➳ Karalanmış Sayfalar | 11/2

-11- / 2

Korel ise 2 gündür otelde sabahlıyordu. Ne o eve, ne de Pelin'in yanına gitmek gelmiyordu içinden. Pelin'in sırnaşık tavırları eskiden hoşuna giderdi. Onun gibi buz gibi soğuk ve donuk bir adamı eritir, yumuşatır ve rahatlatırdı. Ancak artık can sıkmaktan başka işe yaramıyordu doğrusu. Öte yandan Irmak'la son konuşmalarını da aklından çıkarabilmiş değildi. Her gece başını yastığa koyduğunda onu mu düşünecekti şimdi? Bunun ne kadar acınası bir durum olduğunu geçirdi içinden. Böyle devam edemezdi. Ama o eve gitme fikrinden de kaçamazdı. Böyle bir lüksü yoktu. O evdekileri korumak görevlerinden en mühimiydi. Yataktan kalkıp hazırlandı. Lacivert bir gömlek ve siyah takım elbisesiyle oldukça şık olmuştu. Aynada saçlarına şekil verirken gözleri çalan telefonuna kaydı. Kemal Bey arıyor olmalıydı. 2 gündür görüşmedikleri için merak etmişti herhâlde. Hay Allah, ona da haber vermemişti. Ancak adam buna alışıktı. Neticede Korel kimseye hesap vermez, bir anda kaybolurdu ve hiç beklenmedik bir anda geri dönerdi. Herkes buna alışıktı. Eline telefonu aldığında evdekilerin onu merak etmediğini de anlamış oldu. Ancak daha şaşırtıcı bir gerçek vardı ki, bu da arayanın hiç beklemediği bir kişi olmasıydı. 40 yıl düşünse Özge'nin arayacağı aklına gelmezdi, ancak arıyordu işte. Çocukluk aşkı, lise macerası Özge. Ne de güzel günler geçirmişti onunla. Gözünü bile kırpmadan aramasını reddetti Korel. Onu affedemezdi. Hem de unca yıldan sonra. Derin hülyalara daldı. Ayrılmış olsalar dahi bu hayatta unutamayacağı tek kadın olacağını düşünmüştü hep. Haklıydı da. Bu zamana kadar unutamamıştı onu. Telafisi olmayan bir hata yapmıştı, onu aldatmıştı ve Korel Özge'yi terk etmişti. Ancak yıllar yılı onu unutamamış, hep aklının bir köşesinde barındırmıştı hayalini. Onun bakışlarını, sesini, tavırlarını, gülüşünü, sözlerini... Son ayrılık konuşmasında "Beni unutamayacaksın Korel." demişti kız. Haklı çıkmıştı. Uzun yıllar unutamamıştı onu, aklından silip atamamıştı ancak gururu geri dönmesine de izin vermemişti doğrusu. Hâlâ onu unutup unutmadığı ise bir muammaydı. Irmak'a rağmen. Şimdi çıksa gelse... Ne yapacağını bilmiyordu adam. Telefonun diğer ucundan aramasını reddetmek kolaydı, fakat ya karşısına çıktığında? O zaman bu kadar rahat olabilir miydi? Kararı bu kadar kesin, inadı bu kadar keskin kalır mıydı? Onun gözleriyle temas edince gözleri, eskisi gibi kaynayıp yumuşamaz mıydı? Bunların hepsi bir soru işareti olarak kalacaktı zihninde. Çünkü onunla asla karşılaşamayacaktı. Ya da henüz o böyle olacağını sanıyordu.

Otelden çıkıp şirkete geçti. Halledilmesi gereken birkaç iş vardı, onları halletti. Kemal Bey bugün gelmemişti. Eğer gelseydi Merih'in yarın sabah geleceğini söylerdi. Ancak şimdi hiç aramak gelmiyordu içinden. Belki sonra arardı. Şirketteki işlerini bitirdiğinde saat akşam 18.07 idi. Biraz rahatlamak için eğlence mekânlarında takılmayı düşündü. Aracı onu, Irmak'ı kaçtığı gece aldığı sokağa götürdü istemsizce. O sokakta ne işi vardı? Irmak'ın evde kös kös oturduğunu bildiği hâlde burada işi neydi? Ya da Irmak burada olsa dahi neden buraya gelmek istesindi ki? Ona "Benden uzak dur." diyen kendisi değil miydi? Bu neydi şimdi?

