40 ♛ ZÜMRÜT, SAFİR VE YAKUT*
Bölümün neden geç geldiğini bölümün uzunluğu açıklayacak bence :)
Yorumlarınızı çok merak ediyorum. Oy vermeyi de unutmayın.
40. Bölüm
ZÜMRÜT, SAFİR VE YAKUT
Gökyüzü, sanki gelecekteki hükümdarının aynı zamanda geceye sahip olduğunu hatırlatır gibi siyahla maviydi. Gökteki bulutlar kaybolmuştu ve yıldızlar parıldıyordu.
Eli bazen kılıcının, Karanlığın Şafağı'nın, kabzasına giden adam Gölge Diyar'da hayatının yarısından fazlasını geçirmişti ve buradaki anılarının onu bırakmaya niyeti yoktu. Bazısını unuttuğunu sandığı, bazısını aklından hiç çıkaramadığı hatıralarında kaybolmuştu. Tüm bunların yanında kuzeyin onu o doğmadan önce seçtiğinden haberi yoktu.
Kuzeyin bir diğer seçimi kırmızı pelerini atının hızından arkasına doğru savrulan siyah saçlı kadındı. Koyu renkli siluetleri görülen dağlarla büyük şehri izledikten sonra başını göğe doğru kaldırdı ve yıldızlara baktı. Takımyıldızlarının ve yıldızların çoğunun adlarını biliyordu, bazıları hemen aklından geçivermişti. Tüm ülkelerce tanınan Ejderha Takımyıldızı, Kraliçe'nin Tacı, Kara Büyücü, Hükümdar, Anka, Deniz Ejderi, Hüma, Akrep, Yılan, ismini güneyin aşk tanrıçasından alan Almoura'nın Zarafeti, kuzeyin kaybettiği şehri simgeleyen Dharassus'un Yıkımı. Ve kuzeyin kıymetlisi Geceyarısı Yıldızı. Kuzeyde sadece bazı vakitlerde ortaya çıkan Akşam Yıldızı, Şafak Yıldızı ve Sabah Yıldızı'nın da adlarını hatırladı.
Ve bir başkası, kuzeyin bir başka hükümdarı, koyu taşlarla örülen ve büyüyle korunan evindeydi. Garnet Sarayı'nda onları beklerken neyle karşılaşacağı hakkında tahmin yürütüyor, liderleriyle tartışıyordu. Yakutlarla bezeli altın tacı kızıl saçlarını süslüyordu, kuzeyin uğuru obsidiyenden yapılan kılıcını onlar geldiğinde kullanıp kullanmayacağını merak ediyordu. Kılıcının soğuk metali daha önce bir hükümdarın kırmızı kanını tatmıştı ve yenisini istercesine keskindi.
Saatler sonra, Garnet Sarayı'nın çanları çaldı, hükümdarların geldiğinden saraya ve şehre böyle haber verildi. Sarayın hakimi taht odasına geçti ve beklemeye başladı.
Kara Kraliçe ise gruplarının şehirde kalmasını isteyerek yanında Gölge Kral'la birlikte saraya girdi.
Garnet Sarayı, anlatıldığından daha kasvetliydi. Oniks Saray'ın koyu ve parlak lacivert, mor, yeşil ve kırmızısının aksine solgun gri ve kırmızılar buraya hakimdi. Taş duvarlarda ve zeminlerde insanlardan ayrı gölgeler vardı.
Zinaida onların yanına bir muhafız bile göndermemişti. Onları umursamadığını gösteriyor gibiydi, oysa Dymentsia koridorlardan geçerken tüm gözlerin üzerilerinde olduğunu hem görüyor, hem hissediyordu. İnsanların düşüncelerine elini uzatsa dokunacaktı sanki, hiçbiri Zerath'ın buraya ait olduğunu bilmiyor olmalıydı. Sadece bir adam onları gördüğü anda koridorda kimsenin olup olmadığına bakıp başıyla Zerath'a selam vermişti.
Taht odası, girişe çok uzaktı. Dymentsia bunun nedenini anca odayı gördüğünde anladı. Büyük kapı açıktı ve odanın sonu görülmüyordu. Kapının önündeki iki muhafız onları inceliyordu. Biri hızlı adımlarla içeri girdi.
Kara Kraliçe kırmızı pelerinini sol omzuna attı, siyah gömleğinin ipini gevşeltti ve kanatlarını açtı. Eskiden beri süregelen geleneklerden biri iki hükümdarın görüşmesi sırasında kanatlarının güçlerini temsil etmesiydi. Kanatlarını arkasına doğru katlarken Zerath'a baktı. "Geliyor musun?"
