Bölüm - 1
Rüzgara karşı uçmayı sever kuşlar.
İyi Okumalar...
☆☆☆
Zaman...
Ne kadar da basit bir kelime, değil mi? Sadece beş harf. Söylemesi en fazla üç saniye. Peki, benim için neden kolay değil? Neden; herkes mutlu mesut yaşarken, ben hep acılar içerisindeydim? Benim suçum neydi? Ben istememiştim ki bu hayatı, ben seçmemiştim acılarımı, ben istememiştim bu zorlukları... Arada bir şöyle geçmişe doğru çekiliyordum. Geziniyordum olmayan anılarımın içerisinde.
Hepsi boş, karanlık... Sonunu göremiyorum, boşluktan çıkamıyorum. Dediğim gibi, olmayan anılarımın ne tür günahı olabilirdi ki? Çocukluğumu yaşayamadım ki anılarım olsun. Çocukluğun sadece kelime anlamını biliyorum, neler hissettirdiğini hiç yaşamadım ki. Oyun oynarken, yaralandığında hissettiğin acı nasıldır mesela? O acıyı unutup, tekrar ayağa kalkar mısın? Tüm mutlu aileler yetimhaneye gelip severek çocuk alırken, bana New York'ta yaşayan en otoriter aile düşmüştü sanırım. Şuan, şirkette çıldırdıklarına adımın Gwen olduğu kadar eminim.
Onlar ile kan bağım olmasa da, yine de beni bunca senedir evlat olarak kabul etmişlerdi. Her ne olursa olsun, onlara hep minnettar kalacaktım. İstemesem de bunu inkar edemem. Beni bırakan ailemi bunca yıldır hiç aramadım. Sonuçta beni bırakmışlar değil mi? Bu yaşıma kadar tek bir eksiğim vardı. Sevgi. Sadece onlardan sevgi. Ailem çok zenginlerdi. Zaten hep bu yüzden otoriter olmazlar mı..
Para, mutluluk getirmez diyorlar. Tamamen yalan. Parayla mutlu olabilen bi insan bulamıyorlarsa bana gelebilirler. Bunu diyenlerin para görmediği kesin. Bu söz yerine şu söz daha doğru olurdu.
'Para, ne olursa olsun, sağlığı yerine getirmeyebilir...'
Kaderde varsa bir şey, istesende değiştiremezsin. Telefonumun titremesiyle kumun içine gömülen telefonu aldım. Ekranda ki kumları temizleyip açtım. Muhtemelen annemdi. Bakmaya gerek yok.
"Gwen, neredesin?"
İnce ve mükemmel İngiliz aksanlı olan sesini duymak, nedense rahatlama veriyordu. Acaba bu sefer ne oldu da çağıracaksın anne? Buradan duyabileceği yükseklikte nefes verip karşımda ki mükemmel manzaraya tekrar baktım.
"Uçurumun ucunda oturuyorum. Birazdan aşağıya atlarsam ne olur testine geçeceğim."
Kesin yine şakamı yutup bana kızmaya başlayacaktı. Uçan kuşlara bakarken
"Gwen! Sana bu şakaları yapmamanı daha önce defalarca dile getirdim! Gerçekten ne yapacağını kestiremiyorum. Hemen şirkete gel. İmzalaman gereken dosyalar ve ihaleler var. Acele et."
Yüzüme kapanan telefonu sertçe kuma fırlattım. Reşit olduktan sonra ailenin sözünü dinlemek zorunda değilsin sözünü kim söyledi? Çünkü, bu da yalan. Şu hale bak yirmi iki yaşında olsam da hala özgür değilim. Attığım telefonu alıp hasretine doyamadığım denizin karşısından kalktım. Alsa da beni götürse buralardan...
Nereyi olduğunu umursamadığım yerlere götürse beni.
Yeni kentlere, yeni diyarlara....
