⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 17/2
-17/2-
Gecenin ilerleyen saatlerinde beraber Rigel'e girdik. Barın arkasındaki kapıdan mahzene geçip birer kadeh şarap aldık ve gürültülü ortamdan biraz uzaklaşabildiğimiz odada oturduk. Gürültülü müzik uğultu hâlinde gelirken ikimiz de sessizce şaraplarımızı yudumluyorduk. Bir keyif sigarası yaktıktan sonra dudaklarımın arasına tutuşturup bir nefes çektim ve sessizliği bozan soruyu sordum. "Dördüncü adamı buldun mu?"
"Birinden haber bekliyorum. Bugün yarın gelir." Dudaklarımın arasından çekip aldığı sigaradan bir nefes de kendine çekti. "Biliyor musun, bazen bu durumla başa çıkmak çok zor geliyor. Ama sonra düşünüyorum, Rüya'nın baş edebildiği bir dertle ben neden baş edemeyeyim diyorum. Gülünç ama gerçek bu. Katlanmak için beni motive eden senin gücün."
"Neden gülünç olsun?" Şarabımı yudumlarken düşünüyordum. Bu olaylarla başa çıkmış hâlim miydi? Yanıp adım adım kül olan bir sigara gibi sönüp giderken içinde bulunduğum başa çıkmış mı oluyordum? Emin değilim. "Erkekler ne kadar fiziksel güce sahipse kadınlar da manevi güce sahip. Birçok şeye karşı güçlü kalabiliyoruz. Tuhaf. Şiddet, tecavüz, işkence, doğum sancısı, aşk acısı... Hepsine göğüs geriyoruz. Bununla gurur mu duymalıyım yoksa bunlara dayanıklılık kazanacak kadar maruz kaldığımız için kadere lânet mi etmeliyim bilemedim." Sigaramı tüttürürken sıradan bir ses tonuyla söylemiştim bunları. Bazı şeyleri kaldıramıyordum. Yıllar önce o üç pislik adliye çıkışı avukatları olacak o pezevenkle neşeli bir şekilde el sıkışarak özgürce çekip gidişlerini zihnim bir korku filmi gibi tekrar tekrar sarıp izletiyordu bana. Hepsinin bakışlarında ise böbürlenen, aynı aşina ifade... "Bize hiçbir şey olmaz."
O an nasıl hissediyorsunuz biliyor musunuz? Böyle kötü bir anı asla yaşamanızı istemem ama tam da o an ne kadar değersiz olduğunuzu düşünüyorsunuz. Ne kadar önemsiz. Önemli olan tek şey onlarmış gibi. Dünyanın her yerinde bu böyle mi bilmem, ama doğanın kanunudur bu. Büyük balık küçük balığı yer. Bu böyledir.
Onlar hep iyi, hep hayır işleriyle gündeme gelen saygın insanlar. Esasında sevap işlemiş sayılmıyorlar benim nezdimde. Onların yaptıklarına sevap işlemek denemez. Günah çıkarmaktı yaptıkları. İşledikleri o iğrenç günahların kılıfıydı medyaya yansıyanlar.
Sessizliğimi koruduğumu görünce derin bir iç geçirdi Esved. "Ben Başak'ı özledim."
"Ben de Ceylan'ı özledim." Gidenin geri gelmediği herkesçe bilinen bir gerçekti. Bunu insanın kendine itiraf etmesiyse çok zordu. "Ama ikisi de yok artık. Öldü."
Bugün itiraf günüydü anlaşılan. Özlediklerimizi, ölülerimizi masaya koyuyorduk.
Çaresizce başını salladı adam onaylarcasına. Başı bir idam mahkûmu gibi öne eğik, çaresizdi. Duygusaldı. Başka hiçbir yerde göremeyeceğim kadar savunmasız ve hassastı. Muhtemelen gözleri dolduğu için başını önüne eğmiş "Doğru, ikisi de öldü." diye mırıldandı belli belirsiz. Hırıltılı bir nefes aldığını ona bakmadan duyabiliyordum.
