➳ Karalanmış Sayfalar | 26
-26-
Yeni bir gün.
Yeni kararlar.
Irmak ve sürekli verdiği ama bir türlü uygulayamadığı kararlar. Kaç defa Korel'den uzak durmaya çalışmıştı. Her defasında onu unutmak istemiş ama bir türlü unutamamıştı. Onunla ilgili verdiği tüm katı kararlar bir buz gibi erimişti her defasında.
Fakat bu defa kararlıydı. Dün gece onu Özge'yle gördüğü an içinde kopan fırtınalara engel olamamıştı. Korel'i hayatından çıkarma kararını çok zor vermişti, ama bunu yapma zorunda olduğunu bilmek tutunduğu tek daldı.
Masasındaki dosyaları önem sırasına göre dizerken telefonu çaldı genç kızın. Arayan İlkay'dı. Uzun zamandır görüşmediği arkadaşının araması ister istemez mutlu edip heyecanlandırmıştı Irmak'ı. İlk çalışta açtı telefonu. "Nerelerdesin, hayırsız?"
"Siz de pek hayırlı bir dost sayılmazsınız Irmak Hanım." Gülerek "Nasılsın?" diye sordu İlkay. Bir süredir yurt dışında olduğu için Türkiye'deki tüm arkadaşlarıyla ilişkisi sekteye uğramıştı. Kimseyi aramamış, kimseyle konuşmamıştı uzun süre. Şimdiyse vatanına dönmenin sevinciyle tüm dostlarını bir bir arıyor, eski bağlarını güçlendiriyordu. Önce Helen'i aramıştı, hâlini hatırını sorduktan sonra Irmak'la ilgili bilgi almıştı.
"Valla ben iyiyim, seni sormalı."
"Ben de iyiyim. Türkiye'ye döndüm işte. Eğitim bitti, orada bir iş de bulmuştum. Çalışıyordum. Ama artık orada daha fazla yaşayamayacağıma karar verdim. İnsanın kendi ülkesi gibi olmuyor tabi."
"Haklısın." Oysa kendisi Türkiye dışında her yerde yaşamaya razıydı. Daha doğrusu Korel'in olmadığı her yerde. Çünkü onunla dip dibe oldukça onu unutmak daha da zorlaşıyordu. Sanki uzaktayken unutmak daha mümkünmüş gibi...
"Bak ne diyeceğim, Helen'i aradım ama meşgulmüş. Şansımı senden yana kullanacağım. Bu öğlen yemek yiyelim mi? Eski günleri yâd ederiz."
Önce bunun iyi bir fikir olmadığını düşünse de son anda kararını değiştirdi. Korel Bey hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edebiliyorsa aynısını o da yapabilirdi. Hem bu ilişkinin mümkün olmadığını, uzak durmasını söyleyen de oydu. "Olur. O zaman şöyle yapalım, sen işyerime gel. Hem burayı görmüş olursun. Sonra yemeğe geçeriz. Nasıl fikir?"
"Harika! Öğlen oradayım, hazır ol."
Gülerek "Tamam, görüşürüz." diyerek telefonu kapattı Irmak. Hayatına devam etmenin tek yolu buydu. Onu unutup yola devam etmek. Bunun mümkün olmayacağını düşündüğü her saniye dün akşam Özge'yle kol kola içeri giren Korel'in umursamaz görüntüsü geliyordu gözlerinin önüne. Her defasında "O bunu hak etti." diyordu içten içe. Duyguları için savaşmayan bir adam için daha fazla acı çekmemeliydi. Ona yakışmazdı.
Korel'se dün akşam restorana girerken Irmak'ın onları gördüğünü fark etmişti ve yanlış anlaşılmaların çözülmesi için hiçbir şey yapmamıştı, belki de böylesi daha doğruydu. Irmak'ın onu Özge'yle görmesi bir bakıma daha iyi olmuştu. Çünkü her ne kadar benden uzak dur dese de Irmak'ı ikna edememişti. Bazen bir olay, binlerce sözden daha tesirli olabiliyordu. En azından Irmak ondan ümidi keser, hayatına devam ederdi.
Peki, Korel gerçekten böyle olmasını mı istiyordu? Irmak'ın onu unutup hayatına devam etmesini...
Şu saatten sonra onun ne istediğinin bir önemi yoktu ki. Olmasını istediği şey ile olması gereken çelişirken kendi istekleriyle yaşayamazdı. Yıllardır ona destek olan ailesini kaybetmekten ziyade o ailenin güvenini kaybetmekten korkuyordu.
●●●
Asansörde yönetim katına çıkarken dün akşamki saçmalığı düşündü. O iş yemeğindeki tuhaflıklara seyirci kalmak zorunda kalmıştı. Korel ve Özge içeri kol kola girmiş, arkalarından Irmak düşmüş yüzünü toparlamaya çalışır gibiydi. Özge'nin aptalca zafer kazanmış gibi gülümsemesi ise Merih için oldukça sinir bozucuydu. Hâlâ Korel için bir anlam ifade ettiğini düşünüyordu. Oysa o köprünün altından akan suların haddi hesabı yoktu. Evet, 1 yıl öncesine kadar Özge onun en büyük yarasıydı. Ancak sonra Irmak geldi, varlığıyla Korel'in yaralarını sardı. Tüm dengeler değişti. Asansör orta katta durduğunda açılan kapıdan içeri Özge girdi. Dün akşamın sahte zaferiyle yüzünde güller açıyordu. Hâlâ bir şeylerin düzeleceğine dair inancı tamdı.
