⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 19/3
-19/3-
Şile'de kalacağımız otele geldiğimizde arabalarımızı park ettik. Hepimiz araçlarımızdan inip otele doğru yürürken yanıma ilk gelen Tarık olmuştu.
"Geldiğin için teşekkür ederim Rüya. Bu benim için gerçekten önemliydi."
Tarık'ın sözlerinde samimi olduğunu anlayabiliyordum. Ve bu beni daha da şaşırtıyordu. Ondan bu denli bir samimiyet, sıcaklık beklediğim yoktu. "Benden pek hazzetmediğini düşünüyordum Tarık, ne yalan söyleyeyim."
"Artık her şey geride kaldı. Sen de bizden sayılırsın."
"Az da olsa güvenini kazandığıma sevindim. Dostluğun benim için önemli."
"Benim için de öyle."
Arda bana doğru gelince Tarık nazik bir baş işaretiyle yanımdan ayrıldı. Yeni bir krize sebep olma hususunda temkinli davranmaya çalıştığı belliydi.
Arda ise özlem dolu bakışlarını uzun uzun gezdirdi yüzümde. Gözlerime baktı. "İyi ki geldin Rüya, seni çok özledim."
Ağırbaşlı ve mesafeli tavrımla başımı salladım. Eski sıcak davranışlarımdan eser yoktu şimdi.
Bu yeni tavrımdan ötürü yara aldığı belliydi. Kalbi kırık görünüyordu. Paramparça olmasını dilerdim. Bana yaptıklarından dolayı hepsinin tek tek paramparça olmasını. "Rüya, böyle uzak durmana dayanamıyorum. Bu tavrın beni öldürüyor. Ne olur yapma bana bunu. Seni unutamıyorum, o geceyi unutamıyorum. Lütfen... Lütfen bize bir şans ver."
"Arda, bunu daha önce konuştuk. Aynı şeyleri tekrar tekrar tartışmanın bir anlamı yok. Süreyya Hanım'a ne kadar değer verdiğimi biliyorsun. Artık bunları konuşmayalım. Buraya bunun için de gelmedim zaten."
"Annemi ikna edeceğim, göreceksin."
Hiçbir yanıt vermeksizin grubu takip ederek otelden içeri girdim. Beril'in düşmanca bakışlarını görebiliyordum. Tarık'ın yanına gittiğinde söylediklerini de gayet rahat bir biçimde duyuyordum.
"Onun ne işi var burada Tarık?"
"Ben çağırdım. Ona karşı nazik ve saygılı davranırsan sevinirim. Çünkü ona düşmanca tavırlar sergilediğinin farkında ve kibarlığından susuyor."
"Madem farkında neden hâlâ kuyruğumuzun dibinde? Neden buraya geldi?"
Sabırlı bir biçimde yanıt vermeye çalışıyordu Tarık. "Ben davet ettim Beril. Ve çok ısrar ettim. Bak, Arda onu seviyor ve Rüya gerçekten iyi biri. En azından benim güvenimi kazandı diyebilirim. Yani artık bizim arkadaşımız, buna alışsan iyi edersin."
"Demek öyle." Kadının gücenmiş olduğu ses tonundan bile belliydi.
"Evet, öyle."
Öfkeyle resepsiyona gidip oda anahtarını aldı ve hışımla merdivenleri çıktı Beril. Varlığımdan nefret duyduğunu görebiliyordum ve bu bana zevk veriyordu.
Resepsiyona vardığımızda Tarık ve Arda aynı anda beni işaret ederek "Hanımefendiye bir oda-" dedikten sonra duraksayarak birbirilerine baktılar.
Sakinleştirici bir ses tonuyla müdahale ettim. "Tamam çocuklar, ben hallederim." Resepsiyoniste döndüm "Ben bir oda istiyorum. Beylere de yardımcı olursanız..." Tarık ve Arda'nın arasındaki gerginliğin hâlâ tam olarak dinmediğinin farkındaydım. Bu gerilim bir süre daha böyle süregeleceğe benziyordu. Hele ki Tarık'ın eski şüpheci ve soğuk tavırlarının tersine samimi ve sıcak tavırları sürdükçe bu gerilim bir süre daha uzayacak gibiydi.
Hepimiz oda anahtarlarımızı alıp yukarı çıktığımızda Ertan sessizdi ve dostlarının arasındaki gerginlikten pek memnun görünmüyordu. Hayret, onun gibi umursamaz ve kendinden başkasını düşünmeyen bir adamın bu denli duyarlı olması da beni şaşırtıyordu doğrusu. Öte yandan ara ara kuşkuyla beni süzdüğünü de yakalıyordum. Bu flörtöz bir bakış değildi. Aksine, beni çözmeye çalışır gibiydi. Bu düpedüz soğuk savaş açan bir bakıştı. Üstelik Ertan'ın sessizliği pek alışılageldik ve hayra alamet bir şey değildi.
