⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 11/3
-11- / 3
Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum. Niyetinin ne olduğunu da benim gibi zeki bir kadının anlaması zor değildi. Ancak neyi ne kadar bildiğini kestirmek ve bundan emin olmak zordu. Kendimden emin olmak iyi bir özellikti ancak gereğinden fazlası budalalık olurdu. Oradan buradan ne duymuş, ne öğrenmiş olabilirdi ki hakkımda? Ya da doğru soru, gerçekten bir şey öğrenmiş olma ihtimali var mıydı? Belki de blöf yapıyordu. Yem atıyor olması olasıydı.
Arkama döndüm ve cesurca gözlerinin içine baktım. Onun. Düşmanımın gözlerine korkusuzca diktim gözlerimi. "Hım... Demek kim olduğumu biliyorsun. İlginç..." Ona doğru bir adım attım yalnızca. Özgüvenli hâlimden ödün vermiyordum. "Peki, kimmişim ben? Söyle de bilelim."
Beril'in gözleri hırsla ışıldıyordu. Bu bir şeyleri öğrenmiş olma ihtimalini körüklese de blöf yapıyor olması yüksek ihtimaldi. Çünkü Esved hakkımdaki tüm araştırmaları boş çıkarmak için gereken her şeyi yapmıştı. Böyle bir oyuna girdiysek, her şeyi göz önüne alarak tedbir almış olmalıydık değil mi? Beril ise kendinden gayet emin görünüyordu. "Sen genç, yakışıklı ve en önemlisi zengin erkeklere kancayı takan servet avcısı bir karadulsun. Başka da hiçbir şey değilsin!"
Gülünç bulduğum bu ifadeye kahkaha atmaktan kendimi alamamıştım. Karadul, ha? Hiç güleceğim yoktu doğrusu. İsmini erkeğiyle çiftleştikten sonra onu yemesinden alan, dünyanın en zehirli örümceğine benzetiliyor olmam karşımdaki kadın tarafından tesadüf olamazdı. Tam isabetti. İlk defa bir konuda Beril denen bu kadına katılıyordum. O kadar tehlikeli biriydim çünkü ben. Kahkahamsa bunun en iyi ispatıydı.
O ise bu tavrıma öfkelense de umursamamaya çalışarak devam etti. "Senin gibileri iyi bilirim ben, nerede görsem tanırım. Kaç tane geldi geçti hayatımızdan bir bilsen. Tek derdin para ve saygınlık değil mi?"
İyi bir başlangıçtı tahminleri ancak cidden böyle düşünüyorsa gülerim doğrusu. Derdim ne paraydı ne de saygınlık. İntikamdı. İntikam. İnsanı öyle kör bir ateşte kavururdu ki bu istek, herkesin anlaması mümkün değildi. Ancak intikam ateşinde benim kadar yanan biri bu hissi anlayabilirdi. Ben seni zeki biri sanmıştım Beril, ancak sen beni yanılttın. "Sence bunlara ihtiyacım var mı? Ben bu söylediklerine zaten sahibim tatlım. Bunu en az sen de benim kadar iyi biliyorsun." Neyse ki her şeyi biliyorum derken kast ettiği buymuş. Biraz rahatlamıştım. Gerçi pek de paniğe kapıldığım söylenemezdi çünkü daha önce de söylediğim gibi tüm önlemleri almıştım. Beril'in karanlık geçmişim hakkında bir şeyler öğrenme, herhangi bir ipucu yakalama ihtimali yok denecek kadar azdı. Şuan büründüğüm yüz, kullandığım kimlik bile bana ait değilken hem de. Beril istese de zifiri karanlık geçmişime ulaşamazdı. Öyle dipsiz bir kuyuya yuvarlamıştım ki sır gibi gizli geçmişimi, beni günbegün içten içe zehirleyen ölümcül sırlarımı bulabilmesi pek mümkün sayılmazdı. Tam ağzını açıp bana karşılık verecekken kendine güvensiz ifadesinden faydalanarak araya girdim. "Bence sen artık kıskanmayı bırak."
"Kıskanmak mı?"
"Hadi ama tatlım, birbirimize dürüst olalım artık. Bak, biz bizeyiz burada. Tarık'ı benden kıskandığının farkında olmamak için kör veya aptal olmak gerek." Sahte bir iyi niyet tavrı takınarak gülümsedim. "Ama emin ol buna hiç gerek yok. Ayrıca istediğin kadar araştırabilirsin beni. Gerçekten. Hiç kırılmam buna, araştır gönlünce. Bulduğun şey kocasını kaybetmiş bir iş kadınından ötesi olamaz."
