3.BÖLÜM: ESKİ İNANIŞ RUHLARI

Selamlar! Okumaya Wendy Rule, A Tribute to Hecate ile başlamanızı tavsiye ederim. Yorumlarınızı eksik etmeyin, emojilerinizi bekliyorum...

AY IŞIĞININ GÜCÜ ÜSTÜNÜZE PARLASIN! 

********

Bir kuşun kanadında seyahate çıkmıştım sanki. Kollarım onun kanatlarına mıhlı bir şekilde gözlerimi irice açıp dünyanın iyisini kötüsünü görürken mutluydum. Sadece içimdeki karanlığı değil dünyanın dört bir yanındaki karanlığı tanıdığım için mutluydum.

İnsan buna sevinir miydi?

Bencilce buna seviniyordum. Gördüğüm yenilikler beni mutlu kılarken kötülüğü umursamıyordum. Çünkü içimdeki Anber beni buna muhtaç kılmıştı.

Gözlerimi araladığımda kısa çaplı yaşadığım mutluluğu anında özledim. Elim hissettiğim özlemle kalbime giden damarları okşadığında anında mutluluğumu kapatan Anberi hissettim. Soğukluğu avcumun içini dondururken kurumuş dudaklarımı yaladım.

Sonunda yatağımdan kalkmaya karar verdiğimde odamdan çıkıp banyoya girdim. İhtiyaçlarımı hallederken zihnim dün akşamı canlandırıp duruyordu. Aresi gördükten sonra Tomris'in dudakları beğeni ve şaşkınlıkla bükülmüştü. Sonunda gözlerimi ondan çekip önüme döndüğümde biramı keyifle yudumlamış ve arkadaşıma bu konuyu açmamasını söylemiştim.

Tomris gözlerimdeki karanlık ifadeyi görüp konuyu açmadığında bana okul ortamında ki sorunlardan,yaşadığı keyiflerden ve erkeklerden bahsetmişti. Şu anda görüştüğü Elej adında bir çocuk vardı. Elej tıp fakültesi dördüncü sınıftı ve Tomris'in anlattıklarına göre görünüşü ağız sulandırıcıydı.

Onu öyle bir anlatmıştı ki bir an, bir masal kahramanını anlattığını düşünmüştüm. Mavi gözlerine tezat esmer teni, koyu kahve saçları ve dolgun dudaklarını süsleyen düzgün burnu; spor salonundan fırlamış kaslı bedeniyle dans eden dövmeleri bana bunu düşündürmüştü.

Tabii masal kahramanlarının dövmesi olmazdı lakin bu sadece ufak bir pürüzdü.

Banyodan ihtiyaçlarımı giderdikten sonra çıktım. Zihnim boş durmamaya yemin etmiş gibi işine devam ederken mutfağa girmiş kendime kahve hazırlıyordum.

Tomris'in anlatması bittiğinde gözlerim yüzünde ki şişliklerle içeri giren Elzan'a kaymıştı. Dudaklarımı dişleyip gözlerimi kaçırdığımda içim aniden stresle dolmuştu. Beni görmemesini diliyor hatta buradan çıkıp gitmesini istiyordum.

Lakin ben şanslı biri değildim. İstediğim hiçbir şey olmamıştı ve Elzan radar gibi beni bulmuştu. Kaşlarını yukarı kaldırıp yanıma geldiğinde elini barın tezgahına yaslamıştı. Elini gören gözlerimi kapatıp açtığımda başımı ona çevirmiştim. Tomris yüzümdeki gerginliği gördüğünde baktığım yere başını döndürmüştü.

Elzanı gördüğünde sorun çıkmaması için dua ettiğini hissetmiştim. ''Hangi yüzle dışarı çıkabiliyorsun sen?'' sinir bozucu sesi kulaklarıma ulaştığında içimdeki Anber bana ninni söyler gibi öfkesini fısıldamıştı. Acıyla ve kendimi kontrol etme arzumla ayağı kalktığımda tek istediğim oradan uzaklaşmak olmuştu.

Tomrisi bile umursamadan adım attığımda Anber tırnaklarını ruhuma bastırmıştı. Acı içinde kıvranırken bunu belli etmemiştim lakin Elzan kolumu sıkıca kavradığında dudaklarımdan feryat eden çığlık içinde bulunduğum ruh halimi göstermişti. Elzan anında kolumu bırakmış,dudaklarını şaşkınlığa teslim etmişti.

