➳ Karalanmış Sayfalar | 17/2
-17- / 2
Eve geldiğinde Irmak'ı ortalarda görmedi. Yine odasına saklanmış olmalıydı. Ancak odasına da gidemezdi, çünkü salon insan doluydu. Tüm ev ahalisi oturmuş sohbet ediyordu. Bu çok dikkat çekebilirdi. Bu yüzden direkt odasına çıktı Korel. Yatağına uzanıp bugünü düşündü. Irmak'ın kızınca pembeleşerek saçlarıyla renk bütünlüğü sağlayan yüz hatlarını ve onların o şekilde ne kadar şirin göründüğünü düşündü. Bugün yeşil lens takmıştı mesela. Genelde sıcak bir kahverengi olan gözleri bugün ışıltılıydı. Ona her renk yakışıyordu. Ne yapsa, ne giyse yakışıyordu. O bulunduğu ortamın şartlarına uyum sağlamazdı, şartları kendine uydururdu. Belki de onda en sevdiği özellik buydu.
Ertesi sabah aç olmamasına rağmen sırf genç kızı görebilmek için kahvaltıya inse de onu göremedi. Erkenden çıkıp gitmişti anlaşılan. Hemen Sinan'ın kollarına koşmuş olmalı, diye geçirdi içinden. Aracına binip şirkete giderken durdu ve düşündü. O istediği kadar Irmak'ın etrafındaki erkekleri uzaklaştırabilirdi. Ama sonunda onun da hayatında biri olacaktı. Sonsuza dek etrafındaki tüm erkekleri imha edemezdi ya. Kıza hem "Seninle olamayız." mesajı veriyordu, hem de kendine ait bir yaşam alanı yaratmasına, birileriyle ilişki yaşamasına izin vermiyordu. Nasıl olacaktı bu iş? Öte yandan onun yanında bir erkek görmeye dayanamazdı. Ya bu deveyi güdecekti, ya da bu diyardan gidecekti. Ona diyardan gitme kısmı mı düşüyordu?
Şirkete geldiğinde Irmak yine ortalarda görünmüyordu. Peşinden koşup onunla konuşmaya çalışmadı o an. Yanına gitse, konuşmaya çalışsa ne diyecekti ki? Konuşacak pek bir şeyi yoktu. Belki de genç kız en iyisini yapıyordu. Kaçıyordu. Oluşabilecek tüm sorunlardan, araya girebilecek tüm engellerden kaçıyordu. Odasına doğru yürüdü. Bıraksa adımları yine onu Irmak'ın odasının önüne götürecekti. Ama yapmadı. Yapamazdı. Bu dengesizlikleri ikisine de iyi gelmiyordu, farkındaydı. Dün akşam çok kızdırmıştı Irmak'ı. Evet, komikti ve hoşuna gitmişti ama bir an önce karar vermeli ve o karara uymalıydı. Kafası çok karışıktı. Aklı ve kalbi farklı şeyler söylüyor, kafasını büyük tartışma uğultularına boğuyordu. Korel tüm bunları bir kenara bırakıp odasına girdi ve yine karşısında Merih'i buldu. "Sen benim odamda mı yatıp kalkıyorsun, çok merak ediyorum doğrusu. Evin yok mu senin?"
Elleri ceplerinde camdan dışarı bakarken arkadaşına dönen Merih ise şüphe dolu bakışlarla arkadaşına döndü. "Ne o, rahatça aşk acını çekmene engel mi oluyorum?"
"Ne saçmalıyorsun Merih?"
Korel'in sorusunu umursamaz bir tavırla yanıt bıraktı adam. Ancak bakışları onu inceler gibiydi. Hatta sorgu odasındaki bir dedektif gibi. "Şu tasarımcı çocuk, Sinan."
"Eee ne olmuş ona?"
"Adamı dün mesaiye bırakmışsın." Kaş göz işaretiyle eş zamanlı olarak "Ne iş?" diye sordu.
"O da sıradan bir çalışan ve gerektiğinde mesaiye kalacak. Ne var bunda?" Gergin bir yüz ifadesiyle gözlerini kıstı. "Ya sen ne öğrenmek istiyorsun, açık açık sorsana! Böyle karşımda kıvranıp durma!"
"Irmak..."
"Eee Irmak, Irmak! Yeter! Her şeyi de ona bağlamaktan vazgeç Merih."