Herkes odasına dağılmadan önce en yakın oda benimki olduğundan koridorda birlikte yürüdük ve geçerken beni odama bıraktılar. Arda ve Tarık kapımın önünde durduğunda "Ne oldu?" diye sormaktan kendimi alamadım.
Arda "Bir saate hazır ol aşağıda." dedi neşeli ve gizemli bir ifadeyle. Buruk bir neşeydi bu. İçimiz yanarken ettiğimiz tebessüm misali.
"Neden? Akşam yemeği saatini geçtik. Odalarımıza çıkıp dinleneceğimizi sanıyordum.
Dostunun gizemli sözüne "Ormana gideceğiz." yanıtıyla açıklık getirdi Tarık. Fakat hâlâ tam manasıyla açık olduklarını sanmıyordum, iki adamın da sözleri gizemini koruyordu.
"Ne yapacağız ki ormanda?" Aslında şu soruya seni diri diri yakacağız ya da aslında biz satanistiz ve seni kurban edeceğiz deselerdi de çok şaşırmazdım. Belki tam olarak böyle şeyler yapmamışlardı ama ben onların içlerindeki saf kötülüğü görebiliyordum. Yaşamıştım. Hissediyordum.
"Kamp ateşi yakacağız."
Arda'nın bu sözüyle esrarengiz ve temkinli bakışlardan sonra "Ben kendimi yorgun hissediyorum, bu geceyi es geçip yarın yapsak?" demekle yetindim. Onlardan korkuyor değildim. Her şeyi yapabilirlerdi, o ayrı. Belki planımı öğrenip hiçbir şey olmamış gibi davranarak beni buraya çağırmışlar ve ormanda içimi bitireceklerdi. Böylece Tarık'ın üstüne gelen ölüm iyiliği de rahatlıkla açıklanmış olurdu. Ama korkumdan değil de onlarla aynı ortamda bulunacak gücü kendimde bulamıyordum. Daha ne kadar rol yapabilirdim emin değildim. Beni biraz benimle bıraksalardı iyi olacaktı.
Ancak onların kolay kolay pes etmeyeceğini de biliyordum. Zira Tarık "Bir saat sonra lobide bekliyoruz." diyerek bunu net bir şekilde gözler önüne sermişti. Hayır cevabını kabul edecek gibi değildi.
Bundan kaçış olmayacağını anladığımda belli belirsiz bir biçimde salladım başımı. Zaten kaçmak bana göre değildi. Bu yola gül bahçesi olmadığını bile bile girmiştim. Hiçbir şey beni korkutamazdı.
Odama geçtiğimde üstümü değiştirip rahat kıyafetler giymiştim. Kampa uygun görünüyordum. Esved'i arayıp durumu anlattım. Her şeyden önce bunları konuşmuştuk. Aramızda inanılmaz kavgalar olsa da birbirimizden hiçbir şey saklamayacaktık. Biz bir ekiptik. O büyük kavgadan sonra elbette aramıza fersah fersah mesafe girmişti ama başından da anlaştığımız gibi yaşadığımız hiçbir şey bu kutsal yoksa bizi ayrı düşüremezdi. Birbirimizi yalnız bırakmayacaktık. Öyle bir bağ ile bağlıydık birbirimize. Kördüğüm gibi. Her şey bir yana, bu intikam planı bir yanaydı.
Durumu anlattığımda Esved'in ilk sözü "Sen aklını mı kaçırdın?" olmuştu. "Gece yarısı o manyaklarla ormanın ortasında ne yapacaksın? Hayır, kesinlikle olmaz! Çabuk ara, bir bahane uydur, hastayım falan de gitme. Hatta pılını pırtını topla geri dön hemen. Hadi, çabuk."
"Esved, olmaz. Hem daha çok dikkat çekmiş olurum.
"
"Ya sen çıldırdın mı Rüya? Kafayı mı yedin? Sen orada onlarla ormanın derinliklerindeyken seni nasıl koruyabilirim? Ya sana bir şey yaparlarsa? Ya anladılarsa ve hesabını kesmek için seni ormana götürüyorlarsa?"
Alaycı bir ifadeyle "Aynen." dedim. "Hatta beni ormanda infaz edecekler."
"Dalga geçmeyi kes Rüya! Senin hayatın bir oyun değil! En azından benim için değil." Öfkesine biraz olsun hâkim olmaya çalıştığı her hâlinden belliydi. "Bunu söylemek benim için ölüm gibi ama hatırlatmak zorundayım, o piç kurusuyla yattın ve vücudundaki izlerin kalıntılarını gördü. Anlamazlar mı sanıyorsun?"
