⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 2

-2-

Gecenin ilerleyen saatlerinde davet topluluğu yavaş yavaş dağılmak üzereydi. Artık ortamda daha seçkin ve tanıdık insanlar kalmıştı. Rüya'dan veto yine Ertan ise elleri bomboş bir biçimde çocukların yanına döndü. Ne yapacaktı ki? Bu raundu kaybetmişti. Ancak bunu herkesin bilmesine gerek yoktu değil mi? Üstelik bu tamamen bir kaybediş değildi. Kuyruğu dik tutma hususunda kararlı görünse de hafif çöken omuzları yıllardır birbirini tanıyan çocukluk arkadaşlarına kendini ele veriyordu.

Durumu ilk anlayan Tarık olsa da bunu dillendiren ilk kişi Arda'ydı. Bu fırsatı kaçırmaksızın "Birileri ağzının payını almışa benziyor, ha?" deyiverdi hemen.

İnkâr eden bir ifadeyle "Kim, ben mi?" diye sordu Ertan.

Güldü Arda. Ne yalan söylesin, Rüya'dan en az Ertan'ın etkilendiği kadar etkilenmişti. Hatta belki daha fazla. Dolayısıyla arkadaşının diğer kadınlara yaptıklarını o kadına yapamamış olması bir hayli keyiflendirmişti kendisini. "Kim olacak başka? Bütün gece görmedik sanki kıza koparana kadar asıldığını." Fakat o kız bilindik kızlardan değildi, belli. En azından Ertan'ın bu zamana kadar tanıdığı kızlara hiç benzemiyordu. Dostunun başarısızlığı onun başarısı olmuş gibi neşeliydi Arda.

Ertan'sa inkâr yoluna gidiyordu. "Oğlum ben istesem onu otuz kere ayağıma getirtirim." Yalandı bu. Hatta çaresiz bir avuntu. Bunu en azından kendine itiraf etmeliydi. Tamam, kabul. İstediğini elde edememişti. Ne yani, bunu herkese ilân mı etmeliydi? Elbette kedi ulaşamadığı ciğere mundar dermiş, metodunu kullanıyordu. Onun karakterinde biri için çok da sürpriz bir davranış olmasa gerekti.

Yıllardır onu tanıyan arkadaşı Arda da elbet bunun farkındaydı. Ertan'ın omzuna yalandan teselli edercesine koydu elini. "Ertan, canım kardeşim yapma artık. Kendini Kafdağı'nda görmekten vazgeç. Tamam, kabul et artık yenildiğini. İnsan bazen yenilmesini de bilmeli. Belli ki o kız diğerleri gibi değil, zorlama." Ayrıca bunları söylerken ses tonunda istemsiz de olsa çokça alay, biraz meydan okuma ve bir tutam neşe de barındırıyordu.

Ertan bunları göremeyecek kadar aptal değildi. Ve küçüklüklerinden beri aralarında böyle tatlı sürtüşmeler ve yarışlar olurdu. Bunlar hayatlarına renk katan hareketlerdi. "Vay vay vay! Amatör ressamımıza da bakın. Asosyal dünyasından çıkıp ne diller dökmeyi öğrenmiş." Ona en iyi cevap aynı meydan okumayla verilirdi, çünkü Ertan böyleydi. "Oğlum nağme yapma bana. Sen giderken ben dönüyordum." Söylediklerine kendini inandırmak ister gibi birbirini pekiştiren cümleler kuruyordu. "Kaçın kurasıyım ben birader! Biraz mesai harcasam avucumun içine alırım ben o kızı."

Rüya denen o kıza ilk gördüğü andan itibaren kanı bir türlü kaynamayan Tarık'a sorulacak olursa bütün gece bu kadının konuşulmasından pek de hoşlanmamıştı ve en sonunda bu rahatsızlığını dile getirmekten çekinmedi. "Ne yani, bütün gece Rüya muhabbeti mi dönecek burada?" O kızda çözümleyemediği bir şey vardı. Tehlikeli bir kadına benziyordu. Zekiydi. Zaten her zeki kadın biraz tehlikeli değil miydi?

