⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 8

-8-

-GEÇMİŞ-

İlaçların verdiği bitkinlikle yatağıma yığılmıştım. Beynim uyuşmuş gibiydi. Kolumu kaldıracak takatim yoktu. Sürekli uykum geliyordu. Aklım karmakarışık, düşüncelerim darmadağınıktı. Her şey bulanıktı sanki.

Olmuştu sonunda. Başarmışlardı. Amaçları beni ayakaltından çekmek, ortadan kaldırmaktı. Nihayet bunu da bir şekilde kitabına uydurmuşlardı.

Başıma gelenlerden sonra gerçeklerin açığa çıkması için şikâyette bulunmuştum. Tüm tehditlere rağmen. Ama kendilerini kurtarmak için beni ateşe attılar. Esasında onlar gibi haysiyetsiz insanlardan beklenebilecek bir hareketti. Akli dengemin yerinde olmadığını iddia ettiler. Güya ben sağlıklı düşünemiyormuşum. Olmayan şeyleri oldu gibi görüyormuşum, paranoya yapıyormuşum. Şizofren, paranoyak muamelesi gördüm. Ne kadar karşı çıksam da onlar gibi nüfuzlu ailelerin lafına karşılık benim lafım... Siz tahayyül edin.

Sonunda mahkûm olduğum hayat ortadaydı işte. Hileyle hurdayla beni akıl hastanesine kapatmayı başardılar. Onlar için de hiç de zor olmamıştır, buna eminim. Böyle bir yaşama tahammül etmem zordu. Akli dengem yerindeydi ve etrafımda gerçekten psikolojik sorunları deliliğe kadar ilerlemiş insanlarla iç içeydim. Tamamen akıllı bir insanı bile delirtirdi böylesi bir durum. Elbette bu ister istemez benim psikolojimi de olumsuz yönde etkiliyordu. Dayanamıyordum artık. Herkesi, her şeyi kaybetmiştim. Sevdiğim herkesi kaybetmiştim. Bu... Bu korkunçtu. Hatta bu tıpkı şey gibiydi; dünyanın sonu gelmiş, herkes yok olmuş ve şu koca dünyada yalnızca sen hayatta kalmışsın gibi.

Kimsem yok derken Esved'e haksızlık ettiğimi düşünüyorsunuz, değil mi? Aslında akıl hastanesine ilk yatırıldığımda sık sık ziyaretime gelirdi, hiç yalnız bırakmazdı beni. Ancak aradan biraz zaman geçtikten sonra gelmemeye başladı. İlk zamanlar acaba başına bir şey mi geldi, diye düşünüyordum fakat öyle olsaydı mutlaka haberim olurdu, mahalleden ortak arkadaşlarımız söylerdi. Gözüm hep penceredeydi, kapıdaydı. Ha geldi, ha gelecek diye beklerken günler geçiyordu. O da beni bırakıp gitmişti anlaşılan. Ondan hiç beklemezdim. Hayal kırıklığına uğramıştım. Bu dünyada herkes beni bırakır, o bırakmaz diye düşünüyordum.

Çok geçmeden yanılmadığımı anladım. Onlar... Hayatımı karartanlar, işlerine çomak sokmaya çalıştığını fark edince tıpkı benim gibi Esved'i de yollarından çekmenin bir yolunu bulmuşlardı. Başımıza gelenleri araştırma şansım olmadığı için bu görev Esved'e düşmüştü, o üstlenmişti her şeyi. O da araştırmalarını sürdürürken bu lânet olası piçlerin kuyruğuna basmış elbette. Doğru iz üstünde giderken bir şeyi hesap edememişti; onların her yerde gözü, kulağı vardı. Onlar eli kolu her yere uzanan, güçlü insanlardı. Hatta güçleri tahmin edilemeyecek kadar tehlikeli yollara başvurabilecek kadar çoktu ve onlarda vicdanın zerresi yoktu.

Esved'i ava giderken avlamışlar, ben sonradan öğrendim. Şaşırmadım, ama çaresiz olduğumuzu kabullendim. Bu şartlar altında onların yanında bizim hiç şansımız yoktu. Esved bir ipucu bulma umuduyla Ertan'ın evine gizlice girmiş. Tabii bu da onların planının bir parçasıydı, Esved'i sahte ipuçlarıyla eve doğru çekerlerken hain bir pusu kurmuşlar. Aslında amaçları hırsızlıktan içeri attırmakmış, fakat evde Ertan olduğu için Esved kaçarken aralarında bir boğuşma gerçeklemiş. Esved'i haneye tecavüzden ve adam yaralamaktan tutuklatıp hapse attırmışlar. Körün istediği bir göz, Allah verdi iki göz.

Tüm bunları haftalar boyu gelmeyen Esved'in ardından merak etmeyeyim diye mahalleden ortak arkadaşımız Salih gelip anlatmıştı, onun sayesinde öğrenmiştim. Merak edeceğimi bildiğinden haber göndermişti Esved. Meğer bana gelemediği günler hapisteymiş. Zaten o andan beri Salih dışında ziyaretime gelen hiç kimse yoktu diyebilirim. O da kırk yılda bir gelirdi, Esved'in hatırına. Uzun lafın kısası, artık tamamen yalnızdım. Kelimenin tam anlamıyla yalnız. Felaketler silsilesi peşimizi bırakmıyordu. Her şey bir intiharla başlamıştı ve yine bir intiharla son bulacaktı.