Müzik dinlemeyi herkes sever ama benim ilgim bir başka olmuştur hep. Tarzım veya değil, bulunduğum ortamdaki sesleri, müzikleri, şarkıları dinlemek ve onun ruhuna bürünmek. Asla on off düğmesi olmayan bir özelliğim. Barda çalan şarkının sözleri yine çalındı kulağıma.
Yalnız ölmicem di mi
Böyle sessiz sessiz
Solup gitmicem di mi
Sokakta düşkün biri
Bir kuytuda bulunmuş
Ben kaybolmıcam di mi
Ben çoktan kaybolmuştum. Hiç kendim gibi davranmıyordum ona karşı. Hâlbuki beni benden bile iyi tanıyan biriydi o. Ama ben artık o kişi değildim ne yazık. Artık o eski ben değildim. İstesem de olamıyordum. Mesela şuan ona yaklaşıp çenesini kavramak, başını yerden kaldırmak istiyordum. Yüzünü ellerimin arasına alıp yanaklarını okşarken geçti işte, bitti artık demek... Ama olmuyordu ne yazık ki. Aramızda görünmez camdan bir duvar vardı sanki. Uzansam dokunacak kadar yakınım ama dokunamam. Dokunsam yanarım. Konuşsam kanarım. Ağzıma doluşmuş cam kırıkları kanatır, yakar kavurur biliyorum. Kolum kanadım kırılır. Ama bunların hiçbirinin önemi yok gerçekten. Konuşursam onu da yakarım, sadece bu yüzden susuyorum. Onu ondan bile çok düşünüyorum. O benimle yanmaya bile razı ama ben onu yakmaya razı gelemiyorum. Vücudumu önüne siper eder gibi siper ediyorum kalbimi kırılmaya hazır yüreğinin önünde. Ama bu onu asla durdurmuyordu. Yaban aleve gözü kapalı atlıyordu her seferinde yanacağını bile bile. Şarkı kulağımda uğuldamaya devam ediyordu.
Biri çıkıp desin ki
Seninim seninim
Al işte bak ellerim
Seninim seninim
Nerde olsan gelirim
Gelirim gelirim
Bir ömür beklerim
Seninim seninim
Seninim seninim
Bir gün bitmeyecek değil mi?
Aniden hiçbir şey söylemeksizin başını kucağıma bırakıverdi usulca. Siyah gür saçlarını okşamaya başladım ağzımı bile açmadan. Bazen onunla konuşmadan da anlaşabiliyorduk ve ben o anları çok kıymetli buluyordum. Hayat konuşup kavga etmek, yanlış anlaşılmak için o kadar kısaydı ki. Bu yüzden konuşmadan anlaşılmanın değerini gerçekten sevmeyenler anlayamayacaktı hiçbir zaman.
Keyifli bir homurtu yükseldi dudaklarından. "Saçlarımda gezinen ellerin huzur verici. Böyle uyuyabilirim."
"Uyu o zaman." dedim usulca.
Esved ise yine uzun bir sessizliğin ardından "Tek bir gün olsa." dedi sessizce. Sanki kızıp azarlayacağımı bildiğinden yaramazlık yapan bir çocuğun mahcubiyetini taşıyordu sesinde. "Bize ait tek bir gün. Her şeyi unutup sadece biz olsak..."
"Yapma bunu. Kendine de bana da yapma. Böyle bir şeyin ikimize de faydası yok, anla. Hiçbir işe yaramayacak, daha çok kanatmaktan başka."
Benim olmak istiyordu. Bana ait olmak. Ve benim de ona ait olmamı. Kısacası imkânsızı istiyordu. Esved çok sever böyle imkânsızı düşlemeyi, siz bilmezsiniz. Tanıdıkça ne hayalperest çocuk olduğunu görürsünüz zaten. Çocuk diyorum, çünkü herkese karşı sarıldığı sert zırhının ardında öyle çocuksu ve hassas bir ruh taşıyordu ki. Bu dünyada onu kırabilecek belki de tek kişi bendim.