Zerath taht odasına ve içerideki yüzlerce insana baktı. İnsanlar taht odasından çıkmaya başladıklarında kenara çekildi. "Seninle yalnız konuşmak istiyor. Burada bekleyeceğim."
Dymentsia kızıl gözlerini kıstı, düşündüklerini söylemedi. Çevrede birkaç kişi hariç kimse kalmayınca içeri girdi.
Dikdörtgen biçimli odanın iki tarafına sütunlar diziliydi, sütunların ardında tıpkı Kara Kale'de olduğu gibi hükümdarların heykelleri dizilmişti. Heykeller arası mesafeler uzundu. Meşalelerin ve avizenin ışıkları sönüktü. Obsidiyen zeminin sonu gölgelerle kaplıydı ve Dymentsia'nın keskin gözlerine rağmen fark edilmiyordu.
Taht odasında görüşmek başka bir gelenek olsa da bu sırada hükümdarlardan birinin tahtta oturması kabalık sayılırdı. Gölgelere doğru yürüdüğünde kapı arkasından büyüyle kapandı.
Zinaida gösteriş istiyorsa ve gücünü göstermekten çekinmiyorsa onun da dikkat etmesi gereken bir kural kalmamıştı. Karanlığı çağırdı ve çok önce yasaklanan bir kara büyüyü yaparak yarattığı karanlığa karışarak Gölge Kraliçe'nin tahtının önünde belirdi. Zinaida'nın obsidiyen tahtı, kuzey mimarisinin tersine yüksek bir platformun üzerindeydi. Kadının sadece silueti ortadaydı.
Dymentsia bunun ne kadar devam edeceğini düşünürken gölgeler kımıldandı ve üç adım ötesine ulaştı. Gölgeler, Zinaida'nın etrafına dağılırken o ne beklediğinden emin değildi. Onunla aynı anda kendi çevresine yaydığı karanlığı dağıttı.
Gölgeler kaybolmayıp bu diyarın kraliçesinin kanatlarına büründüler. Yüz hatlarının ardından kuyruğu tahtının platformuna dek uzanan siyah elbisesi meydana çıktı. Koyu kırmızı saçları uzundu. Solgun bir griyi andıran beyaz yüzü genç, yüz ifadesi yaşlıydı. İnce dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. Koyu gri gözlerinde kırmızı parıltılar beklenmedikti. Gözlerinin çevresi bin yıllardır kuzeylilerin savaşa giderken yaptıkları gibi belli desenlerle boyanmıştı.
"Rhona Dharal." dedi karanlığa karışan kuzey aksanıyla. Dymentsia'ya doğru bir adım attı ve onun yüzünü inceledi, bakışları kanatlarına kaydı. "Anlatıldığı gibisin. Kuzeyin üç özelliğine sahipsin. Güçlü ve yetenekli bir hükümdar olduğunu da kimse inkar edemez."
Kara Kraliçe, onun ne yapmaya çalıştığını anlayamadı. Bu yüzden birden fazla anlama sahip cümlelerle konuştu. "Gölge Kraliçe. Onca savaşı kazanan ve yüzlerce isyanı bastıran hükümdar. Seninle er geç karşılaşacaktık."
Gölge Kraliçe başını yana yatırdı, az önceki karanlık sesi alaycı oldu. "Düşüncesiz, duygusal ve fevri biri olduğunu söyleyenler oldu. Kırmızı gözlerin aksini söyler diye umuyordum. Oysa şimdi karşımdasın. Beni yenebileceğini düşünen bir duruşla ve kelimelerle."
"Birbirimize benziyoruz." dedi Kara Kraliçe gülümseyerek. "Hatta kendimden daha bencil birini gördüğüm için mutluyum."
"Bir hükümdar bencil olmalı." dedi Gölge Kraliçe başıyla onu onaylayarak. "Aynı anda halkını ve kendini düşünmeli."
"Kesinlikle."
Gölge Kraliçe'nin gri gözleri siyaha büründü. "Halkını düşünen bir hükümdar neden onları savaşa sürükler ve gücünün yetmeyeceği işlere kalkışır peki?"
"En kötüsü bu değil ya." dedi Kara Kraliçe karanlığın tehlikesine sahip olarak. "Bir hükümdar neden koruması gereken insanlara zulüm eder?"
