemedi. Bunu babasından öğrenmişti.
Halkının karanlıkla parıldayan gözleri söndüğünde ve sesleri kısıldığında konuşmasına devam etti.
"Benimle yolculuk eden insanlar onun bizden üstün olduğu topraklarda, beni ve ülkemizi savunurken öldüler. Onların anısını ailelerinin bulundukları şehirlerde kendi planladığım anıtları ile yaşatacağım. Onları ve fedakarlıklarını asla unutmayacağız. Rhodios'un Yıldızı'nda yarın bir cenaze töreni düzenlenecek. Aias, kardeşi Araxes'in isteği üzerine bu şehrin mezarlığına gömülecek. Ve bu törenleri, diğer şehirlerdeki törenler izleyecek. Karissa ve Uranian onun gibi anılacaklar. Ana, onlara istiyorlarsa karanlığı verecektir. Bizim ülkemiz ve Diyar için kendini feda eden Veilhr asla unutulmayacak. Veilhr, kardeşim Nmerysa'nın ülkesine götürülecek, kendi gelenekleriyle aydınlığa kavuşacak." Gözlerini kapattı. İnsanların fark etmediği birkaç damla gözyaşı, gözlerinin altındaki kuzey desenlerini değiştirdi. "Onların anısı ile bize yapılanı unutmayacağız. Diyar asla kendine yapılanı unutmaz. Diyar asla öylece affetmez." Öne doğru birkaç adım attı. İnsanlarına yaklaştı.
"Diyar asla kendini savunan insanları ve kendini savunan hükümdarı unutmaz!" dedi önlerdeki biri bağırarak.
Dymentsia onu başıyla onayladı. "Kraliçe adını doğumumla aldım ben. Yüce Kraliçe adını ise bana ve ülkeme yapılan saldırının ardından, kaybettiğimiz insanlarla." Cümlesine hemen devam etmedi. Pelerinin zümrüt tokalarını çözdü. Muhafızlarından biri pelerini ondan alıp yanından uzaklaştı. Boynundaki bıçak izi göründü.
Gösterişçiydi o. Bencildi. Güç düşkünüydü. Bunun farkındaydı. Bundan pişman değil, tam tersine gururluydu.
Siyah kazağının sırtı kanatları için açıktı. Sırtına değen soğukla acıyı hissediyordu. Acı yüzünden bir elini yumruk haline getirmiş, tırnaklarının avucuna batmasını önleyememişti. "Dökülen kanımla." Daha önce duygularını ve hissettiklerini gösterirken bu kadar zorlanmamıştı. Siyah kanatlarını iki yana açtı.
Hissettiği acıyı insanlarının gözlerinde gördü. Çevresini saran karanlıkta hissetti.
Bu kez kanatlarını açarken zorlandı. Bunu gizlemedi, o hiçbir şeyi gizlemezdi. Hissettiği acıyı da gizlemedi. "Yaralanan kanatlarımla."
Simsiyah parlak tüylerle kaplı büyük kanatlarının birinden yere kırmızı kan damlaları aktı. Zincirin acısı oradaydı, iyileşmeye çalışan çengelinin yarasıyla. Hala kanayan ok ve kılıç yaralarıyla devam ediyordu kanatları. Kırmızı kanı, siyah kanatlarının üzerinde parıldıyordu.
Yüz ifadesi değişmemişti. Bazı yerleri siyah desenlerle boyanan beyaz yüzündeki gözyaşları ise onun gizlediği, hissettiği acıyı gösteriyordu. "Ve çektiğim acıyla aldım." dedi titremeyen, güçlenen sesiyle. Gözyaşları yanaklarında parıldayan mücevherleri andırdı. "Ölümlerini sağladığım, karanlığın ölümcüllüğüyle tanışan, bize saldıran insanlarla yüce kraliçe oldum." Gözlerinin rengi parlak değildi, öldürdüğü insanların sayısının çokluğunu ifade eden, günlerdir değişmeyen siyaha yakın koyu kırmızıydı.
Çektiği acıyla, yaralanan kanatlarıyla insanlarını korkutuyordu. Aynı zamanda kendine hayran ediyordu. İstediğine ulaşıyordu.
