⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 11/2
-11- / 2
Hayatınızın en az bir döneminde duyduğunuz ünlü bir söz vardır; hayat, siz plan yaparken başınıza gelenlerdir. Eskiden her şeyi akışına bırakan huzurlu bir yaşantım vardı. Her istediğimi alamıyordum belki, insanların büyük büyük hayallerindeki gibi varlıklı yaşamıyordum ama iyi kötü doyan bir karnım vardı, başımı soktuğum bir çatı. En önemlisi de bir ailem. Bu yüzden plan yapmak, kontrolüm dışına çıkan şeylere panikleyip sinirlenmek diye bir şey hayatımda hiç olmamıştı. Ta ki o elim olaya dek...
İyi veya kötü, başınıza gelen bir olay hayatınızın dönüm noktası olur ya hani, romantik komedilerde kız bir adamla tanışır ve hayatı değişir. Onun gibi bir şey. Benim hayatımı da o olay değiştirdi işte. Şimdi o anı yaşayan kız yoktu artık. Daha olgun, daha dişli, her şeyini yaptığı planlara bağlayan ve kontrolü dışında gelişen hiçbir şeye tahammülü olmayan, eski hâlimden çok zıt bir kadın vardı. Ve benim artık tıkır tıkır işlemesini istediğim planlarımdan başka önemsediğim bir şey de yoktu.
Hastaneden çıkar çıkmaz oyalanmaksızın şirkete geçtim. İncelenip imzalanması gereken belgeleri ve hazırlanması gereken raporları halletmem birkaç saatimi almıştı. Bugünkü toplantının iki gün sonraya ertelenmesi ise işime gelmişti doğrusu. Böylece eve gidip akşam için hazırlıklarımı daha rahat tamamlayacaktım.
Fazladan vaktim kalmışken Rigel'e gidip gitmeme konusunda kararsız kalmıştım. Gitmemeye karar verdim. Belki de böyle olması daha iyiydi. Eğer gidersem, üstüne düşersem kendini bu duruma daha da kaptırabilirdi. Ve bu, Esved'e yapacağım en büyük kötülük olurdu. Onu önemsiyordum. Aşk değildi. Ama önemsiyordum. Ne var ki onu gereğinden fazla önemsediğimi bilmesine hiç gerek yoktu. Duygular her şeyi mahvederdi çünkü. Kafaları karıştırırdı. Aşk mantığı devre dışı bırakırdı. Ve şuan hata, yapmamız gereken en son şey bile değildi.
Eve vardığımda alelacele günler önce belirlediğim pudra rengi diz hizasında kalem etek elbisemi ve üzerine de lacivert ve gri pul payetli ceketimi giydim. Altına koyu renk, kombine uyumlu stiletto ayakkabılarımı giydiğimde neredeyse hazırdım. Genelde abartılı ve ışıltılı şeyler giymeyi seven biri değildim. Eski benden bahsediyorum tabii ki. Sadelikten, doğallıktan yanaydım. Ancak Rüya olarak geldiğim bu yerde sık sık özel davetler, partiler olurdu. Sebepli sebepsiz her şeyin kutlaması olur ve herkesin birbirine yalandan gülümsediği bu davetlere katılmak cemiyette bir yere sahip olduğunuzun göstergesi sayılırdı. Ben de girdiğim kabın şeklini alan biri olarak kısa sürede buna uyum sağladım. Fakat bu kendimi parıltılı bir hediye paketi gibi hissettiğim gerçeğini değiştirmiyordu elbette. Saçımı ve makyajımı tamamladığımda son kez evin içinde şöyle bir göz gezdirdim. Kapıdan çıkmadan önce şifreyi girip normal alarmın dışında özel alarmı aktifleştirdim. Bu alarm sayesinde dairem ek korumaya sahipti, en ufak bir sorun yaşandığında telefonuma arama ve mesaj olarak ulaşılıyordu. Üstelik telefonuma yüklediğim özel bir program sayesinde daire içindeki kameralardan evimi istediğim her an kontrol edebiliyordum. Bu eve girmek yürek isterdi yani. Beril'in takip olayından sonra gözümü dört açmıştım. Eskiden de her an tetikte olan ben, bu defa çok daha temkinli davranıyordum. Hiçbir şeyi şansa bırakmıyordum. Olması gereken de buydu zaten. Her an tetikte olmalıydım, her şey yolunda gidiyor diye gevşememeliydim.
Aracıma binip yol çıktığımda aklımda hâlâ dün gecenin izleri yer etmişti. Esved'le birlikte olarak yanlış mı yaptım, diye düşünmüyor değildim. Ancak bu benim için küçük bir detaydı çünkü ben hayatta her şeyi iyice düşünüp tartarak yapardım. Yine öyle yapmıştım. Dolayısıyla öyle kolay kolay pişman olacağım bir şey yapmam. Genellikle büyük konuşan biri olduğumun farkındayım, ancak kendime güvenmenin neresi yanlış ki?