O da zalim olarak anılmıştı ancak nedeni vardı. Zinaida'nın insanlarına zulüm yaptığı, yıllardır değişmeyen kuralları değiştirdiği ve onların kendinden korkmasını sağladığı bir gerçekti.
"Nedenini biliyorsun." dedi Zinaida onun aksine soruya yanıt vererek. "İnsanların sana zarar vermek istemesini önlemek için onların senden korkmasını sağlamalısın, bir tavsiye." Oysa karşısındaki kraliçe bunu biliyordu. "Korku en güçlü duygudur."
Bir zamanlar Dymentsia da bunu düşünüyordu. Artık fikirleri değişmeye başlamıştı.
İnsanların zararından, Zinaida'ya yapılan isyanlardan bahsetmek istedi. Karşısındaki kadına edilen nefretten söz etmek istedi. Zinaida sanki onun düşüncelerini anlamıştı, biliyor olmalıydı zaten.
"Yeğenim nerede?" diye sordu. "Seninle geldiğini duydum."
"Dışarıda."
Kraliçe Zinaida onun aksine duygularını gizlemedi. Kelimeleriyle birlikte itiraf etti. "Zerelia'nın değerlisini yakından tanımak isterdim, biliyor musun? Kardeşimin her şeyini feda ettiği Zerath'ın ona uygun davranıp davranmadığını merak ediyorum."
Dymentsia, ondan cesaret aldı. Onun gibi duygularını dışa vurdu. "Zerelia onun güvende ve iyi olmasını isterdi. Güç için değil kendi için yaşamasını isterdi."
Zinaida güldü ve bir adım geri çekildi. "Kardeşimi benden iyi tanıyamazsın, Dymentsia. Yine de kabul etmeliyim, onları tanımaya başlamışsın. Zerelia'nın ona değer vermesinin tek nedeni oğlu olması değil, varisi ve güçlü biri olmasıydı. Sen Athyrania'nın kızısın, neyden bahsettiğimi biliyor olmalısın. Hükümdar olmak için doğduk biz. Hükümdar olmak için eğitildik. Amacımız, her şeyimiz bu."
Dymentsia konunun nereye gittiğini anladı. Onu durdurmak istedi. "Buraya barışı konuşmaya geldim. Bunun için değil."
"Hadi ama. İkimiz de halklarımıza ne olacağını düşünmesek burada birbirimizi yok ederdik. Veya adil bir savaş olmasını istemesek. Barış olmayacağını biliyoruz. Savaşın zamanını seçeceğiz."
"Seçelim o halde."
Zinaida hüzünlü gibi konuştu. "Önce savaştan konuşmayalım. Senin gibi güçlü bir kraliçeyle karşılaşmışken seni tanımak isterim. Tabii sen hemen savaş olmasını istiyorsan başka."
Dymentsia söyleyeceği her kelimenin Zinaida tarafından kullanılacağını biliyordu. "İkimizden biri kaybedecek, kaybetsek de kazansak da birbirimizin adını yaşatacağız."
Zinaida bu kez gerçekten üzülmüştü. "Keşke bu kadar yanlış bir zamanda doğmasaydın. Uzun ve güzel bir hayat yaşayabilir, Diyar'ı her anlamda ileri taşıyabilirdin. Genç yaşta ölecek olman üzücü. Haklısın ama, ismin her türlü yazılacak."
Dymentsia derin bir nefes aldı ve ses tonunu değiştirmedi. "Yüz küsur yıldır hükmeden bir kraliçeyi yendikten sonra genç ölsem de hafızalarda yaşayacağım.
Zinaida gülümsedi. "Göreceğiz." dedi ve Dymentsia'nın arkasındaki kapıya baktı. "Garnet Sarayı'nda misafirimsin. Zerath zaten buraya ait ve kalacağı yer hazır, bunu ona ilet. Yönetecek bir ülkem, benimle görüşmek isteyen insanlar var. Birkaç saat sonra siz yerleşince ve dinlenince görüşürüz."
♛
Aias ve gruptaki diğer insanlar çoktan saraya varmışlardı.
Zerath'la birlikte kalacakları kata çıkarken hiç konuşmamışlardı. Dymentsia çevresini izlemekten onunla konuşamamıştı. Bu sarayı, mimarisini, insanlarını tanımak istiyordu.
Bir savaş asla düşmanını tanımadan kazanılamazdı.
"Zinaida hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordu Zerath merdivenleri geçip koridorda ilerlerken.
