➳ Karalanmış Sayfalar | 24

-24-

Haftalar birbirini acımasızca kovalarken zaman; her şeyi unutmak isteyen Irmak için de, kendini dizginlemeye çalışan Korel için de her şeyi unutturan bir ilaç değildi. İş dışında birbirilerini görmezden geliyorlar, toplantılarda en uzak köşelere oturmaya gayret ediyorlardı. Sorunun böyle çözülmeyeceğini bilmelerine rağmen ellerinden daha iyisi gelmiyordu. Toplantılarda kaçamak bakışlara engel olamıyorlardı mesela. Irmak onu düşünmekten kendini alıkoyamazken Korel sürekli neden olamayacaklarını kendine hatırlatmak zorunda kalıyordu.

Geceleri geç saatlere kadar çalışan Korel, işi bittiği zaman odasında usul usul içiyordu. Onu düşünüyor, kendine bu şekilde eziyet ediyordu istemsizce. Irmak'sa susuyordu yalnızca. Onu düşünüyor ama umursamıyormuş gibi davranma rolünü iyi beceriyordu. Helen sorduğunda "Yok bir şey," demek daha kolay gelmeye başlamıştı artık. Korel hâlâ seviyordu Özge'yi, genç kız böyle olduğunu düşünüyordu. Eğer sevmiyorsa o geldiğinden beri Irmak'a neden soğuk davranıyordu ki? Tüm bunları düşünmek kafasını karıştırıyor, canını sıkıyordu. İşin kötüsü, aklını başka bir meseleye yoğunlaştıramıyordu. Nereye baksa Korel vardı, onun sert ve parıltılı gözleri... Ona olan duygularını çiğneyemiyordu. Hâlbuki yapması gereken şey çok basitti; onu unutmak!

Üstelik babasının ölümüyle alakalı o kirli oyunlara karışmıştı Korel. İstese de istemese de bu olayın bir parçasıydı. Buna rağmen Irmak için genç adamı unutmak, yok saymak neden bu kadar zordu? Bu işin daha kolay bir yolu yok muydu?

Hava kararmak üzereydi. Cam kenarında dumanı tüten filtre kahvesini yudumlarken tüm bunları düşünmek yorgunluğunu almak yerine aklına ve kalbine yeni yorgunluklar ekliyordu. Dakikalardır arkasında dikilen arkadaşını fark etmeyişi bu yüzdendi belki.

"Irmak."

Aniden arkasına döndü. "Korkuttun beni." Pencereye dönüp kahvesinden bir yudum daha aldı. Haftalardır etrafta bir aptal gibi dolanmak oldukça can sıkıcı bir durumdu onun için.

"Bu ilk seslenişim değil." Irmak'ın karşısındaki koltuğa kuruldu Helen. Neler olduğunu sormaktan yorulmuştu artık. Her sorduğunda aldığı cevabın "Yok bir şey." 'den öteye gitmemesi de oldukça moral bozucuydu. Arkadaşı gözlerinin önünde eriyip giderken ayakta durma mücadelesi veriyordu ve Helen'in elinden hiçbir şey gelmiyordu. Son kez adamakıllı konuşmaya karar verdi genç kız. "Irmak."

"Efendim."

"Neyin var?" Arkadaşı daha ağzını bile açmadan "Bak bu sefer de bir şeyim yok dersen kafanı kırarım, hiç yoktan kırık bir kafan olur haberin olsun!" diye şarladı. "Söyle artık, neyin var?"

"Bilmem. Ben de neyim olduğunu bir bilsem..."

"Nasıl yani, neyin olduğunu bilmiyor musun cidden?"

"Helen, üstüme gelmesen nasıl olur?"

"Haftalardır seni kendi hâline bırakıyorum zaten. Yaptığın tek şey cam kenarında hindi gibi düşünmek. Böyle nereye varmayı düşünüyorsun?" Sessizliği tercih ederek camdan dışarı bakan arkadaşını seyretti usulca. Aslında onun neyi olduğunu çok iyi biliyordu ama... "Korel'i düşünüyorsun, değil mi?" İnkâr etmeye hazırlanan Irmak'ı "Sakın inkâr etme, ben kör değilim!" diye uyararak susturdu.