"Merhaba."
İsteksiz bir yüz ifadesiyle "Selam." diye karşılık verdi Merih. Oysa onunla tek kelime konuşmak gelmiyordu içinden. Hâlâ burada olmak Özge'ye göre bir hareket değildi. O bu kadar gurursuz bir karaktere sahip değildi. En azından onun tanıdığı kadarıyla.
Özge ise gururunu ayaklar altına alalı çok olmuştu. Ufacık bir işaretin peşinden gidecek kadar çok seviyordu Korel'i. Onu bir kere kaybetmişti zaten, bir daha kaybedemezdi. Bunu yapamazdı. Dün akşam kısa bir süre de olsa eskisi gibi yaklaşabilmişti Korel'e. Onun kokusunu içine çekip huzur bulmuştu. Hâlâ umut vardı onun için. "Korel'i gördün mü?"
Aslında o ana kadar susmayı, hiç yorum yapmamayı tercih etmişti ama Özge'nin bu rahat ve iddialı tavırları bardağı taşıran son damla olmuştu. Kim olsa canı sıkılırdı herhâlde. Merih de Korel'in en yakın arkadaşı olarak, onun kalbinde kopan fırtınaları bildiği için Özge'nin hiçbir şansı olmadığının farkındaydı. Onun çabaları beyhudeydi. Korel'in kalbi artık tamamıyla Irmak'a aitti. Günün birinde kavuşsalar da, kavuşamasalar da... "Biliyor musun Özge, bence yeni umutlarla dolup taşmadan önce Korel'in kalbinde bir başkası olduğunu bilmelisin. En azından vaktini boşa harcamaz, durduk yere kendi kalbini kırmış olmazsın. Çünkü zor da olsa o seni çoktan unuttu."
"Ne demek bu?"
"Korel'in kalbinde bir başkası var. O başkasını seviyor."
Sertçe yutkundu Özge. Bu... Bu olamazdı. Onun tanıdığı Korel için aşk bir şey yaşanmıştı, o da Özge'yle olmuştu. Sevdiği adam onu unutmuş olamazdı. Mümkün değildi. Büyük bir yıkım ve hayal kırıklığı içine "İnanmıyorum sana." dedi hınçla.
Omuz silkerek umursamazca "İnanıp inanmamak senin tercihin." diyerek karşılık verdi Merih. "Ben sadece seni düşünüyorum."
İnanmak o kadar güçtü ki... Korel'in bir başkasına âşık olması imkânsız gibi bir şeydi. Çünkü sevdiği adam yaptığı hata yüzünden onu silerken bile kalbi aslında yalnızca kendisini aldatan kadına, Özge'ye aitti. Şimdi duygularının bu kadar kolay bir biçimde değişmesine anlam veremiyordu. Kimdi bu kadın? Neredeydi? Onu görmeliydi. Korel onun neyine âşık olmuştu, onun neyini sevmişti bilmeliydi. "K-Kim peki?"
Asansör kapısı açılırken sahte bir tebessümle "O da bende saklı kalsın." cevabını verip çıktı Merih. Toplantı odasına giderken uzun boylu ve karizmatik bir adam Irmak'ın odasına doğru gidiyordu. Kim ki acaba, diye düşündü. Bu şirketten biri olmadığı belliydi. Ne bir göz aşinalığı yaşadı, ne de şirkettekiler gibi resmi giyinmişti. Kahverengi deri ceketi ve kot pantolonuyla gayet spor giyinmişti. Üstelik oldukça etkileyiciydi. Tüm bunlar aklına tek bir şey getiriyordu; Irmak'ın görüştüğü bir erkek mi vardı?
Sonunda olacağı buydu. Köpek gibi âşık olmasına rağmen "Benden uzak dur, biz olamayız." triplerine giren arkadaşı olacakları hesaba katmış olmalıydı. Sonuç olarak Irmak onu uzun yıllar bekleyecek değildi. Hiçbir kadın olmayacak bir şey için yıllarca yas tutup beklemezdi. Bu yüzden genç kızı suçlayamazdı. Tüm suç Korel'indi. Irmak, çoğu genç kızın davranamayacağı kadar cesur bir biçimde Korel'in karşısına dikilmişti. Ama genç adam her seferinde onu itmiş, reddetmişti, konu kendinden uzaklaştırmıştı. Artık Irmak'ın bir erkek arkadaşı varsa bile sonuçlarına katlanmak zorundaydı.
