39 ♛ KARANLIK GÖLGELER

Bilgilendirme: Bu ve bundan sonraki birkaç bölüm tamamıyla Gölge Diyar'da geçecek.

Çoğunuzun önceki bölümde Ak Kraliçe'yi suçladığını biliyorum, bunda haklısınız. Sadece sizden olaylara onun gözüyle de bakmanızı isteyeceğim. Ülkesi için elinden gelen her şeyi yaptı, insanlarını savunmak için öldü. Diyar Hükümdarlarının bazen halkları için -savaş olmaması için- kötü kararlar verdikleri oluyor. Ak Kraliçe bunu onlara danışmayabilirdi ve onların düşünceleri onun için hiçbir anlam ifade etmeyebilirdi.

Aiolis'in sizin için değerli biri olması da etkilidir tabii. Onun yerine başka biri olsa -Faelenis falan- bu kadar kötü bir etki bırakmazdı.

39. Bölüm

KARANLIK GÖLGELER

Karanlık Diyar, binlerce yıldır Diyar'a bağlıydı. Bu insanlar, karanlıktan uzaklaşmamışlardı, dilleri ve gelenekleri aynıydı sadece bir özelliklerini bırakmak zorunda kalmışlardı. Kara Ejderha ve ardından Diyar'ı bir bütün haline getiren Kara Kraliçe Deisenria, karanlığın kötülüğü savunmaması gerektiğini ve merhametin değerini anlatmışlardı. Diyar'ın karanlık halkı onları dinlemişti. Gece Dağları'nın kuzeyi ikisini de kabul etmeyip karanlığın her şey için kuralsız ve zalim olabileceğine inanmıştı.

Gece Dağları'nın ötesinde yaşayanların asıl Kara Ejderha'nın halkından tek farkı merhametti. Öte yandan gölge insanlar, gece insanlarından daha fazla karanlığa bağlılardı ve Gece Diyarı, halkının kendi ırkından bir hanedanla yönetilirken Gölge Diyar tıpkı Diyar gibi rhona ırkından tek bir kişi tarafından yönetilirdi. Gölge Diyar tıpkı Diyar gibi ister kendilerinden ister dışarıdan olsun herkesin önünde diz çökmezdi ve her ikisinin diz çökeceği insanların rhona ırkına menup olasının dışında belli bir güce ulaşmış ve kendilerini belli etmiş olmaları gerekirdi.

Rhona ırkı, büyük kanatları olan doğuştan güçlü fakat birçok şeye yasaklı olan ırk, bundan yaklaşık iki bin yıl önce başlayan ve tüm dünyayı yerle bir eden Ejderhaların Savaşı sırasında yeryüzünde yaşayan herkesi gökyüzünde yaşayanlara karşı savunmuş ve korumuştu. Ejderhaların Savaşı sırasında karanlık halkın ve yaratıklarının ikinci büyük savaşı olmuştu. Kara Ejderha ve kendine bağlı güçler, Gölge Ejderha ve güçlerine karşı savaşmıştı. Gece Ejderi ve insanları çoktan onlarla olan bağını koparmıştı. Kuzey sınırının ötesindeki karanlık topraklar ise ejderhaların hükmünden bin yıllar önce, Ruhlar Çağı'nda, onlardan ayrılmıştı ve bu karanlık halkın ilk büyük savaşı ve ayrılmasıydı. İkinci Karanlık Savaş'ın sonunda Gölge Ejderha, yedi ejderhanın kurduğu birliği bozup Gece Dağları'nın ötesine çekilmişti. İkinci büyük ayrılma yaşanmıştı ve iki taraftan çok daha güçsüz olan Gece Diyarı onların zayıflaması ile tüm bağlarını hepsinden koparmıştı.

Yine de Gölge Diyar ve Diyar'ın kuzey bölgesi birbirleriyle olan bağlantılarını Gece Diyarı'nın aksine hiç kesmemişlerdi. Hatta ittifakları, Hükümdarlar Çağı'nın dördüncü ve beşinci yüzyılları sırasında olan Gölge ve Altın Savaşları'na adını vermişti. Kraliçe Vinedria'ya karşı isyan eden Dhrania ve kuzey halkı, Gölge Diyar'dan yardım alarak Kuzey Denizi'ndeki gölge yaratıkları uyandırmış ve savaşa katmıştı. Bu büyük savaşın sonucu Sitrin Saray ile Diyar'ın başkenti harabe haline getirilmiş ancak iki taraf da kesin bir zafere ulaşamamış ve Kara Altın anlaşması imzalanmıştı. Dhrania kuzeydeki hükümdarlığından feragat edip kuzey halkıyla birlikte Kraliçe Eleiana'ya bağlanmıştı. Sitrin Saray aradan geçen bin yıla rağmen hala gölge yaratıklarıyla çevriliydi.