"Biliyorsan neden soruyorsun o zaman?"

"Benimle paylaşmanı istiyorum Irmak. Günlerdir, haftalardır ne kadar acı çektiğini görebiliyorum."

"Acı çekmiyorum Helen, abartma. Bir erkek için neden acı çekeyim ki?" Kendi kendine "Hem de beni sevmeyen bir erkek için..." diye söylendi öfkeyle. Kendine kızıyordu. Onu bu kadar önemsediği için. Hayatına kaldığı yerden devam edemediği için. Hem de henüz hiçbir şey yaşamamış olmalarına rağmen...

"Acı çekmiyorsun ama onu düşünüyorsun." Birden aklına gelmiş gibi "Hem seni sevmediğini nereden çıkarıyorsun?" diye sordu Helen.

"Çünkü eski sevgilisi şirkete geldiğinden beri bana soğuk davranıyor. Görmezden geliyor. Umursamıyor."

"Ya yanlış anlıyorsan?"

"Aptal değilim, görüyorum. Beni sevmiyor. Sanki beni öpen o değilmiş gibi..."

Aniden koltuğun tepesine fırlayarak çığlık attı kız. "Ne? Seni öptü mü? İnanamıyorum! Ciddi anlamda öpüştünüz mü?" Heyecanla koltuktaki eski yerine kuruldu ve hikâyenin devamını duymak için sabırsızlanmaya başladı. "Eee nasıldı, anlatsana biraz!"

"Neyini anlatayım Helen ya, her şeyi abartmaya bayılıyorsun. Bir anlık bir şeydi zaten, sonra bu konuyu bir daha hiç konuşmadık."

"Ne zaman oldu bu?"

"Her şeyi öğrenip evi terk ettiğim gece. Tartışıyorduk, birden oldu işte. Nasıl olduğunu anlamadım. Ama içimde bir şeyler... Böyle... Kıpır kıpır oldu, anlıyor musun? Tuhaf bir hisse kapıldım. Daha önce hiç tatmadığım bir hisse."

"Âşık olmuşsun sen."

"Hayır, aşk böyle bir şey değil."

"Nasıl bir şey peki bayan çokbilmiş?" Ayağa kalkıp elini beline dayayıp dostuna meydan okurcasına "Sen aşk hakkında ne biliyorsun ki? Ayrıca daha önce böyle bir duygu hissetmediğini az önce kendin söyledin." dedi.

"Hayır, bu aşk değil. Aşk olsaydı bilirdim Helen. Sadece..."

"Sadece onu düşünmeden bir saniyen bile geçmiyor, onsuz nefes alamıyorsun ama bu aşk değil."

Arkadaşının sesindeki alaycılık rahatsız ediciydi. Korel'e âşık değildi, olamazdı. Olmamalıydı. Eğer olursa bu bir felâket olurdu. Ona karşı bazı duyguları olduğunu biliyordu. Gelgitli. Ve fırtınalı. Ama asla aşk değil. Olamazdı.

"İyi o hâlde, sen kendini kandırmaya devam et. O zamana kadar da bahsettiğin yelloz da Korel'i alır gider." Ayağa kalkıp giderken göz ucuyla arkadaşına baktı ve imalı bir ses tonuyla "Kolay gelsin sana, yalnız ve güçlü kadın." diyerek odayı terk etti.