Gözlerim ruhumun acısıyla dolarken ne Tomris'in seslenişini umursamıştım ne de insanların bana olan bakışını. Hızlı adımlarla bardan ayrıldığımda arkamdan gelen Tomris'in varlığını hissediyordum. Lakin ben yalnız kalıp sakinleşmek hatta Anberden kurtulmak istiyordum.

O yüzden adımlarımı hızlandırmıştım. Hızlanan adımlarım koşmaya döndüğünde rüzgarda bana eşlik ediyordu. Yanımda ileri geri hareket eden ellerim bana güç verirken kararmış gözlerim nereye gittiğimi bana göstermemişti.

Hiç bu kadar hızlı koştuğumu hatırlamıyordum. Nefesim ciğerlerimi zorlarken içimde yanıp duran bir şey vardı. Bu yangın Anber'in buzunu eritmek yerine onu destekliyordu. Gözlerimden akan sıvıyı hissettiğimde dudaklarımdan içeri titrek bir nefes aldım.

Aldığım nefesle beraber bir çift el beni kollarımdan yakaladığında bu elleri yabancılamadım. Lakin Tomris'in dokunuşu kadar da tanıdık gelmemişti. ''Şşşş,'' onun sakinleştirici sesini idrak edene kadar çırpındığımın farkında değildim. Bedenim ona dönüktü ve ellerim ondan kurtulmak için onu itiyordu. ''Sakin ol, her ne olduysa geçecek.''

Şaşırtıcı bir şekilde sert bir hamleyle beni göğsüne yasladığında hızlı nefeslerim beni saran çıplak koluna değdi. Gözlerim iri iri açılmış içimi çekerek nefes alırken beni tırmalayan Anber halinden hoşnut bir şekilde hareketine ara vermişti.

Ares Salenmir beni sakinleştirmeyi başarmıştı.

Zihnimin derinliklerinde canlanan dün ile beraber kahvemi elime alıp koltuğa oturdum. Henüz kimse uyanmamıştı ve bunun anlamı rahatça kahvemi içip dışarda yağan yaz yağmurunu dinleyebilirdim.

Kahvemden bir yudum aldığımda acı tat beni gülümsetti. Gülüşüm zihnime Ares Salenmir ile yaşadığım tuhaf vedalaşmayı hatırlattığında gözlerim donuklaştı.

Beni sakinleştirdikten sonra tuhaf sarılışımıza son vermiştik. Şaşkınlıktan ona hiçbir şey söylememiştim. O da benim gibi hiçbir şey söylemeyip benimle eve kadar geldiğinde kapının önünde onu gören babamın yüzünü korku bürümüştü. Tekrar bir olay çıkarttığımı düşündüğüne emindim. O bu düşüncemi onaylayacak şekilde hareket ettiğinde dudaklarımda keyifsiz bir ifade vardı. 

''Ne oldu?''

Babam kolumu kavrayıp bana kızgın gözlerle bakarken Ares sıcak gülümsemesini atmosfere sundu. ''Yolda karşılaştık beraber yürüyelim dedik.'' Babam otomatikman yumuşarken ben başımla sadece onay vermiştim. Başka bir sorun yaşansın istemiyordum. ''Tomris nerede kızım?''

''Evine gitti,'' yalanımı ortaya fırlattığımda yutkunarak eve doğru bir adım attım. Aresi arkamda bırakıp yürüdüğümde bana seslenmişti.

''Yarın görüşürüz Anber.''

İşte o gün bugündü.

Dün olanların hissettirdiği gariplikle beraber karşısında oturacaktım. Muhtemelen ondan özür dileyecektim ve bana yazmasını istediğim ilacı almayı bekleyecektim. ''Günaydın,'' başımı koltukta arkaya döndürüp esneyen babama baktığımda gözlerine yorgunluk hakimdi.

Benim yüzümden evde sık vakit geçirse de yine benim yüzümden dinlenemiyordu. ''Günaydın baba,'' benden sonra Aresle ne konuştuklarını merak ediyordum. Ayrıca dün Tomristen de azar yemiştim. Odama çıkar çıkmaz onu arayıp buraya gelmemesini söyleyip olanları anlatmıştım.