Kuzey, kandan çekinmezdi. Arenalar ve ölümcül düellolar; kazananın da yenilenin de kaybettiği savaşlar; yaralarını çekinerek ya da zayıflığını gösterdiğini düşünerek değil, kazandığını ama acı çektiğini gösteren hükümdarlar. Karanlığa dökülen kanı belli eden diğer her şey.
"Yüce Kraliçe!" dedi ona bu unvanı veren Temsilci.
Halk onu tekrar etti.
Kraliçe yükselen seslerden acısını duymadı.
Dakikalar sonra bir savaşçı, Araxes, kolundan tuttuğu birini onun önüne getirdi. Dymentsia bu sırada birkaç liderle görüşüyordu.
"Ne oldu, Araxes?" diye sordu merakla. Kanatlarını sırtına gizlemiş ve pelerinini yeniden üzerine geçirmişti. Tahtı andıran bir sandalyede oturuyordu. Acısından olduğunu belli etmemeye çalışır gibi bir bacağını diğerinin üzerine atmış, tek kolunu sandalyeye dayamıştı. Sırtı sandalyeye yaslıydı. "Bu kim?"
"Kendi açıklasın, kraliçem." dedi Araxes, kadını onun önüne ittirip dizleri üzerine çökmesini sağlayarak. "Bu şehirde yaşayan kuzenim onu bu meydanda yakalamış. Yöneticiler cezasını sizin vermenizi uygun bulmuşlar."
Dymentsia çenesini kaldırdı. "Ne yapmış?"
"Size hakaret etmiş. Zinaida'nın sizden güçlü olduğunu söylemiş. Sizi savunan insanları ölümcül düelloya çağırmış."
Kraliçe Dymentsia, dizleri üzerinde durmasına rağmen dik duran kadının gri gözlerine baktı. "Zinaida mı gönderdi seni?" diye sordu.
"Bu bir suç değil, Kara Kraliçe. Gölge Diyar'dan geldim ve kraliçemi savundum."
Dymentsia sandalyeden kalktı. "Sen desteklediğin hükümdarı savunmamışsın." dedi gözlerini kısarak. "Sen, benim topraklarımda benim insanlarımın canına kast etmişsin. Kara Ülke'de yaşamanın bir bedeli vardır."
On küsur yıldır burada işleyen bir kural vardı. Burada yaşamanın bedeli.
"Ayağa kalk." dedi Kara Kraliçe. "Ya bu ülkeden git, ya da buranın tek hükümdarı olduğunu kabul et."
Kuzeyde kurallar keskindi. Cezası zalimdi.
Karşılığı olan bir bağlılık tek bir kişiye olurdu. Bedeli uyarıydı.
Ve bu toprakların sadece bir hükümdarı vardı. Başkasının olduğunu iddia etmek hakaret, ihanetti.
Kadın, bir savaşçıyı andırıyordu. "Buradan gitmeyeceğim." dedi yüksek sesiyle. Yanındaki Araxes, güçlü bir büyüyle kenara savruldu. Kadın ona doğru adım atarken sesi değişti. "Kraliçe Zinaida bana bir görev verdi. Görevden sonra ülkeme döneceğim."
Kara Kraliçe, yanına gelmeye çalışan muhafızlarını elini kaldırarak durdurdu. "Kimsin sen?"
"Pherai." dedi kadın. "Gölge Kraliçe'nin konsey üyesiyim."
"Ve beni öldürmeye geldin öyle mi?"
"Sizi bir düelloya davet edeceğim, Kara Kraliçe." dedi Pherai gülümseyerek. "Düelloları reddetmediğinizi duydum."
"Kimin topraklarındasın?" diye sordu Dymentsia.
"Tüm karanlığın tek hükümdarı var. O da Zinaida."
Kraliçe başını iki yana salladı. "Yanılıyorsun, Pherai." Üzerine büyüyle savrulan bir hançeri kabzasından yakaladı. Hançer, kendi oluşturduğu karanlıkta kayboldu. "Karanlık benim. Ve yaşadığım her saniye benim için artık bir mücadele." Hançerin kaybolduğu yerde bir kılıç oluştu. Mora parıldayan kılıcın bıçağı siyahtı. Çevresinde karanlık dalgalanıyordu. Pherai'nin kendini savunmasına fırsat bırakmadı. Kılıcın ucu onun boynuna değdiği anda Pherai nefes almayı bıraktı ve yere yığıldı. Kılıç, Kraliçe'nin elinde yeniden yok oldu. Kraliçe, yeniden sandalyesine oturdu.