"E bana düşünecek başka bir şey bırakmıyorsun ki. Dün bunlar sıkı fıkıydı, sen de gittin o adamı mesaiye bıraktın."
"Alakası yok Merih, abartıyorsun. Olayı kişiselleştirme."
İç geçirdi adam. Meraklı bakışlarını gölgeleyen uzun kirpikleri bir kadınınkini aratmayacak kadar hoş duruyordu. Neyin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Asıl olayı kişiselleştirenin Korel olduğunu da. Beklenmedik bir anda "Oğlum sen bu kıza karşı bir şey hissetmiyorsun, değil mi?"
Karşısında duran adam oldukça inatçıydı. Duygularını daha tam olarak kendine bile itiraf edemezken neyin peşinde koşuyordu bu Allah aşkına? Ne duymak istiyordu, ne öğrenmeyi bekliyordu? Hem öğrense de ne olacaktı ki? Abartılı bir öfkeyle karşı çıktı. "Saçmalama be Merih! Başımızda bu kadar bela varken ben âşık olmaya vakit bulamıyorum, sen bunlarla uğraşacak vakti nereden buluyorsun?"
"Çevir sen muhabbeti, çevir." Bilmiş bir yüz ifadesi ve umursamaz tavırlarıyla "O kız da senden hoşlanıyor, haberin olsun." dedi.
Koltuğuna oturmuş elindeki dergiyi kurcalarken "Magazin muhabiri olmak istiyorsan yanlış yerdesin." yanıtını verdi Korel. Kızın kendisinden hoşlandığını biliyordu zaten. Tek sorun, aradaki aşılamaz engellerdi ama belli ki aklı beş karış havada arkadaşı tüm bunların farkında değildi. Merih çıktıktan bir süre sonra odasına sığamaz olmuştu. Düşünceleri onu köşeye sıkıştırıyor, hesap soruyordu sanki. Neden bu kadar dengesizce davrandığına bir açıklama getirmeye çalışıyordu. Olmayacağını bile bile düşünmek, olmasını hayal etmek niyeydi? Tüm bunları düşünürken odasındaydı ama kendine geldiğinde Irmak'ın odasının önündeydi. Buraya nasıl gelmişti? Ayakları onu buraya getirmek için neden bu kadar ısrarcıydı? Kızdı kendine. İradesizliği başına büyük işler açacaktı. Tam kapıyı çalacakken aralık kalan kısmından Irmak'ı gördü. Elinde bir fotoğraf vardı ve ona bakıp duruyordu. Eğer kapıyı çalıp aniden içeri girerse fotoğraftakinin kim olduğunu asla öğrenemezdi. Ama durup dinlerse hâlâ bir şansı vardı. Arda'nın fotoğrafıyla konuşmadığı kesindi. Çünkü isteseydi onu ayaklarına paspas bile yapabilirdi fakat istemiyordu. Sinan meselesi de başlamadan bittiğine göre kimin fotoğrafıyla konuşuyordu?
Irmak ise içinde bulunduğu bu karışıklıklardan sıyrılmanın yolunu babasının fotoğrafıyla dertleşmekte bulmuştu. "Seni çok özledim baba... Sensiz hayat çok sıkıcı, tatsız. Seninle oturup kahve içmeyi, konuşup dertleşmeyi özledim. Hiçbir şey yapmadan karşılıklı oturup susmayı bile özledim. O anların kıymetini bilememişim meğer. Her an elimden kayıp gideceğini anlayamamışım. Şimdi öyle kızıyorum ki kendime..."
İster istemez etkilenmişti Korel. Babasını özleyen bir kız çocuğuydu karşısındaki. İçten içe yeterince acı çekiyordu zaten, bir de kendisi dengesizlikleriyle canını sıkıyordu. Gerçekten buna hakkı var mıydı? O an kendine öyle kızmıştı ki, konuşmak için tek bir adım dahi atmadı. Irmak'a görünmeden oradan uzaklaştı.
Öte yandan onunla ilgili bazı şeyleri saklayarak Irmak'a çok büyük bir haksızlık ettiğinin de farkındaydı. Babası hakkındaki gerçekleri ne olursa olsun ona söylemesi gerekirdi. Ama bunu yapamazdı. Çünkü buna hem Kemal abi çok kızardı, hem de bu gerçeği öğrenmek Irmak'ı bu aileden uzaklaştırırdı. Tabi kendisinden de. Korel yine bencillik yaptığının farkındaydı. Doğru, aşk çoğu zaman fedakârlık istiyordu ama bazen aşk bencilliği de barındırıyordu içinde. Onu kaybetme korkusuyla yapılan her şeyi mubah kılıyordu birdenbire.