Bu gidişle gittiğim tek yeni yer diğer taraf. Ya cennet, ya da cehennem. Belki bu yapamadığım şeylerden dolayı arafta olurum. Tabi varsa eğer? Bu gün son kez. Son kez baktım yüreğime. Hızlı adımlarla yaklaşıp temiz suyuna elimi sürttüm. Bu histen öte, ne olabilir? Eğilip fısıldadım.
"Geleceğim. Bekle beni."
Ilık, tatlı bir rüzgar başladı. Sakin, bir o kadar da hırçın. Neydi bu gün seni sinirlendiren? Seni de mi harcıyorlar? Sana da mı hak ettiğini vermiyorlar? Sen ortaya çıktığın zaman, etrafa çıldırmış gibi kaçmaları yoksa seni üzüyor mu?
Ama sen üzülme. Rüzgar üşüyen için soğuk, üşümeyen için huzurdur.
Kıymetini bilen az. Telefonumun tekrar titremesiyle sinir seviyelerim tekrar yükselmeye başlamıştı. Ekranda'ki 'Anne' yazısı bile atacağı mesajın içinde ne yazdığını bilmeden tahmin etmeme yeterdi. Kesin 'Neredesin, acele et dedim sana!' mesajıydı. Kilit ekranında ki anne yazısına tıkladım. Tam da tahmin ettiğim gibi.
Kimden: Anne
Neredesin Gwen? Acele etmeni söylememiş miydim telefonda!
15:09
Cebime koyup üstümde ki takımı düzelttim. Bir kere hadi dedi, hemen olmak zorunda. Lacivert mercedes'i gördüğümde gözlerimi devirip ayağımı yere vura vura ilerlemeye başladım. Sanki ben tek başıma gelemiyorum. İlla beni sinirlendirecekler. Zaten sürekli beni sinirlendiriyorlar. Şoför koltuğundan çıkan Taylor'a bakmadan kendi kapımı açtım. Kimseye ihtiyacım yok.
Hele babamın adamlarına hiç ihtiyacım yok. Geri oturup kapısını kapattı. Aynadan olduğum yere bakıp gülümsedi. Pislik.
"Kemerinizi takmadınız efendim. Takar mısınız?"
Onun aksine ben gülmüyordum. Her halde kim olduğunu ve ya benim kim olduğumu çabuk unuttu.
"Kim olduğunu unutma şoför. Geldiğin gibi geri göndermekten diğerlerinin aksine ben çekinmem. Güvendiğin babamsa eğer (alayla) çok güvenmesen iyi edersin."
Boğazını kaşıyıp arabayı sürmeye başladı. Böyle ayar verirler adama. Dışarıda ki yürüyen insanların çoğunun dikkatini çekiyorduk. Son model, camları siyah filmle kaplı arabanın içerisinde kim olabilirdi ki? Ben varım millet! Hani şu ünlü mimar Alejandro Warren ve hem mimar hem de aktör olan Carla Warren'ın kızı Gwen Warren'ım. İnsanlar paramız olduğu için bizi çok mutlu sanıyorlar. Ama doğru bir bakıma. Onlar mutlular. Ben, tek başıma mutluyum. Şirketin önüne geldiğimizde beş sekreter de dışarıdaydı. Annemin iki, babamın iki ve benim salak. Ne gerek var ki onların sekreterlerine?
Günler geçtikçe anlamak daha da zorlaşıyor. Arabanın kapısını açmak için eğildiği sırada kapıyı sertçe açtım. Yüzüne çarpan kapıyla geriye düşen Taylor'a ifadesiz bakıp kapıyı kapattım. Güvenliklere işaret ettim. Ne yapmaları gerektiğini gayet iyi biliyorlar. *Hoş Geldiniz Efendim* kelimeleri havada uçuşurken kapıdan içeri girdim. Herkes üstüne çeki düzen vermeye çalışmaya başladı. Kenarda kahve yudumlayan kızlara dönüp durdum. Bakışlarımı gördükleri an ayağa kalkıp ellerini arkalarında birleştirdiler. Sanki onlara kahve içmeleri için para ödüyoruz. Mesai saati bu gibi ihtiyaçlar için var. Konuşun diye.