Xanthos onun önüne geldi. Başını eğerek selam verdi. Dymentsia yıllardır bu tarz hareketler yapıyordu.
"Yapman gerekeni biliyorsun." dedi Kara Kraliçe. Az önce kılıcı oluşturduğu elini havaya kaldırmıştı. Parmaklarının arasında dolanan karanlığa baktı. "Pherai'nin başını bedeninden ayır. Zinaida'nın sarayına gittiğinden emin ol." Parmaklarını birbirlerinden uzaklaştırdı. Karanlık, elinin etrafında dağıldı. Gücüne bakarken bu gücün o anda onu zayıflatmadığını, tam tersine güçlendirdiğini fark etti. "Zinaida, kiminle uğraştığının farkına varsın. Savaş ilanım böyle olsun."
Xanthos kılıcını kınından çekti.
"Temsilci?" dedi daha sakin bir sesle. Yanına baktı. Rhadenis onun yanına geldi. Ne isteyeceğini biliyordu. "Artemisia?" Kara savaşçı kendi adını duymasıyla onun önüne geldi. "Aias'ın töreninden sen sorumlusun."
Artemisia kabul ettiğini göstererek başını öne eğdi.
Kara Kraliçe bu kez sandalyeden yavaşça ayağa kalktı. Hissettiği güç acısını azaltmıyordu. Zümrüt yüzüğünü asaya çevirdi. Onu ilk kez büyü gücünü kontrol etmesi için değil yürümesine yardımcı olması için kullandı.
"Sana söyledim." dedi Rhadenis, kalabalıktan uzaklaştıklarında. "Tehlikeliydi."
"Umurumda değil." dedi Dymentsia. "İstediğimi aldım ben."
"Onları kendine daha çok bağladın. Buna gerek yoktu." dedi o atına binince kendi atına binerek. Kraliçe, muhafızlara gerek olmadığını söylemişti. Ayrıca onlardan hazırlanmalarını istemişti. Hemen Diyar'a gitmek istiyordu. "Zaten hepimiz sana bağlıyız, Dymen."
Dymentsia dizginleri çekerek atını hareket ettirdi. Rhadenis atını onun atının yanına yaklaştırdı. "Biliyorum. Amacım bu değildi." Meydanda toplanan, başkentten gelen liderlerle ve komutanlarla konuşan insanlara baktı. Sonra yeniden önüne döndü. "Amacım, onlara Gölge Kraliçe'nin gücünü göstermekti."
"Dymen?" dedi Rhadenis endişeli ve şaşkın bir sesle.
"Onun bana yaptığına bir bak, Rhadenis." dedi Dymentsia isyan eder gibi. "Zinaida hükmetmek için hiçbir şeyi umursamıyor. Kurallardan bahsetmiyorum. Gururunu, onurunu yok etti. Güç için her şeyini feda etti. Ne adalet, ne dürüstlük kaldı ona karşı." Tekrar etrafına bakındı, kimsenin yakınlarında olmadığından emin oldu. "Sadece gücüm." dedi. "Ona karşı sadece karanlığım var. Ben de onlara bunu göstermek istedim. Tüm yaralarıma ve acılarıma rağmen teslim olmadığımı, pes etmediğimi söylemek istedim."
"Bunu başardın."
"Fazlasına ihtiyacım var." dedi, o anı, karanlığa hükmettiği anı hatırlayarak. Bir süre konuşmadı, şehri izlerken düşündü. İhtiyacı olan neydi?
Yanıta, sorusunu değiştirdiğinde ulaştı. İstediği neydi?
Burada kaldıkları eve vardılar. Onların gelişini daha önceden gören seyis onları kapıda bekliyordu. Eve girdiklerinde Dymentsia hızlı adımlarla üst kata çıktı. Rhadenis onun ardından geldi.
