⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 17/3
-17/3-
O gece ilk değildi. Anlatmak istediğim... İlk kez elime kan bulaşmıyordu. Bu yüzden metanetimi korumam zor olmamıştı ama şaşırmıştım. Ölse dahi suç ortaklarına dair hiçbir sırrı ifşa etmeyeceğini düşünmüştüm. Ölmeye beş kala konuşması da can havliyle blöf yapmaya çalıştığını hissettiğim için hiç samimi gelmemişti açıkçası. Onun ölmek üzereyken bile patronlarını koruması midemi bulandırmıştı. Belki de bu planın içine ilk kez duygularımı karıştırıp hata etmiştim. Kanıma dokunuyordu. Yaşananların hiçbir anlamı yokmuş gibi önemsenmemesi, üstünün kapatılması, hâlâ pişkin pişkin hiçbir pişmanlık belirtisi göstermeden öylece karşımda susması...
O gece benim için bir kopma noktası olmuştu ve Samet denen o iti vurmuştum. Evet, bunu yapmıştım. Gözümü bile kırpmadan. Böyle davranarak onlardan hiçbir farkım olmadığını düşünüyor olabilirsiniz. Size yanılıyorsunuz diyemem. Ama diyebileceğim tek şey, hiçbir şeyin öyle göründüğü gibi kolay ve net olmadığıydı. Canavarla savaşan canavarlaşırdı. Ben de canavarlaşmıştım işte. Bu yüzden onlardan çok da farklı olduğumu savunacak değilim. Ancak aramızda şöyle bir fark var; onlar her şeyi zevk için yaptılar. Herhangi bir kötülüğe karşılık olsun diye değil, saf bir eğlence uğruna yaptılar. Bense bana yapılanların karşılığını veriyorum. Bu beni masum yapmaz. Ama daha günahkâr da yapmaz. Bir yerde adalet yoksa, yani mevcut kanunlar işlemiyorsa veya bazılarına ayrıcalıklı şekilde işliyorsa orada kendi adaletini sağlamaya çalışanların olması kaçınılmazdır. Ben elimi kana bulamaya çok da meraklı değildim ancak iş başa düşmüştü. Benim bir insan olarak değerim olmadığını gördüğümde bir şeyler yapmam gerektiğini anlamıştım.
Bu zamana kadar çok kadın, çok insan susmuştu. Belki de zorbalığın artması da bu yüzdendi. Her gün kaç kadın şiddete uğruyor, kaçı tecavüze uğruyor, kaç koca karısını dahası eski karısını öldüresiye dövüyor hatta öldürüyor haberiniz var mı? Kimse bunu sormuyor. Karısını yaralayıp hapse giren, çıktıktan sonra da hiçbir pişmanlık duymaksızın yarım bıraktığı işini tamamlamaya çalışan psikopatlara hiçbir şey söylemiyorlar, hiçbir yaptırımda bulunmuyorlar. Toplumumuz her şeyi bir neden sonuç ilişkisine oturtmuş durumda. Eğer adam kadına böyle davranıyorda kadın bunu hak edecek bir şey mutlaka yapmıştır.
Bu mu yani?
Ben başıma gelenleri hak edecek bir şey yaptım ve bu pislikler de benim canımı yaktılar. Bu kadar kolay mı her şey? Biri de çıkıp demiyor mu yahu bunlar hasta, delinin yaptıklarına bir sebep aranmaz. Ama karşı tarafı suçlamak her zaman daha kolaydır. Güçsüz olan her zaman böyle ezilir. Kadınlar susar, adamlar döver. Kadınlar susar, adamlar öldürür. Sonra kadın mutlaka bir şeyler yapmıştır diyerek konunun üstü kapanır. Çünkü her gün böyle şeyler haber bültenlerinde bolca mevcuttur. Bir kadının trajedisi kapanacak ki bir başka kadının trajik sonunu daha gözler önüne serecek yer açılsın. Hayatın doğal örgüsü ne yazık ki böyledir.