"Ya sen..." Öfkeyle karşı çıkmaya çalışsa da söyleyecek bir şey bulamamıştı, bu her hâlinden belli oluyordu. Hani insanın sinirden dili tutulur, söyleyecek bir şey bulamadıkça daha da sinirlenirdi ya, tam olarak öyle bir durumdaydı Beril. Söylediklerimin doğruluğunu düşündükçe ne itiraz edebiliyordu, ne de karşılık verebilmişti. En sonunda hışımla merdivenlerden aşağı inip hızla gözden kayboldu. Sözlerimdeki gerçeklikten kaçmak ister gibiydi.
Onunla neredeyse eş zamanlı bir biçimde merdivenleri çıkan Arda, Beril'in derdinin ne olduğunu umursamaksızın hayran bakışlarını üzerimde gezdirirken bana yaklaştı. "Bugün yine çok güzelsin."
"Teşekkür ederim. Ragıp amcayı bekletmeyelim istersen, inelim."
Merdivenlere yöneldiğim sırada nazikçe yolumu kesip engelledi beni. "Tarık'la iş konuşmaya başladılar mı dünyayı unuturlar. Hem servise başlamadılar daha." Bir karın ağrısı var gibiydi. "Hadi sana odamı göstereyim. Hem... Seninle bir şey konuşmak istiyorum."
"Sizinkilere ayıp olmasın? Böyle odaya kapanır gibi." Ne konuşacağını az çok tahmin ediyordum. Buna hazır mıydım? Sanırım hazırdım. Uzun zamandır bunu bekliyordum zaten. Endişe edecek bir şey yoktu.
Arda ise gülümsedi. Güven veren sevgi dolu bir gülümsemeydi bu. "Merak etme, bir şey derlerse suçu üstüme alırım."
Daha fazla itiraz etmeye niyetim yoktu. Söyleyeceklerini duymaya hazırdım. Her şeyi önceden planlayan ben, elbette bunu da planlamıştım. Sadece ilk etapta kendimi hazır hissetmiyordum ve bazı endişelerim vardı. Ancak bunu daha fazla uzatmanın gereği yoktu. Her şeye hazırlıklı girmiştim bu yola. Yapacaklarıma ve yaşayacaklarıma hazırdım. Şu insanların arasına girmemin amacı da, şuan bu noktada bulunmamın amacı da tam olarak belli değil miydi zaten? Arda'nın odasına girdiğimizde etrafa şöyle bir göz gezdirdim. Onun dünyasını merak ediyordum. Klasik bekâr erkek odası desem yalan olmazdı herhâlde.
Girişte ikili koyu kahverengi koltuklar ve yanında uzun fakat dar bir kitaplık karşılıyordu geleni. Kitapların önündeki küçük çerçevelerde bazı ünlü sanatçıların minyatür tabloları vardı. Başta Vincent Van Gogh'un Starry Night'ı olmak üzere birçok sanatsal tablonun minyatürü selamlıyordu beni. Pablo Picasso'nun Guernica'sı, Sandro Botticelli'nin The Birth of Venus'ü, Gustav Klimt'in The Kiss'i... Seçtiği tablolara bakılırsa karmaşık bir ruh hâline ve duygusal bir yapıya sahipti. Normal şartlarda kadınlar duygusal ve romantik erkeklerden hoşlanırdı fakat karmaşık bir ruh yapısına sahip erkekler çoğu zaman ilişkide yorucu olabiliyordu. Biraz odaya göz attıktan sonra adamın karakteri hakkında daha detaylı fikir sahibi olmuştum. "Odan güzelmiş."
"Teşekkür ederim."
Arkamdaki adama döndüğümde aniden burun buruna geldik. Bir nefes kadar yakındık birbirimize. Beklenmedik bir anda gözlerimin içine baktı ve dudaklarımdan öptü. Hiçbir şey yapmadım. Karşılık vermeyim ya da itmedim. Hiçbir şey hissetmedim. Bu aslında zafer naraları atmam gereken bir gelişmeydi. Oysa ben içimde koca bir boşluk hissediyordum.
Kocaman bir boşluk...
Arda geri çekildiğinde "Sana içimdekileri söylemek yerine göstermek istedim." demekle yetindi. Karşılığında cevap vermemi, bir şeyler söylememi bekliyordu. Bense suskunluğumu koruyordum. Sustuğum her saniye yüzündeki ifade daha endişeli bir hâl alıyordu. "Kızdın mı?"
Kibarlığımdan ödün vermeksizin yanıtladım. "Hayır, sadece... Şaşırdım. Böyle bir şey beklemiyordum." Yalandı bu. Bekliyordum. Bu yola girdiğimden beri olacakları harfiyen planlamıştım.
