1.BÖLÜM:TERAPİST
BÖLÜM MÜZİĞİMİZ DARK ANGEL İLE OKUMANIZI ÖNERİRİM. KEYİFLİ OKUMALAR DİLER EMOJİNİZİ İSTERİM! ^^
*****
En zor anlarda gelen iyilik meleklerinin ruhani güvesi gibi parmak uçlarını saç derimden ense köküme kadar gezdiren annemin dizleri, bana cehennem sehpasını andırıyordu. Göz kapaklarımı perde misali her indirdiğimde o sephada yargılanıyordum. Sepha'nın başında gözlerinde yalnızca bir yargıcın günahlarını döken, kadehi tutan kırık beyaz rengi eliyle de yeminlerini savuran hakimin bakışları olan bir adam vardı. Bu adamın gözleri kahvenin kızıl tonuna sahipken ince dudakları tehlike çanlarını uğursuzca çalan bir kıpırtıdaydı.
''Ne yapacağım ben seninle Anber?''
Atmosfere yayılan sitem cümlesi tehlike çanından gelen ses dalgalarını kalbimin en ücra köşesini kanattı. Akan kan dişlerimi dudağıma bastırmama neden olduğunda zorla yutkunup başımı annemin dizlerinden kaldırdım. Gözlerimde nasıl bir ifade olduğunu bilmiyordum lakin annem yüzümün şeklini gördüğünde dudakları biçare nefes almak isteyen, boynu aslanın ağzında olan bir ceylanın ki gibi aralanmıştı.
''Üzgünüm, başınıza bela olmak istemezdim,'' bazen içimde ben olmayan bir Anber'in olduğunu hissediyordum. Bu Anber, soğuk dokulu kara söğütten yapılmış bir tahtta bacak bacak üstüne atmış oturuyordu. Gözleri aydan daha beyaz ve soğuk, bazense benimkiler gibi elaydı. Soğukluğunun içinde hissettiğim tek şey öfkeydi ve onun bu öfkesi ruhumun ince duvarlarını zevkle tırmalıyordu. Tırmalama sesleri beni ele geçirdiğinde ela gözlerim rengini kaybedip yerini beyaza bırakıyordu.
Bugün olduğu gibi.
''Bir terapistle görüşmelisin Anber.''
Artık bunu red edemeyeceğimi biliyordum. Bugün elime bulaşan sıcak sıvı yardım almam gerektiğini bana haykırmıştı ve benim tek yaptığım yüzümü buruşturmak olmuştu. Çünkü elime bulaşmasını sağladığım kan midemi bulandırıyordu. ''Bunu nasıl yaptım bilmiyorum,'' gözlerimi annemin yüzünden çektiğimde olan biten her şey zihnimde tekrardan canlandı ve bu filim kareleri tahtında oturan Anber'in kahkahalarla gülmesine neden oldu.
Oturduğum kafede havanın sıcaklığına rağmen kahvemi içiyordum. Bu sıcakta içilmesi en mantıklı şey olmasa da usanmadan içimi körüklemek ister gibi dudaklarımdan sıcak sıvıyı mideme gönderiyordum. Körüğümün tadını çıkartacağım esnada izinsizce karşıma oturan Elzan yüzünden hiç atmadığı gülümsemesiyle bana baktı.
Yüzüm ifadesizliğini korurken ruhumu tırmalayan öfke yavaşça kendini göstermişti. Yutkunup onu savuşturmayı denesem de başarılı olamamıştım. Bunun yerine öfke kulağımın arkasına geçip beni oradan öpmeye başlamıştı. Bu öpücükler Elzan'nın yanağımı okşamasıyla kalbimde durmuştu. Ve kahve fincanını tutan elim fincanın içindeki sıcak sıvıyı onun yüzüne atmamı sağlamıştı. Bundan sonrası tam bir kaostu. Ellerim hangi ara yumruk olup onun yüzüne inmişti hiçbir fikrim yoktu.
Ta ki kamera kayıtlarında delirmiş halimi izleyene kadar.