O da yoldan geri dönüp kendi evine giderken nasıl korktuğundan bahsetmişti.

Haklıydı. Eğer o benim yaptığım gibi koşarak çıksaydı ve ben onu yakalayamasaydım bende korkardım. Ares bana nasıl yetişmişti ve neden gelmişti bilmiyordum. Sanırım bunu bugün öğrenecektim.

Gerçekten garip olan şey ise ona sarıldığımda sakinleşmemdi. Gözlerimi kapaklarım her aşağı indiğinde beni kavrayan iri kollarına değen nefesim aklıma geliyordu. Çenesini başımda hissetmiştim ve bedeninden bana iyi enerjiler geçmişti sanki.

Yine de tuhaftı.

Terapi için endişelenen Anber onu istiyordu. Bana bunu her halükarda hatırlatıyordu. Neden korkmuyordu? Onu susturmak istiyordum ve Ares buna yardımcı olabilirdi. Susmaktan korkmuyor muydu?

Yoksa onun susması yeni bir bağırış şekli miydi?

''Ne düşünüyorsun?''

Babam karşımdaki koltuğa geçip oturduğunda gözlerimi kırpıştırdım ve ona gülümsedim. ''Hiç,'' tek omzumu silktiğimde kahvemden bir yudum daha aldım. ''Aç karnına içme şunu. Midene zarar veriyorsun,'' içimde birikmiş kirli sayfalar babamın kurduğu cümlenin rüzgarıyla etrafa savruldu. ''İyiyim ben,'' bu dediğim içimi gıdıkladı. Bu gıdıklanış bende gülmekten çok ağlama isteği uyandırdığında duruşumu değiştirip dikleştim.

''Randevun aynı saat de, yemek yedikten sonra çıkarız.''

Babam ellerini saçlarına geçirip kaşlarını yukarı kaldırdığında belirgin damarlarına takılan gözlerim elinin buruşmaya yüz tutmuş derisini de inceledi. Ve bu içimin burkulmasına neden oldu.

''Söz veriyorum sorun çıkartmayacağım.''

Cümlemi elimdeki kahveyi sıkıca tutup babama kararlılıkla baktığımda kurmuştum. Babam ise yalancı bir inanışla bana gülümsedi. ''Lütfen bugün dinlen. Annem de gelmesin,yemin ediyorum bir şey olmayacak,'' babamın red etmeye hazırlanan dudaklarını elimdeki kahveyi masaya bırakıp ayağı kalktığımda susturdum. Önünde diz çöküp ellerimi dizlerine koyduğumda ona umutla baktım.

''Benim yüzümden çok yoruluyorsunuz. Lütfen bu günü kendinize ayırın,'' içimdeki umut babamın gözlerine aktığında bana ondan geçen şey tereddüt oldu. Emin değildi ve bana güvenmiyordu.

Haklıydı bu yüzden bir şey demeye hakkım yoktu.

''Lütfen,'' yalvaran ses tonum zırh gibi giydiği tereddüdünü çatlattı. ''Neler oluyor?'' Annemin sesini duymamla hızla ayağı kalktım. Onun karşısına geçip yumuşak ve sıcak olan ellerini tuttuğumda gözerinde şaşkınlık vardı. ''Anne bugün tek başıma terapiye gidebilir miyim? Yemin ederim bir sorun çıkartmayacağım,'' ellerini tutup ona yalvarırken gözleri arkamda kalan babama kaydı.

Nefeslerim kuvvetli isteğim yüzünden hızlıydı. Göğüs kafesim aşağı yukarı hareket ederken bedenimdeki telaşı gören ailem sonunda anlaşmış gibiydiler. Annem yüzünü bana döndüğünde ellerini tutan elimi sıktı. ''Güvenimizi boşa çıkartma,'' sözünü bitirdiğinde dudaklarımda bir gülümseme oluştu.

Kollarımı sıkıca ona doladığımda gülmeye başladı. ''Deli kız!'' Babam arkamızdan bana seslendiğinde sesindeki neşeyi hissettiğim için mutluydum. Sonunda biraz da olsa evimiz uğursuz havadan arınmıştı.