Siyah takımın üzerinde uzun at kuyruğu siyah saçlarım gayet güzel duruyordu. Dimdik asansöre yürüdüm. Önceden çağrılmıştı. En sevdiğim yanlardan biri de buydu. Burada ki çalışanların gözlerine dayanmak zorunda kalmıyordum. Aslında dayanırdım da hepsi merak içerisinde. Yaklaşık yarım saat önce sinirle buradan çıkarken neler yaşandığını merak ediyor olmalıydılar. Ama bu zerre umurum da değil. Aynı asansörde mecburen olduğum ve utanmadan bakan sekreterlere döndüm.
''Önünüze dönün!''
Babamın sekreteri bir şeyler homurdanırken sinirle ona döndüm. Yine boya badana yapıp gelmiş. Elini alnına götürüp terini silse eline tüm fondötenleri bulaşacak. Anlamıyorum neden bu kadar makyajla gelirsiniz? Asansörün katına bakıp gözlerimi devirdim. Çık çık bitmiyordu.
''Bir sorun mu var Abby?''
Gözlerini açıp başını eğdi. Ellerini geçen sefer uyardığımda ki gibi yapıp fısıldadı.
''Yok, efendim. Kusuruma bakmayın.''
Cevap vermeden bakmaya devam ettim. Asansör durunca ellerimi birleştirdim. Sonunda! Diğerlerinden önce çıkıp toplantı odasına doğru yürümeye başladım. Camdan gördüğüm kadarıyla hala aynı salaklar odanın içerisindeydi. Kapıyı açıp sekreterlerin gireceğini bildiğim için kapatmadan sandalyeme oturdum. En azından yarım saat sakinleşmeme izin verdiler. O da bir şey... Annem elinde ki mavi dosyayı önümde koyup yanımda ki yerine oturdu. Dosyayı açtığımda önümde lokantanın sunumu vardı. Hayır, hem çalışmayı beğenmedim hem de adamın niyetini. Dosyayı kapatıp ortaya iteledim.
Şaşkınlıkla bakıyorlardı. Sanki daha önce reddetmedim. Şu davranışlara bak. Annemin elimi tutmasıyla ona döndüm.
''Neden reddediyorsun Gwen? Hoşuna gitmeyen şey nedir?''
Omuz silkip karşımda ki ukalaya baktım. Evet, fazlasıyla ukala bir mimar. Mesleğinde bu kadar ukala olması daha da eksiler katacaktır eminim. Annem ama fazlasıyla istiyor gibiydi. Derin nefes verip gözlerimi kapattım. Elimin arasında ki elini sıkıp tekrar gözlerimi açtım.
''Lokantanın yerini, tarzını çok mu beğendin?''
Kafasını yavaşça sallayınca bir kol uzaklıkta ki dosyayı önümde uzanıp çektim. Ceketimin düğmesi kapalıyken oldukça zordu. Kapağını açıp imzalarken mimarın adını karaladım. Annem gülümseyerek bakıyordu. Bu onun adının eşlik edeceği ilk lokantaydı. Heyecanını anlayabiliyordum tabi ki.
''Mimarı değiştireceğim anne. Bunu adam yerine Kate Brandson ile çalışacağız.''
Gülümseyerek onaylarken beni karşımda ki ukalanın gülümsemesi hemen sönmüştü. Eh, gülme sırası bendeydi sanırım. Zaten hayatım böyle geçmiyor mu.. Onlar benimle ilgilenmediklerinin farkında değil. Bana sevgi göstermediklerinin farkında değiller. Ama ben onlar için istemediğim şeyleri onaylıyorum. Sırf sen mutlu olmaya devam et diye. Sanırım benim de borcum bu. Beni evlatlık almalarının hakkını vermek zorundayım. Zorundayım...
☆☆☆
Yeni kurgumla karşınızdayım. Her hafta bir bölüm gelecektir. Beğendiyseniz oylamayı ve bölüm hakkında yorum yapmayı unutmayın! İyi geceler herkese...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top