"Tahmin ettiklerimi söyledi, bunun farkında hatta." dedi Dymentsia, merak ettiği bir soruyu sordu. "Ya sen?"
"Güçlü bir hükümdar." dedi Zerath. Dymentsia ona kaşlarını çatarak baktı, yönetimini değil kişiliğini merak ediyordu. Koridorları geçip kalacakları dairelere vardıklarında kapıyı açtı. "Annem onun iyi bir abla olduğundan söz ederdi."
"O zaman Kraliçe Zerelia neden ona isyan etti?" dedi Dymentsia yanıtı bilerek.
"Tahtı ele geçirmek ve hükümdar olmak için." dedi Zerath kısaca, basit bir yanıttı. Ancak bu yanıt, Dymentsia'nın Zerelia hakkındaki iyi düşüncelerini anında yok etti, korktuğu başına geldi. Birkaç dakika konuşamadı. Koyu renkli odaya baktı. Diğer kuzeye ait odalar gibi burası sadece gelenleri misafir etmek içindi, yatak odası ve çalışma odasına iki kapıyla varılıyordu. Çok büyük değildi. Pencerenin önündeki birbirine bakan iki korluk kırmızı kadifeyle kaplıydı, diğer tarafta masa vardı. Koltuklardan birine geçti ve pencereden şehre baktı. Dikkatini veremedi.
Zerelia'nın ilk isyanlarının ejderha gücüne sahip olduğu için ortaya çıktığını biliyordu, bir de sonuncusu oğlu içindi. Fazlasını bilmiyordu. Oysa Zerath'ın bu sözleri fazlası olduğunu söylüyordu.
Zerath onun bu düşüncelerini elbet tahmin etmişti. "Kuzeyi bilirsin. Gücü elinde bulundurmak için herkes her şeyi yapar. En azından onlar hakkında gerçekleri öğrenmiş oldun. Zinaida anneme abladan daha yakındı, onu büyüttü, ona her şeyi öğretti. Ancak Zerelia büyüdüğünde rekabetleri başladı. Haliyle gücü için tahta çıkmak istedi." O gülümserken Dymentsia kuzeyi ancak dışarıdan tanıdığına bir kez daha emin oldu. "Zinaida onu veliahtı olarak yetiştirdi, haliyle tahta çıkacağını söyledi. Annem 16 yaşına varınca isyan etti. Daha sonra birkaç kere daha isyan etti. Hepsi başa geçmek içindi. Zinaida'ya yapılan başkaldırılar sadece onun hakimiyetinde olanlar değildi, Zinaida'nın korku ve zalimliğe olan düşkünlüğü halkın hoşuna gitmedi."
"Gök Kraliçe onunla yaptığı anlaşmaları bizden sakladı." dedi Dymentsia elini çenesine koyarak. "Onun meydan okumasını sakladı. Bilseydim tahta çıktığım anda onunla savaşırdım."
"Ve yenilirdin." dedi Zerath gerçeği söyleyerek. Mavi gözleri karşısındaki kadının tepkisini merak ederek ışıldadı.
"İşte bunun için annem bunu sakladı." dedi Dymentsia gülerek. Onun dürüstlüğü hoşuna gitti. "Kuzeyi bilirim." dedi onunla göz göze gelerek ve onu tekrar ederek. "Güç burada her şeydir." Gözlerini kıstı ve aklından geçenleri söyledi. "Seni daha iyi tanırken hala neden bir hükümdar olmadığını anlayamıyorum."
Oysa o zaten bir hükümdardı, sözleri bunu kanıtladı. "Tahta veya taca ihtiyacım yok. İsmimin bir yere yazılmasına gerek yok. Ben zaten bu iki ülkeye hükmediyorum."
Kraliçe, bunun farkındaydı. Zerath'tan habersiz yıllardır tek bir adım bile atılmamıştı. Bir savaş olmamıştı. O savaş istemediği sürece savaş olmayacaktı.
Ya da Dymentsia istemediği sürece.
Bir an için büyük bir savaşta onun mu yoksa kendinin mi kazanacağını düşündü. Bir sonuca varamasa da her türlü güçlü bir düşmanla savaşmış olacaktı.
Bir düello da onun gücünü ölçmek için yeterli olurdu.
Zerath onun için ya dost ya düşman olacaktı. Onun gözlerinde aklından geçenleri okudu.
Fazlası değil.