Kollarımı annemden çektiğimde beraber kahvaltı hazırlamak için mutfağa geçmiştik. Ben patatesleri kızartırken o krep yapıyordu. Babam içerde televizyonu açmış 70'lerde dönen filimlerden birini izlerken rutinimizi gerçekleştiriyorduk.

Bizim rutinimiz buydu. Ben kalkar kahvemi içerdim sonra annemle yemek hazırlar babamı uğurlardık. Evde geçirdiğim vakitlerde temizlik yapardım. İşim bittiğinde ise odama kahvemi alıp çıkar çizgi roman ya da kitap okurdum. Bazen yürüyüşe çıkar nefes alırdım. Bazense bir kafeye gidip otururdum.

Arkadaşlarımın çoğu şehir dışındaydı bu yüzden genelde yalnız olurdum. Tanıdığım lakin muhattap olmak istemediğim insanlar dışarı çıkmayı teklif etsede ben red ederdim. Nedense yakınlık kurmak içimden gelmezdi.

Gerçi nedenini biliyordum.

Yakından tanımadığı insanlar içimdeki Anberi rahatsız ederdi ve ben onlarla olduğumda öfkesini üzerime salıp beni kışkırtırdı. Bu kışkırtıları kontrol etmek hiçbir zaman kolay olmamıştı. Kaçtığım şey zorluğu değil bana verdiği acıydı.

Patatesler kızardığında onları geniş bir tabağa doldurdum. Annemde bu sırada krepleri hazırlamıştı. Masayı hızlıca hazırladığımda babam rutinimizin saatini şaşırmadan hızlıca yanımıza gelmişti. Annemin yanağından makas alıp yerine oturduğunda bu görüntüye gülümsedim.

Bende yerime oturduğumda önümdeki tabağa biraz patates aldım. Yanına krebimi eklediğimde iştahla yemek yemeye başladım.

Tıka basa doyduğumu hissettiğimde masadan kalktım. İstemesem de terapi için hazırlanmaya odama çıktım. Dolabımdan yağışını durduran yağmurun getirdiği soğuk yüzünden siyah kot pantolonumu çıkarttım. Üstüme halter yaka gri bir bluz aldığımda onun üstüne hırka atmaya karar vermiştim.

Üstümü değiştirdikten sonra boy aynasında kendime baktım. Dağınık kahve saçlarımı masamdan aldığım köpükle şekillendirdiğimde bu kadar süslenmeme gerek olmadığının farkındaydım. Lakin onun için değil kendim için süsleniyordum.

Kendimi solgun küçük bir kız gibi değil, güzel ve alımlı bir kadın olarak görmek istiyordum.

Dudaklarımı birbirine bastırıp çantamı elime aldığımda banyoya geçtim. Çenemdeki sivilceyi kapatıp renkli dudak nemlendiricisini sürdüğümde hazırdım. Banyodan çıktığımda merdivenlere ilerledim. Tırabzana tutunarak indiğimde kapının önünde babam bekliyordu.

Karakola gidiyordu ve muhtemelen gitmeden önce beni bırakacaktı. Kapının eşiğinde ayakkabılarımı giydiğimde babamın bakışları içimi delip geçen cinstendi. Annemle sarılıp evden ayrıldığımızda babam şoför koltuğunda bende onun yanında oturuyordum.

''Kemerin,'' babam beni uyardığında kemerimi hemen bağladım. Arabayı çalıştırdığında gözlerim çok kısa ona değdi sonra yola odaklandı. Yol geçip giderken gri asfaltı siyaha çalan yağmur damlalarının kokusunu evden çıktığımda almıştım.

Bu kokuyu seviyordum.

Sanki göklerden bize gönderilen bir uyarı hediyesiydi. Uyarıydı çünkü insan oğlu yetinmeyi bilmezdi. Ve Tanrı yetinmeyi bilmeyen insan oğluna yağmurunun şiddetini arttırıp yok oluş dersi verebilirdi.

Bununla ürperirken babam, ''Sana güveniyorum Anber, ne olursa olsun.'' Diye mırıldandı. Sesindeki umut beni şaşırtırken onun gibi bir babam olduğu için Tanrıya şükrettim. ''Sana inanıyorum bazen öfkeme bende yenik düşüp sana saldırıyorum farkındayım ama gerçek olan şey sana inanıp güvenmem.''