İlkay ise sora sora Irmak'ın odasının önüne kadar gelmişti. O kadar uzun zaman olmuştu ki, görüştüğü her arkadaşıyla aynı heyecanı yaşıyordu. Artık buradaydı, memleketine kesin dönüş yapmıştı. Bundan böyle tüm arkadaşlarıyla daha sık görüşecekti. Her şey eskisi gibi olacaktı. Usulca kapıyı tıklatıp içeri girdi. Masada dosyalara gömülmüş Irmak'ı görünce şaşırdı. O hiç böyle bir yerde bu şekilde çalışan ciddi ve işkolik biri değildi ki. Yani laubali bir yapısı da yoktu ama böyle düzenli ve ciddi işlere gelemezdi o. Ne işi vardı burada, pek anlam veremedi. "Ben geldim!"
Dosyalara gömülmüş başını kaldırdı ve tebessüm etti Irmak. "Hoş geldin."
"E hadi, hazır değil misin?"
"Önce bir kahve söyleseydim sana."
"Gittiğimiz yerde içeriz. Önce güzel bir yemek, sonra da kahve."
"Eh, iyi madem. Paltomu alayım, çıkalım." Çantasını ve paltosunu alıp İlkay'la odadan çıktıklarında adamın kendisini dikkatle süzdüğünü fark etti ve "Ne oldu?" diye sordu.
"Giyim tarzın hiç değişmemiş."
"Başka şeylerim değişmiş yani."
"Bilmiyorum, ama burası pek senin çalışabileceğin bir yere benzemiyor. Helen, amcanın şirketi olduğunu söyledi."
"Mecburiyetten. Bir projem var, bitince özgürüm."
"Diyorsun."
Gülüşürlerken önünde bekledikleri asansörün kapıları açıldı ve içerideki topluluk teker teker çıktılar. Kalanlar ise yalnızca Merih, Korel ve Özge'ydi. Irmak şuan onu görmeye hazır değildi, ama karşı karşıyaydılar işte. Yine Özge vardı yanında. İçinden "Eee ne demişler, alışmış kudurmuştan beterdir." deyiverdi. Korel ona gereken cesareti veriyorsa Özge de bunu kullanacaktı elbet. Onun kızdığı kişi Özge değildi, sevdiği adamdı. Neden kızdığıysa çok açıktı. Tabi ki Korel onu sevmek zorunda değildi, ama tavırlarıyla ona âşık olduğunu yeterince açık etmişken sırf onu kendinden uzak tutmak için Özge'yle olması... Bu hem acınasıydı, hem de Irmak'ı fena hâlde kızdırıyordu. Bu yüzden o Korel Efendinin gözünün yaşına bakmayacaktı. Merih ve diğerleriyle selamlaştıktan sonra İlkay'la asansörden içeri girdi ve genç adamın koluna girdi. Gülüşmeye devam ettiler.
Arkalarında kalan Korel ise gerilmişti. Bu adam kimdi ve Irmak neden ona yarın yokmuş gibi gülüp duruyordu? Bu adam Irmak'a dur durak bilmeyen kahkahalar attıracak kadar ne anlatmış olabilirdi? Ve daha da önemlisi, Irmak bu adamla ne yapıyordu? Onlar asansörden indikten sonra yay gibi gergindi adam.
Ve hem Merih hem de Özge bunun farkındaydı. Merih "Ben sana demiştim, şimdi sonuçlarına katlan." anlamına gelen kaşlar yukarı bakışıyla ağzının payını verirken Özge oldukça tedirgin görünüyordu. Şimdi anlaşılmıştı Korel'in kime gönül verdiği. Irmak denen o kısa değer verdiği o kadar açıktı ki, nasıl daha önce anlamadım diye dövünüyordu içten içe. Onu önemsiyordu. Ona değer veriyordu. Öyle ki, bir erkekle samimi olmasına bile katlanamıyordu. Patlamak üzere bir bomba gibi indi sonraki katta. Merih ve Korel baş başa kaldı.
Merih'in rahatsız edici bakışlarından bunalan genç adam "Hadi söyle, rahatla!" diye bağırdı aniden. Bu onun eseriydi. Irmak'ı kendinden uzaklaştırıp başka bir adamın kollarına atan kendisiydi. Onu kıskanıp deliren yine kendisiydi. " 'Her şeyin sorumlusu sensin. Yaptığın hataların bedelini ödüyorsun. Şimdi çek cezanı.' desene! Ne duruyorsun?"
"Ben senin düşmanın değilim geri zekâlı! Acı çekmenden keyif alıyor değilim. Ama belli ki sen kendine acı çektirmekten zevk alıyorsun. Irmak'ı kendinden uzaklaştırdın, bir aşkı doğmadan öldürdün. Şimdi ben ne desem boş. Bedelini ödeyecek olan sensin sonuçta. Ama şunu unutma Korel, bu yolun geri dönüşü yok. Yıllar sonra pişman olursan bu işin dönüşü yok!"
Dostu arkasına bile bakmadan çıkıp giderken yapayalnız kalmanın verdiği o ıssızlıkla etrafına bakındı. Her baktığı köşede kendi yansıması vardı. Gözlerinde taşıdığı Irmak'ın aşkından kaçacak hiçbir yeri yoktu. Asansör ona kâbus olmuştu. Sevdiği kadını kaybediyordu ve buna seyirci kalmak zorundaydı. Ne acı.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top