Elbet bunlar, Diyar ve çevresinde tarih boyunca gerçekleşen büyük savaşların sadece bir kısmıydı.

"Hayır." dedi Kara Kraliçe çizmelerini bağlarken. "Bence tam olarak on dört bin diyemeyiz. Ejderhalar Çağı'nın ilk yıllarındaki anıtlar daha erken döneme ait olabilir."

"Ancak büyüyü en fazla yedi yılda bir yenilediklerinde hemfikiriz." dedi Zerath. Sınıra gelmek üzerelerdi. Saatlerdir mola vermemişlerdi ve en az yarım saattir Gece Nehri'nin göründüğü kayalıklarda dinleniyorlardı. Gruptan birkaç kişi atların yanındaydı. "En az iki yüz yıl beklemek gerekir."

"Sınırın kolayca geçilebildiğini kendin söyledin ama." dedi Kraliçe karşı çıkarak. "Demek ki büyü azalmış. Ayrıca karanlık ejderler dahil hiçbir ırkın ömrü artık bin yılın üzerinde değil."

"Asıl sınır Dharassus'tan sonrası, Dymentsia. Kara Ejderha'nın gücü oraya dek ulaşmıştı ancak o bile ötesine geçememişti. Dharassus, binlerce yıl ejderhaların hükmünde kaldı. Sınırın çok az ötesinde olduğu için zor değil. Ejderhaları istemeyenler yeniden saldırdı ve o dönemden beri hiç kimse sınırın ötesinde yedi günün üstünde yaşayamıyor."

"Lierranus ve adalar da onlara aitti." dedi Dymentsia, Aias'ın onlara doğru geldiğini görünce ayağa kalkarak. Biraz ötesinde duran Zerath'ın gözleri hala nehirdeydi. Aklına Lierranus'un nasıl geri alındığı gelince sustu.

"Karissa ve Duanna hazır olduklarını söylediler." dedi Aias. Karissa ve Duanna, sınıra kontrol amaçlı gitmişlerdi.

Dymentsia, Zerath'a bakarak konuştu. "Karanlık Savaş'ın kaç yılında gerçekleştiğini biliyor musun, Aias?"

Aias birkaç saniye düşündü. "Ruhlar Çağı'nın son iki bin yılındaydı. Tam tarihi yok."

"Yaklaşık on üç bin beş yüz yıl önce." dedi Zerath ayağa kalktığında ve onların yanına geldiğinde. Ara verdikleri zaman boyunca hatta yolculukları esnasında bunu tartışmışlardı. İlk Karanlık Savaş'ın üzerinden ne kadar zaman geçtiğini hiç kimse bilmiyordu çünkü Ejderhalar Çağı'nın kesin bir başlangıcı ve Ruhlar Çağı'na ait hiçbir yazılı kaynak yoktu. Anıtlar ve savaşa ait eserlerin ne zamana ait olduklarını sadece en eski büyüler söyleyebilirdi.

Aias atlara doğru ilerlemeye başladığında onun gerisinde kaldılar. Dymentsia, Kraliçe Zerelia'nın yeniden yazdığı eserlerin hepsini okumuştu ve Diyar'da öğrendiği bilgilerin dışında kuzeyin geçmişiyle ilgili yeni bilgiler edinmişti. "On dördüncü kitapta." diye açıklama yaptı. "Üçüncü kısımda. Dharassus'un ötesindeki bir bölgede yapılan lanetten bahsedilen kısımda bu büyünün kesin sözleri var. Kelimelerin kökeninin nereye ulaştığını fark ettin mi?"

"Bunu düşünmemiştim." diye itiraf etti Zerath. "Yine de ruhların güçlerini koruyan semboller sınır büyülerini korumaya yeter."