Onu seviyordum.

Babam babasından görmediği şefkati bana göstererek kendini onararak benim zarar görmememi sağlıyordu. İçinde beliren öfkeden çoğu zaman korkardım lakin öfkeyi çok iyi bildiğimden onu anlardım.

''Bende sana inanıyor ve güveniyorum baba,'' gözlerimde ki sevginin arabayı kapladığını hissettim. Babam yola bakarken gülümsedi ve kırmızı ışık da durdu. Gözlerini bu fırsatla bana çevirdiğinde, ''Ona her şeyi anlat. Yemin ederim sen anlatmadığın sürece Ares Bey'e ne anlattığını sormayacağım,''dedi.

Gaza yüklendiğinde gözlerimi kırpıştırdım. Ela gözlerimi ondan çekip dudaklarımı ısırdığımda gerginlik arka koltuğa oturmuştu. ''Tamam mı Anber?''

Onay vermemi istiyordu. Dediğini yapmam gerektiğinin farkındaydım. Bana olan güvenini boşa çıkartmak istemiyordum. Bu sözleri bana sarf eden adamın hayallerini bir kere daha kırmak istemiyordum.

''Tamam baba,'' sessizce onayladığımda araba durdu.

Kemerimi çözüp ona baktığımda bir eli direksiyonu tutuyordu. Yaklaşıp yanağını öptüm. Arabadan inerken, ''Eve giderken ara beni,'' diye mırıldandı. Onu onayladığımda beyaz binadan içeri girdim.

Her şey aynıydı. Ferah havası başkalarını bunaltmazken ben çoktan bunaldığımı hissediyordum. Arabada arka koltukta oturan gerginlik arabadan benden önce inip buraya gelmişti sanki.

Hatırladığım koridora girdiğimde aynı kadın bana gerginlikle bakıp dudaklarını ısırdı. Karşısına geçip ismimi söylediğimde masasındaki telefonu eline alıp tuşladı.

Kulağına tutup Ares'e benim geldiğimi söylediğinde başını salladı. Telefonu yerine geri bıraktığında zorla gülümseyip, '' Ares Bey sizi bekliyor.'' Diye mırıldandı.

Kapıyı tıklattığımda içimdeki Anber varlığını hissettirircesine içinde cebelleştiği heyecanını bana verdi. Gözlerimi kapatıp içeri girdim.

Gözlerimi açıp odaya girdiğimde Ares ayakta ve tam karşımdaydı. Üstünde lacivert bir tişört altında ise kot pantolonu vardı. Saçları dağınıktı ve bir terapiste göre fazla garipti. Genelde doktorlar düzenli ve resmi olmazlar mıydı?

Ares Salenmir'in düzenle uzaktan yakından alakası yoktu.

''Hoşgeldin Anber,'' bana uzattığı eline baktım. İri eli bana içimdeki Anberin diline sürdüğü kümeyi hatırlatırken ürperdim. Ürpermeme rağmen elini tuttuğumda kızıl gözleri ela gözlerimi hapsetmişti.

''Hoş buldum,'' sessizce mırıldanıp elimi çektiğimde bir şey demesini beklemeden koltuğa oturdum. O da yerine geçtiğinde yüzüme çıkan kanı hissettim. Dün olanlar beni ummadığım anda kızartırken yüzümü ondan kaçırdım. Gözlerim oda da gezinirken onun bakışlarını üstümde hissediyordum.

Hissettiğim bakışları içimdeki Anber'in buzunu eritirken ben akan suların altında kalıyordum. Nefes almak için başımı sudan her çıkartmaya çalıştığımda suyun içinden bir el çıkıp beni içeri çekiyordu.

''Bugün nasılsın Anber?''

Sorusu beni çeken eli kestiğinde gözlerimi ona çevirdim. Ve dudaklarımdan çıkan cümle aklımdaki sorulardan biri oldu. ''Neden dün peşimden geldiniz?''

Yüzümdeki kızarıklığa aldırmamaya çalıştım ve gözlerimi doğrudan ona sabitledim. Bakışlarındaki gizeme alay bulaştığında kaşlarımı çatmamak için kendimi zor tuttum. Bir terapist alay duygusunu hissetse bile danışanına yansıtmamalıydı. Ve bu adam hiç çekinmeden bunları yansıtıyordu.