Black Live.

Tabelaya bir kez daha bakıp içeri girdi. İstemsizce Irmak'ı anlamak, onun gibi düşünmek, onun gibi hissetmek istiyordu. Ne düşünüyordu? Ne planlıyordu? Aklından ne geçiyordu? Yaşam tarzı mıydı onu böylesine farklı olmaya iten? Yalnızca dış görünüşü de değil, aklı ve düşünceleri bile o kadar farklıydı ki herkesten... Bazen dış görüntüsü bile iç dünyasının yanında klasik ve yavan kalabiliyordu. Boynundaki dövmesi bile onun hakkında öyle çok şey anlatıyordu ki. Tüm şifrelerini çözmek istedi o an. Onun hakkındaki her şeyi bilmek, anlamak, ona sahip olmak, sonsuza dek onu anlamaya çalışmak, onun şifresini çözmeye çalışmak... Ama neden olmuyordu? Engeller, engeller, engeller... Bir dikenli tel gibi aralarına örülmüş engeller birbirilerine yaklaşmalarına ve birbirilerini anlamalarına izin vermiyordu. Bir dünyadan diğer dünyaya geçit vermiyordu o dikenli teller. Irmak da Korel'i ukala ve acımasız biri sanmaya devam ediyordu. Hâlbuki adam, her ikisi için de doğru olan neyse onu yapmaya çalışıyordu. Kadının gözlerindeki alevlenmiş kahvelere kendini görmüştü o gece. Bu yüzden "Bana kapılma." demişti. Ego değildi. Korkuydu. Aynı aileye mensup, birbirinden alakasız insanlar olmalarını bir kenara bırakırlarsa daha bir sürü engel vardı aralarında. Korel, bu hayatta birinin sorumluluğunu alamayacak kadar tehlikeli ve gözü karaydı. Onu güçlü yapan şey zaten kaybedecek hiçbir şeyi olmayışıydı. Ancak Irmak'ı severse, ona kapılırsa, onu sahiplenirse tüm gücünü yitirecekti. Ona bir şey olacak korkusuyla eskisi kadar korkusuz savaşamayacaktı. Üstelik Irmak, Korel'in kendisinden sakladığı sırrı öğrenirse yer yerinden oynardı. Bazı aşklar, başlamadan biten ve sonunda ne olacağı asla bilinmeyen bir sır gibi doğmadan ölür ve gömülürdü tarihe. Bu aşk da öyle bir aşk olacaktı. Asla yaşanmayacak, başlamadan bitecekti. İçte bir ukde bırakacaktı, doğru. Ama daha büyük felaketlere geçit vermeyecekti.

İçeri girdi ve bulduğu ilk masaya oturdu. Gözleri sandalyesiz masalarda ayakta eğlenen gençlere kaymıştı. Orada Irmak'ı görür gibi oldu. Hayal görüyorum herhâlde, dedi kendi kendine. Onu bu kadar düşünürse, olacağı buydu. Ancak Irmak'a benzettiği kızın yanında o gece gördüğü kızı, Helin'i görünce merakla ayağa kalkıp masaya doğru yürüdü. Gözlerine inanamasa da bu şaşkınlığını belli etmemeye çalıştı. Kızın omzuna dokundu, merakla arkasına döndüğünde onun yüzüyle karşılaştı. Yalnızca birkaç santim vardı aralarında, çok yakınlardı. O gece arabanın içini dolduran tarçın kokusuna o kadar yakındı ki... Onun büyülü kokusu burnuna dolup oradan ciğerlerine uğrarken bakışları kızı sorgulayan cinstendi. Dış dünyası, asla iç dünyasını yansıtmasına müsaade etmiyordu. Ondan ne kadar etkilendiğini asla belli etmiyordu. Sanki bu ayıp bir şeymiş gibi. Yasakmış gibi. Ancak görünen o ki, bu gece yasakları delen yalnızca kendisi değildi. Irmak Hanım tüm yasaklara rağmen yine dışarıdaydı. "Bu cesaretini neye borçluyuz?"