Daha önce de söyledim, ben intikam almaya programlanmış bir robottan farksızım. Bir ölüyüm. Duygusuz, bedeni bile kendine ait olmayan bir ölü... Durum böyleyken en azından Esved'i mutlu etmekti niyetim. Benim için her şeyi yapmaktan çekinmeyen bu adamı mutlu etmek beni de her zerreme kadar huzurla kaplıyordu. Kahraman maskesine bürünmüyorum, fedakâr rolü de üstlenmiyorum. Esved'i mutlu etmek için yapmış olduğum şeyin bana da mutluluk ve keyif verdiğini saklayacak değilim. Öte yandan Esved'in duygularının esiri olup her şeyi mahvetmesinden de korkuyordum. Ya olanlara kendini kaptırırsa? Bende duygunun kırıntısı yoktu, bu yüzden hata yapma riskim de yok denecek kadar azdı. Kalbim kan yerine intikam pompalayan bir organ artık. Nefes alışverişlerimin sebebi bile intikam. İş böyleyken nasıl duygularımın esiri olup hata yapabilirdim ki? Öldüm, dirildim. Bana yaşatılanların hesabını sormaya geldim. Buradayım. Kanlı canlı karşılarındayım işte. Beni yıkamadılar. Yıktıklarını sandılar ama yıkamadılar. Bundan sonra da yıkamazlardı artık. Her engeli aştım, tüm tuzaklarından sağ çıktım ve buradayım işte.
Evlerinin önüne park ettim aracımı. Derin bir nefes alıp bahçeden içeri girdim ve kapının önünde saniyelik bir duraksamadan sonra zili çaldım. Kısa sürede kapıyı açan yardımcı beni görünce nazik bir gülümsemeyle "Hoş geldiniz Rüya Hanım, buyurun lütfen." diyerek beni içeri buyur etti. Paltomu teslim ettikten sonra yine yardımcının yönlendirmeleri doğrultusunda kocaman bir yemek masasının olduğu salona girdim. Beni görür görmez oturdukları koltuklardan ayaklanan insanlar bana en çok kanı ısınanlardı. Ve bana en çok acı veren insanlar. Ragıp Bey, Arda, Süreyya Hanım ve muhtemelen kendisine yüz vermediğim için en son Ertan.
Tarık ve Beril son anda zoraki bir biçimde yerlerinden kalkmıştı ancak bu defa Tarık biraz daha ılımlı görünüyordu. Beril'in ise bu yemeğe katılacağını bilmiyordum ve sanmazdım da aslında. Benden nefret ettiği düşünülürse...
Ragıp Bey sıcakkanlı ve babacan bir edayla elini uzattı. "Rüya, kızım hoş geldin!" Gelişimden oldukça memnun görünüyordu. Onlar için yaptığım iyilikten sonra daha da sıcak davranır olmuştu. Bilenler bilir, manipülasyonun bin bir tekniği vardır. En popüler yollardan biri de budur. Hedefinizdeki kişiye bir iyilik yapar, kendinize gebe bırakırsınız. Sonra herkese sizin ne kadar iyi biri olduğunuzu ballandıra ballandıra anlatır. İnsanların gözünde iyi bir intiba bırakırsanız bu kulaktan kulağa yayılır. İyilikle borçlandırdığınız kişinin kendisi de size borçlu hissettiğinden ötürü bir anda en sevdiği kişi oluverirsiniz. İş bu kadar basittir. Ragıp Bey'in olayı da buydu aslında. Hatta yaptığım bu küçük iyilik sayesinde Tarık bile hakkımdaki önyargılarını bir kenara bırakmış gibiydi.
"Hoş geldin Rüyacığım, nasılsın görüşmeyeli?" diyerek elimi sıkan Süreyya Hanım da her zamanki gibi sıcakkanlı ve sevimliydi.
Nazik bir baş işaretiyle selamladım herkesi. "Hoş buldum." Süreyya Hanım'a döndüm tebessüm ederek. "İyiyim, teşekkür ederim. Siz?"
"İyiyim canım, teşekkürler."
Arda ise "Hoş geldin," deyip el sıkıştıktan sonra sarılırken kulağıma "Çok güzelsin, her zamanki gibi." diye fısıldadı.
Hiçbir şey söylemesem de aynı nazik tebessümümle karşılık verdim. Onun gözlerinde yarattığım etkiyi görebiliyordum. Alev alevdi ve hayranlık duyduğu her hâlinden belliydi.