Koyu renkli ahşap mobilyalarla, rengarenk mumlarla ve güneyden gelen mor bir halıyla kaplıydı odası. Rhadenis onun kaldığı odaları bilirdi. Kraliçe'nin düzenli bir dağınıklığı vardı. Tüm odalarında üzerinde birbirine karışan kağıtlar olan geniş bir çalışma masası olurdu. Kitaplığındaki onun geleceğini önceden bilen yöneticilerin kütüphaneden getirttiği kitaplardan bazılarını yöneticilere sorarak yanına alırdı. Son günlerde kitaplıktaki kitaplar azalırdı. Rhodios'un Yıldızı'ndaki odası da böyleydi. Birkaç sandık açıktı, seçilen kitaplarla giysileri sandıklara yerleştirilmişti. Masadaki kağıtlar azalsa da hala varlardı. Pelerinini, silahlarının olduğu kemerini yatağa koydu. Masaya geçti. Ona bir şey sormadı bile, ama bir sandalye çekip yanına gelmesine itiraz etmedi.
Kağıtları masanın kenarına dikkatlice ittirdi. Boş bir kağıdı önüne çekti. Yazmaya başladı. Temsilci onun resmi bir mektup yazacağını düşünerek ilk kelimeyi yazışını izledi.
Gecem.
"Öyle bakma, dev." dedi Dymentsia. "Gözlerini üzerimde hissedebiliyorum. Devamını okuyabilirsin."
"Gölge zehrinin panzehirini hazırlamaya başladım." dedi Rhadenis, onun yüzüne bakarak. Mektuba bakmadı. Dymentsia ondan bir şeyler saklamazdı. Ama bu fazla özel bir mektup olacak gibiydi. "İsmi Alacakaranlığın Hiddeti."
"İsmi güzelmiş." dedi Dymentsia sadece. Tüm dikkati yazdığı mektuptaydı.
"Acını dindireceği için sevineceğini düşünüyordum, Dymen. İsmini beğeneceğini değil."
Kara Kraliçe, yarı espri olan bu cümleye güldü. "Malzemeleri tamamladın mı?"
"Sana sormak için buradayım. Bir süre malzemeleri aramak için gidebilirim."
"Aradıklarını söyle, bir şeyler düşüneyim." dedi Kraliçe yazmaya devam ederken.
"Mavi yıldız çiçeğinin bir yaprağı ve şafak ışığının özü." dedi Rhadenis çevresine bakınırken.
"İkisi de bende var." dedi Dymentsia. Kalemi bıraktı. Mektubu bitirmemişti, sonra devam edecekti. Ayağa kalktı ve sandıklara doğru ilerledi. Kalın kumaşların arasından küçük bir mücevher kutusu çıkardı. Masaya getirdi. "Yakut Nehir'in yanında gördüm. Zerath, ayrılmadan önce bana vermeseydi almazdım." Uçları sivri yaprakları mavinin tonlarında renk değiştiren, gümüş rengi ışıltılar yayan bir renkteydi. Çiçeğin bir yaprağını kopardı. Yıldız çiçeğinin bu rengi kuzeyde, güz mevsiminin sonunda ve kış mevsiminin başında donan nehrin kenarlarında bulunurdu. Kutudan çıkardığı küçük şişenin içinde her renkte parıldayan birkaç damla vardı.
"Onu nereden buldun?"
Kraliçe Dymentsia omuz silkti. "Aylardır orada, Oniks Saray'a gelen bir büyücü vermişti." Yerine geçti. "Panzehir için yardıma ihtiyacın var mı?"
"Yok." dedi Rhadenis ayağa kalkarken. "Bunları nereden bulacağımı düşünüyordum. Birkaç güne tamamlarım. Dayanabileceğine eminim."
"Şüphen olmasın." dedi Dymentsia kalemi yeniden eline alarak. "Ne zaman işe yarar ki?"
Rhadenis onun elinin titrediğini gördü. Diğer eli masanın üzerindeydi. Eldivenini bir süredir çıkarmadığı için Rhadenis yarığın boyutunu bilmiyordu, sormaya cesareti yoktu. Dymentsia, dakikalar boyu Rhesos'un kılıcını tuttuğunu söylemişti sadece. Masanın üzerindeki yaprağı ve küçük cam şişeyi eline alırken onun eldivenli elini yumruk haline getirdiğini gördü. Ardından masanın üzerinde birkaç damla kan gözüne çarptı. Diğer yaralarını kara büyüyle elinden geldiğince iyileştirmişti. Kalemi tutan elindeki yüzükleri büyülemişti. "Kraliçem."
Dymentsia elini masanın üzerinden çekti. Keskin, adeta zehirli bir sesle konuştu. "Sesinde fark ettiğim endişe hoşuma gitmiyor."