Amir olan babam karşı tarafı ikna edip beni kurtarsa da evde ki sorun her şeyden daha büyüktü. Bu kendimi ilk kaybedişim değildi lakin ilk defa bu kadar çıldırmıştım. Kendimi izlediğim o video da ben yoktum. Sanki içimdeki varlığını dışarı yansıtan soğuk Anber bedenimi ele geçirip susadığı kanı ellerime bulaştırmıştı.
Annem parmaklarını bu sefer yüzüme getirdiğinde gözlerimi kapattım. Kapalı gözlerimin ardından beni seven annemin şefkatiyle içimi huzurla doldurmaya çalışırken ruhuma çarpan hayal kırıklığı kokan bir başka ruh gözlerimi aralamamı sağladı.
''Katil mi olacaksın sen benim başıma?''
Babamın öfkeli sesi bacaklarımı birbirine bastırmama neden olurken başımı annemden çekip yere baktım. Yara içinde olan ellerimi bacaklarımın arasına koyduğumda sesler zihnime doluyordu. ''Sana diyorum Anber! bu kaçıncı vukuatın?'' Gözlerimi yere basan ayaklarıma indirdim. Çıplak ayaklarım koyu renk parkede beyaz bir leke gibi dururken annem çoktan ayaklanmıştı. Babamı sakinleştirmeye çalışıyordu, farkındaydım.
Böyle durumlarda ruhsuz olmayı öğrenmiştim. Ortalık durulana kadar böyle oturmak daha iyi oluyordu. Annem benim yerime durumu toparlarken bana sadece fırtınanın sesini duymak kalıyordu.
''Odana çık!''
Duyduğum emirle bacaklarım kemiklerde bulunan kuvvetlerini kullanıp ayağı kalkmamı sağladılar. Onlara bakmadan üst katta bulunan odama çıkarken merdivenin trabzanına yaralı elimi sürüyordum. Oyalana oyalana üst kata çıktığımda dudaklarım istemsizce kıvrıldı. İçimde aslen istemediğim sevinç dalgası kendimi arafın içine atmamı sağladığında tahtında oturan Anber'in durumdan memnun bir şekilde elinde bakırdan olan şarap kadehini yukarı kaldırdığını gördüm.
Dolgun kırmızı dudaklarının arasından şarap içeri girdiğinde bir damla dudaklarından sıyrılıp beyaz boynuna doğru akmıştı. Biraz dikkatli baktığımda onun şarap değil kan olduğunu gördüm.
Kaşlarım çatılırken bacaklarım hızlıca banyoya koşmuştu. Atik bir hareketle klozete çöktüğümde içimde ne var ne yok çıkartmaya başladım. Dudaklarımdan dökülen safra sıvısı sanki Anber'in ruhumu tırmalarken yere döktüğü artıkları içeriyordu.
Kusmam bittiğinde ağzımda ki kötü tattan kurtulmak için dişlerimi fırçaladım. Aynada ki görüntümü incelerken solgun yüzüm acı çeker gibi bana bakıyordu lakin gözlerim aksini gösterir gibi gülümsüyordu.
Gözlerimi kırpıştırıp odama girmeyi başardığımda kendimi yumuşak yatağıma attım. Üstünde durduğum yorgan beni bataklık gibi içine çekerken bedenim tepkisizdi. Tek gösterdiği tepki parmaklarımın yorganın üstünde kısa bir süre dolaşması olmuştu.
Kendimi çekildiğim bataklığın kuytusuna bıraktığımda göz kapaklarım beni yoran içimde hissettiğim Anber'in varlığıyla kapandı. Kapalı göz kapaklarıma artık ev sahipliği yapan karanlık benim hoşuma gitmediği gibi soğuk Anber'in de hoşuna gitmiyordu. Aydan parlak gözleri korkuyla sanki bir kafesteymiş gibi etrafına bakınırken uyanmam için tahtından kalkıp ayaklarını bilinçaltımın zeminine vuruyordu.
Bu vuruş bazen en güzel bazense en korkunç rüyaları canlandırsa da çoğu zaman bunların hayal olduğunu biliyordum. Uyku anında rüyada olduğunu hissetmek her insanda olan bir özellik değildi. Neyse ki bende vardı ve şu anda bedenim dinlenmeye çalışırken ben hissettiğim bataklığın balçığında boğuluyordum.