''Kendine zarar vereceğini düşündüm ve bir doktor olarak arkandan geldim.''

Sırtını oturduğu koltuğa yasladığında fazlasıyla rahattı. ''Selamını almadığınız birinin peşinden koşmanız çok saçma,'' dudaklarımı imayla büzdüğümde hiç çekinmeden gözlerini dudaklarıma dikti. Baktığı dudaklarım karıncalanmaya başladığında gözlerimi kırpıştırıp başımı yana çevirdim. ''Su alabilir miyim?''

Mırıldandığımda bir kaç tuş sesi duydum. ''Savin, iki su alabilir miyiz?''

Telefonu kapattığında gözlerimi yeniden ona çevirdim. ''Bugün nasıl hissediyorsun?''

Sorusunu yiğnelediğinde elim uzun saçlarımın bir tutamına gitti. Tutamın birini parmağıma doladığımda, ''iyiyim,'' diye mırıldandım.

Odanın kapısı çalındı ve Ares ona girmesi için komut verdi. İki büyük suyla dolu bardağı önümüze bırakan kadın gülümseyerek odadan çıktı. Suyu elime alıp koca bir yudum aldığımda kendimi rahatlamış hissettim. Masanın üstüne bıraktığım bardakla Aresle tekrar göz göze geldiğimizde bana gülümsedi.

Ne çok gülümsüyordu böyle.

''Tek mi geldin bugün?''

Sadece başımı salladım. İçimdeki Anber konuşmam için tepinsede biraz direnecektim. ''Neden?'' Tek kaşını kaldırıp sorduğunda direnişimin kısa sürmesi beni üzmüştü. ''Bugünü kendilerine ayırmalarını istedim,'' tırnağımı masanın üstünde duran bardağın yüzeyine sürttüğümde bu alışkanlığın içimdeki Aberden bana geçtiğini fark ettim.

O hobi olarak ruhumu tırmalıyordu bense arada bir elime aldıklarımı.

''Diğer günler gelecekler yani?''

Anlamaya çalışıyordu. Neden benimle geldiklerini neden küçük bir kız gibi benim yanımda olduklarını anlamaya çalışıyordu. Bunu görebiliyordum. ''Bugünden sonra gelemeyecekler,'' derin bir nefes alıp mırıldandığımda kaşlarını çatıp masada öne doğru eğildi. ''Bugünün önemi ne?''

Açık değil miydi?

Terapide sorun çıkartmayıp her şey yolunda gibi yapacaktım ve ailem benim için yoruldukları günlerin acısını biraz benden uzaklaşıp çıkartacaklardı.

Sorusuna cevap vermedim. Onun yerine konuyu değiştirmeye karar verdim. ''Kolay öfkelendiğimi artık biliyorsunuz. Bana kuvvetli bir ilaç yazsanız bende evime dönsem?''

Dirseğimi masaya yaslayıp çenemi açtığım avcumun içine bıraktım. Bu hareketim beni ona yaklaştırırken içimdeki varlığını hissettiren Anber yerinde zıplamaya başladı. ''Sana ilaç yazabilmem için öfke nöbetlerinden fazlasını görmem lazım. Yanlış tedavinin sonuçları olabilir,'' işaret parmağını dikkat dağıtıcı bir şekilde dudağına sürdüğünde devam etti. ''Ayrıca sadece ilaç tedavisiyle olmaz. Ben bir terapistim Anber, ilaçların yanında içinde biriken konuşma ihtiyacını da gidereceğiz.''

İstemsizce gülmeye başladım. Öyle ki gözlerim kapanmıştı. Gülüşümün sesi odayı kapladığında alayla gözlerimi açıp ona baktım. ''Sizinle konuşmak istemiyorum. Ailem istediği için buradayım ve...'' lafımı fütursuzca kesti. ''Bu iş ikimizin de istediği gibi yürümeli Anber yoksa aileni daha fazla üzeceksin.''

Kurduğu cümle içimde bir yarık açtığında haklı olması beni incitti. Bu kadar açık ve kural dışı davranması hala garibime giderken ellerimi boğazına geçirmek istiyordum. Ve bu istek içimdeki Anbere değil tamamen bana aitti.