"Acı çekiyorsun." dedi Rhadenis ona karşı çıkarak. "Elbet senin için endişeleniyorum."
"Yaşıyorum." dedi Dymentsia ona bakarak. "Acı yaşamamın bir bedeliyse kabul ederim. Şu anda öyle."
"Daha fazlasını yapabilirim." dedi Rhadenis. Sesindeki öfke, korku ve büyüyen endişe Dymentsia'yı biraz kızdırdı. Kalemi bıraktı. "Sana yardım edebilirim. İzin ver, acını alayım. Senin için değilse ülkem için izin ver bana. Acını seninle paylaşırım, Dymen."
"İzin vermiyorum." dedi Dymentsia. Rhadenis'e karşı nadiren hükümdar gibi konuşurdu. "Beni Yüce Kraliçe ilan eden sensin. Buna rağmen sözlerimi yinelememi ister gibi görünüyorsun. Şimdi ister kal, ister git. Sadece bana acımı paylaşmak istediğini söyleme. Hayır dedim."
Temsilci, böyle anlarda ona bulaşmaması gerektiğinin farkındaydı. Ama umurunda değildi o anda hiçbir şey. Dymentsia'nın çektiği acının farkındaydı. İyileşmeyen ve kanayan yaralarını biliyordu. Yerinden kımıldamadı. Öylece ayakta durdu. Dymentsia, kırmızı gözlerini ona yöneltti. Bir şey demese de Rhadenis onun demek istediğini anladı. "Nasıl istersen öyle olsun, Kara Kraliçe." dedi odadan çıkmadan önce. Ardından kapıyı biraz sesli şekilde kapattı. Ona öfkeliydi. Yardım edebileceğini düşünüyordu.
Dymentsia onun yardım edemeyeceğini biliyordu. Elinin titremesi arttı. Acıyı her yerinde hissetti. Bu, kanatlarındaki ve bedenindekilerin aksine sızlayan, bazen kaybolan sonra eskisinden şiddetli ortaya çıkan acıydı. Titreyen eliyle diğer eline uzandı. Eldiveni çıkarmak istedi ama dokunduğunda hissettiği acı diğer elini bileğine sarmasına neden oldu. Acıyı engellemek ister gibi bileğini biraz sıktı. Önceleri olduğu gibi giderek artıyordu. Eldivenini çıkardı. Avucunu ve parmaklarını sardığı sargı kanla kırmızıya dönmüştü. Onu değiştirmek için yerinden kalkamayacağını anladı. Yaralı kolunu bedenine sardı. Ses çıkarmamak için dişlerini birbirine bastırdı. Birkaç damla gözyaşı önündeki kağıtlara düştü. Kapadığı gözleriyle onları fark edemedi.
Ne kadar süre kımıldamadan kaldığını bilmiyordu. Acı geçtiğinde pencereye baktı. Gökyüzü hala aynıydı. Uzun gece yaklaşıyordu, saatlerdir doğmayan güneş sadece başlangıçtı. Kapı çalındığında eldivenini taktı.
"Şimdi gideceğimizi söylemiştin." dedi Rhadenis odaya girerken. "Hepimiz hazırız." Odaya, dağınık eşyalara baktı.
"Biraz bekleyin." dedi masadaki kağıtları bir düzene sokmaya çalışırken. Rhadenis yardıma geldi, onun düzenini biliyordu. Dymentsia ayağa kalktı ve odada kalan son eşyalarını, bir sandalyenin üzerinde duran elbiseyi, kenardaki masada duran birkaç parça mücevheri sandıklardan birine yerleştirdi. Aldığı kitapları son kez kontrol etti. Rhadenis'in ona uzattığı kağıtları kitapların yanına yerleştirdi. En üstte Zerath'a yazmaya başladığı, yazıları büyüyle silinen kağıt vardı. Sandıkları kapattı. "Dediklerimi yaptın mı? Sana söylemeyi unuttuklarım var. Yöneticilere hediyeler vermeni söyleyecektim. Aylardır ordum bu şehirde kalıyor. Düzenleri bozulmuştur."
"Bunu isteyeceğini biliyordum. Hepsini yaptım, Dymen. Yıllardır seninle şehirleri geziyorum, ne yapacağını biliyorum."