Helen gittikten sonra çok düşündü Irmak. Haklı olabilirdi. Bu sözlerin üzerine bu koltuktan kalkmadan haftalarca hatta aylarca düşünebilirdi. Aşkına sahip çıkmayan biri ne kazanabilirdi ki? Yalnızlık. Mutsuzluk. O kadar vahim miydi durum? Gerçekten duygularına gözlerini kapıyor olabilir miydi? Korel'i sevdiği hâlde onu kendi elleriyle başkasının kollarına mı bırakıyordu? Saçmalık! Korel onu sevmiyordu ki? Ondan hep uzak durmuştu. Hatta "Benden uzak dur," demişti hep. Tabi sonra da öpmüştü Irmak'ı. O da ne istediğini bilmeyen dengesiz bir aptaldı. Tıpkı kendisi gibi.

Odasına yürüdü, kıyafet dolabını açtı ve üzerine uygun bir şeyler bulup giydi. Şirkete gitmeliydi. Bitirmesi gereken bir tasarım projesi vardı. O proje bitince Korel'le bir daha yüz yüze gelmek zorunda kalmayacaktı. Her şey bitecekti. Bir taksi çağırıp şirketin yolunu tuttu. Kapalı tuttuğu telefonunu kısa süreliğine açtığında bir sürü cevapsız aramayla karşılaştı. En çok annesi aramıştı. Sonra babaannesi, amcası... Aynı şirkette olmalarına rağmen amcasını görmüyordu. Görmek istemiyordu. Onun yüzüne baktığında gördüğü tek şey bir katildi çünkü. Toplantılara katıldığında bile onu görmezden geliyordu. İş dışında amcasının ona yaklaşmasına izin vermiyordu. Annesinin cevapsız aramaları, "Ne olur benimle konuş kızım, dayanamıyorum." içerikli sesli mesajları onun için bir şey ifade etmiyordu. Hangi söz, hangi kelime ölen babasını geri getirebilirdi ki? Onu hangi teselli cümlesi kendine getirebilirdi? Düşünmesi gereken o kadar çok şey vardı ki... O ise sadece babasını ve Korel'i düşünüyordu.

Şirketten içeri girip asansöre doğru yürürken tüm yaşananların aslında hiç yaşanmamış olmasını istedi. Yok sayabilmeyi. Unutmayı. Ağlamıyordu mesela babası için. Güçlü durmayı tercih ediyordu. Çünkü eğer ağlarsa bir daha susamayacağını, düşerse tekrar ayağa kalkamayacağını iyi biliyordu. Bu yüzdendi güçlü duruşu.

●●●

Dün gece çok içmişti. Neyse ki alkole alışkın ve dayanıklıydı. Ufak bir baş ağrısı dışında hiçbir şey hissetmiyordu. İmzaladığı dosyaları asistanına verdi ve "Merih Bey de baksın, sonra postalayın." dedi.

"Peki, Korel Bey."

Asistanı odadan çıkar çıkmaz kapı çaldı. Yine bir şey unuttu herhalde, diye düşünürken "Gir!" dediği an onu bekleyen sürprizle karşı karşıya geldi. Özge... Onun burada ne işi vardı? "Beni bir daha görmeyeceksin." dememiş miydi? Şimdi neden gelmişti? Hayatını alt üst etmek için neden bu kadar ısrarcıydı. Yıllar önce yaptığı gibi şimdi tekrar yıkmak istiyordu onu, belli. Bu yüzdendi sürekli etrafında dolanması. Ama artık Korel'i yıkamazdı kadın. Çünkü onun kalbi bir başkası için atıyordu. İmkânsız biri için... Bunu Özge'yle yüzleştiği o gün iyice anlamıştı. Şimdiyse onun gözlerine ifadesiz bir biçimde bakıyordu yalnızca. "Neden geldin yine? Ne istiyorsun?"

"Gidiyorum Korel."

Bezgin ve umursamaz bir ifadeyle "Nereye?" diye sordu. Gelişi umurunda olmadığı gibi gidişi de onun için hiçbir şey ifade etmiyordu ki. "Niye geldin, niye gidiyorsun?"

"Prag'a dönüyorum. Artık senin için hiçbir şey ifade etmediğimi anladım. Buraya... Seninle tekrar deneyebilir miyiz diye düşünerek gelmiştim. Seni unutamadım. Kalbimden atamadım bir türlü. Ama sen..."