Böyle başı benim kucağımda, onun saçlarını okşarken saatler geçirebilirdik. Telefonun çalışıyla güzel atmosfer bozulmasaydı tabii.
Esved doğrulup telefonunu açtığında aniden o eski sert ifadesi yapışıverdi yüzüne. "Söyle." Hattaki kişiyi dinledikten sonra "Bodrum katında misafir et kendisini, biz geliyoruz." dedi ve telefonu kapattı. "Adamı bulmuşlar."
"O olduğuna emin misin?"
Kendinden emin bir ifadeyle "Evet. Kendin görmeye ne dersin?" diye sordu Esved tek kaşını kaldırarak.
Benimse vakit kaybetmeye tahammülüm yoktu. "Hadi, gidelim."
Hiç olmadığım kadar sabırsız oluşumu hemen fark eden adam "Tamam, gidiyoruz." dese de beni uyarmaktan kendini alamadı. "Ama sakin olmalısın."
"Ben zaten sakinim Esved. Hadi beni ona götür." Ayaklanıp kapıya yürüdüm. "Onunla görülecek hesabım var." Kontrollü davranacağıma dair kuşkuları olduğu her hâlinden belli olan adam hâlâ hareketlenmiş değildi. "Bu hesaplaşma için, bu intikam planı için bunca şeyden vazgeçmişken her şeyi mahvedeceğimi mi sanıyorsun? Saçmalama, hadi gidelim şu piç kurusunun yanına."
Kapıdan çıkıp koridorda yürüdüğümüz andan itibaren kanımı coşturan bir his yükseldi yüreğimde. Uzun zamandır beklediğim anlardan biri gelmişti. Dördüncü kişiyi bulmak...
Arda, Tarık ve Ertan gibiler böyle karanlık işlere kendileri kalkışmazlar, pislik çukuruna çıplak elle dokunmazlardı. Hep bir maşa kullanırlardı. Kaybedecek bir şeyi olmayan, paragöz birini. Onun diğer üç adam gibi ne koruması gereken bir itibarı vardı ne de kaybetmekten korktuğu bir prestiji. Bütün o pis işleri yüklü bir meblağ karşılığında pekâlâ yapabilirdi. Ve biliyor musunuz? Emin olun vicdanı bile sızlamazdı böylelerinin. Dini imanı paradır anlayacağınız. Hani bizim gibilerin bir sineği bile öldürürken içimiz sızlıyor ya, birini istemeden de olsa kırdığımız zaman uykularımız kaçıyor. Onlar bizim canımızı bile isteye yakarken insan olduğumuzu bile göz ardı edebilecek kadar iğrenç ve acımasız yaratıklar.
Bodrum katına inmemiz zamanımızı aldı çünkü burası yeraltında olan gizli geçitten bile aşağıdaydı. Yerin yedi kat dibiydi yani. Burada başınıza bir şey gelse kimsenin ruhu duymazdı. Burası bana orayı hatırlatıyordu. Zindanımı. Yıllardır bu anı bekliyordum. Onun karşısına geçip hesap soracağım zaman için resmen gün sayıyordum. İlk başlarda ona neden diye sormak istiyordum. Hatta bunun için deliriyordum.
Neden?
Milyonlarca neden sorusu beynimi kemiriyordu hastane köşelerinde. Neden bir başkası değil de... Neden? Bana dese ki şu yüzden, onu anlamasam da... Bilmiyorum, hep bunu düşünmüştüm. Belki nedenini bilirsem kafamın içindeki bulmacanın eksik parçası tamamlanacaktı. Ama şimdi nedenini bile merak etmiyorum biliyor musunuz? Caniliğin bir sebebi olamaz çünkü. Nedenler, kötü insanların yaptığı kötülüklerinin bahanesinden ibarettir. Sadece bir kılıf. Hepsi bu. Sen olmasan bir başkası. O olmasa başka bir şey. Sadece yaparlar işte, nedeni yoktur.