''Ne duymak istiyorsunuz?''

Kirpiklerini çıkışıma rağmen memnuniyetle kırpıştırdı. ''İlk olarak terapiye ihtiyacın olduğuna karar vermenizi sağlayan şey ne oldu? Bir şey tetiklemiş olmalı,'' benimle alay mı ediyordu? Elzanla yaşadığım olayı duymayan kalmamıştı. ''Olanları duymamış olamazsınız,'' gözlerimi irice açıp ona bakarken o dudaklarını birbirine bastırdı.

''Detayları dinlemedim. Tek bildiğim bir çocuğu dövdüğün,'' onu inceledim.

Ares Salenmir, kendinden emin ve cesurdu. Cesaretinin kuvvetine yansıyıp yansımadığını bilmiyordum lakin mesleğini tehlikeye atacak kadar cesurdu. Hangi terapist böyle konuşurdu? Ya da onun gibi davranırdı?

Aklıma biri gelmiyordu. O türünün tek örneği gibi arkasına yaslanıp beni dinlerken fazlasıyla rahattı. Kızıl gözleri beni delip geçerken içimde açtığı oyuğu kızıl topraklarla dolduruyordu. Sanki artık su da değil toprakta boğuluyordum.

''Detayları size nasıl anlatmadılar şaştım doğrusu!''

Gözlerimi devirdiğim sırada o içimi istemsizce ısıtan cümlesini kurdu. ''Ben olanları senden duymak istiyorum. Nedenini ve ne hissettiğini onlardan öğrenemem,''

Ellerimi dizlerimin üstüne koydum ve parmaklarımla oynamaya başladım. Ellerimin üstündeki kabuk tutan yaraların bana baktığını hissediyordum ve inatla gözlerimle onlara karşılık vermiyordum. ''Masama izinsiz oturdu,'' göz bebeklerimin irileştiğini hissettim. ''Bana izinsiz dokundu. İzinsiz dokunulmaktan hoşlanmam,'' başını ona yaptığım şeyi hatırlamış bir gülümsemeyle salladı. ''Bunu biliyorum,'' sesindeki muziplik beni konuşmama devam etmem için ikna etti.

''Siz erkekler bütün kadın bedenleri hakkında söz sahibiymişsiniz gibi davranıyorsunuz ama hiçbir hakkınız yok. Yanağımı okşaması belki küçük bir şeymiş gibi görünebilir ama bugün onu yapan yarın bana zorla zarar verebilir,'' başımı kontrolsüz bir şekilde aşağı yukarı sallarken içimde oynayan bir kaç ip hissettim.

Anber onun kuklasıymışım gibi dudaklarımı kontrol etmek için bedenimde hayali olan ipleri canlandırdığında göğüs kafesimin daraldığını hissettim. Dudaklarımı aralayıp içimdeki nefes bana yetmiyormuş gibi sesli bir şekilde nefes aldım. Parmaklarım boğazıma gittiğinde Ares önümde duran suyu bana uzattı.

Suyu bir elimi boğazımdan çekip aldığımda hemen içtim. İçtiğim su Anberin iplerinin yakıcı sıcağını söndürdüğünde rahatlayarak gözlerimi kırpıştırdım. ''İyi misin?'' başımı salladığımda su bardağını yerine bıraktım. Islak dudaklarımı yaladığımda Ares ara vermeden konuşmasına devam etti.

''Seni sadece izinsiz dokunulmak mı öfkelendirir?''

Ona ben değil içimdeki Anberi öfkelendirir diyemedim. Kurduğum bütün cümlelerin arkasındaydım lakin çileden çıkmamı sağlayan şey içimdeki Anberdi. Onun öfkesi beni ele geçiriyordu ve insanlar suçlu benmişim gibi bana bakıyorlardı.

''Aklıma gelmiyor başka neye öfkelendiğim. Birden geliyor,'' başımı iki yana doğru salladığımda içimdeki Anber gülümsüyordu. İnsanların onu bilmemesi buzdan yüreğine mutluluk ekiyordu.

''Bazen kontrolümü kaybediyorum.''