"Ejderhaların ve hükümdarların güçleri değil, sadece büyücülerin güçleri. En güçlü büyücülerin bile sınırları vardır, Zerath. Aradan geçen bir yüz yıl bile fark eder. Ve güç bir bedene ve onun soyuna verilmezse her türlü azalır, onlarda da azalır ama daha yavaş. Dharassus'tan alınan eserleri görmek istiyorum, dönüşte Geceyarısı Yıldızı'na gideceğim." Zerath'ı bırakıp kahverengi atının yelesini okşayan Lierra'nın yanına gitti. "Darranio sana kuzeyden bahsetti, değil mi?" diye sordu.

"Evet." dedi Lierra. Gözleriyle aynı tondaki yeşil pelerinini düzeltti.

Dymentsia aklına gelen yeni düşüncelerle eski çağları unuttu. "Gece Diyarı'na döndüğümüzde Auramos, Lorenna ve senden isteklerim olacak ama ondan önce, Gölge Adalar'ı görmek ister misin?"

Bu adalar, Gölge Diyar'ın en batısı, bilinen karanlığın batıdaki sonuydu. Gölge Diyar'a yarı bağlılardı ancak bu sadece resmiyetteydi. Hiçbir gölge hükümdar orada yaşayan halklara karışamazdı. Adalara gitmek için hükümdarın özel izni gerekirdi, riskli olduğu da herkes tarafından bilinirdi.

Lierra bir an için şaşkınlıktan konuşamadı. "Gölge Adalar'ı görmek için bildiğim tüm lanetleri yapardım, kraliçem."

Dymentsia aldığı yanıtla gülümsedi ve kendi siyah atına doğru ilerledi.

İki ülkenin sınırı, bir zamanlar Kara Kraliçe ve Ak Kraliçe'nin ülkelerini temsili olarak bölen büyülü duvara benziyordu. Diyar'daki sınır, büyüyle oluşturulan parıldayan mor renkli ve yarı saydam bir duvardı. Buradaki ise siyah, mavi ve gri arasında renk değiştiren, ötesi görünmeyen, büyünün adeta taşa bürünmüş haliydi. Bin yıllardır buradaydı ve büyünün yenilenmesine bile gerek yoktu. Her iki ülke tarafında sınır muhafızları vardı. Sınırın gücünü korurlar, kontrol ederler ve gücü yetmeyen birinin geçmesine engel olurlardı.

Gücün kuzeyde sonsuz bir değeri vardı, kendini ispatlayan biri kurallara uymak şartıyla istediği kadar yükselebilirdi. Güce saygı duyulurdu. Bu yüzden bazen sınırlardan geçiş izni bile alınmazdı. Kuzeylilerin çoğu düelloyu zaten severdi.

Gece Diyarı'ndan çıkmaları sorun yaratmadı. Gölge Diyar'ın güvenilirliği konusunda Zerath'ın kendinden emin konuşmasına rağmen Dymentsia sınırı kim olduğunu söylemeyerek büyüyle geçti. Zerath ve Duanna muhafızlarla konuşurken Dymentsia, Lierra ile yola devam etti.

Ne gökte ne yerde bir değişiklik oldu. Hatta burası Gece Diyarı'ndan daha çok kendi topraklarına benziyordu. Aias'ın itirazına rağmen Zerath'ın yolu seçmesini kabul etti. Zerath, Gece Diyarı'ndan önerdiği Andreas, Thalia ve Duanna'yı önden gönderdi. Dymentsia, Lierra, Uranian ve Karissa'ya çevreyi incelemelerini söyledi.

"Kara Kraliçe." diyerek onun yanına geldi Aias grubun ayrılmasından biraz sonra. Siyah atını onun yanına doğru ilerletti. O atını yavaşlatınca Dymentsia da kendi atını yavaşlattı ve Zerath'tan geride kaldıklarında Aias yeniden konuştu. "Prens'e güvenmiyorum, keşke birkaç savaşçımı daha getirmeme izin verseydin."