Yatağındaki pelerinini aldı. Yeniydi, eskisi mücadele sırasında mahvolmuştu. Diğeri gibi başlığı yoktu, bunun yerine yakasında omuzlarını ve boynunu sıcak tutan kalın kürkü vardı. Aynaya bakarken pelerinini giydi. Ardından Rhadenis'e baktı. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. "Yöneticilerle benim ilgilenmem gerekirdi, senin değil. Çok fazla işin çıktı. Tüm bunların yanında başka birini istemediğim için şifacım bile oldun."
"Senin için her şeyi yaparım. Hem, beni Yüce Temsilci yaptın. Sayende yüzyıllardır hiçbir temsilcinin ulaşamadığı yerdeyim." Dakikalar önceki öfkesi kaybolmuştu. "Sen bu ülkeyi ayakta tutan kişisin. Diyar sen olmasan yok olurdu. Hepimiz ölürdük. Dymentsia silahlarını alırken konuşmaya devam etti. "Şu an bile senin o ülkeye neredeyse yalnız gitmene itiraz etmediğim için pişmanım. Zerath'a güveniyordun. Bu yüzden ben de ona güvendim."
"Ona ülkesine dönmesini söyledim."
"Eğer yanında olsaydı daha az acı çekerdin."
"Yanılıyorsun." dedi Dymentsia. "Bana güvendiği, kendimi savunabileceğimi bildiği için gitti. Benim için korkmasını, üzülmesini veya endişelenmesini istemiyorum. Sen, kardeşlerim ve halkım bunu yapabilirsiniz ama o yapamaz, en azından şimdilik. Nasıl ben onun her tehlikeden bir yolunu bulup kurtulacağını düşünüyorsam o da benim için aynısını düşünmeli." Kemerindeki silahlardan birini kınından çıkıp inceledi. Kabzası zümrütle süslü siyah bir kılıçtı. Onun ve Rhadenis'in kara büyüsüyle güçlendirilmişti. Zinaida için yeterli miydi acaba? Aklından geçenleri söyledi. "Zinaida ile savaşırken hangisini kullanmalıyım? Dharathe'yi mi?" Elindeki kılıcın üzerinde parmaklarını gezdirdi. Ardından onu kınına yerleştirdi. Elini kaldırarak avucunu açtı. Mor parıltılar saçan, saf karanlıktan oluşan kılıcını gösterdi. "Yoksa Prudhrai'yi mi?"
Yeni kılıcının ismi mor ölüm anlamına geliyordu.
Rhadenis onun uzattığı kılıca dokunmak istedi, elinin geldiği yer etrafa dağıldı. "Dharathe'yi savaşta kullanırsın, Prudhrai onunla olacak düellonda ortaya çıkar." Kılıç yok oldu. Dymentsia onu başıyla onayladı. Bir hançeri çıkarıp incelemeye başladı. "Şimdi açıkla lütfen. Zerath senin için korkmamasını sağlayacak ne biliyor?"
"Gücümü." dedi. Aynanın yanındaki su çanağından aldığı suyla gözlerinin çevresine çizdiği desenleri silmeye başladı.
Rhadenis kaşlarını çattı. "Sen onun gücünü biliyor musun peki?"
"Karanlığın en üstün üç gücüne hakim. Karanlığa, gölgeye ve geceye."
"Ondan bahsederken göz rengin değişiyor. Kırmızının koyuluğu azalıyor, rengi parlaklaşıyor."
"Son zamanlarda asla kaybolmayan kana susamışlığımın azaldığını söyleyerek aynısını ifade edebilirsin." dedi Dymentsia aynada kendine bakarken. Aynısını o da fark etmişti. Aynanın önünden ayrıldı. Rhadenis'le aynı anda kapıya yöneldiler.
"Ölümcül, yüce kraliçe." dedi Rhadenis odadan çıktıklarında.
"Bu sanırım bir iltifattı."
"Sayılır."
"Peki ya başka? Yolda aklındaki soruları sor." Merdivenlere yöneldiler. Onların çıktığını gören insanlardan bazıları odaya sandıkları almaya gitti. Koridorda birkaç kişi Kraliçe'ye selam verdi, Kraliçe onlara gülümsedi. Evden çıkana dek konuşmadı. Atlarının yanlarına gittiklerinde onlarla beraber yola çıkacaklar hazırlardı.