Cümle dudaklarımdan çıkar çıkmaz neden bunu da eklediğimi sorguladım. Konuşmak istemeyen ben çoktan iplere mi bağlanmıştım? Yoksa yakıcı sıcağı sönen ipler hep bu anı mı beklemişti?

''Çocukken de konrtolünü kaybeder miydin?''

Gözümün önüne parktaki kumların içinde oynadığım zaman geldi. Kumdan kale yapmak için kumları kale şeklindeki kovaya dolduruyordum. Annem bankta oturmuş beni izlerken bende oldukça mutluydum. Doldurduğum kumları güzelce sıkıştırıp hazır ettiğimde küçük ellerimle kale inşa etmek için kovayı ters çevirip zemine bırakmıştım.

Kovayı kaldırıp baktığımda karşımda muazzam bir kale vardı.

Sonra olanlar oluyordu. O küçük kızın kalesini küçük bir ayak tek darbeyle yıktı. Yıkılan kalenin kumları o küçük kızın yüreğindeki buzu dürttüğünde ayağı kalkıyor ve elindeki kepçeyi kalesini yıkan çocuğun suratına fırlatıyordu.

Gözlerimi kırpıştırdığımda, ''Her çocuk biraz kontrolsüzdür,'' diye mırıldandım. Çocukluğuma laf kondurmak istemiyordum. Gerçeği biliyor olsam bile..

''Ergenliğin nasıldı peki?''

''Şimdiki halimle benzer,'' hemen cevap verdim. Çünkü hatırlamak istemiyordum. Lisede saçlarını yolduğum kızları,bacak aralarına tekme attığım erkekleri... Hiç birini hatırlamak istemiyordum.

''Uykun nasıl Anber, uyuyabiliyor musun?'' Sanırım sıkıntı çekmediğim tek şey uyumaktı. ''Evet hatta çoğu zaman uyanmak istemiyorum ve bununla bir derdim yok,'' genişçe gülümsedim.

Gözleri kıvrılan dudaklarıma kaydığında şaşkınlıkla yüzümdeki gülümsemeyi sildim ve ciddiyete büründüm.

''Kaç yaşındaydın?''

''Yirmi bir,'' ben yirmi birken içimdeki Anber binlerce yıldı sanki. Sanki o ben doğmadan önce bile vardı ve kurban olarak beni seçmişti. Bazen özellikle geceleri tırmaladığı ruhumu okşardı. Bana ihtiyacı varmış gibi şefkat gösterirdi. Sabah olduğunda istediklerini yapmazsam zorla yaptırırdı.

''Gözlerin bin yaşındaymış gibi bakıyor,'' dudaklarım aralanırken düşüncelerimi okuyabileceği düşüncesi hemen zihnimde yer edindi. Sonra bu düşünce kendi kendini yok etti. Ares Salenmir her şeyi yapabilirdi belki de lakin düşüncelerimi duyamazdı.

''Neden böyle söylediniz?'' Başını yana doğru yatırdı ve içimi görür gibi baktı. 

''Eski bir inanışa göre bazı insan bedenleri içlerinde yaşlı ve kudretli ruhlara ev sahipliği yaparmış. Bu ruhların bazısı iyi bazısı kötüymüş. İyi olanlar evi olan bedenlerin gözlerine ışıltı bırakırken kötü olanlar evin gözlerinin ışığını emip kendilerine kara söğütten taht yaparmış. Işığı giden bu gözler artık onların yorgunluklarını ve öfkesini yansıtırmış,'' kalbim kurduğu cümlelerin ağırlığı ile titrerken Anber onu gören birinin olduğunu hissedip tahtının arkasına saklanmıştı.

Bu inanış... Gerçek miydi?

Yoksa terapistim benimle alay mı ediyordu?

''Tabi hepsi bir hikaye,'' eliyle gülerek anlattıklarını duvara vurdu. ''Canını mı sıktım?'' Eğilip bana baktığında gözlerimi kırpıştırdım. ''Canımı sıksaydınız bunu farklı yollarla belli ederdim,'' şaşkınlığım savurganlığımın önüne geçemezken gözlerimi ondan çektim. ''Bu inanış nereye ait?''

Gözlerimi tekrardan ona çevirdiğinde ellerinin üstündeki sarmal işaret beni ona bakmaya zorluyordu.

''Ay'a, bu inanış ay'a ait.'' 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top