"Biliyorum." Heyecanını yutmaya çalışır gibi derin bir nefes aldı. Gözleri gözlerimin derinine dalmıştı ve hayranlıkla bana bakıyordu. "Rüya, ben seni ilk gördüğüm andan beri... " Duygularını nasıl ifade edeceğini tam anlamıyla bilemiyor gibiydi. Heyecanı ve reddedebilmemin verdiği korku sözlerini engelliyordu sanki. "Senden etkilendim. Sanırım ben sana... Sana âşık oluyorum Rüya."
Aramızda uzun bir sessizlik sürüp gitti öylece. O benden bir yanıt beklerken ben bu süreci nasıl daha sancılı hâle getiririm diye düşünürmüşüm gibi sessizliğimi koruyordum. Hâlbuki yoktu böyle bir şey. Ona, daha doğrusu onlara acı vermek istediğim doğruydu ama böyle değil. Hiçbir şey söylemedim. Gözlerimin içine bakıyordu cevabımı öğrenebilmek için. Sabırsızdı. Tam o sırada kapı çaldı.
Yarım kalmışlık hissiyle aldığı nefesi geri verirken hevesi kırılmış gibiydi. "Girin!"
Olanlardan habersiz yardımcının içeri girmesiyle aramızdaki romantik ve sessiz süren atmosferden eser yoktu artık. "Ragıp Bey sizi yemeğe bekliyorlar efendim."
Bir an önce kadını göndermek ister gibi "Tamam, geliyoruz." diyerek geçiştirdi ve yalnız kalmak istediğimizi anlatan bir yüz ifadesiyle kapıya baktı. Yardımcı mesajı almış olmalıydı ki, oyalanmadan kapıdan çıktı.
Bense hemen yanıt verme niyetinde değildim. Her şeyi ağırdan almak en iyisi olacaktı sanırım. Fazla gönüllü görünmek istemiyordum. Bu yüzden gözlerimin içine merakla bakan adama "Hadi, aşağı inelim." dedim. O süt dökmüş kedi gibi boynunu büktüğünde konu şimdilik askıya alınmıştı. Rahatlamıştım. Usulca aşağıya indik ve odaya girene kadar sessizliğimizi koruduk. Ne bu konu ne de başka bir şey hakkında konuşmadık.
Yemek gayet iyi geçti. Ertan'ın flörtöz tavırlarını görmezden geldiğim takdirde de güzel geçiyordu zaten. Öte yandan Tarık eskisi gibi düşmanca davranmıyordu bana. Büyük bir değişim söz konusuydu ve benim neredeyse gözlerim yaşaracaktı. En azından bana karşı önyargılı davranmıyordu. Bu da bir gelişmeydi. Beril yemek boyunca hiç konuşmadı, gizlenmek ister gibi bir hâli vardı. Oturduğu sandalyeye gömülüp yemeğine konsantre olmasından, kendini tüm sohbetlerden soyutlayış biçiminden buraya geldiğine pişmanlık duyduğu net bir biçimde anlaşılıyordu. Görünmez olma gibi bir gayesi vardı, öyle seziyordum. Ona söylediklerimden sonra içini okuyormuşum gibi bir his vermiş olmalıydım ki, bana karşı mecburi bakışlarında bile tedirginlik vardı.
Güzel sohbetlerle şen şakrak bir hava hâkimdi. Her şeye rağmen güzel bir geceydi. Ragıp Bey'le ekonomi hakkındaki uzun konuşmamıza Tarık bile katılıp fikir beyan etmişti. O derece olumlu gelişen bir akşam geceydi. Belki de Süreyya Hanım ve Ragıp Bey'in beni aileye sokma çabası sonuç veriyordu artık.
Gecenin ilerleyen saatlerinde tüm ilginin üzerimde olmasına daha fazla katlanamayan Beril erkenden izin isteyip kalktı. Süreyya Hanım "Aaa kızım, nereye gidiyorsun alelacele?" diye itiraz etse de yalnızca neden erken kalktığını anlamaya çalışan meraklı bir tavır takınmıştı, itiraz etmeye pek niyeti yoktu.
"Bugün yoğun bir gündü Süreyya teyzeciğim. Daha sonra tekrar gelirim, görüşürüz nasılsa."
"E peki madem."
Kal diye ısrar eden yoktu. Bundan en az varlığımdan olduğu kadar huzursuzluk duyduğu her hâlinden belliydi. Yüzüne söylediğim gerçekler kısa süreliğine de olsa çenesini kapamasına yetmişti. Benim kolay lokma olmadığımı anlamıştı. Hani şu ben senin gibileri çok gördüm, dediği kadınlar gibi olmadığımı yani. Onlarla uzaktan yakından alakam olmadığını ayrımsamış ve bundan korku duymuştu.