Ertan'a gelince, o her zamanki puşt bakışlarıyla beni süzerken imalı ses tonunu takınmıştı. "Hoş geldiniz Rüya Hanım." Kinayeli tavrını sürdürmekte ısrarcıydı anlaşılan. Hâlâ çapkın bakışlarıyla beni keserek bir şeyler elde edebileceğini sanıyorsa bu beni çok güldürürdü. Vazgeçmiyordu. Pusudaydı.
Misafirperver bir edayla el sıkışarak "Hoş geldin." diyen Tarık ise neredeyse gözlerimi yaşartacaktı. Her karşılaşmamızda gözleri kurşun gibi delip geçerken bana karşı sahici ve gizlemediği bir hazzetmeme duygusunu görmeye öyle alışmıştım ki bu defa yabancıladım.
"Hoş buldum."
"Nasılsın?"
"İyiyim, teşekkürler. Sen?"
"İyiyim, otursana."
Tarık'la aramızda böyle bir muhabbetin geçtiğine bile inanamıyordum. Demek ki bazı şeyler zamanla değişebiliyormuş. Tıpkı Tarık'ın bana karşı asla değişmez dediğim tavırları gibi. Bu iyi bir gelişmeydi. Beril'in el sıkışmaya niyeti yok gibiydi, bu yüzden Tarık'ın oturmam için yaptığı teklifi geri çevirmedim. Beril'in baş işaretiyle isteksizce "Hoş geldin." deyişine aynı baş işaretiyle sessizce karşılık verdim. Zoraki olduğu o kadar belliydi ki. Aynı soğuk ve özensiz tavrı ona iade ettim.
Süreyya Hanım'ın "Yardımcılara söyleyeyim de servise başlasınlar. Siz masaya geçin isterseniz." sözüyle masadaki yerlerini alan gençlerle birlikte Ragıp Bey de başköşedeki yerine kuruldu.
Ellerimi yıkayıp makyajımı tazelemek için masaya oturmadan "Ben izninizle bir lavaboya kadar gideyim." diyerek izin istedim herkesten.
Arda istekli bir biçimde ayaklandı. "Göstereyim sana istersen."
Süreyya Hanım ise "Aaa yardımcı gösterir oğlum, sana mı kaldı?" derken bu durumdan pek hoşnut olmadığı her hâlinden belliydi. Yalnızca bunu nezaket kuralları içerisinde belirtmeyi tercih ediyordu. Arda'nın bana karşı gösterdiği yakınlıktan rahatsız olduğunu sezebiliyordum. Üstelik yardımcılara isimleriyle hitap etmedikleri de gözümden kaçmamıştı. Onlara hizmet eden insanlara mecbur kalmadıkları sürece yardımcı diye hitap ediyor olmaları sanki onları insandan çok robot yerine koyuyor gibiydi. Biri gider, biri gelir. Neden isimlerini ezberleme zahmetine gireyim ki? Biraz fazla hassas davrandığım düşünülebilirdi ancak bu küçücük nüans bile insanları varlıklı, saygın olanlar ve alt tabakadan, adını bile hatırlamaya tenezzül etme gereği duyulmayan insanlar olarak kategorize ettiklerini açıkça gözler önüne seriyordu.
Tebessüm ederek yerimden kalktım ve ismini hâlâ öğrenemediğim yardımcının yönlendirmesiyle lavabonun önüne kadar geldim. Kadına "Teşekkür ederim..." dedikten sonra merakla "İsminiz neydi?" diye sormadan edemedim. Ne yani, eleştirdiğim saygısızlığı onlarla birlikte ben de mi sürdüreyim?
"Emine, efendim."
"Memnun oldum Emine. Yalnız bana efendim diye hitap etmezsen çok sevinirim. Rüya Hanım demen yeterli."
"Peki, Rüya Hanım."
"Teşekkürler."
Yardımcının gidişiyle lavaboya girdim. Şu efendim kelimesine de oldum olası uyuz olmuşumdur. Neden kullanılır, hâlâ anlamış değilim. Kimse kimsenin efendisi değildir ve olmamalıdır da. Yanında çalıştığın kişi sana üç kuruş para veriyor diye senin efendin falan olmaz. Sen kendi alnının teriyle kazanıyorsundur o parayı, bir lütuf değildir yani. Ellerimi yıkayıp aynada kendime baktım. Makyajımı kontrol edip tazeledikten sonra vakit kaybetmeksizin çıktım lavabodan. Merdivenlere yönelirken arkamdan zamansızca gelen sesle duraksadım.
"Kim olduğunu biliyorum."
Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum. Niyetinin ne olduğunu anlamak da zor olmasa gerekti. Ancak neyi ne kadar bildiğini anlamak... Bu biraz karmaşıktı. Arkama döndüm ve onun gözlerine baktım. Kimdim ben?
...
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top