Odasına kapandı ve zaman kavramını unutup çalışmaya başladı. Ama zaman geçmek bilmiyordu. İş çıkış saati gelmişti. Irmak şuan çıkıyor olmalıydı. Nedense aklı hep ondaydı. Nedense. Komikti. Nedeni yeterince açık değil miydi? Ona değer veriyordu işte. Onu görmek için kendine bahaneler uyduruyordu. Kapı çaldığında dalgın yüz ifadesi dosyalardan kapıya dönüverdi. "Girin."
İçeri Irmak girmişti. Adamın yüz ifadesinden bu ziyareti hiç beklemediğini anlıyordu çünkü şaşkınlığını gizleme gereği duymamıştı.
Korel'se dün akşam olan bitene rağmen hiçbir şekilde kızgın ve öfkeli görünmüyordu. Gayet sıradan bir biçimde davranıyordu ona. Yalnızca biraz şaşkındı. Doğal olarak. Onu burada beklemiyordu. "Çıkmadın mı sen daha?"
"Burada olduğuma göre?"
Her zamanki hazırcevaplığıyla karşısındaydı ve laf sokma sanatını konuşturuyordu. Başını öne eğip hafifçe tebessüm etti. "Hangi rüzgâr attı seni buraya? İş için gelmediğin kesin." Tasarımlarla ilgili bir sorun olsaydı ona gelmez, şefine giderdi. Kişisel bir mesele olduğu barizdi.
"Odamdaki kâğıdı sen mi aldın?"
Koltuğuna yaslanıp sağ ayak bileğini sol dizinin üzerine attı ve iki elini de çenesinin altında birleştirdi. Hiçbir şeyden habersiz pozu o kadar abartılıydı ki, Irmak'ın farkına varmaması işten bile değildi. "Hangi kâğıt?"
"Oyun oynamayı bırak."
"Bir kâğıt almış olabilirim."
"Ver onu bana."
"Neden?"
"Çünkü o bana ait."
Cebindeki kâğıdı çıkardı ve "Bunu mu istiyorsun?" diye sordu. Laf ebeliğini Irmak'tan öğrendiği ne kadar da belliydi. Kâğıda abartılı bir şaşkınlık ifadesiyle baktı. "Ama kâğıttaki benim resmim."
Hızlı adımlarla Korel'e doğru yürüdü ve üstüne tırmanarak kâğıdı almaya çalıştı. "Ver onu bana! Gururumla, onurumla oynatmam ben! Ver dedim!"
Kızla burun buruna gelmişken onun kokusunu içe çekmekten alamadı kendini. "Bu kâğıt... Bu kadar değerli mi senin için?" diye mırıldandı merakla. "Yenisini çizebilirsin."
"Yenisini çizmek istemiyorum. O kâğıdı yırtıp çöpe atmak istiyorum."
"Yırtıp çöpe atmak için mi almaya çalışıyorsun?" Hayrete düştü Korel. Neden? Neden yalnızca yırtıp atmak için bu kadar ısrarcıydı? Değer vermiyorsa onun için niye savaşıyordu?
Genç kız ise "Evet!" diye bağırdı öfkeyle. İçinde taşıdığı bu aşktan utanç ve nefret duyuyordu artık. Uzun uzun düşünmüş, Korel'in bu dengesiz ve mantıksız tavırlarına bir sebep bulamamıştı. Tüm bunları onu kıskandığı ya da ondan etkilendiği için yapmıyordu. Geriye tek bir şey kalıyordu, bu adam onun duygularıyla alay ediyordu. "Bu kâğıdı da, içimdeki duyguları da yakmak istiyorum! Daha fazla kendimle alay ettirmeyeceğim."
Şaşkınlıkla "Alay etmek mi?" derken şuan bunun bir kâbus olduğunu düşünmeye başlamıştı. Yaşadıkları bu an gerçek miydi yani? Cidden Irmak, onun duygularıyla alay ettiğini mi düşünüyordu? "Irmak saçmalama! Senin duygularınla alay etmiyorum tabi ki!"
