⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 3/2

-3- / 2

Gözlerimi yavaşça araladığımda sabah olduğunu ayrımsadım ve yavaşça doğruldum. Önce rahat bir biçimde esnettim vücudumu. Bugün yoğun bir gündü ve yapılacak çok iş vardı.

Her zamanki gibi hazırladığım filtre kahvemi manzaraya karşı yudumlarken aklımda bugün giyeceklerimi şöyle bir gözden geçirdim. İhtiyacım olan tüm enerjimi kahvemden alıp ayılmıştım nasıl olsa, artık giyinip hazırlanma vaktim gelmişti. Dolabıma yöneldiğimde beyaz bir atlet, üzerine çok şık bej rengi pantolonlu bir takım giydim. Düğmesini iliklemedim ceketimin, serbest bıraktım. Saçlarımı özenli bir biçimde tepede toplayıp atkuyruğu yaptım. El çabukluğuyla kıyafetime uyumlu sade ama ışıltılı bir makyaj yaptıktan sonra vakit kaybetmeksizin şirkete gitmek için evden çıktım.

Araca bindiğimde hâlâ dün gecenin zaferiyle kendimi avutuyordum ancak asla bu kısa soluklu zaferlerin beni gereksizce sarhoş etmesine müsaade etmiyordum. Daha yolun başındaydım çünkü. Evet, dün geceki davette herkesin başını döndürmüş olabilirim ama her şey henüz yeni başlıyordu. Bu emek gerektiren, kademeli bir plandı ve uzun bir yola girmiştim. Uzun ve meşakkatli bir yol. Sabretmem gereken bir yol. Şirkete giderken her sabah uğradığım kafenin önünde durup aracımı uygun bir yere park ettim. Sabahları asla tek kahveyle yetinemezdim. Bu belki kötü bir alışkanlıktı ama ben bir kafein manyağıydım, evet, bu doğru.

Kafeye girdiğimde sıra oldukça kalabalık görünüyordu, bu yüzden vakit kaybetmeden sıraya girdim. Etrafıma boş boş bakınırken bile alımlı görünmeye gayret ediyordum. Bu muhitte herkesle karşılaşma ihtimalim vardı ve ben sabahları sersem sepelek gezen biri gibi görünmek istemiyordum. İki sıra önümde duran adamı fark edince çok da şaşırmadım aslında, ancak şaşırmış numarası yaptım. En iyi yaptığım şeylerden biri.

"Arda Bey?"

Onun da birilerini ararcasına etrafına baktığını fark ettim ama renk vermedim. Üstelik şaşırma rolünü pek de beceremediği için gafil avlanmıştı ama olsun, bunu da belli etmedim. Bırakayım da beni kandırdığını sansın. Böyle basit numaralara kanma numarası yapmak zevk veriyor. Tıpkı doğrusunu bildiğim yalanları dinlerken aldığım zevk gibi.

Adam sempatik bir gülüşle "Ah, merhaba! Ne hoş bir tesadüf, değil mi?" derken o kadar şapşal görünüyordu ki, yaptıklarını bilmesem onu şirin bile bulabilirdim. İğrenç.

Nazikçe gülümsedim. "Ya, öyle." İmalı ses tonumu kullanmaktan kaçınıyordum ama onun buraya beni görme umuduyla geldiğine yüzde bin beş yüz emindim. Dünkü davette bilerek nerede oturduğumu, her sabah kahve ve kahvaltılık bir şeyler almak için bu kafeye geldiğimi laf arasında söyleyivermiştim. Elbette karşımdaki adamlara bunun bir yem olduğunu hissettirmeden. Hayatımda her şey plandan ve programdan ibaretti. Boşu boşuna söylediğim tek bir cümle bile yoktu. Her şeyi iyice düşünüp planlayarak söylüyordum. Bu beden, bu ruh benim değildi artık. Hepsini, bana ait her şeyi bu intikam planı için kullanıyordum. Eski bense uzun bir süre önce geçmişe gömülmüş bir cesetti sadece.

"Nasılsınız Rüya Hanım?"