"Ama daha fazlasına sahip olabilirsin." dedi öne eğilerek. Neredeyse her gün yaptığı gibi bir kez daha onu tanımak için oyun oynadı, onu ölçmek ve daha fazlasına sahip olursa ne olacağını görmek için. Bu konuda yeniydi ancak gelişiyordu. "Şu an bile bunu yapabilirsin. Kim olduğunu söylesen bu ülkede seni destekleyen binlerce kişi çıkar. Auris'ten güçlüsün."
"Bunu yıllardır düşünüyorum, Dymen." dedi Zerath onun gibi biraz öne eğilerek. "Yapamam. Kurallar, onların akrabalarım olduklarını ve diğer meseleleri çoktan gözardı ettim. Asıl mesele benim yeterince güçlü olmamam."
"Öylesin." dedi Dymentsia. "Sadece gerçek bir nedene ihtiyacın var. Ve bu nedenin var olması için bana ihtiyacın var." Dymentsia ona fazlasıyla yakındı o anda, dizleri ve onun dizleri arasında sadece birkaç santim vardı. Dymentsia ona biraz daha yaklaştı ve elini yüzüne götürerek gülümsedi.
Zerath onu öptüğünde birkaç dakika için bile olsa iki ülkeye de hükmetmek için aradığı nedeni buldu. Dudakları ayrıldığı zaman ondan uzaklaşmak istemedi ve bir süre alnını onun alnından ayırmadı.
"Bir müttefik olarak tabii." dedi Dymentsia neredeyse fısıltıyla. "Gerçek bir ittifak için." Elini yüzünde gezdirdi. "Daha fazlası değil."
"Burada olma nedenimiz farklı."
Ayrıca Dymentsia da Zerath da birbirlerine geçici değil sürekli bir ittifak için güvenmiyorlardı.
"Yasaklar, ülkeler ve savaşlar var." dedi Dymentsia, Zerath onun elinin üzerine kendi elini koydu.
Herkesten, her olaydan önce ülkesini düşünüyordu ve bu konuda yalnız değildi. Eğer Diyar'a zarar verebileceğini anlasa onu orada yok ederdi.
Fakat Zerath ve onunla aralarında olanlar ülkesine zarar vermiyordu. Tıpkı daha önceki hükümdarların hayatları gibi ülkeye kötü bir etkisi yoktu. Ama Dymentsia'nın tüm hayatı hükmetmekten ibaretti, bundan memnundu. Hayatında aşka yer yoktu.
O ana dek.
"Ve isyanlar, taht kavgaları, gelecek." dedi Zerath onun gibi olanlara itiraz ederek. Onunla düşünceleri muhtemelen aynıydı.
Müttefiklerdi, o anda bulundukları ülkenin hakimine karşı beraber savaşacaklardı. İleride de eğer yaşarlarsa muhtemelen düşman değil dost olacaklardı.
"Bunlar için engel değiliz." dedi Dymentsia.
Ama birbirimiz için engeliz.
Kuralları çiğnemeye başlayalı çok olmuştu. Sonucunu tahmin etmeden yaptıkları bununla bitmiyordu.
Zerath yanıt olarak Dymentsia'nın elini dudaklarına götürüp parmaklarını ve avucunu öptü.
♛
Dakikalar sonra Zinaida, onlar için bir muhafız çağırmıştı. Muhafız Gölge Kraliçe'nin onları çağırdığını söylemişti.
"Git ve konuş onunla." dedi Dymentsia kırmızı gözlerini şehirden ayırmayarak.
"Sen?" diye sordu Zerath.
"Az sonra gelirim." dedi Dymentsia. Ardından kapının kapanma sesini duydu. Biraz daha şehre baktıktan sonra Karissa'nın az önce getirdiği eşyaları uyuyacağı odaya götürdü. Matarasından su içti. Bu oda biraz daha büyüktü ancak mobilyaları azdı. Büyük bir yatak, dolap ve ayna vardı. Dolabın yanındaki kapı banyoya açılıyor olmalıydı. Yatağın sol tarafındaki yeşil perdelerle örtülü pencereye takıldı gözleri. Her zaman şehirleri izlemeyi sevmişti.
Şehirlerin yapısı ona geçmişi ve insanları anlatırdı. Ayrıca, şehirleri çizmeyi severdi.