Bedenimi rutubetli bir çamur kaplamıştı. Kahverengi saçlarım çamurun etkisiyle siyaha dönmüş, başım saplandığı yerden kurtulmak için yok yere çırpınıyordu. Onun çırpınışları daha dibe çekilmesine neden olurken parmaklarımı göz hizama kaldırıp ellerime bakıyordum.
İnce ve neredeyse büyük olan parmaklarımda çamur yoktu. Onun yerine beyaz ve tortulu filize benzeyen bir cisim vardı. Aynı soğuk Anber'in gözleri gibi parlaktı. Başım dibe doğru çekilirken ürperip dudaklarımı aralıyordum. Ve aralık dudaklarımdan nedenini çözemeyip her tasvirimde kullandığım kahvenin kızıl tonuna sahip bir ruh siületi içeri girip bana ihtiyacım olan gücü veriyordu.
Bedenim bir anda bataklıktan kurtulurken üstümde hiçbir şey yoktu. Bütün bedenim çıplaklıkla sarsılırken dudaklarımdan giren güç içimden çıkıp beni terk ediyordu. O beni terk ettiğinde göz kapaklarım özgürlüğe değil de mahkumluğa açılmış gibi açıldı.
İrislerimin içine giren ilk şey karanlık odanın ruhu oldu. Bedenim uyku mahmurluğundan arınıp kendine geldiğinde üstümün örtülmüş olduğunu gördüm. Biri beni yorganın içine almıştı ve bu şaşırmamı sağladı. Babamın hayal kırıklığından sıyrılıp beni yorganın içine sokmasını beklemiyordum.
Lakin hayat hep şaşırtırdı. Çoğu zaman beklemediğimiz şeylerle karşı karşıya gelirdik. Bunun bilincinde olduğum için bu durumun üstüne düşmedim. Üstümdeki yorganı kaldırıp zemine çıplak ayaklarımı değdirdiğimde üstümde sabah giydiğim kıyafetlerim vardı. Sıkıntıyla burnumdan nefes verdiğimde altımda ki eteği çıkarttım. Yere düşen yaprak kümesini andıran eteğimin yanına bluzumu da attığımda dolabıma ilerledim. Kalçamı kapatan bol tişörtü üstüme geçirdiğimde sırtıma değen saçlarımı tişörtün içinden çıkarttım.
Perdesi çekilmiş pencerenin önünde durduğumda yavaşça perdeyi sıyırdım. Yıldızlara değen gözlerim geçmişi kucaklar gibi kendi kendilerine gülümserken karanlık gecede siyah damarları andıran ağaçların dalları onlara ip dolayıp salıncak yapma isteğiyle dolmamı sağlıyordu. Yaptığım salıncakta bir ileri bir geri sallanırken hızımı alamayıp gökyüzüne kaçtığımı düşündüm.
Ellerim bir meleğin kanatları kadar büyümüş beni taşıyorlardı ve gözlerim mutluluktan kapalıydı. Yıldızlar rüzgardan açılmış sırtıma tozlarını bırakırlarken ben içimde boğuştuğum öfkeden sıyrılmıştım. Kendimi hiç olmadığım kadar huzurlu hissediyordum.
Bacaklarım yıldızların çağrısına yanıt verdiğinde pencerenin önünden çekildim. Ani bir kararla dolabımdan aldığım şortu altıma geçirdim. Odadan sesiz ve küçük adımlarla çıkarken nefesimi tutmuştum.
Merdiven basamaklarından indiğimde kapının eşiğine doğru ilerledim. Ayağıma terlik giydiğimde kapının anahtarını dışarıdaki yüzüne taktım. Sessizce kapıyı çektiğimde karanlık yaz gecesi beni öz evladıymışım gibi selamladı. Onun dudaklarındaki büyülü gülümsemeye karşılık verdiğimde beni çağıran yıldızlara el uzatmak için evin arka kısmına doğru yürüdüm.
Penceremin önünden gördüğüm ağacın gövdesinde durduğumda sesiz karanlık beni ürkütse de gökyüzünde ki yıldızlar bana cesaret veriyordu. Elimi yakınımdaki ağaç dalına uzattığımda bedenimi yukarı doğru kaldırdım. Ayaklarım sağlam olduğuna karar verdiğim dala basarken yavaş yavaş tırmanmaya başlamıştım.