Tüm düşüncelerimden arınmamı sağlayan o sözlerle içimde yanan intikam ateşiyle dolu yerden gerçek dünyaya aralanan kapıdan içeri girdim. Gayet vakur bir havayla "Yalnızca Rüya kâfi." dedim. Kısa ve öz konuşmayı tercih ediyordum, çünkü böylesi erkekler için daha gizemliydi. Normalde de erkekler için en makbul olan kadın az konuşan kadındır, bilirsiniz. Dırdır sevmezler. Sanki biz onların her türlü huyuna âşıkmışız gibi.

Bu sözümle yüzü aydınlanan Arda ise gülümsedi. "Peki, Rüya."

"İyiyim, şirkete geçiyordum ben de. Kahvaltılık bir şeyler almak için durdum burada. Sen nasılsın?"

"Ben de..." Yutkunurken utangaç bir edayla beni süzüyordu. Bana, dişiliğime karşı savunmasızdı. Onun bir zaafını yakalamıştım. Kendine güvenen sözlerim ve duruşum onu etkilemişe benziyordu. "Senden buranın methini duyunca kahvelerini ve poğaçalarını denemek istedim."

"Peynirli poğaçası efsanedir. Ve kesinlikle Karaköy poğaçasını da denemelisin. Taze demlenmiş çaylarıyla harika gidiyor."

Bu fırsattan faydalanacağını tahmin ediyordum ve tahminimde elbette yanılmadım. "Peki, sen de bana eşlik etmek ister misin?" Sözlerinde utangaç ve mahcup bir ifade hâkimdi. Sanki bir yanı onu reddetmemden korkuyor gibiydi. Daha yeni başlıyoruz.

Meşgul bir edayla saatime baktım ve onu biraz süründürüyor olmanın keyfini çıkardım. Elbette yanıtım evet olacaktı ama onun bunu ilk saniyeden anlamasına ne gerek vardı? "Aslında biraz erken çıkmıştım bugün." Alev topu gibi gözlerimi onun gözlerine diktim. "Şansına."

"Peki o zaman ben de bu güzel rehberliğe karşılık poğaçaları ve çayları ısmarlamayı öneriyorum."

"Kabul edilmiştir."

Siparişlerini aldıktan sonra terasta boş bir masaya oturduk. Her şey planladığımdan daha çabuk gelişiyordu ve bu da benim hoşuma gidiyordu. Emeklerinin meyvesini erken toplamak kimin hoşuna gitmez ki?

Arda kısa süren bu sessizliği bozmak için aniden sohbet açtı. Vaktimin kıymetli olduğunu ona hissettirdiğim için eli ayağı daha da birbirine dolaşıyordu gözlemlerime göre. Öngörü yeteneğime ve hislerime güvenirim. Ellerini masanın üzerinde birleştirip "Açıkçası şaşkınım." diye girdi söze.

Bense o an sıradan bir ses tonuyla "Neden?" diye sorarken rahat bir tavırla çayımı yudumluyordum.

"Hem bu kadar güzel, hem bu kadar zeki ve başarılı bir kadına ilk defa rastlıyorum. Muhtemelen böyle şeyleri çok duymuşsundur tabii ama..."

"Ertan'dan mı öğreniyorsun bu süslü lafları?" Kendime güvenen tavrımı takınarak söylemiştim bunu ve Arda'nın anlık duygusu kesinlikle dumura uğramaktan ibaretti. Onu bu şekilde görmenizi gerçekten çok isterdim. Keşke o anı ölümsüzleştirme gibi bir imkânım olsaydı.

"Ne?" Mahcup ifadesiyle ne diyeceğini bilemedi ilk etapta. Sanırım bu sözlerinden rahatsız olduğumu düşündü ya da öyle hissetti, bilemiyorum. "Affedersin b-ben..." Şimdi kekelemeye başlamıştı. Duygularını kontrol edemeyişi onu çocuksu gösteriyordu zaman zaman. "Rahatsız edebileceğimi düşünemedim. Yani eğer ettiysem..."

"Yo, hayır rahatsız olmadım. Panik yapma. Senin de dediğin gibi, çok duyuyorum böyle şeyleri. Sadece senin gibi biri böyle Ertan'ın ağzından konuşunca biraz tuhaf oldu."

"Anlaşılan insanları iyi ve çabuk tanıyan bir yapıya da sahipsin. Bir yeteneğini daha keşfetmiş olduk."

Gülüştük. Ancak Arda'nın hâlâ kıvranan bir hâli vardı. Merak edip de soramadığı, sormaya cesaret edemediği bir şey de olabilir. Bilemiyorum. Ama çok dayanamaz, çözülüverir diyordum ki... Çözülüverdi.