Yine kendi içimde yaptığım iç hesaplaşmaların içine boğulmuştum. Ellerim başımın altında kenetli, bakışlarımı tavana dikmiş düşünüyordum. O piç kurusunun leşi Esved'in adamları tarafından bardan apar topar çıkarıldı. Ölmeden önce söyleyeceği son sözler bizim için çok önemliydi. Çocuk, demişti. Kimdi bu çocuk, neydi? Bu işlere ortaklık eden başka biri mi vardı? Ya da çocuk kelimesi sadece bir parola mıydı? Belki de işin içinde bizim bilmediğimiz birçok şey vardı ama muhtemelen biz bunu asla bilemeyecektik. Alelacele Doktor Sadık'ın yanına götürdü onu Esved. Kurtulacağına dair pek ümidimiz yok ama bekleyip göreceğiz. Yalnızca Esved'in dediğine göre cebinden bir kâğıt çıkmıştı. İçinde çözmemiz gereken bir gizem olabilirdi. Bilemiyordum. Her şey çok karmaşıktı kafamda.
Öyle insanlar vardır ki ne yaparsanız yapın onları yıkamazsınız. Kolay kolay üzülmezler, ağlamazlar. Yılmazlar. Çünkü geçmişte öyle şeyler yaşamışlardır ki artık acılara gülmeyi öğrenmişlerdir. Önce güzel bir hoş geldin sunmuştur hayat onlara. İçeri buyur etmiştir ufak tefek acılarla. Sonra güçlü kalmayı döve döve öğretmiştir insana. Ancak dimdik ayakta durabilirse hayatta kalabileceğini kafasına vura vura öğretmiştir yaşadıkları. Ben de onlardandım sanırım. Hayattan öyle bir dayak yemiştim ki ne olursa olsun korkmuyordum. En kötü şeye bile üzülmüyordum artık. Diğer insanlar gibi basit ama mutluluk verici hayaller de kurmuyordum. O denli ölmüştü içimdeki umut dolu küçük çocuk.
Beni kimsenin aşağılayıcı davranışları yıkamıyordu. Ayakta kalmak için bu güce ihtiyacım olduğunun farkındaydım çünkü. Ancak her insan gibi hiç yapmam dediğim şeyleri yapabiliyordum. Neticede ben de insandım. Her ne kadar törpülenen duygularım gereği insan formundan uzak kalsam da. Bazı insanların adaletsiz hamleleri yüzünden insanlıktan uzak bırakılsam da.
Böyle düşüne düşüne ne ara sabah olduğunu anlamamıştım. Tan yeri ağrıyordu. Bir gram uyku uyumasam da oldukça enerjik hissediyordum kendimi. Giyinip hazırlandım. Dışarı çıkmalıydım. Bugünkü randevuma gecikmemeliydim. Arabadayken Esved'i arayıp haber almayı düşünsem de kısa zamanda bundan vazgeçtim. Eğer önemli bir haber olsaydı o beni mutlaka bir şekilde haberdar ederdi. Üstelik belki de barda bile değildi. Onu arasam da ulaşamazdım kuvvetle muhtemel.
Arabadan indiğimde hiç olmamam gereken bir yerdeydim. Ve asla yapmam dediğim bir şeyi yapıyordum. Psikolog Dinçer Bey'in kliniğinin önündeydim. İçeri girmeye hazırlanıyordum. Bu dünyada Esved'den sonra belki de beni en çok tanıyan kişinin karşısına çıkmaya hazırlanıyordum. Beni tamamen tanıdığını söylersem bu doğru olmazdı aslında. Şuan yaptıklarımdan, yapabileceklerimden, kısacası aklımdan geçenlerden yanda potansiyelimden haberi olduğunu sanmıyordum. Kimse beni o kadar tanıyamaz çünkü. Esved'den başka. Onunla her şeye birlikte göğüs gerdiğimiz için birbirimizin ciğerini biliyorduk. Sadece o akıl hastanesine tıkıldığım dönemde başıma gelenlerin ve yaşadığım korkunç günlerin en yakın tanığıydı hepsi bu. Esved geçmişimdi. Doktor Dinçer ise onun yokluğunu kapsayan geçmişimin şahidiydi.
Klinikten içeri girdiğimde biraz tedirgindim. İç dünyamı başka birine açma fikri savunmasız hissettiriyordu. Hele ki dün geceki olanlardan sonra. Sanki herkes sırrımı çözecekmiş de gücümü kaybedecekmişim gibi. Saçma, biliyorum ama ben de böyle bir deliydim işte. Zaten akıllı olduğumu kim söyledi ki?
Dinçer Bey'in asistanını gördüğümde ağır ağır masasına yürüdüm. "Merhaba, randevum vardı." O sormadan adımı söyledim. "Rüya Yıldırım."