Çıkabildiğim en yüksek tepeye çıktığımda başımı yavaşça yukarı kaldırdım. Gördüğüm gökyüzü artık daha yakındı. Çıplak koluma değen yapraklardan gelen ürperti beni gıdıklarken bunu umursamadım. Kalçamı sağlam olduğunu düşündüğüm bir dala koyduğumda ellerimle ağaca bir koruyucu gibi tutundum.
Oturup seyrettiğim gökyüzü beni hayal alemine süzerken gözlerim hedefinden ayrıldı. İnsan bedeni biri onu izlerken bunu hisseder ve alarma geçerdi. Bedenim saçma bir şekilde alarma geçtiğinde bunun gereksiz bir kuruntu olduğunu biliyordum. Ta ki evimi çevreleyen bariyerin duvarına kollarını bağlamış beni izlediğinden emin olduğum karanlık bir siülete kadar...
Dudaklarım şaşkınlık ve korkuyla aralandığında siület onu gördüğümü fark etmiş gibi yaslandığı yerde doğruldu. Olduğu yerden hızla uzaklaşırken bedenim hissettiği şaşkınlığın sarsıntısıyla buz kesmişti.
Gecenin bu vaktinde bizzat evimi hatta beni izlemesi ne anlama geliyordu?
Bacaklarım daha fazla düşünmeme olanak sağlamayıp aşağı doğru adım attığında bedenimi dikkatlice tutunarak yönlendirdim. Kuvvetli dallara tutuna tutuna aşağı indiğimde çıplak kolumu kesen küçük fakat keskin ağaç dalı uğursuz kırmızılığı bana hediye etti. Kısık sesle inlediğimde gözlerimi kanı görmemesi için karanlık gecede dolaşmaları için ikna ettim.
Hızlı adımlarla eve doğru ilerlediğimde içimde halen korku vardı. Gördüğüm siület gitmemiş bir yere saklanmış da olabilirdi. Bu yüzden bacaklarım içimdeki korkuya tutunarak hızla eve girdi. Kapıyı kapatıp odama çıktığımda kanayan kolumu yüzümü buruştura buruştura yara bandıyla sakladım.
Altımdaki şortu çıkartıp bataklığıma batmaya yattığımda yorganıma bu sefer hayali bir kol gibi sarıldım. Yarın ne olacağını bilmiyordum lakin tahminimce alalacele bir terapiste götürülecektim.
Henüz aileme bile hissettiğim karmaşadan bahsedemiyorken bir başkasına nasıl anlatabilirdim bilmiyordum. İçten içe buna mecbur olduğumu ellerimde ki yara izlerinden ve ruhumu tırmalayan öfkeden dolayı biliyordum. Lakin korku ve güvensizlik beni mecbur olduğum şeyleri yapmaktan alıkoymak istiyordu.
Sanki onların beni sabit olarak tutmak için kullandıkları zincirler vardı ve ben kendim için ne zaman iyi bir şey yapacak olursam onlar zincirleri çekiştirerek yere düşmemi sağlıyorlardı.
Şimdi ben hissettiğim bütün bu karmaşayı nasıl anlatacaktım?
Zihnim zincirlerle donatılmış karmaşaların bütünlüğünde kendini uykuya teslim etmeye başladığında ben hala düşünmek istiyor bunun için direniyordum. Lakin uyku daha güçlüydü ve zayıf olan bedenimi ele geçirdiğinde saatlerdir uyumuş olduğum halde tekrardan uyudum.
Gözlerimi aralamamı sağlayan şey güneş ışıkları olmadı. Omuzlarımdan hızlıca sarsılarak uyandırıldığımda neler olduğunu anlamak için etrafıma bakındım ve gördüğüm şey annemin gayet şık bir şekilde giymiş olduğuydu. Saçlarını sıkı bir at kuyruğu yapmış,üstüne bedenini sıkıca saran kalem bir elbise giymişti.Yüzünde resmi bir makyaj vardı ve çok güzel görünüyordu. Eğer yüzünde stresli bir ifade olmasaydı güzelliğinin ışık saçacağından emindim.
''Anne?''