Paslanmış kapının önüne geldiğimizde beni durdurup yüzüme baktı Esved. "Rüya... Emin misin?"
"Ne demek bu?"
"Bu yüzleşmeye hazır mısın?"
"Esved ben yıllardır bu anı bekliyorum. Herkes yaptıklarının bedelini ödeyecek, cezasını çekecek. Eğer senin içinde bir kararsızlık, bir acaba varsa-"
Zoruna gitmiş gibi rahatsızlık duyarak sözümü kesti adam. "Saçmalama, ben sadece seni düşünüyorum. Hadi girelim."
İçeri girdiğimizde tepede cızırtılı yanan ampul rahatsızlık duymama sebep olsa da bu şuan düşünmem gereken son şeydi. Odanın tam ortasında bir sandalyeye bağlı ve yüzünde siyah bir çuval olan adam kendini yırtarcasına bağırıyordu. "Kimsiniz siz? Bırakın beni! Bırakın diyorum size!" Yerin yedi kat dibinde olduğunun farkında bile değildi. Tıpkı benim gibi. Şimdi biraz olsun o insanların neler yaşadığını hissetmiş olduğunu var sayıyordum. Sesini bile duyuramayacağın bir yerde karanlıklar içinde kalıp yalvarmanın çaresizliğini hissetmesi güzel olurdu. Empati kurmasını istiyordum ama nafile olduğunun ayrımındaydım. Sosyopat insanlar empati yeteneklerini çoktan kaybetmiş kişilerdir, onlara acılarınızı anlatmanız hiçbir şey ifade etmez.
El çabukluğuyla adamın başındaki çuvalı çıkarıverdi Esved. Ona yüzüne kar maskesi takması gerektiğini söylediysen de dinletememiştim. Ne olursa olsun olaylar planlarımız dışında gelişirse Esved'in canı yansın istemiyordum. Ama öyle gözü karaydı ki tüm bu tehlikeler umurunda bile değildi. "Hoş geldin Samet Efendi! Görüşmeyeli nasılsın?"
Samet denen pislik Esved'in yüzüne baksa da çıkaramamış olacak ki "Siz de kimsiniz?" diye sordu merakla. Bizim onu neden kaçırıp burada tuttuğumuza dair en ufak bir fikri yoktu anlaşılan. Uzun yıllar geçtiği için Esved'in yüzünü mü unutmuştu yoksa onunla hiç karşılaşmamışlar mıydı bilmiyorum. Doğrusu hatırlamıyorum. Bu eski bir hikâye. Önceki sorularına yanıt gelmeyince daha çok bağırdı. "Ne istiyorsunuz benden?" Bu kez baktığı yüz bendim. "Kimsiniz diyorum!"
Güldüm. "Biliyor musun? Bizim kim olduğumuzun hiçbir önemi yok. Bugünün konusu bu değil." Öyle derinlerde, öyle yerin altındaydık ki artık ne uğultulu müzik sesi ne de bizden başka bir şeyin varlığına dair herhangi bir ses vardı. Odada çıt çıkmıyordu. Tavanda cızırdayan ampul dışında. "Hadi biraz sohbet edelim."
"Ne sohbeti be! Manyak mısınız? Kimsiniz siz? Nesiniz, mafya falan mı?"
Esved'le birbirimize bakıp kahkaha atmaya başladığımızda adamın şok olmuş bakışlarına karşılık "Aaa biz öyle kaba tabirler kullanmaktan hoşlanmıyoruz." dedim. Odada yavaş adımlarla dolaşırken ekledim. "Seninle bir oyun oynayalım Samet."
"Oyun mu?" Nasıl bir şeyin içine düştüğünü anlamaya çalışan adamın korktuğu her hâlinden belliydi. Bakışları meraklı ve temkinliydi.
"Oyun şu... İşlediğimiz en büyük günahı anlatıyoruz. Nasıl ama? Heyecanlı, değil mi?"
