⚜ KANLI ZAMBAKLAR | 14/1

-14- / 1

Elimdeki kâğıtla doktorun odasından çıkarken anlamsız bir tebessüm işgal etmişti dudaklarımı. Elimdeki kâğıda bir kez daha boş bakışlar fırlatıp kahkaha attım ve derin bir nefesin ardından kâğıdı dörde katlayarak çantama koydum. Hiçbir şey olmamış gibi hastaneden çıkıp arabam doğru yürüdüm.

Sahi, ne olmuştu ki? Hiçbir şey.

Korkunç izler var zihnimde. Bir türlü silemediğim, daha da kötüsü artık silmek de istemediğim korkunç izler. Yaşadığım dehşeti simgeleyen geçmişten kareler. Her biri farklı bir sürü cam kırıkları toz bulutu gibi savruluyor etrafa. Ruhumu ölümcül bir kararlılık esir almış gibi öylece etrafı izliyordum arabada. Nereye sürdüğümü bile bilmeden boş boş geziniyordum.

Radyoda neşeli bir şarkı açıp kendimden kaçtım. Neşeli bir şarkı. Hayatımın aksine. O gün öğrendiğim gerçekle ilgili kendimle bile konuşmadım. Zaten gerek de yoktu. Ne komiktir ki hiçbir şey hissetmiyordum. Beynim tatlı bir uyuşukluğa esir bırakmıştı kendini.

Yan koltuktaki çantamı karıştırdım ve yırtıp yırtmamak arasında kaldığım, bu sebepten köşesi yırtılmış ve yıpranmış karta dokundum sakince. Numarayı tuşladım. Fazla bekletmeksizin şuh bir kadın yanıtladı aramamı. "Merhaba, Doktor Dinçer Bilgin'in muayenehanesi. Ben asistanıyım."

"Merhaba," diye karşılık verdim ister istemez yorgun çıkan bir ses tonuyla. "Ben yakın zamanda bir randevu oluşturmak istiyorum."

"Tabii, isminizi alabilir miyim?"

"Rüya..."

"Rüya Hanım," dedi tanıdık bir edayla. Ancak tanışmadığımıza emin olduğum için çok da üstünde durmadım. "Pekâlâ, Pazartesi günü saat on uygun mudur sizin için?"

"Uygun, teşekkürler. İyi günler."

Telefonu kapattığımda tükürdüğünü yalayan birinin aksine rahatlamış hissediyordum. Zihnimden geçen çoğu şeyi anlayan bir adamla görüşeceğim için biraz tedirgindim elbette ama konuşmak iyi gelecekti, bunu biliyordum.

Durmayacaktım.

Hayat denen şu huysuz öğretmenin en inatçı öğrencisi de ben olmalıydım herhâlde. Tüm imkânsızlıklara rağmen planımın büyük bir kısmını gerçekleştirmiştim. Bambaşka biri olarak onların karşısına çıkmıştım. Tüm o zorluklarla bezeli engelleri çocuk oyuncağı belleyip hedefe kilitlenmek birçok insan için zor hatta imkânsız gibi dursa da benim hayatımı sürdürme sebebimdi. Ve tekrar ediyorum, durmayacaktım.

Genellikle böyle zamanlarda yalnız kalmayı tercih ederdim ancak bugün onlardan biri değildi. Ne olduğunu anlamaksızın araçtan indiğimde kendimi bilinçsizce Rigel'in önünde buldum. Akşamın karanlığı çökmüştü gökyüzüne. Etrafıma bakınarak kapıya yürüdüm. Zamanla buranın, bu adamın bana huzur verdiğini keşfetsem de asla itiraf etmedim bunu. Kendime bile yeni itiraf ediyordum.

Kapıdan içeri girdiğimde bardakları kurulayan Murat'a Esved'in nerede olduğunu soracakken mahzene açılan kapıdan çıkarken gördüm onu. Hafif bir şaşkınlıkla aydınlanan bakışları bana döndü.

Parlayan gözleri üzerimde gezinirken "Hoş geldin." diyerek sarıldı bana. Engel olmadım. Kollarını gevşetip bana baktığında soru dolu gözlerinden yansıyan düşünceleri okuyabiliyordum. "Senin ne işin var burada? Hem de bu saatte..."