"Ah, hoş geldiniz Rüya Hanım. Dinçer Bey sizi bekliyor, ben yine de haberdar edeyim."
Başımla onayladıktan sonra yaklaşık iki dakika asistanı bekledik. O iki dakika bana iki saat gibi gelmişti. Vazgeçmek için hâlâ vaktim vardı. Ama bunu yapmadım. Kaçmadım. Bazı şeylerle yüzleşmem gerektiğinin farkındaydım. Ve öyle de yaptım. Asistan -ki adını sormak aklıma bile gelmemişti- Dinçer Bey'in odasına kadar eşlik edip kapıyı çaldı ve beklenildiği üzere "Rüya Hanım geldikler hocam." diyerek beni takdim etti. Bir psikologdan fazlası olan adam çok da yaşlı olmamasına görmüş geçirmiş biri olduğunu her hâlinden belli ediyordu. Kendisi yalnızca psikoloji bölümünde uzmanlık yapmamıştı duyduğum kadarıyla. Zaten o zamanlar bizim akıl hastanesine gelmesinin sebebi de psikiyatri yönünde yaptığı çalışmalardan kaynaklanıyordu. Yolumuzun kesişmesi belki bu kadar basit görünüyordu.
Görevi sonlanan asistan kapı eşiğinden dönüp iki saniye içinde kaybolduğunda ben çoktan içeri girmiş, odanın ortasında duruyordum. O an bomboş hissettim. Çırılçıplak. Dımdızlak kalmış gibi. Savunmasız. Tüm zırhlarını soyunmuş bir savaşçı gibi.
Doktor Dinçer ise beni gördüğüne hem şaşkın hem de memnun görünüyordu. Bunu "Rüya, hoş geldin." derken kullandığı ses tonundan rahatça anlayabiliyordunuz. Karşısındaki konforlu görünen koltuğa buyur etti beni. "Otursana."
İki adım yürüdüm ve kuş tüyü gibi hafif görünen koltuğa oturdum. Göründüğü kadar yumuşacık bir koltuk olduğundan içine gömülüverdim demek daha doğru olurdu. Adamın cümlesiyle gerçek dünyaya döndüm. O ana dek odanın detaylarıyla aklımı meşgul etmeye çalışıyordum çünkü. Karşımdaki duvarda asılmış diploma, çaprazımdski kırmızı ve siyah karolardan oluşan iki kırlentli üçlü koltuk gibi.
Sözlerinde hiçbir ima ve yargılayıcı tavır barındırmasa da "Buraya gelmemekte kararlı görünüyordun, fikrini ne değiştirdi?" sorusuyla alışveriş merkezinde karşılaştığımız o gergin günü hatırlatmıştı bana. Ses tonunda yargıdan ziyade merak ve hafif bir şaşkınlık mevcuttu. O gün bana verdiği karta değersiz bir meta, boş bir kâğıt parçası gibi bakmıştım. Yırtmaktan son anda vazgeçmiş, köşeyi dönünce tekrar değişkenlik gösteren fikrimle kartı çöpe atmıştım. Fakat çok geçmeden sanki ilerde ihtiyacım olacağını hissetmişim gibi o lânet olası şeyi manikürlü ellerimi bok gibi kokan çöpe sokmak suretiyle çıkarmıştım.
Genellikle bu kadar kararsız biri değilimdir. Verdiğim kararın arkasında dururum. Tabii o kararı almadan önce de fazlasıyla düşünür, ölçüp tartarım. Ama bu defa başka olmuştu. Nedense. Geçen gün gittiğim doktorun sözleri gelmişti aklıma. Bu sebepten karşımdaki adamın sorusuna açıkça "Doktor tavsiyesi." dedim. Kısa ve öz. Biraz imalı ama kendine güvenen rahat bir tavırla.
"Buna sevindim." Derin bir nefes alıp iç geçirdi ve masanın üzerindeki elleri deri kaplı defterine gitti. Belli ki anlatacaklarımın bir kısmını not alacaktı. O an kendimi anlamsızca kobay faresi gibi hissettim. Nedenini bilmiyordum ama tam anlamıyla incelenen bir uzaylı veya alışılmışın dışında bir canlı gibi hissetmiştim. "Evet, Rüya." diyerek söze girdi tekrar. "Biraz seni tanıyalım. Bana kendinden bahsetmek istemez misin?"