Yolculuk giysilerini, pantolon ve gömleğini, değiştirdi. Sıradan bir günde pek giymediği elbiselerden birini giydi. Siyah elbisenin bir kısmı dantelle kaplıydı. Elbisenin sırt kısmı biraz açıktı ve az önce yerleştirdiği kısa kılıçlardan birinin zümrütle süslü kabzası belli oluyordu. Belinde ince altın kemer vardı. Dantel kolları bileklerine geliyordu. Omuzlarından başlayan zümrüt rengi kumaşların bazıları kemerine bazıları kollarına dolanmıştı. Aynaya bakarken saçlarını düzeltti ve bir süre düşünüp kırmızı gözlerine sürme çekmeye karar verdi.
Uzun ve beyaz parmaklarına birkaç yüzük daha taktı. Nasıl kardeşinin Kalsedon'u temsil eden bir kolyesi varsa onun da kendi başkentini temsil eden bir kolyesi vardı. Kolyeyi taktığında artık hazır olduğuna karar verdi.
Odadan çıkarken, tıpkı ülkesinde bazı akşam yemeklerine gittiği zamanki gibi giyindiğini fark etmişti. Taht odasına doğru ilerlerken hatırladı. Bir sorun çıkmadığı sürece haftanın bazı günleri bazen liderleri, bazen başka şehirlerden gelen halkını davet ettiği, bazense ülkesinin büyü, bilim ve sanatla uğraşanları çağırdığı yemekler ve ardından eğlenceler düzenlerdi. Ülkesini özlemişti. O akşam yemekleri, o gün ne kadar zor geçerse geçsin her zaman eğlenceli olurdu. Halkıyla konuşmaya, yazarları ve tarihçileriyle tartışmaya bayılırdı. Ülkesine döndüğünde ilk işi onlarla yeniden görüşmek olacaktı. Ülkesini özlemişti. En kötü konseyi bile ülkesini buradan yönetmeye tercih ederdi.
Fakat şu an olması gereken yer burasıydı. Adımlarını hızlandırdı. Taht odasına geldiğinde muhafızlarla konuşmadan kapıyı açtı. Zinaida ve Zerath geniş odanın ortasındaydılar ve tartışıyorlardı ancak gelenin Dymentsia olduğunu anladıkları anda tartışmaları kesilmişti.
"Dediğin olmayacak." dedi Zerath öfkeyle.
Dymentsia üçünün de birbirlerini rahatça görebileceği bir mesafede durdu. Üç güçlü ve karanlık hükümdar, bin yıllardır ilk kez karşılaştı. Bu hiçbirinin umurunda değildi.
Kara Kraliçe, ikisinin etrafını saran gölgeleri fark etti. Konuşmayarak onların sakinleşmelerini bekledi. Ne hakkında tartıştıklarını umursamıyordu, önemliyse zaten az sonra anlardı.
Gölge Kraliçe'nin boyu Kara Kraliçe ile aynıydı. Gri gözlerindeki kırmızı parıltılar karşısındaki kadını korkutuyordu. Bunun farkında olduğunu bilir gibi gülümsedi.
Kehanet ve tarih. 5 türden olmayan birinin gözlerinde kırmızı varsa onun ne kadar güçlü biri olduğundan ve Diyar hükümdarı olmaya ne kadar yakın olduğundan söz ederdi. Dymentsia onun asla Diyar'a hakim olmasına izin vermeyecekti. Bunun için savaşacaktı.
"Annenden bahsediyorduk." dedi Zinaida, Dymentsia'ya bakarak. "Gök Kraliçe büyük bir orduya sahipti. İsterse buraya gelebilir ve savaşabilirdi."
Ama savaşmadı. Gök Kraliçe'nin amacı asla sınırlarını genişletmek olmamıştı. Var olanı yüceltmek için ülkesinde kalmıştı.
"O senin ülkeni istemiyordu." dedi Kara Kraliçe.
"Ama sen istiyorsun." dedi Zinaida. Ardından Zerath'a baktı. "Ve varisim. Sana Zerath'ı varis ilan ettiğimi söylemiş miydim? Eğer bana bir şey olursa başa o geçecek. Tabii bu gizli bir ilan. Saray bunu bilmiyor." Uzun süren sessizliği bozdu. "Zerath, kendine denk birini seçmiş. Kısa sürecek olması ne kötü. İkinizin birbirinize asla güven duymamış ve duymayacak olmanız gibi kötü. Devamının nasıl olacağını, çevrenizdekilerin ne kadar etkileneceğini düşünmemeniz gibi. Zerath, teklifimi düşündün mü? Kararın ne?"
"Asla." dedi Zerath. "Asla seninle birlik olmam ben."
"Gece Diyarı'na sen hükmedeceksin, Gölge Diyar'a ben hükmedeceğim." diye açıkladı Zinaida, Dymentsia'ya.