Onu karşısında gördüğüne inanamayan Irmak, şaşkınlığını asla belli etmiyordu. "Sen, beni mi takip ediyorsun?" Bakışlarında ve ses tonunda iğneleyici bir ifade gizliydi. Hani sana kapılmamı istemiyordun, şimdi burada ne işin var, der gibiydi.

"Seni neden takip edeyim? Ben buraya eğlenmeye geldim."

Adamın sorusuna umursamazca omuz silkerek "Bilmem, belki de bana kapılmışsındır." yanıtını verdi.

Bu gece yine her zamanki hazırcevaplığıyla karşısındaydı işte. Asla bir lafın altında kalmazdı. Bir avukat gibi kendini savunur, haksızsa bile o savunmayla karşısındaki haksız çıkarmayı iyi başarırdı. Bazen öyle zeki ve politik konuşabiliyordu ki, bu durum Korel'i bile etkiliyordu. "Peki, seni burada görmeyi neye borçluyuz?"

"Yasak kalktı. Artık sana ihtiyacım yok."

"Hımmm... Peki, bana neden öyle bir bilgi gelmedi?"

"Eve uğrasaydın öğrenirdin."

"Neyi?"

Şirkette işe başlayacağını söylemeyecekti. Biraz merak etsin, diye düşündü. Ayrıca yarın şirkette karşılaştıklarında onun şaşkın yüz ifadesini görmek istiyordu. "Yasağın kalktığını." diye yalan söyledi.

"Cesaretin göz kamaştırıcı."

"Ölmekten korkmadığımı söylemiştim."

"Belli oluyor." Aslında bu kız, her açıdan ona benziyordu. Korunmaya muhtaç, masum ve güçsüz bir kız çocuğu gibi değil de, daha çok onunla her türlü tehlikeye atlayabilecek kadar korkusuz ve deliydi. Onu Irmak'a iten de bu değil miydi zaten? Ama Özge. Sabahtan sonra içinde bir ses hep ona Özge'yi hatırlatıyordu. Ya Özge? Onu özlemiş miydi? Bir gün karşılaşırlarsa, onu karşısında görürse ne hissedecekti? Irmak ve Özge arasında bir seçim yapmak zorunda kalırsa kimi seçerdi? İster istemez ikisini kıyaslamaya ve bir seçim yapmaya çalışıyordu. Hâlbuki ortada seçim yapılacak hiçbir durum yoktu. Özge defteri çoktan kapanmıştı, onunla bir daha asla olmayacağını çok iyi biliyordu. Aşkından ölse bile. Irmak meselesini de kendi içinde çözmüştü. Onunla olamayacağına ikna etmişti kendini. Böyle düşünerek kapatmıştı kendi içinde bu konuyu. Helen'in içine düşercesine bakarak "Sizi burada beklemiyorduk valla! Ama bakın, Irmak çok sevindi." deyivermişti coşkulu bir biçimde. Onun yüzündeki usta yalancı ifadesini komik ve eğlenceli bulmuştu adam. Alaycı bir ses tonuyla "Ah, evet. Sevinci gözlerinden okunuyor." diye cevapladı. Burada daha fazla oyalanmaması gerektiğinin farkındaydı. Zaten buraya neden geldiğini kendine bile açıklayamıyordu ki, karşısındaki hazırcevap kıza nasıl açıklayacaktı? "Ben gidiyorum." Kızın umursamaz bakışlarına alaycı gözlerini dikti adam. "Bir suikasta kurban gidersen beni mutlaka ara. Bir paket çekirdekle izlemeye gelirim."

Adam arkasını dönmüş rahat adımlarla çekip giderken "Olur, çağırırım!" diye bağırdı. Sinirle kollarını kavuşturmuş onun gidişini seyrediyordu. "Aptal!" diye söylendi öfkeli bir biçimde. Bu adamın rahat, umursamaz ve alaycı tavırları onu deli ediyordu. Ancak onu deli eden başka bir şey daha vardı; vahşi cazibesi ve korkusuz bakışları. Aslında fark etmişti de, yalnızca bir şey yoktu. Buraya uzun bir liste sıralayabilirdi ancak şimdilik dört kelimeye sığdırabilmişti. O bakışlarla karşı karşıya gelip delirmeyen kadın olabilir miydi ki?

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top