Tek kaşımı kaldırarak "Zaten tanımıyor musunuz?" diye sordum iddialı bir ifadeyle.
"Ben Başak'ı tanıyorum. Ama sen karşılaştığımız o gün yepyeni bir hayata başladığını söylemiştin. Bu yüzden yeni senle yani Rüya'yla tanışmak istiyorum. Bu ilk seansımız olduğu için fazla derinlere inip seni zorlamayacağım, merak etme. Sadece bana biraz yeni senden bahset."
Yeni ben... Güzel bir soruydu. Ve anlamlı. O farkında olmasa da oldukça anlamlı bir soru. Kısacası yeni ben, eskisinin tam tersiydi. Yani neşesini ve çocukça sevinçlerini kaybetmiş, etrafa sahte gülücükler saçan ve güçlü duruşunun ardında bir enkazla yaşayan, içini kimselere döküp saçmayan biriydi. Baştan aşağı sahteydi. Tamamen. Adı gibi. Yüzü gibi. Sahici tek bir yanı bile yoktu. Öfkesi bile planlanmıştı. Dün gece hariç. Oysa eski ben, gelişigüzel plansız yaşayan, doğaçlama kararlar veren neşeli biriydi. Rahattı. O zamanlar kafam rahattı en azından. Huzurluydum. Başımı yastığa koyduğumda çığlıklar duymadan rahatlıkla uyuyordum. Şimdiki gibi gözlerimi kapadığımda kan banyosu yapmış bembeyaz odalar görmüyordum. Ya da uçurumdan düşerken dehşetle bağıran insanlar. Kendimi kan kokan bir bataklıktan kurtulmaya çalışırken de görmüyordum mesela. Bunlar bilinçaltımın ve sürekli üreten hayal gücümün hatalı ürünüydü. Yaşadıklarımın ruhuma yansıyan acı bir tezahürüydü. Gerçek değildi ama gerçek gibiydi. Tüm rüya ve kâbuslar gibi.
Ben şimdi ne anlatacaktım karşımdaki adama, bunları mı? Konuşmaya geldim dediysem her şeyi anlatacağım demedim. Kast ettiğim bu değildi. O yüzden içimden gelen kaçamak bir yanıt verdim imalı bir ses tonuyla. "Kendinden bahsetmeyen biri."
"Peki, nelerden hoşlanır? Ruhu nelerden beslenir?"
"Başarıdan beslenir. Her şey kontrolü altında olsun ister."
"Nelerden hoslanmaz?"
"Planlarının bozulmasından."
Net ve tekdüze yanıtlar veriyordum. Çok anlam barındıran ama kesinlikle karakterimi kesinlikle gözler önüne sermeyen ucu açık yanıtlar. Boşluk doldurmaca gibi.
"Anladım." Doktor Dinçer, istediğini alamamış gibiydi ancak buna bozulduğu da pek söylenemezdi. Ve sonunda o can alıcı soruyu sordu. "Peki, Rüya ne istiyor?"
Savaşa hazır bir komutan edasıyla gözlerimi adama diktim ve asla boyun eğmeyen bir tavırla "Hak edene hak ettiğini vermeyi." yanıtını verdim.
Kan donduran bir sessizlik.
Bu seansın bu kadar sessiz geçeceğini hiç tahmin etmediği belliydi Dinçer'in. Ancak benimleyken beklemediği şeylerle karşılaşmaya da alışmış olmalıydı.
Evet, hak eden herkese hak ettiği neyse verecektim. Ve bunu yaparken gözümü bile kırpmayacaktım. Buna yemin etmiştim. Sadece herkes sırasını beklesin.
...
*
YAZAR NOTU: Böyle tatlış bir ekstra bölüm armağan etmek istedim sizlere. Hikâyemiz yavaş yavaş da olsa keşfediliyor ve bu da beni mutlu ediyor. Bu yeni bölüm de armağanım olsun dedim. 💖 Bir de size küçük bir spoiler vereceğim. Salı günü hiçbir yere kaybolmayın bence, öyle böyle değil bomba bir bölüm gelecek benden söylemesi. 😉😎 Ve yorumlarınızı eksik etmezseniz aşırı aşırı sevinirim. Sevgiler, bol kokulu öpçükler! 😘
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top