Beril de Tarık'ın sözlerini onaylar nitelikte atıldı lafa. Sanki saatlerdir bu anı bekliyor gibiydi. "Şu sevimsiz kız hakkında konuşacak ne çok şey buldunuz böyle ya!" Bütün gece ortamda Rüya'nın rüzgârının esmesi, herkesin onu takdir edip ona hayran olması... Kısacası o kadının ilgi odağı olması Beril'in canını açıkça sıkmıştı. Ve genç kadın bunu saklama gereği duymuyor, her fırsatta dile getirmekten çekinmiyordu. Bütün akşam o kız hakkında olumsuz bir şeylerin söylemesini beklemiş gibi anlık nefretini kustuktan sonra arkadaş grubundan ayrıldı ve çekip gitti. Daha fazla Rüya muhabbeti dinleyemeyecekti cidden.

Arda ise aralarından sıyrılıp giden Beril'i kaş göz hareketiyle işaret etti ve manalı bir ses tonuyla "Sohbet sarmadı." dedi.

Omuz silkerek "Klasik kız kıskançlığı." yanıtını veren Ertan ise umursamazca içkisinden bir yudum alırken hâlâ reddedilmenin etkisinden çıkmışa benzemiyordu. Kadınlar arasında bu tür kıskançlıkları hep görüyordu. Ancak Beril'e de hak vermek gerekirdi, Rüya kıskanılmayacak bir kadın değildi. Daha ortama girdiği ilk andan itibaren hayalî spot ışıklarını birden üzerine çekivermişti. Herkes onu merak etmiş, onunla ilgilenmiş, ona hayran olmuştu. Beril gibi sürekli ilgiyi üzerinde hissetmek isteyen bir kız için bu hiç de hazmedilebilir bir duruma benzemiyordu.

Onların aksine Tarık pek etkilenmemişti bu kadından veya etkisini üzerinden atmaya çalışıyordu. Kendini dizginlemeye gayret ediyordu çünkü o kadında hoşuna gitmeyen bir şeyler vardı. Fazla gizemliydi. Elbette bir kadının gizemli olması çoğu erkek gibi Tarık'a da çekici geliyordu ama bu fazlaydı. Fazla olan her şeyden nefret ederdi. Fazla ilgi, fazla sevgi, fazla gizem, fazla, fazla, fazla... Fazlası zehirlerdi çünkü. "E ama abarttınız siz de. Rüya yukarı, Rüya aşağı. Ne Rüya'ymış arkadaş!"

Ertan içkisini yudumlarken en azından bir konuda dürüst olması gerektiğinin farkındaydı. "Rüya da Rüya ama ha, adının hakkını veriyor yani itiraf et."

Beklenmedik bir biçimde "Tamam, güzel kız. Bilgili, görgülü, başarılı..." diye itiraf etse de sözlerinin devamında gerçekçi yanı galip gelmişti. "Ama ne yani? Issız çölde bir vaha mı, yeryüzüne düşen ilk kadın tanesi mi, ne yani? Nedir bu kadar göklere çıkardığınız? Ayrıca kızı daha tanımıyoruz bile."

Ertan kesinlikle en yakın dostu Tarık'ın korku ve endişeleriyle hemfikir değildi. Hatta gereğinden fazla rahat bir biçimde "Tanışırız." dedi ve çapkın bir ifadeyle göz kırpmayı ihmal etmedi. Onun için her şey bir oyundu. Kolay kolay hiçbir şeyi ciddiye almazdı. Tarık kadar mantıkçı değildi. Tehlike çanlarına sağır olmuştu kulakları. Hem Rüya gibi bir kadın ona, onlara ne yapabilirdi ki? Çok şey. Tarihte yapılan en büyük hatalardan biri hiç kuşkusuz düşmanını küçümsemekti. İnsan düşmanını tanıyamazsa, onun gücünü analiz edemezse savaşında galip gelmesi imkânsız gibi bir şeydi. Ertan da şuan bundan farklı bir şey yapmıyordu.

Tarık yaşadıkları onca olaydan sonra ister istemez tedirgin olduğu için uyarıcı bir ses tonuyla "Yeterince tanımadığımız insanları ortamımıza sokmayın." dedi. "Hele ki o olaydan sonra..."

Kurduğu son cümleyle ortam buz kesmişti. Başta Ertan "Şşşt... Oğlum, ne yapıyorsun?" diyerek dostunu uyarmıştı. Bahsi geçen konuyu yalnızca bu arkadaş grubu biliyordu ve böyle kalabalık bir ortamda konuşulamayacak kadar gizli ve tehlikeli bir mevzuydu. Üçü de buz kesmiş gibi uzun uzun birbirine bakarken oldukça sessizdi.