"Böyle bir şey olmayacak." dedi Zerath, Zinaida'nın söylemediği onlarca şey olduğunu belli ederek.
Zinaida omuz silkti. Ardından Dymentsia'ya doğru bir adım atarak az önce oluşan halkayı bozdu. Kara Kraliçe aynı anda onun koyu kırmızı ve gri renklerini fark etti, çevresini saran eski bir büyü, bir tür kalkan. Dymentsia'da da aynısı vardı, rengi farklıydı, siyah ve yeşil.
Zinaida kılıcını çıkardı. Zerath'ın eli belindeki kılıcın kabzasındaydı. Dymentsia ile yerinden kımıldamamış ve duruşunu değiştirmemişti. Zinaida'nın kılıcı tıpkı Karanlığın Şafağı gibi obsidiyendi. Ondan yeniydi. Dymentsia onun sınırın ötesinden geldiğini bıçağın üzerinde desenler oluşturan gri ve kızıldan anladı.
"İsmi Savaşın Gölgesi." Desenleri ışık ve gölgeyle değişti. Karmaşık bir yıkıma döndü. "Bir keresinden ailenden birinin kanını tattı ve birini öldürdü."
Bunu biliyordu. Yıllar önce duymuştu. O doğmadan önce gerçekleşmişti. Nefes alış verişi sıklaştı ve gözleri koyu kırmızıya döndü. Ellerini yumruk haline getirse de ne kılıcı eline aldı ne de konuştu.
Çünkü tek bildiği bu olayın kuzeyde olduğuydu. Yapanın, katilin, Gölge Kraliçe olduğundan haberi yoktu. Zırhlı birinden söz edilmişti.
"Daha fazlasını istiyor tıpkı benim gibi." dedi Zinaida onun biraz korkmasını sağlayan bir sesle. Zinaida, Zerath'a baktı. "Ne olduğunu bilmiyorsun, değil mi?"
Zerath yanıt vermedi. Dymentsia'nın öfkesine üzüntüsü eklendi.
"Aeralel'i duymuşsundur." dedi Zinaida.
"Sus." dedi Dymentsia.
"Bu kılıç, Zerelia için savaşan Aeralel'i buldu. Çok fazla kan vardı. Bir kısmı ona ait değildi." Zinaida konuşmaya devam ederken Dymentsia gözlerini kapattı. "Amacım Aeralel'di. O değildi, var olduğunu bile bilmiyordum. Muhtemelen o da yeni öğrenmişti."
"O sendin." dedi Dymentsia farkında olmadan titrerken. "Aeralel'in doğmamış bebeğini öldürdün."
"Bilmiyordum." dedi Zinaida. Sesinde en ufak bir üzüntü yoktu.
Kara Kraliçe daha fazlasına katlanabileceğinden emin değildi. Kılıcı sırtındaydı, asası elindeydi. Ama yapamazdı. O ikisinden birine davrandığı anda Zinaida o an durduğu gibi karşısında sakince durmazdı. Aeralel bir savaşçı değil bir sanatçı olabilirdi. Fakat yetenekleri kusursuzdu. Gezip görmediği yer yoktu ve onun büyüsü bile Zinaida'dan korunmasına yararlı olmamışsa Dymentsia'nın büyüsü işe yaramazdı.
Yapabilse o an Zinaida'yı öldürürdü. Eskiden olsa, çok kısa bir süre önce olsa, bunu denerken kendi ölürdü.
Düşüncelerinden uzaklaşıp ona doğru bir adım attı. Sakin ve ifadesiz duran yüze karşı hiçbir duygusunu saklamadı. Gözleri nefretle kısılmış, nefesi hızlanmış, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Sert ve karanlık haline bürünerek bunu ses tonuna yansıttı. "Seni öldürdüğümde onun intikamını almış olacağım. Onun, elçinin, öldürdüğünü ve yaraladığını bilmediğimiz yüzlerce başkasının."
Zinaida onun bu haline aldırış etmedi. "Bu sözlerin sen öldüğünde senin ve ülken gibi yok olacak. Amacın burayı yıkmak değil yurt edinmek. Benim amacım farklı, geldiğimde uğruna fedakarlıklar yaptığın her şehri ve her insanı yok edeceğim. Geriye savaş ve yıkımın izlerle izlerin üzerinde dolanan gölgelerim haricinde bir şey kalmayacak."