"Bu mümkün değil, çünkü ona dağa tırmanış sırasında kaza geçirdiğimi söyledim ve bunu destekleyecek tüm belgeleri de düzenledim. Daha belgeleri bile görmeden ikna oldu. Rahat ol artık." Evet, gerçekten de ikna olmuştu. Konu Arda bile olsa bu kadar basit ikna olacağını düşünmemiştim.
"Ben ne desem bildiğini okuyacaksın değil mi?"
"Evet."
"O zaman gittiğinde net bir konum atıyorsun, her ihtimale karşı bende duruyor. Saat başı haber vereceksin bana. Eğer senden bir saniye geç haber alırsam hemen oraya gelirim ve beni kimse durduramaz."
Güldüm. Yaptıklarıma rağmen beni bu kadar düşünmesi hoşuma gitmişti ama Esved'in bilmediği bazı şeyler vardı. Habersiz olduğumu sandığı bazı şeyler. "Birincisi, konuk atmama gerek olmadığını sen çok iyi biliyorsun. Zira telefonuma yüklediğin programlar sayesinde her saniye nerede olduğumu da biliyorsun. Birbirimizi kandırmayalım, beni aptal yerine koyup zekâmı hafife alma."
Bir süre sessiz kaldıktan sonra "Kapatıyorum." dedi ve kapattı Esved. Bu kadar net bir insandı kendisi.
Ben de hazırlanıp otelin lobisine indim. Çocuklarla buluşup ormanın yolunu tuttuk. Öte yandan ben de başından beri aklıma gelen soruyu dillendiriyordum. "Madem kamp yapacaktık, neden otel odası tuttuk?"
Arda imalı ve Beril'e takılan alaycı bir tavırla yanıtladı. "Sosyetik arkadaşımız Beril böyle yerlerde, kamp çadırında falan kalamayacağı için."
"Birkaç saat vakit geçirip otele döneriz." dedi Tarık.
Benim soru dolu bakışlarım dinmek üzereyken Ertan'ın "Çılgınlıklarımız ve rafine zevklerimiz Rüya Hanım'ı korkutmuş gibi, ha?" sözü kuşkularımı artırarak dikkatimi tekrar kendi üzerine çekti. Tarık'ın şüpheci varlığının yerini kendisi almış gibiydi. Sesinde alaycı ve imalı bir ton hâkimdi. Bir şey mi biliyordu ya da bir şeylerden mi şüpheleniyordu emin değildim ama ilk seçenek hiç mümkün görünmüyordu. Onlar yalnızca bizim istediğimiz ve izin verdiğimiz kadar bilgiye ulaşabilirlerdi.
Önce bir şeyler atıştırdık, yanımızda hafif yiyecekler, bisküvi ve kraker getirmiştik. Karnımızı doyurduktan sonra "Eee ne yapıyoruz şimdi?" diye sordum.
Beril "Şişe çevirmece oynayalım!" diye bir fikir attı ortaya. Zaten böyle bir ortamda kendisinden daha yaratıcı bir fikir beklemiyordum. Zekâ seviyesi, kapasitesi belliydi sonuçta. Ama konu bu değildi. Daha önemli bir şeyi fark etmiştim. Beril'in bir planı vardı. Belli ki beni köşeye sıkıştırarak bir şeyler itiraf ettirebileceğine dair ümit besliyordu. O küçücük beyniyle beni tuzağa düşürmek için göbeği çatlıyordu ve sanırım ona acıyordum. Gerçekten zekâmı bu kadar hafife aldığına inanamıyordum. Ne kadar acınası.
Tarık beklediğim tepkiyi verdiğinde gülmemek için kendimi zor tuttum. "Çocuk muyuz Allah aşkına Beril?" diye itiraz etmişti kendine yakıştığı gibi. Yine de Beril'in ısrarcı bakışlarına itiraz edecek kadar uğraşmak istemiyordu.
Ertan ve Arda da fark etmez dercesine omuz silkince daire çizecek şekilde oturduk yakılan ateşin etrafında. Beril'in fındık büyüklüğündeki beyninin ürünü olan planla biraz eğlenmiş olurduk, fena mı?
Tarık hepimize birer bira getirdikten sonra yanıma oturduğunda Beril'in volkan gibi kaynayan gözleri kamp ateşinden bile yansıyor gibiydi. Diğer yanımda Arda oturuyordu, onun yanında ise sırasıyla Beril ve Ertan. Herkes kamp ateşinin yüzüne yansıyan ışıltısıyla ortada duran şişeye bakıyordu.