"Ben bitirdiğim bir ilişkiye tekrar başlamam Özge. Üstelik temelde bu ilişkiyi bitiren de sen olmuştun, hatırlatırım. Hayatımıza bir başkasını sokan sendin, ben değil. Şimdi son pişmanlığın bir faydası yok. Buraya hiç gelmemeliydin."

"Biliyorum, her şey benim suçum."

Merih'in odasına doğru giden Irmak, ister istemez aralık kapıdan gelen seslere kulak misafiri olmuştu. Etrafına bakındığında kimse yoktu. Belli etmeden kapının kenarına yaklaştı ve içerden görülmeyeceği bir pozisyonda saklanarak konuşulanları dinlemeye koyuldu. Konuşanın Özge olması onu daha da çekmişti. Ne diyordu yine acaba Korel'e?

"Ama telafi edebilirdim Korel, biliyorsun. Seni seviyorum."

"Artık çok geç. Bir kere ihanet eden, hep eder! Benim hayatımda öyle birine yer yok Özge, bunu anlasan iyi edersin. Gitmen de isabetli bir karar olmuş. Zaten bana sorarsan buraya hiç gelmemeliydin."

"Artık hayatından tamamen çıkıyorum Korel, rahat ol. Bir daha seni hiç rahatsız etmeyeceğim. Mutlu ol."

"Sen de."

İçten içe sevinen Irmak, Özge'nin ayak seslerini duyunca artık oradan ayrılmanın zamanı geldiğini anladı ve hızlı adımlarla koridorun diğer ucunda kayboldu. Bu mutluluğu niyeydi? Madem Helen'e söylediği gibi Korel'e âşık değildi, neden bu kadar seviniyordu? Özge gitse bile aralarında bir şey olmayacaktı ki. Neydi bu manasız sevincin sebebi?

Merih'in odasında olmadığını öğrenince "İki dakika yerinde durmaz ki." diye söylenerek kendi odasına doğru yürüdü. Pek ortalarda görünmemeyi tercih ediyordu çünkü amcasıyla karşılaşmak ona istemediği şeyler yaptırabilirdi. Odasına yaklaşırken asistanlardan biri "Nevbahar Hanım geldiler, odanızda sizi bekliyorlar." deyince gerildi Irmak. Böyle bir yüzleşmeye hazır değildi henüz. Ne zaman hazır olurdu, onu da bilmiyordu. Haftalardır düşünüyordu bunu. Aileden biriyle babasının ölümü hakkında konuşmak ürkütücü geliyordu ona. Her akşam masaya oturduğu insanlar aslında onun hayatıyla ilgili saklı bir gerçeği bile bile susmuşlardı. Bu ihanet değildi de neydi? Artık onlara nasıl güvenebilirdi?

Üstelik o insanların arasında en güvendiği kişiydi Nevbahar Hanım. Babaannesiydi onun. O evde en çok anlaştığı kişiydi. Babaanne özlemini giderdiği, sevecen bir kadın olarak görmüştü onu hep. Oysa arkasından işler çeviren bir yalancı çıkmıştı. Nasıl hiçbir şey olmamış gibi karşısına geçip konuşabilirdi ki onunla?

Usulca kapıyı aralayıp içeri girdiğinde yaşlı kadının misafir koltuğunda oturduğunu gördü. Artık geri dönüş yoktu, onunla konuşmak zorundaydı. Sonucu ne olursa olsun.

"Irmak, kızım..."

Kollarını kavuşturdu ve girizgâhı geçerek ilgisiz bir ifadeyle "Sizi dinliyorum." dedi. Onunla konuşacak derin bir mevzusu yoktu. Aslında onunla konuşacak tek kelimesi bile yoktu. Annesine ne kadar kızgınsa ona da o kadar kızgındı. Kandırılmış ve aptal yerine konmuştu. Bir aptal olduğu doğruydu. Söylenen her şeye inanıyordu çünkü. İnanmamalı, araştırmalıydı. Ama nereden bilebilirdi ki?