O gittikten sonra keyifli sohbetimize devam ettik. Fakat bir süre sonra kolumdaki saate baktığımda epey geç olduğunu fark ettim. Beril gibi yüzsüzlük edip saatlerce çöreklenmeye, evin kızıymış imajı çizmeye gerek yoktu. Çünkü bunun dozunu korumadıkça itici göründüğünü Beril'den öğrenmiştim. Evet, ondan bile öğrendiğim şeyler olabiliyordu. Nasıl erkeklerin etkilendiği türden kadın olunamaz gibi mesela. "Ben artık izninizi isteyeyim. Malûm, yarın iş var."
Ragıp Bey "Nereye kızım, saat daha erken." dese de vücudumdaki yorgunluğun farkındaydım.
Üstüne bir de Süreyya Hanım "Ne güzel sohbet ediyorduk." deyince kabalık etmek istemedim. Yarım saat kadar daha oturdum.
Bizim şirketle Ragıp Bey'in ortaklığından bahsettik ve onlara şirketimiz hakkında küçük tüyolar verdim. Başta Ragıp Bey olmak üzere Tarık ve Arda da bundan büyük bir memnuniyet duydu. Ertan ise hâlâ çocukça triplere girip çıkmakla ve usul usul bana asılmakla meşguldü. Arda'nın bu durumdan hiç memnuniyet duymadığı hatta uyuz olduğunu görebiliyordum.
Daha fazla gecikmemek adına "Artık cidden kalksam iyi olacak, çok geç oldu çünkü. Nasılsa Cuma günü davette olacağım, o zaman görüşürüz." dedim nazikçe.
Ragıp Bey de saatine baktıktan sonra "Seninle sohbet pek bir keyifliydi, vaktin nasıl geçtiğini anlamamışız valla." diyerek güldü. Saatin geç olduğu konusunda haklı olduğumu bildiği için üstelemedi. "Israr etmek isterim ama bizim yüzümüzden uykusuz kalmaman için bir şey demiyorum ona göre. Yoksa böyle sabaha kadar sohbet edebilirdik yani." Nazikçe gülüştük. "Ama sık sık görüşelim olur mu kızım? Seninle sohbet çok güzeldi."
Tebessüm ettim. "Merak etmeyin, artık sık sık görüşeceğiz." Zira bundan sonra isteseniz de yakanızı bırakmaya pek niyetim yok.
Toplu hâlde neşeyle beni kapıdan geçirdiklerinde keyifli bir gecenin ardından vedalaşmıştık. Aracıma doğru yürüdüğüm sırada herkes içeri girmişti. Bir kişi hariç. Bana doğru koşar adım yürüyerek "Rüya!" diye seslendiğini fark edip duraksadım. Arkama döndüğümde bana yaklaşan adamla uzaktan göz göze geldim. Hızlı adımlarla geldi ve yaptığı itiraftan daha cesur bir edayla baktı gözlerime. "Bugün söylediklerim için ne düşünüyorsun? Hiçbir şey söylemedin. Ben..."
"Arda..."
Olumsuz yanıt verecek olmamdan korkarak savunmaya geçti Arda. "Bak, Rüya ben sana çok değer veriyorum. Henüz her şey çok yeni, farkındayım. Ama eğer teklifimi kabul edersen seni herkesten ve her şeyden çok seveceğime dair söz verebilirim. Seni dünyanın en mutlu kadını yaparım." Elimi tuttu ve neredeyse yalvarma boyutuna gelen bir ısrarcılıkla "Yeter ki evet de bana." dedi.
"Arda... Senden biraz zaman isteyeceğim." diye yanıtladım ağırbaşlı bir ifadeyle. "Böyle bir cevabı hemen vermek istemiyorum. Düşünmek için zamana ihtiyacım var."
Hayır dememdense buna razı olan adam omuz silkti. "Peki, sen ne kadar istersen beklerim. Hayır demedin ya bana, istediğin kadar düşün."
Tam da şuan sormalı mıydım ona? Geçmişte birinin canını yakıp yakmadığına dair sorup dürüstçe cevap vermesini isteyebilir miydim? Bu ne kadar mantıklı olurdu ki? Beklemeliydim. Sabırla işlediğim bu intikam planını tehlikeye atamazdım. Adamın sakince iç geçirişini duyunca tebessüm ettim. "İyi geceler."
"İyi geceler."
Aracıma bindim ve sokaktan çıkarken arkamdan bakakalan adamı aynadan seyrettim. "Arı kovanına çomak soktun, farkında değilsin." Hayatının dersini verecektim onlara. Yaşayıp göreceklerdi. Ancak aldıkları bu dersin bedelini yaşamlarıyla ödeyeceklerdi.
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top