"O zaman ne yapıyorsun Allah'ın belası? Önce 'Benden uzak dur.' dedin, sonra hayatımda burnunu sokmadık delik bırakmadın! Sen ne yapmaya çalışıyorsun, anlatsana bana!"
Öfkeli bir biçimde "Ne yaptığımı ben bile bilmiyorum ki." diye homurdandı Korel. Bu ciddi bir itiraftı. Suskunluğunu korumuştu bugüne kadar. Ama artık hiçbir şey olmamış gibi davranamıyordu. "Dengemi bozdun benim! Kimyamla oynadın!"
"Ben ne yaptım ki?"
"Hayatıma girdin, her şeyi alt üst ettin!"
Genç kız duyduklarıyla ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemedi. İçinden gelen ilk tepkiyi gösterdi. Karşısında duran dengesiz herifin üstüne saldırdı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun be? Kim kimin hayatını alt üst etti!"
Gözleri Irmak'ın öfke dolu bakışlarına kilitlendiğinde istemsiz bir biçimde onun dudaklarına odaklandı. Tıpkı sahibi gibi ukala görünen o pembe, dolgun dudaklara. Kâğıttan bir bebek gibi kızı belinden yakalayıp masasının üzerine oturttu. Bakışlarını bir an olsun ondan ayırmıyordu. Bu saçma tartışma anına bir anlam yüklemeye çalışıyordu ama olmuyordu.
Genç kız da aynı duyguları paylaşıyordu. Dengesini kaybetmişti. Bu adam onun hayatını alt üst etmekle kalmamış, tüm duygularını alt üst etmişti. Ve şimdi dudaklarına bakıyordu. Neden bakıyordu? Yüzünü sağa dönerken "Bırak beni." dedi kendisine yaklaşan adama. Kızgındı. Hâlâ oyun oynuyordu. Irmak gibi bir kızla oynamak eğlendiriyor olmalıydı. Aniden geri çekilen adamın masasından kalktı ve önünden geçip gitti öylece. O an engel olmasaydı birçok şey olabilirdi. Hayalindeki o öpüşme anı gerçekleşebilirdi. Ama izin vermedi. Çünkü bu adamın dengesiz tavırlarına katlanamıyordu artık.
Hazırlanıp şirketten çıktığında kapının önünde tekrar karşılaştılar ancak selam bile vermedi ona. Şoförünü her zamanki yerinde beklemeye başladı. Kendisine yaklaşıp "Şoför gelmeyecek, ben bırakıyorum." diyen adama yokmuş gibi davrandı. "Gerekirse taksiye binerim. Seninle gelmeyeceğim."
"Saçmalama Irmak."
"Asıl sen saçmalama artık! Çek git şuradan." Kollarını kavuşturup başka bir yöne bakmayı denedi. Onun olmadığı bir yöne. Sahi, onu görmeyeceği bir yön var mıydı? Onun olmadığı bir yere baktığında bile onu görürken... Öyle bir yer cidden olabilir miydi?
"Bu soğukta burada bekleyeceksin yani."
"Evet. Seninle gitmekten iyidir."
Araçtan kafasını çıkarıp "Gitmiyor muyuz?" diye seslenen Merih'e dönüp ters bir bakış fırlattı adam. Kendisine bakmaksızın "Arkadaşın bekliyor, git." diyen kızı ikna etmek zorunda olduğuna inanamıyordu. Daha önce hiçbir kadını ikna etmek zorunda kalmamıştı. Bunun ne kadar zavallıca bir durum olduğunu düşünürken aniden gelen silah sesleriyle neye uğradığını şaşırdı. Her an tetikte olan sağ eli refleks halinde belindeki silaha abandı. Hemen şaşkınca etrafına bakınan Irmak'ın önüne siper etti kendini. Duvara saklandılar. Merih de arabadan inmiş silahıyla birkaç el ateş ediyordu. Ne taraftan ateş açıldığını göremiyordu. Ona bir şey olup olmadığını bile bilmiyordu. Delirecekmiş gibi hissetti Korel. Sırtına dayanmış hareketsiz bir biçimde duruyordu. Ya ona bir şey olduysa? O zaman ne yapardı? Gerçekten bilmiyordu. İlk defa böyle bir duyguyla dolup taşıyordu. Bu korku tüm bedenini sarıp sarmalarken mantıklı olmak mümkün müydü bilmiyordu.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top