İlk şişeyi çeviren fikir sahibi Beril oldu. Şişenin cevap kısmı Ertan'ı gösteriyordu. Henüz hedefine ulaşamayan kadın ona hiç sorulmayacak bir soru sorarak başladı. "Hiç âşık oldun mu?"
"Ne salak bir soru bu, tabii ki hayır."
Ertan'ın yeterince dürüst yanıtıyla herkes kahkahalara boğulmuştu. Gelişigüzel sorulmuş bir soru olduğu o kadar belliydi ki. Asıl hedefinin ben olduğumu adım gibi biliyordum.
Ertan'ın çevirdiği şişe Arda'yı gösteriyordu. Böyle bir ortamda tam da kendinden beklenecek şekilde "Rüya'yı gerçekten seviyor musun?" diye kaotik bir soru sordu. Ortalığı karıştırmak için sorulmuş bir soru olduğu çok belliydi. Benden şüphelendiğini bilmiyor olsam geleceğimle ilgili sağlıklı bir fikir edinmek isteyen kız kankam gibi davrandığını söyleyebilirdim.
Beklendiği üzere dürüstçe "Evet." cevabını verdi Arda. Su gibi berrak ve açık bir cevaptı bu. Başka söze gerek yoktu.
Lise öğrencileri gibi "Ooo!" nidası koparak yalnızca Ertan olmuştu. Zaten bu grupta o zekâ seviyesine sahip iki kişi tanıyordum, onlardan biri Ertan olduğu gibi diğeri Beril'di. Fakat o benden hiç hazzetmediği hatta nefret ettiği için bu nidaya karşılık verecek değildi elbet. Canı sağ olsun. Şişe çevirmece fikriyle bile gönlümde taht kurmuştu kendisi. Nidanın ardından diğerlerinin pek hevesli veya umursayan bir tavrı yoktu. Hemen hemen herkesin bildiği bir şeydi bu, sır değildi sonuçta. Arda Rüya'yı seviyordu. Bu biraz Ali Ayşe'yi seviyor gibi oldu ama bu zekâ seviyesine de böyle bir tespit yakışırdı. Grubun umursamazlığı bu yüzden şaşırtıcı değildi. Beril'in zaten aralarında olmamı istemediği başından beri ortadaydı. Tarık da tam olarak bilmediğim ve emin olmadığım bir sebepten ötürü bu durumdan memnun olmadığı da barizdi. İçinde ufak şüpheler olabilirdi. Belki de hâlâ bana tam anlamıyla güvenmiyordu. Ya da başka bir sebebi vardı, bilemiyordum.
Şişeyi Arda cevirdi, şansa bana geldi. Şişe bile Arda'nın tarafındaydı. Hayret doğrusu. Sorduğu soru ise elbette takıntı hâline getirdiği bir konudan gelmişti. "Gerçekten tek sebep annem mi?"
Elbette hayır. Ancak ben düşünmeden "Evet." diyebilmiştim. Tek soru hakkı olduğu için başka soru yöneltmesine fırsat vermeden şişeyi çevirdim. Tarık'ı gösterdi. Bu kez benim şansım gülüyordu diyeceğim ama o üç pislikten birine denk gelmesi de yeterliydi bu soruyu sormam için. Biraz da onlar huzursuz olsunlar, değil mi? "Hiç birinin canını bilerek yaktın mı?"
Ortam buz kesmişti. Kimsenin bu sorudan hoşlanmadığı belliydi. Daha yeni yeni bana karşı güven duymaya başlayan Tarık'a böyle bir soru sormak yanlış gelebilirdi ama ben risk almıştım ve yapmıştım. Zaten tek bir soruyla güveni sarsılacaksa o sağlam temel üzerine kurulu bir güven değildi. Samimi bir edayla her şeyden habersiz görünüyor olmasaydım benden şüphelendiklerine yemin edebilirdim. Şimdilik sadece günahlarıyla yüzleşmek istemeyen dört kişi duruyordu karşımda. Beril ise ava gidip avlanmış olmanın verdiği huysuzlukla "Sıkıldım ben bu oyundan." diyerek kalktı.
Tarık sorunun yanıtsız kalmasının daha çok şüphe çekeceğini bildiğinden dolayı kayıtsız bir "Hayır." cevabıyla konuyu kapattı. Kısa ve öz. Hayır. Yalanlar dolusu bir hayır. Ve bundan asla suçluluk duymadan. Yalandan kim ölmüş?
Oyun başlatan tarafından bitirildiğinde bir süre sessizce biralarımızı yudumladıktan sonra sağdan soldan sohbet etmeye başladık. Buz kesen hava eski sıcak samimiyetine döndü fakat Ertan ve Beril'in bakışlarındaki tuhaflık yadsınamayacak kadar belirgindi. Sabaha karşı otele döndük ve dinlenmek üzere odalarımıza çekildik.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top