Arda kasılıp kalmıştı. Az önceki alaycılığı ve neşesinden geriye hiçbir şey kalmamış gibiydi. Gergin ve endişeli bir ifadeyle bağırdı. "Bak Tarık bu konuyu açıp durma!" İstemsizce sesinin yükseldiğini fark edince yutkundu, biraz sakinleşti ve devam etti. "Zaten yeni toparlanmışım. Unutmaya çalışıyoruz hepimiz.

Fevri bir tavırla araya girerek "Çalışmıyoruz, unuttuk!" diye itiraz etti Ertan. Kendi adına konuşacak olursa o olayı unutmuştu bile. Vicdan yapacak değildi. Onun gibi biri vicdan yapmaktan ne anlardı ki zaten? Ancak konu her açıldığında birileri duyacak diye gerilmekten kendini alıkoyamıyordu işte. "Kimseden o konu hakkında tek kelime çıkmayacak bundan sonra."

Tarık içkisini dudaklarına götürmeden önce "Benden çıkmayacağını çok iyi biliyorsunuz. Ama siz de ayağınızı denk alın artık. Yaşananlardan ders çıkarın, öyle herkesi aramıza sokmayın." dedi ve konuyu ebediyete kadar kapattı.

Çokbilmiş arkadaşını "İyi be tamam!" diyerek tersledi Ertan. "Hey Allah'ım ya, bir kızdan nerelere geldi muhabbet! Üç kuruşluk zevkimizin içine ettin zaten!" Göz ucuyla bir Tarık'a, bir de Arda'ya baktı. Tarık ağzına bir fermuar çekmişçesine suskunluğunu korurken Arda buz kesmiş, kendine gelmeye çalışıyor gibiydi. Kendisi ise elindeki içkiyi dikiverdi kafasına. Onun da rahatlama yöntemi buydu işte. Atmosfere yayılmış soğuk rüzgârları dağıtmak adına hiçbir şey olmamış gibi sohbete giriverdi. "Davet dağılıyor, buradan Dost Meclisi'ne mi aksak? İki kelam eder, biraz kafa dağıtırdık."

Dost Meclisi dedikleri yer, zaman zaman Beril'in de katıldığı fakat genellikle üç silahşörlerin gizli mabedi gibiydi. Dışarıdan bakıldığında stüdyo evden ibaret olan mekân, aslında onların tüm gizli konuları konuşabildiği, kafa dağıtabildiği yerdi bir nevi. Tüm toplantılar orada yapılır, hesaplaşmalar orada görülürdü.

Arda bu teklife karşılık göz ucuyla Tarık'a iğneleyici bir edayla baktı. "Bende keyif falan bırakmadı arkadaş. Eve gidip erkenden yatacağım." Tarık'a bir süre daha ters bakışlar attıktan sonra hiçbir şey söylemeden çıkıp gitti.

Arda giderken bu fikri onaylayan Tarık, kendisine yağdırılan ters bakışları üstüne almaksızın "İsabet olur." dedi yalnızca. "Yarın yoğun bir iş günü. Ben de gidiyorum."

Dostları gittikten sonra kısa sürede dımdızlak ortada kaldığını hisseden Ertan'sa grubun erken saatlerde dağılmasından hiç de hoşnut değildi. Hatta onlar gittiği hâlde sitemkâr davranmaktan çekinmedi. Sitemi en çok Tarık'aydı. Ne de olsa tatsız muhabbeti o başlatmıştı. "Şuna bak! Hem üç kuruşluk zevkimizin içine etti, hem de beni sap gibi bırakıp gitti." Çaresiz, kendine yeni bir içki aldı ve yalnızlığın tadını çıkarmaya çalıştı. Bu gecenin böyle bitmemesi gerekiyordu. Ancak uyuz Tarık diline sahip olamadığı için yine yalnızları oynuyordu. Tabi yalnız kalmasındaki en önemli etkenlerden biri Rüya Hanım'ı bir türlü etkileyememiş olmasıydı. Ateş parçası, diye geçirdi içinden. O kadını en iyi ifade edebilen sıfat bu olmalıydı.

Ateş parçası.

...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top