"Seni görmeye geldim." dedim dürüstçe. Bundan mutluluk duyduğu her hâlinden belliydi. "İşin var mı?"

"Benim için geldiysen işim yok."

Bu mekânın akşama doğru dolup taştığını biliyordum. Bu saatler de tam Rigel'e kalabalığın bastırdığı zamanlardı. "Sana ihtiyacım var."

Beni çok sık bu şekilde görmediği için endişelenmiş görünüyordu. Yüzümü ellerinin arasına alıp kaşlarını çattı. "Neyin var senin? Bir şey mi oldu?"

"Yo, hayır." Konuyu dağıtmam gerekiyordu. Onun bile beni böyle görmesine tahammülüm yoktu. "Çıkalım mı?"

"Ceketimi alıp geliyorum."

Yorgun bir biçimde başımı salladım. O gittiğinde kendime kızdım. Neden bu kadar güçsüzce davranmıştım? Ben bu değildim ki! Neden onun yanındayken bu kadar serbest bırakmıştım kendimi? Hemen o eski ruhsuz ve duygusuz kadın olmalıydım. Bir daha kimsenin, hiç kimsenin canımı yakmasına izin vermeyecektim.

Geri döndüğünde Murat'a "Bu akşam yokum, rahatsız etmeyin. Çok yoğunluk olursa Fatih'le Enes'i çağırırsın. Kolay gelsin." derken ceketini giyiyordu. Bana döndü. "Nereye gidiyoruz?"

"Sana gidelim."

Tek kaşını kaldırdı. "Sen? Bana?" Şaşkınlığını gizleme gereksinimi duymaksızın "Hayırdır inşallah?" diye sordu. Gür kirpikleri kuşkulu bakışlarını gölgeliyordu. Daha az önce melankolik bir edayla ona ihtiyacım olduğunu söylerken şimdi gizli bir işveyle ona gitmek istediğimi söylüyordum. Bu duygu karmaşasının içinde kalmış biri olarak şaşırması normaldi.

Tatmin edici bir yanıt vermedim. Yalnızca omuz silktim. Arabamı Rigel'in arkasındaki garaja bıraktım ve Esved'in siyah Wrangler Jeep'ine bindim. Emniyet kemerimi bağlarken yanımdaki adam aracı çalıştırmaya hazırlanıyordu.

Aniden duraksadı. "Bir şey olmadığına eminsin, değil mi?"

"Esved canımı sıkma şimdi iner giderim bak."

Kendine has rahat bir panikle "Tamam, tamam sormadım bir şey." diyerek gaza bastı. Yol boyunca sessizlik hâkimdi aramızda. Bunun farkına varınca radyoyu açtı. Radyo dinlemeyi ne çok sevdiğimi bilir. Çalan şarkının müziğine bıraktım kendimi ve başımı yaslayarak camdan dışarıyı seyretmeye başladım.

O geri geldi bir anda dünyama karanlık çöküverdi

Kök göğü deldi gökyüzü yarıldı yerle bir oluverdi

Kök kuyuların dibi kimse şikâyet etmeyen bir küfür gibi

Son başa döner, sofraya musibet bin bela buyur eder

Dil boşa döner, göz gözü bulur pişman olur yine devam eder

Şeytan uzatıyor seni, cehennem meyhanesinden bir hesap gibi

Camın yansımasından Esved'in arada bir merakla bana baktığını görebiliyordum. Benden istediği yanıtları alamamanın verdiği saf bir merak içini kemiriyor gibiydi. Benim için endişelendiği gizleyemediği gibi bunun için çaba da sarf etmiyordu.

Evin önüne geldiğimizde ikimizin de dudakları mühürlenmiş gibi suskunduk. Yalnızca birbirimize baktık. Hiçbir şey söylemeden. Bazen sözlere gerek duymadan bakışlarımızla ve beden dilimizde anlaşırdık onunla. Mesela ben hiçbir şey söylemesem de gizlesem de moralimin bozuk olduğunu bilir, ona ihtiyacım olduğunu anlardı.