"Bize kızgın olduğunu biliyorum. Çok haklısın. Ama biz seni-"

"İnsan umursadığı kişilere kızgın veya kırgın olur. Sizler benim için hiçbir şey ifade etmiyorsunuz artık. Buraya dönmemin sebebi de yarım kalan projemi tamamlamak. Ondan sonra hiçbirinizi görmeyeceğim. Gideceğim buralardan."

"Kızım, yapma ne olursun. Bir anlık öfkeyle-"

"Bir anlık öfke mi? Böyle demek sizi rahatlatıyorsa öyle olsun. Ama ben yalandan avuntularla içimi rahatlatamam Nevbahar Hanım. Bir oğlunuz diğer olduğunuzun ölümüne sebep olurken sessiz kalmak sizin için çok da mühim bir olmayabilir, ama benim için mühim. Çünkü ölen benim babam."

"Yavrum kimse böyle olmasını istemezdi, sen de biliyorsun."

"Ama oldu. Babamı kaybettim ben. Hayattaki en iyi dostumu, sırdaşımı, kahramanımı kaybettim. Hayatımın bir yarısı gitti, diğer yarısını da şimdi ben koparıp atıyorum. Bir annem olduğunu reddediyorum. Annesini yok saymış bir insan size acır mı sanıyorsunuz?"

"Irmak, yavrum annen perişan. Evde yatak döşek yatıyor, çok kötü. Kahroldu sana söyleyemediği için, ama ben rica etmiştim. Seni yeni bulmuşken kaybedemezdim, anla beni. Ben sana çok alıştım kızım. Seni çok sevdim. Olduğun gibi... Dürüst, cesur hallerine tav oldum. Seni anlıyorum, kızgın ve kırgınsın. Haklısın, kimse sana haksızsın demiyor ama böyle olmasını kimse istemedi. Böyle olmaması için çok uğraştık ama oldu. Elden ne gelir? Baban da biliyordu sonuçlarının böyle olacağını. Bu yüzden seni uzak tuttu, kendi uzak durmaya çalıştı ama aile hasreti başka şeye benzemez kızım. Asla tamamen koparıp atamadı bizi. Çünkü o bizi seviyordu. Biz de onu... Biz bir aileydik. Biz, güzel bir aileydik."

Kadının haklı olduğu taraflar vardı, Irmak bunun farkındaydı. Ama o babasının amcası yüzünden ölmesinden çok bunun kendisinden saklanmış olmasına kızıyordu. Evet, kimse böyle olsun istemezdi ama olmuştu işte. Zamanı geri alamazlardı. Şuan bunları konuşmak için doğru bir zaman değildi. "Gidin lütfen."

"Kızım..."

"Şuan yaralarım henüz sarılmış değil. Bunları sizinle konuşamam. Lütfen, şimdi gidin. Belki sonra..."

Boynunu büküp "Peki, kızım..." demekten öteye gidemedi Nevbahar Hanım. Genç kız haklıydı ve üzgündü. Yaraları tazeydi hâlâ. İlk günkü gibi... Üstüne gitmek her şeyi daha kötü hâle getirebilirdi. Bu yüzden üstelememek en iyisiydi.

Babaannesi usulca çıkıp gittikten sonra masasına oturup kafasını boşaltmaya çalıştı. Ölen babası hakkındaki gerçekleri öğrenmişti ve bitirmesi gereken yarım kalmış bir projesi vardı ve o hâlâ Korel'i düşünebiliyordu. Ne çelişki ama! Bunca derdin arasında Helen'in deyimiyle aşka meşke yer ayırabiliyorsa yeterince acı çekmiyor demekti.

Ama elinde değildi. Her acı kendine hastı. Her acıyı kalbinin ayrı bölmelerine kapatmıştı. Kalbinin her odacığı farklı farklı sızlıyordu. Buna engel olabilir miydi? Mümkün müydü bu?

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top