Gözlerimi kaşıyıp ona baktığımda sıkıntıyla nefesini verdi. Dolabıma ilerleyip kapağını açtığında bir tepki vermeden onu izledim. İçinden çiçekli elbisemi çıkarttığında kaşlarımı çattım. ''Üstünü giyin, bugün terapistinle görüşeceksin.''
Şaşkınlık bedenime girdiğinde acıktığımı belirten midem benim yerime konuştu. ''Yemek yemeden mi?'' Sitemkar sesim annemin yüzüne vurduğunda gözlerini beden kaçırdı. ''Babanın bir arkadaşı ayarladı randevuyu. Anber baban oldukça sinirli,bir sorun çıkartmadan görüşmeye gidelim. Yolda bir şeyler atıştırırsın,'' cevabımı beklemeden odadan çıkan annem beni bir karmaşayla baş başa bırakıp gitti.
Sıkıntıyla gözlerimi kaşıdığımda başımı gömmek ister gibi yastığa bastırdım. Bunun bana yardımcı olmayacağını bildiğimden ayağı kalktım. Annemin çıkarttığı elbiseyi alalacele üstüme geçirdiğimde odamda kapının çaprazında ki boy aynasındaki Anber bana somurtuyordu.
Gözlerimin altı çok uyumaktan şişmişti ve yüzümde renk yoktu. Fazlasıyla solgundum. Beni terk etmeyen ruh halimle odadan çıkıp banyoya girdiğimde yüzümü soğuk suyla ıslattım. Gözlerim soğuk suyla kendine gelip biraz daha aralandığında,dolabı açıp içinden kapatıcımı aldım.
Göz altlarımı ve hiç eksik olmayan çenemdeki küçük sivilceleri kapatırken elimi huysuzca tenime sürüyordum. İşim bittiğinde saçlarımı elimi yıkayıp gelişi güzel topuz yaptım. Bebek saçlarım yüzümün yanına parmaklık gibi dökülürken solgun yüzümle daha fazla uğraşmadım.
Odama dönüp çantamı aldığımda hızlı adımlarımı evin çıkışına yönlendirdim. Merdivenlerden inip kapıdan çıktığımda güneş bütün sarılığını üstüme attı.
Gözlerim aniden kısılınca parmaklarımı yüzüme siper ettim. Bunun üzerine inatçı güneş ışınları parmaklarımın aralarından geçti ve tenime işledi.
''Oyalanma Anber.''
Babamın otoriter sesi kulaklarımı doldurduğunda elimi indirip dünden sonra ilk defa yüzüne baktım. Gözlerim ilk önce kahverengi gözlerinde ki sıcaklığın içindeki hayal kırıklığını okudu, sonra yüzünü çevreleyen kır sakallarına tezat olan açık kahve saçlarını okşadı. Dolgun dudakları yüzüne karakteristik bir hava katarken hafif kavisli burnu onu daha da güzelleştiriyordu.
Babam tartışmasız güzel bir adamdı.
Öfkeli olduğu zamanlar dışında...
Babam bana doğru küçük bir adım atıp önümde durdu. Gözlerimi yukarı kaldırıp yüzüne baktığımda dudakları iki yana kıvrıldı,kollarını bana dolayıp beni göğsüne yatırdı.
Davetini kabul ederek ona sarıldığımda gözlerimi kapattım. Hala bana karşı olan öfkesini ve hayal kırıklığını hissedebiliyordum lakin o bir babaydı. Ve babamdan öğrendiğim en önemli şey, babalar evlatlarına hiçbir zaman sırtlarını dönmezlerdi. Ne kadar öfkeli ve kırgın olurlarsa olsunlar...
Babamla sarılmayı bırakıp arabaya bindiğimizde ön koltukta oturan annem elime dere otlu poğaçayı tutuşturdu. Poğaçayı iştahla yerken babam arabayı evin önünden çıkartmış sürüyordu. Bilinmezliğe doğru kendi isteğimle giderken içimde tahtında oturan Anber de benim gibi telaşlıydı.
Telaşını süsleyen korkusunu hissedebiliyordum. Bunun sebebi terapinin onu susturabilme ihtimali miydi yoksa başka bir şey miydi emin değildim. Lakin bildiğim tek bir şey vardı. O da bu bilinmezlikte ikimizde oturduğu tahtın arkasına saklanmak istiyorduk.