Dymentsia gözlerini çevrelerini saran koyu renkli ağaçlardan ayırmadı. Aias, kendinden beş yaş küçüktü ve Xanthos'un önerdiği biriydi. Aias birkaç yıl Dymentsia'nın muhafızlığını yaptıktan sonra yükselecek ve komutanlardan biri olacaktı. Son birkaç haftaya kadar onunla bu kadar rahat konuşamıyordu. Kraliçe'yi tanıdıkça göründüğünden daha derin biri olduğunu anlamıştı. "Benim de amacım onun güvenilirliğini ölçmek, Aias." diye açık konuştu. Zerath'ın onları dinleyip dinlemediğini merak ediyordu. Seslerini duyamayacak kadar ilerideydi, yine de bir rhonanın duyularını hafife almamak gerekirdi. Atını hızlandırdı ve Aias'ın ona uymasını bekledi. Genç savaşçıya baktığında Zerath'la aralarında geçenlerden sarayın ve ülkenin çoğu gibi haberdar olduğunu anladı. "O da beni denedi. Daha az tehlikeli yollarla elbet." Aias'ın anlayıp anlamadığını bilmiyordu. Zerath onları dinliyorsa kesin anlamış olmalıydı. Zerath, kendisi ve ülkeleri hakkındaki birçok şeyi Dymentsia'nın fark etmesini beklemişti. Tepkilerini incelemiş olmalıydı.

Kraliçe Dymentsia ve Kral Zerath'ın amaçları aynıydı. Gerçek bir ittifak için birbirlerinin nasıl hükümdarlar olduklarını öğrenmek istiyorlardı.

"Peki biz, kraliçem, Karanlık Halk, Ona güvenebilir miyiz?" diye sordu Aias asıl merak ettiğini sorarak.

Dymentsia başını iki yana salladı. "Hiçbiriniz asla benden başka birine güvenmeyin. Kardeşlerime, liderlerime, hatta ben demediğim sürece Rhadenis'e bile güvenmeyin. Özellikle Rhyseion'a."

"Sen ona güveniyor musun?"

Kraliçe, yanıtı bilse de düşünmeden konuşmadı. "Bazen." Aias'ın kahverengi gözlerinde birkaç soru buldu. Gölge Diyar'a neden bu kadar az kişiyle geldiğini merak ediyor olmalıydı. "Gölge Halkı daha çok tanımış oluruz."

"Şehirlere uğrayacak mıyız?"

"Sınırı geçtik ancak yolun yarısına bile gelebilmiş değiliz. Yol üzerindeki kasabalardan bazılarına uğrayabiliriz ve hanlarda kalabiliriz diye düşündüm."

"Gölge insanların bizden ne kadar farklı olduklarını merak ediyorsun." dedi Aias onun düşüncelerini anlayarak. "Ve hakkında ne düşündüklerini." Dymentsia'nın ifadesinde birçok düşünce daha gizliydi, yıllardır onun yanında olan Aias bunlardan bazılarını anladı ve bu kez ses tonu yanındaki kadın tarafından bile zar zor duyuldu. "Halka zarar vermek istemiyorsun ve bu düşüncenin karşılıklı olup olmadığını öğrenmek istiyorsun."


Yakut Nehir'in yakınlarında bir zamanlar büyük bir şehir olan eski bir kasabada durmuşlardı. Dorion, Zerath tarafından seçilmişti. Buradaki halkın bir zamanlar Zerelia'yı takip ettiğini ve Zinaida'yı pek sevmediğini söylemişti.

Karanlık Ay, Dharea, yaklaşırken güneşin gökyüzünde görülme saatleri giderek azalmaya başlamıştı. Karanlık Diyar'ın gök, yıldız ve kahenet bilimcileri Kraliçe'ye haber göndermiş ve güneşin Dharea boyunca toplam birkaç gün gökyüzünde görüleceğinden bahsetmişlerdi. Güneş, en son beş gün önce doğmuş ve birkaç saat sonra batmıştı. Dorion'da bulundukları zaman, gece yarısı sayılırdı çünkü onlar Yakut'a varana dek hava aydınlanmayacaktı.

Şehrin büyük hanlarından birinde güneşin görünmediği iki gün kalmaya karar verdiler. Aslında kuzeyde günler genelde gece olarak hesaplanırdı. Güneşin görülmediği bu aylarda ise tek bildikleri saatler ve aydı.

Gruplarından Lierra, Aias, Karissa, Uranian ve Duanna handa sadece belli vakitlerde kaldılar. Dorion'u gözlemlemek için onların yanından ayrıldılar. Dymentsia o vakte dek Dorion'u sadece geldiklerinde görmüştü.