"Ertan da mı bunları söyledi?"

"Yani, o minvalde konuştu diyebiliriz. Arkadaşın özgüven bayağı tavan yapmış anladığım kadarıyla. Ama neyse ki yeni yetme ergenler değiliz de, kimin ne söylemeye veya ne yapmaya çalıştığını anlayabilecek olgunluktayım."

O gruptan biriyle oturup çay içerek sohbet etmek her ne kadar tuhaf hissettirse de buna kendimi çoktan hazırlamış, alıştırmıştım. Bu nedenledir ki duygularımı çok da dışa yansıtan biri değildim. Elbette yeni benden bahsediyorum. Önceki ben ne var ne yok dökerdi ortaya. Şimdi öyle değilim, kendimi dizginlemeyi büyük ölçüde öğrendim.

"Gerçekten olgunluğunla ve zekânla bir kez daha beni etkilemeyi başardın Rüya."

Başımı hafifçe öne eğip güldüm. Mütevazı insan gülüşüdür bu. Aslında edilen iltifatları sonuna kadar hak ettiğinin farkındadır ama bunu karşıdaki kişiden duyduğunda aman efendim, estağfurullah ruh hâline bürünüverir.

"Bu arada Cuma günü davet edildiğin partiye geliyorsundur umarım."

Bu tür erkeklerde şunu gördüm, zor kadını oynadığın takdirde onların gözünde ulaşılmaz oluyorsun. Kıymetin artıyor. Aşırı saçma ama denendi, onaylandı. Ben de bu daha önce denenmiş güvenli yoldan gitmeyi tercih ediyorum, risk almıyorum. Ancak benim de risk aldığım kritik noktalar olacak. Cesaretin yoksa hiçbir şeyin yok demektir. "Şimdiden bir şey söylemem doğru olmaz. İşlerimin yoğunluğuna göre bakarım."

"Peki," Çayını yudumlarken gözlerini bana dikti ve imalı bir ifadeyle "Bekleyeceğim." dedi.

O an saatime baktım. Yanından ayrılmak için bir bahaneye ihtiyacım vardı ve benim için bahane bulmak çok da zor bir şey değildi. "Bu kadar aylaklık yeter. Artık işimin başına gitmeliyim." Zengin kalkışı yaptım, aniden kalktım yerimden. Bu deyimi de kim bulduysa. Zengin kalkışı. Görüyorsunuz ki deyimlerde bile zengin fakir ayrımı oluyor, gerçek dünyadan bahsetmiyorum bile. "Hoşça kalın."

Benim kalkışımla Arda da ayaklandı elbette. "Görüşürüz. Seninle tanıştığıma çok memnun olduğumu bilmeni isterim." Elini uzattı.

Ben de sıktım elini ve "Teşekkürler. Tekrar hoşça kal." diyerek arkamı dönüp çıkışa doğru yürümeye başladım. Arkamdan hayran hayran baktığına adım gibi eminim, çünkü karşımdaki camdan yansımasını görebiliyordum. Egom söylemiyor bunu yani, gördüklerim söylüyor. Genellikle çok kendimden emin konuşurum ve bu da etrafımdaki insanları rahatsız eder, beni egoist bulurlar. Ama şunu dürüstçe söyleyebilirim ki, çoğu zaman da söylediklerim doğru çıkar. Ben de şundan eminim, insanlar egoist olduğuma değil de söylediklerimin doğru çıkmasın kızıyorlar. Yani sinirlendikleri şey ben değilim, gerçekler.

Hedefime ne kadar hızlı yaklaştığımı düşünerek aracıma bindiğimde hâlâ Arda'nın arkamdan nasıl da etkilenmiş bir biçimde baktığını düşünüyordum. Zevkle aracı çalıştırıp şirkete doğru yol adım. Hayatlarına kim olarak girdiğimi değil de, esasında kim olduğumu bir bilselerdi ne tepki verirlerdi acaba.

Kaçacak delik ararlardı muhtemelen. Ya da daha önce yaptıkları gibi beni tımarhaneye falan tıktırırlardı herhâlde, bilemiyorum.

...

*

BÖLÜM SORUSU: Çok büyük bir haksızlığa uğrasaydınız, tepkiniz ne olurdu?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top