Babam kırmızı ışık gördüğünde durdu. Bu sırada ben poğaçamı bitirmiş,oturduğum yerde ortaya kaymıştım. Anneme doğru eğilip ona baktığımda güneş gözlüğünü takıp kendini koruma altına almıştı. Ona baktığımı fark ettiğinde dudaklarında neşeden yoksun bir gülümseme belirdi.
Korktuğumun farkındaydı.
Annemin birden kaşları çatıldı ve dudakları aralandı. Eli sertçe koluma gittiğinde bant yapıştırdığım kola baktı. Dudağımı ısırdım. ''Sakın bana şimdi de kendini kestiğini söyleme?'' Gözlerim irice açıldı. Canım tatlıydı benim öyle hemen kendime zarar veremezdim. Üstelik kan tutardı beni, düşüncesi bile midemi bulandırmaya yetmişti.
Kolumu annemden kurtardığımda babam dikkatini yoldan ayırmadan çenesi kasılmış bir şekilde bizi dinliyordu. Yeşil ışığı görür görmez gaza yüklenmişti. ''Saçmalama anne,ağaçtan inerken oldu,'' cümlemi bitirir bitirmez babam ağzının içinde söylendi ve sabır istedi. Annem ise güneş gözlüğünü çıkartıp arkaya attı. ''Ağaca mı çıktın? Dün ağaca falan çıkmadın Anber yalan söyleme.''
Bedenimi arkaya yasladım ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. ''Yalan söylemiyorum,gece çıktım.''
Cümlemin bitişiyle araba durdu. Babam biz konuşurken arabayı park etmiş olmalıydı. O da arkasını dönüp bana baktığında boğazıma kadar acı bir sıvı çıktı. Yutkunup onu geri yollamaya çalıştım.
''Geceleri ağaca çıktığından da bahset,olur mu?''
Babam bana gözlerini devirdikten sonra kemerini çözüp arabadan indi. Annem de onun yanında yerini aldığında geldiğimiz kliniğe bir çocuk gibi onlarla geldiğime inanamadım.
Annem babamın koluna girip ilerlediğinde bende arkalarından onları takip ediyordum. Durduğumuz kırık beyaz boyalı binanın içine girdiğimizde oldukça ferah ve temiz bir ortam bizi karşıladı. Beyaz ve parlak zemini gözlerimi acıtsa da buna çok takılmadım.
Etrafta bir kaç insan vardı,köşede elindeki paspasla yerleri silen bir görevli oturma yerlerinde ise muhtemelen sırasını bekleyen insanlar vardı. ''Bu taraftan,'' babam kısaca bana dönüp konuştuğunda onu takip etmeye devam ettim. Sağ köşeden dönüp aydınlık koridorda biraz ilerlediğimizde bir odanın önünde durduk.
Odanın yanında yatay ve ince harflerle terapistin adı yazıyordu.
Ares Salenmir.
Yutkundum.
Bugünün biran önce bitmesini istiyordum. ''Doktor bey sizi bekliyor,'' kısa saçlı bir kadın yanıma gelip omzuma dokunduğunda babamın onunla konuştuğunu anladım. O kadar kendi düşüncelerime dalmıştım ki babam ve annemin eylemlerinin farkında değildim.
Başımı kadına salladım ve son kez annemin gözlerine baktım. Burukça gülümsedi ve krem rengi koltuğa oturdu. Babam onun aksine ayakta durup bana bakarken sol parmakları yerinde duramıyordu. Gözlerimi ondan çekip önümdeki kapıya iki kere vurdum.
Kapının kolunu aşağı itip içeri girdiğimde içimde dengelerin değiştiğini hissettim. Dudaklarım aniden hissettiğim bu değişimle aralanırken bacaklarım beni ayakta tutamayarak titremeye başladı ve az daha yere düşecekken adının Ares olduğunu bildiğim terapistim beni yere düşmeden yakaladı.
Sırtım onun kolunun üstündeyken sadece düşünebiliyordum. Sanki bedenimdeki bütün enerji çekilmişti ve ben sadece zihnimdeki kelimelerden ibarettim. ''İyi misiniz?''