Hanın giriş katındaki büyük salona ilk kez insanların az olduğu vakitte indiler. Zerath'ı tanıyan han sahibi onlar için yemek hazırlattı. Dymentsia, Thalia ve Andreas, 

"Kraliçe Zerelia yanında Rhyseion Andros'la bir zamanlar buraya gelmişti." diye açıkladı Thalia ahşap masada Dymentsia'nın karşısına otururken. Zerath, bu topraklarda yaşayan çoğu insan tarafından bilinmiyordu. Halkın çoğu, özellikle doğu bölgeleri Zerelia'yı desteklemişti. Zerath'ın onun oğlu olduğunun bilinmesi yeni bir isyan sebebi olabilirdi.

Zerath, hanın sahibiyle konuşarak odadan içeri girdi. Hanın sahibi Thalia ve Andreas'a gülümsedi. Ardından Kara Kraliçe'ye baktı, başıyla kısa bir selam verse de onun hakkında iyi düşünceleri olmadığı belliydi. Onun ardından gelen birkaç kişi masaya getirdiklerini yerleştirdiler.

Bu sırada Zerath, Kraliçe'nin hanın sahibini incelediğini görünce yerinden kımıldamadı. Kraliçe, orta yaşlı adama, onun önüne az önce koyulan tabağa çorba dökünce başını kaldırdı. "Teşekkür ederim, zaros."

Zaros, bu bölgede çok eskiden kullanılan bir tür nezaket ifadesiydi. Birden fazla anlam barındırıyordu. Onun kullandığı anlam ise başka yerden gelen, düşman sayılan birine zarar verilmemesi, saygı gösterilmesiydi.

Adam, onunla göz göze geldi, ne sebeple bunu dediğini anlamaya çalıştı ancak sözlerinde samimi olmadığını düşündüren hiçbir şey göremedi. "İyi akşamlar." diyerek odadan çıktı.

Kraliçe, çorbadan bir kaşık aldıktan sonra onu izleyen Zerath'ı fark etti. "Neden ayaktasın?"

Zerath yanıt vermedi. Kılıcını kınından çıkarıp masanın üzerine koydu, ardından sandalyeye oturdu. "Sana Karanlığın Şafağı'nın hikayesini anlatacaktım."

Dymentsia kılıcı kendi önüne doğru çekti. Günlerdir doğru düzgün bir yemek yememiş olmasına rağmen çorbayı boş verip elini kılıcın kabzasında dolaştırdı. Kabzadaki en büyük taş almandindi, onun iki yanında küçük birkaç almandinler ve mavi-siyah bir tür kristaller vardı. Bıçağı büyülü ve siyah obsidiyendi. Almandinin yanındaki iki taş berile döndüğünde elini kılıçtan çekti. "Yakut'a varınca anlatırsın, Zinaida'nın bizi bekleteceğine şüphem yok." Ona baktı. "Taşlar değişti."

"Nedenini hikayesiyle anlatırım."

"Şimdi söyle, fikrimi değiştirdim." İki berilin yeşil renginin daha çok parıldadığını fark ettiğinde kılıcı ona doğru kaydırdı.

"Sen fikrini değiştirmezsin." dedi Zerath, taşlara bakarken. "Daha Safir'deyken kendin söyledin."

"Nedenini sen de bilmiyorsun o halde." dedi Dymentsia çorbasına geri dönerek.

Thalia aklından geçenleri söyledi. "Seninle bir düello yapacaktım, Kara Kraliçe."

"Yer ve zaman söyle." dedi Dymentsia.

"Safir'e döndüğümüzde, avluda. İzleyici olup olmamasını sen seç." dedi Thalia gülümseyerek.

"Lierra, Auramos ve Rhdenya olsun. Sen de birkaç kişi seç."

"Andreas?" diye sordu Thalia yanındaki adama.

"Sorman hata." dedi Andreas.

"Ve... Duanna."

"Ben de gelecek miyim?" diye sordu Zerath.

Dymentsia gülümseyerek ona döndü. "Düşüneceğim."


Bu bölümün ilk kısımda verdiğim bilgilerden pek bir şey anlamayabilirsiniz, daha sonra bahsedeceklerime ön bilgi için yazdım. Oy verip yorum yapmayı unutmayın :)

25.11.2017, 23.17

16.741, 2.461, 3.5

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top