"Manyak mısın kızım sen? Ne diyorsun"
Bana söylenen en ufak bir kötü söze bile tahammülü olmayan Esved ise adamın çenesini sıkıca kavramıştı. Benimle göz göze gelince öfkeyle bıraktı Samet itinin çenesini. Dişlerinin arasından "Efendi gibi duracaksın, sana ne söyleniyorsa onu yapacaksın it herif!" dedi tehditkâr bir tonda.
Odada uzun bir sessizlik...
Onun kendi rızasıyla yediği haltları anlatacağı yoktu. Tam da tahmin ettiğim gibi oldu. "O zaman şöyle yapalım..." Adamın gözlerinin içine bakarak sordum. "Başak'a yaptıklarınızdan bahsedelim mi biraz?"
Hayretler içerisinde gözleri irileşirken "B-Başak mı?" diye kekeledi. Bunu nereden bildiğimi anlamaya çalışırken şaşkındı. "Neden bahsettiğinizi bilmiyorum! Ben Başak diye birini tanımıyorum! Belli ki yanlış kişiyle görüyorsunuz hesabınızı, bırakın beni!"
Kendimden emin bir şekilde "Aksine." dedim. "Sen beni tanımazsın ama ben senin ciğerini biliyorum. Ve Başak'a, diğerlerine yaptıklarını... Her şeyi biliyorum Samet. Her şeyi!"
Blöf yapmadığımın farkına varmıştı. "Ne istiyorsun benden? Ne?" İnkâr etmenin bir faydası olmadığının da ayrımındaydı belli ki. Artık yaptıklarını inkâr etmiyordu çünkü.
"Tüm bu yaptıklarınız kimin fikriydi?"
"Bilmiyorum."
"Bana bir isim ver. Arda, Tarık, Ertan... Hangisi?" Kuşkuyla gözlerimi kıstım. "Yoksa senin fikrin miydi?"
"Oradan bakıldığında zevk için başını belaya sokmayı seven bir psikopat gibi mi duruyorum?"
Hazırcevaplılıkla "Psikopat olduğun kesin." diye karşılık verdi Esved. İğrenç bir böceğe bakar gibi bakıyordu ona. Öldürmemek için zor tutuyordu kendini. "Seni adi orospu çocuğu."
Bense Esved'e göre daha sakin durduğum hâlde içimde kıyametler kopuyordu. İşler göründüğünün tam tersiydi yani. O öfkesini içinde tutmadığı, kustuğu için daha aklı selimdi fakat ben içimde tuttukça içten içe deliriyordum. "Kimin fikriydi?"
"Bilmiyorum dedim! Ben sadece bana söyleneni yapıp paramı aldın, hepsi bu!"
"Peki, neden Başak'ı seçtiniz?" Eskiden çok merak ettiğim ama artık o kadar da umursamadığım o soruyu sordum. Yalan söyledim. Sanırım biraz da olsa umursuyordum. İnsanlar başlarına kötü bir şey geldiğinde hep neden diye sorarlar. Allah'ım, neden ben? Hatta bazen kendini suçlardı. Başına gelenlerin sebebini anlama çalışırlardı. Kendinde bile suç arardı. Ne kadar acınası.
Omuz silkti Samet. "Özel bir sebebi yok. Gençti, güzeldi. Dahası, ailesi dava peşinde koşmayacak kadar yaşlı ve cahil insanlardı. Arkasında birileri yoktu. Onu koruyan kimse yoktu. Başımızı belaya sokma olasılığı çok azdı."
Acı acı güldüm. Mantıklıydı. Bir o kadar da acımasız. Esved'in git gide gerildiğinu hissedebiliyordum. Aramızdaki yüksek gerilim hattı gittikçe artıyordu. Bakışlarımız birbirine kenetlenirken bu gerilimin en yakın şahidiydim. "Silahını ver."
Samet'in gözleri korkuyla "Ne?" nidası eşliğinde irileşirken ortam buz kesmişti.