Dymentsia az sonra söyleyeceği kelimelerin etkisini etrafında gördü. Çevrelerinde karanlık hariç hiçbir şey görünmüyordu. "Sadece bunu aklından geçirdiğin için karanlığa karışacaksın."
Bir yanıt beklemeden koşar adımlarla kapıya ilerledi.
Zinaida'nın konuştuğunu duyduğunda öfkesi bin katına çıktı.
"Savaşta ne yapacaklarını öğrenmek için güzel, yetenekli ve zeki bir hükümdara değil öfkeli, kararlı ve tehlikeli bir hükümdara ihtiyacım vardı." Gülüşü duyuldu. "En azından isminin başındaki dhara'yı hak ediyorsun."
Zerath onun peşinden geliyordu. Dymentsia odadan çıktığı anda ona döndü. Az kalsın ona çarpacaktı. "Bana onu neden koruduğunu, neden düşündüğünü açıkla."
"Dymen." dedi Zerath onun elini tutarak. Gücünü, büyüsünü ve diğer sahip olduklarını onun öfkesini almak için kullandı. Bir süreliğine başarılı oldu. O süre dolunca Dymentsia elini çekti. Yürümeye başladı. Hızlandı.
Saraydan çıkmak, nefes almak istedi. Nefes alamadığını fark etti. Bilmediği bir saraydaydı ve nereye gittiği hakkında en ufak fikri yoktu.
Zerath'ın onu takip ettiğini anlaması uzun sürdü. Zerath onun yine elini tuttu. Yakınlarda bir odaya götürdü. Etrafta raflar ve raflarda küçük cam şişeler vardı. Çoğu boştu. Pek büyük bir oda değildi.
Dymentsia onun elini hala tuttuğunu fark edince hızla elini çekti. Ardından sırtındaki kılıcı ortaya çıkardı. Kılıcını ve asaya çevirdiği büyülü yüzüklerini dikkatlice çıkarıp ona uzattı. "Dışarı çık." dedi fısıltıyla. "Fakat fazla uzaklaşma."
Zerath adım atmadı. Dymentsia ilk yumruğuyla bir rafı parçaladı ve birçok cam kırığı çevreye yayıldı. Bazıları eline battı. Acıyı hissetmedi.
Derin bir nefes alınca onun hala burada olduğunu gördü. "Dışarı çık." dedi daha yüksek sesle.
"Kendine zarar vereceksin."
Dymentsia elinin kan olduğunu o an gördü. "Ben iyileşirim ama sana zarar vermek istemiyorum."
Zerath ona doğru bir adım atmak istedi. Dymentsia elini kaldırınca durdu.
Bir başka yumruk daha fazla rafı devirdi ve camı paramparça etti. Kendindeydi, yaptığı her şeyin farkındaydı. Tek isteği Zinaida'yı yok etmekti, bunu yapamazdı. Öfkesini içinde tutamazdı.
Ejderha'nın Öfkesi dayanılmazdı. Daha önce bunu tatmıştı.
Birkaç dakika içinde yer daha fazla cam kırığı oldu. Dymentsia acıyı hissettiğinde dizlerinin üzerine çöktü. Daha fazla acı hem bedenine hem zihnine aynı anda hakim olurken gözlerini kapattı. Çığlığını önlemek için elini ağzına götürdüğünde, dakikalar önce Zerath'ı tutkuyla öptüğü dudaklarının bile cam kırıklarından zarar görüp kanadığını ve acıdığını fark etti. Dakikalar yıllara dönmüştü.
Çevresini hükümdarı olduğu güçle karanlığa bürüdüğünü o an fark etti. Karanlık ona acılarını, öfkesini unutturdu. Sakinleşmesini sağladı.
Derin bir nefes alıp gözlerini açtı. Zerath onun kalkmasına yardım etti. Büyünün etkisiyle ellerindeki ve yüzündeki yaralar geriye solan izleri kalana dek iyileşti.
"Çok kötü değildi." dedi Zerath kapıyı açarken.
Dymentsia, kırıkların yırttığı elbisesinin koluna bakıyordu, bu elbiseyi sevmişti. Zinaida'nın onu zorlayacağını biliyordu, ama ilk günden olacağını bilmiyordu. Ve bu kadar ileri gidebileceğini düşünmemişti. "Ülkeme dönmek istiyorum."
"Ama dönemezsin."
"Artık hiç dönemem."
01.12.2017, 21.02
Ejderha'nın Öfkesi 500bin oldu! *-* <3
17.228, 2.504, 3.5
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top