Kara Kraliçe, atına binmeden önce insanlara açıklama yaptı. "Kısa molalar haricinde Kalsedon'a varana dek durmayacağız. Kara Kale'de ve Zümrüt'te kalacaklar, Kara Kale'nin yakınlarına geldiğimizde ayrılacaklar."
Dymentsia'nın ardından çevresindekiler de atlarına bindiler. At arabaları onlardan sonra yola çıktı. Dymentsia solunda Rhadenis ve biraz gerisinde Büyücü Pulcheria ile en öndeydi. Pulcheria bir kara büyücüydü, kahverengi gözleri mora dönmüştü. Mor, tüm bölgeler için ortak ve önemli renkti.
"Ona değer veriyorsun." dedi Rhadenis. "Bana bir keresinde asla aşık olmam demiştin, hatırlıyor musun?" Dymentsia ona yanıt vermedi. "Hatırlıyorsun."
"Sözlerim Zerath'ı tanımadan önceydi." dedi sadece. "Ve aşık değilim, sen de söyledin. Ona değer veriyorum çünkü değer verilecek biri."
"Sana arkadaşın olarak son uyarım bedeli düşünmen. Gök Ejderha, annenin gücünü aldığı bilge ejderhaydı. Belki onu dinlemelisin."
"Annem bana her zaman kendi seçimlerimi kendim yapmamı söylerdi."
"Onu seçtiysen sorun yok o zaman."
"Annem ayrıca yıllar önce bana aşkın hükümdarlar için en tehlikeli duygulardan biri olduğunu söylemişti." Hala kendi düşünceleri çelişiyordu. "Sorun var, Rhadenis. Tehlikeyi ne denli sevdiğimi biliyorsun. Gök Ejderha bizden duygularımızı aldı. Bilgeliği adına, gücümüz ve hükmümüz uğruna bunu kabul ettik. Duygularımızın mantığımızın önüne geçmemesi için kabul ettik." Rhadenis'in istediği yanıt bu değildi. "Evet, onu seçtim. Ve artık geri dönüşü o istemediği sürece yok. O olmaz derse biter. Diğer aklından geçene gelirse... bedeli araştırmaya başladım. Farklı kısımlardan oluşuyor. Hükmümü ve gücümü kısıtlayan, ülkemi etkileyen, kanatlarıma ve bana zarar veren bir kısmı yok. Yani en değer verdiklerim bende kalacak. Hatta yeni bir değerlim olacak."
Rhadenis yanıt vermedi. Dymentsia son sözleriyle bedelin bir kısmını söylemişti. Biraz önce söylediği sözlerle o kısmı ödediğini söylemişti.
Bedelin kısımları onlara bağlıydı. Şu an ilk kısımlarını yaşıyordu. Bunu belli etmiyordu. Göğsündeki acı, sadece kalbine gelen kılıçla ilgili değildi. Duygularıyla da ilgiliydi. Zerath'a olan hislerinin reddedemeyeceği bir boyuta ulaşması onlarla ve yaşadıklarıyla alakasızdı. Ona değer vermesi, yapacaklarında onu düşünmesi anlamına geliyordu. Oysa ülkesi için kendini bile düşünmemesi gerekiyordu.
Ülkesine, gücüne, hükmüne değer verirdi kendiyle ilgili. Kardeşlerine, Rhadenis'e ve halkına değer verirdi. Zerath'a vereceği değer bunları etkilemeyecekti. Sadece düşüneceği ve seveceği biri daha olacaktı. Sadece yetersiz bir kavramdı ona göre. Hüküm söz konusu olduğunda düşünmesi gerekenler az olmalıydı.
Düşünceleri birbiriyle çelişmedi. Bu kez olanı kabul etti. Zerath onun için engel değildi, önemli olan buydu. Ve değer verilecek biriydi.
Bölüm uzun olduğu için yazım ve kurgu hatalarım olabilir.
-Dymentsia hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl biri? Onun hakkındaki tüm düşüncelerinizi, tahminlerinizi yazın lütfen.
-Önceki kitaplarda Dymen'in aşık olabileceğini ve birine bu kadar değer vereceğini tahmin ettiniz mi? aklınıza geldi mi?
*Bu bölümü Elizabethstark1 'e ithaf ediyorum. Ayrıca onun kurgularına bakmanızı öneririm. Son bölümlerde bana yardımcı olduğu için ayrıca teşekkür ederim <3
27.01.2018, 23.41
22.561, 3.059, 4.7
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top