Esved ise kararsız bir biçimde gözlerime bakıyordu fakat beni vazgeçiremeyecekti.
"Sana silahı ver dedim!"
"Biraz yalnız konuşabilir miyiz?"
"Şu silahı bana ver!"
Kolumdan tutup beni kenara çekti. "Bunu yapmak istediğine emin misin?"
"Esved, ilk defa birini öldürüyormuşum gibi davranma. Ben ne yaptığımı biliyorum!"
"Eğer biri yok edilecekse bunu ben yaparım. Sen sadece-"
"Bak, canımı sıkıyorsun artık."
"Sen sadece merak ettiklerini sor, işin bittiğinde onu ortadan kaldırma işini bana bırak. Bu işlere daha fazla dâhil olmanı istemiyorum."
Lafının sonunu bile beklemeden ani bir hamleyle belinden silahı aldım ve onun heyecanla bana seslenişlerini umursamadan silahı Samet'e doğrulttum. "Yolun sonu, Samet Bey! Sen artık müsait bir yerde iniyorsun."
Biraz yaklaşıp gözlerimi adamın gözlerine diktiğimde adamın bakışları bir şeyleri hatırlamış veya anlamış gibi bakıyordu. "S-Sen..." Önce Esved'e, sonra tekrar bana baktı. "Seni tanıdım!" Korkuyla yutkundu. "Sen osun!"
"Benim kim olduğumun hiçbir önemi yok artık. Son duanı et seni piç herif! Dilerim gittiğin yerde yaptıkların asla affedilmez! Asla!"
Paçaları tutuşmuş bir biçimde bağırmaya başladı Samet. "D-Dur! Dur, yapma! Sana söylemem gereken çok önemli şeyler var."
Başımı iki yana sallayarak "Şansını kaybettin. Sana sorduğumda söyleyecektin." dedim. Gözümü karartmıştım. "Ölmeden önce blöf yapmak pek de akıllıca bir hareket değil. Yaşamanı sağlamaz, ölmeni de geciktirmez. O yüzden... Kuzu kuzu ölümü bekle derim." Duraksadım ve güldüm. "Aslında epey şanslısın biliyor musun? Sen böyle basitçe ölüp giderken iş birlikçilerin ağır ağır, acı içinde ölecekler."
"Dur, bak! Başak, beni dinle! Bunu bilmek isteyeceksin! Üçü hakkında çok önemli bir sır var bende! Öyle gizli ve büyük bir sır ki, açığa çıkarsa yer yerinden oynar!"
Bıkkın bir ifadeyle gözlerimi devirdim. "Offf... Gerçekten çok sıkıldım senden. Bayat numaraların da hiç cazip gelmiyor." Aniden aklımda bir ampul yanmış gibi boş elimdeki parmağımı şıklattım. "Cehenneme bir kişilik biletim var, ne dersin?" Silahı tekrar doğrultup gözümü bile kırpmadan tetiği çektim. "Ama üzülme, çok yalnız kalmayacaksın. Yakında arkadaşlarını da göndereceğim yanına."
Vurularak sandalyeyle yere devrilen adam son nefeslerini verirken fısıltı hâlinde bir şeyler söylemeye çalışıyordu. Esved bunun farkına vardığı an adama yaklaşıp eğildi. "Bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor."
Usulca yaklaşıp dinledim onun anlatmaya çabaladığı şeyi. O ise öyle zor ve kısık sesle konuşuyordu ki ağzından çıkanları çok güç duyabiliyorduk. Blöf yaptığını düşünüyordum ama gerçekten bize vermek istediği bir sır vardı. "Çocuk." dedi can havliyle. "B-Beni kurtarın. Çocuk-k. An... Anlatacağım. Ölmek is-temiyorum. Yalvarırım!" Nefes almakta güçlük çekerken son bir gayret "Ç-çocuk." diye sayıklamasıyla bizim Esved'le birbirimize bakmamız bir olmuştu.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top