Gözlerimi kırpıştırıp göğsüne değen ellerimi ondan uzaklaştırdım ve kendime güvenmeyerek bacaklarıma komut verdim. Sonunda toparlandığımda yabancı bir sesle, ''iyiyim kusura bakmayın,'' diye mırıldandım.
Herhangi bir komut almayı beklemeden duvara yaslanmış lacivert koltuğa oturduğumda gözlerimi kırpıştırıp girdiğim odayı süzdüm. Krem rengi duvarın üstünde Alexandre Cabanel'e ait olan Düşmüş Melek tablosu vardı. Gözlerim tablonun üstünde oyalanmak istiyordu lakin kalçasını masasına yaslayıp bana bakan terapistim buna izin vermedi ve hafifçe öksürdü.
Sesiyle ona döndüğümde dudaklarım aralandı ve bedenimdeki su miktarı çekildi. Kuruyan dudaklarımı yaldım lakin bir faydası olmadı.
Ela gözlerim kahvenin kızıl tonuyla birleştiğinde içimde tahtında telaşla oturan Anber'in içi bir anda sevinçle doldu. Yüzünde halinden memnun bir gülümseme varken ben dehşet içinde kavruluyordum.
Yargılandığım cehennem sephasındaki kahvenin kızıl tonuna sahip olan adam sanki şu an karşımdaydı. İnce fakat güzel dudakları, heybetli bedeni ve dağınık koyu renk saçları esmer tenini süslüyordu.
''Odayı beğendiniz sanırım?''
Sesi tehlike çanlarının kanattığı kalbimde yeni bir korkuyu harlarken tek kaşım benden bağımsız bir şekilde havaya kalktı. Bu adam kaç yaşındaydı? Fazla genç duruyordu.
''Terapist olmak için fazla gençsiniz,'' sorusuna cevap vermeden saldırıya geçtiğimde yüzünde bu durumdan memnun bir ifade vardı. Öyle ki kızıl gözleri keyifle parlıyordu. ''Başarı insanı erkenden istediği yere götürebiliyor,'' yaslandığı masada doğruldu ve masanın arkasına oturması gereken yere geçti. İri elini kaldırıp ona yakın olan koltuğu işaret ettiğinde yerimden kalkmadım.
İçimde harlanan korku ondan uzak durmam gerektiğini bana fısıldarken tahtında oturan Anber ayağı kalkmam için diretiyordu. Parlak beyaz gözleri tutkuyla parlarken avuç içlerim karıncalanmaya başladı.
''Pekala, isminiz Anber öyle değil mi?''
Sadece başımı salladım. Konuşmak içimden gelmiyordu. Dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylemem gerektiğini biliyordum lakin ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Hatta dudaklarımı aralamak istediğim kişi bu adam değildi.
''Hep böyle sesiz misindir?''
Resmiyeti bir kenara atmıştı. Gözlerimi ona diktiğimde kollarını masaya yaslamış olduğunu gördüm. Üstüne giydiği ince beyaz gömleği zorlayan kol kasları gözüme çarparken kaşlarımı çatmamı sağlayan şey iki elinin üstünde gördüğüm sarmal bir dövme oldu.
''Bir anlamı var mı?''
Kaşlarımı kaldırıp ellerini işaret ettiğimde gözlerini üstümden çekti. Sol elini göz hizasında tutup dövmesine bakarken dudaklarında anlamlandıramadığım bir gülümseme oluştu.
''Geldiğim yerde geri dönüş demek. Özünü unutmamak anlamına geliyor.''
''Gediğim yer ne demek? Uzaylı mısınız yoksa,'' alayla kurduğum cümlem onu da gülümsetti. Gözünün hizasında olan elini çenesine yaslayıp dikkat dağıtıcı bir şekilde dudaklarını yaladı.
Gözlerim anlık oraya kaysa da kendimi durdurdum. Boğazıma kadar gelen karmaşa hissi kendimi anlamamı daha da zorlaştırırken Ares konuştu. ''Ben her insanın farklı bir yerden geldiğine inanırım. Önceki hayat inanışı gibi düşün. Ben aydan geldim, sen nereden geldiğini biliyor musun?''
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top