Hayatımız tamamıyla un ufak parçalara ayrılmıştı. Ayna misali, biri bir taş fırlatıp hayatımızı paramparça etmişti. Ben artık bunların hiçbirine dayanamıyordum. Güçsüzdüm. Bitiktim. Yalnızdım. Çaresizdim. Yanımda olan tek kişi de yoktu artık. Esved'i de benim gibi bir yere tıkıp kurtulmuşlardı. Bizi ortadan kaldırmışlardı. Hiç kimsenin sözlerimizi ciddiye almayacağı yerlere kapatılmıştık. Ben akıl hastanesinde, o hapishanede. Ömrümüz böyle çürüyüp gidecekti. Bir suçluyu ve bir deliyi kim dinlerdi ki?

Herhangi bir çıkış yolumuz yoktu artık. Bize kimse, hiç kimse yardım edemezdi. Etmek istemezdi de zaten. Başımıza gelen bunca şeyden sonra kimse bile bile başını belaya sokmak uğruna bize yardımcı olmazdı. İkimiz de karanlık, çıkmaz bir sokaktaydık. Tüm bu haksızlıklar, adaletsizlikler düşündükçe midemi bulandırıyordu. İçimdeki bu kusma isteğini durduramıyordum. Tüm bunları göre göre yaşamak istemiyordum. Kararımı vermiştim.

Kestim bileklerimi. Gözlerimi kapadım ve... Kestim. Kanla birlikte hüzne bulanan tüm duygularım akıp gitti, suya karıştı. Yaşama dair acı tatlı tüm duygularımı bıraktım o soğuk fayanslara. Küçükken ailecek trene bindiğimiz bir gün geldi aklıma. Trenin raylar üstünde giderken çıkardığı gürültü doldu kulaklarıma sağır edercesine. Ruhum bir trenin kalabalık vagonları gibi boşalıyor ve ben gökyüzünde bir yerde kendimi seyrediyordum sanki.

Önce geçici bir özgürlük hissiyle sarmalandım. Bu dünyada yapayalnızken, kimsesizlikle kıvranırken yaşamanın ne anlamı vardı ki? Zaten köşeye sıkışmıştım, sıkıştırılmıştım. Düne kadar güzel bir ailem ve yaşamak için milyonlarca sebebim varken şimdi elimde avucumda hiçbir şey kalmamıştı. Buraya hapsedilmiş, susturulmuştum. İstesem de buradan çıkamayacaktım.

Gözlerim kapanıyordu.

O an...

Tam da o an yaşamın değerini iliklerime kadar hissederken ölümden başka her şeyin çaresinin bulunabileceğini anlamıştım. Kapanmış gözlerim gözyaşlarımla ıslanırken son bir ümit kan içinde kalmış elimi kaldırıp yardım çağırmaya, ayağa kalkmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Vücudum bir beton yığını gibiydi ve ben ölümün soğuk nefesini ensemde hissedebiliyordum. Anlamsız uğultularla dolmuştu kulaklarım. Çeşmeden ritmik bir şekilde damlayan su sesini duyuyordum sadece. Ölüm sessizliğiydi bu. Ve bulanık bakışlarım, kısık gözlerim banyonun beyaz tavanına asılı kalmıştı. Kirli geçmişin elem dolu tüm sahneleri korkunç bir film şeridi gibi dönmeye devam ediyordu uyuşmuş beynimde. Bu bana en acımasız işkenceydi.

Karanlığın tonları ana kucağı gibi sarıp sarmaladı beni, bedenimi. Isındım ölümün kucağında. Çaresizliğim soğuk zindanların parmaklıkları gibi hapsederken beni vicdanıma, dayanacak gücü bulamamıştım kendimde. Ölürüm sanmıştım. Solgun bir çiçek gibi... Ölgün yüzler gibi... Son çare ölüm gibi gelmişti. Ancak her karakışın bile bir baharı olduğunu unutmuştum. Yanılmıştım her insanoğlu gibi.

Tam bitti denildiği anda başlar bu hayat karmaşası. Karışık kuruşuk bir ip yumağı gibi koyar karşımıza yaratan, "Çöz bunu şimdi." der. Hayatta böyle oyalar bizi. Düşe kalka yürürüz engebeli yolları. Şikâyet ederiz dertlere yürüyecek ayaklar verdiği için şükredeceğimiz yerde.

Adı hayat... Bunun kolay olacağını kim söyledi ki? Düşüp kalkacaksın, dizlerini kanatacaksın. Yanlış yollara sapacaksın. Yalpalayacaksın elbet. Yaşamın özü budur. Çaresiz kalacaksın. Delireceksin hatta. Vazgeçeceksin, pes edeceksin. Belki ölmeyi bile isteyeceksin. Benim gibi. Ama dedim ya, hayat tam orada yeniden başlayacak. Son dakika golü gibidir hayat, tüm planları değiştirir kardeşi kaderle birlikte.

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top