Uzun zamandır evine gelmemiştim. Kim bilir ne çok şey değişmiştir, diye geçirdim içimden. Ki kendisi oldukça salt bir karakterdir. Alışkanlıklarından mütevellit sık değişikliği pek sevmezdi.

Siyah çelik kapıdan içeri girdiğimde tanıdık bir koku sarmıştı beni. Esrarengiz bir kokuydu. Esved'in kokusu. Hem eski, hatıra kokan bir kokuydu hem de erkeksi ve karizmatik kodlar taşıyor gibiydi. Holde yürürken her yer karanlıktı. Buraya daha önce de gelmiştim ancak bu kadar inceleyecek vaktim olduğunu hatırlamıyorum. Bu yüzden tanıdık ve bir o kadar yabancıydı bana. Duvarlar hep siyahın üzerine gri çizgilerle bezenmiş bir duvar kâğıdıyla kaplıydı. Salondaki koyu gri koltuğun üstündeki duvarda ise koca bir Yin Yang tablosu asılıydı. Yin Yang tablosu.

Bir deyişe göre Yin ve Yang evrenin işleyiş düzeneğini anlatan Çince bir öğretidir. Evrenin dinamiğini karşıt kutuplarla açıklar. Bu etkileşim, evrenin nasıl oluştuğunu ortaya koyarmış. Bana göre zıt kutuplar birbirini çeker, etkiler ya da birbirine karışır anlamı taşıyor da diyebiliriz. Tıpkı Esved'le birbirimize karıştığımız gibi.

Tabloya bakakaldığımı fark etmiş olacak ki "Beğendin mi?" diye sordu bana.

Omuz silktim. "Tablo işte." Omuz hizamdan çapkın bir bakış attıktan sonra asıl soruyu ben sordum. "Yatak odan nerede?" Çarpık bir gülümseme iliştirdim dudaklarıma. "Ne derler bilirsin, aslan yattığı yerden belli olur."

Ağzının kenarıyla güldükten sonra önümden uzun hole doğru yürüdü. Bir kapının önüne geldiğinde duraksayıp bana baktı. Karanlık bakışları gözlerimi âdeta su gibi içiyordu. "Mabedime hoş geldin." Kapıyı açtı ve beni içeri buyur etti.

İçeri girdiğimde gözüme çarpan ilk şey siyah saten çarşaflarıyla düzenli duran ekstra büyük yatağıydı. Yatağının üzerindeki duvarda ise siyah bir tablo vardı. Tabloda mavi bir dumandan oluşan erkekle aynı dumanın kırmızısından oluşmuş bir kadın silueti yüzüyle, bedeniyle, dumanı andıran her zerresiyle birbirine karışmış durumdaydı. İlk defa bir başkasının evinde, özel mabedinde onunla sevişeceğimi biliyordum ve hiç gergin ya da huzursuz hissetmiyordum. Aksine, kendi evim gibi rahat bir biçimde tabloyu işaret edip "Güzel ve anlamlı bir tablo." dedikten sonra yatağa oturup siyah ayakkabılarımı çıkardım.

"Senin gibi." yanıtını verdi. Duvara yaslanmış beni seyrederken o ilk gece evimin banyosunda yaslanıp hayranlıkla beni süzdüğü anı tekrar yaşıyor gibiydim. Kapkara gözleri gezinen her zerremi yakıyor, karanlık bakışlarıyla soyuyordu beni. "Güzel olduğun kadar anlamlısın da."

Bilerek bacak bacak üstüne atarken eteğimin diz üstüme kadar sıyrılmasına izin verdim. "Ne demek istedin?" Öyle rahat bir tavrım vardı ki, ana karnında misali zerre tedirginlik hissetmiyordum.

"Sen ve ben... Tablodaki adam ve kadına benziyoruz biraz. Tek fark ben griyim, sense kırmızı." Soru dolu bakışlarıma yanıt getirmekte gecikmedi. Yanıma yaklaştı, burun buruna geldik ve tehlikeli bir edayla fısıldadı. "Sen ateşsin ve ben sana karışıp kül olmak istiyorum."

Ellerim gömleğimin içine kaydı. İç çamaşırımın kopçasını çözdükten sonra kıvrak hareketlerle gömleğimin altından indirip göğüslerimi özgür bıraktım. İç çamaşırımı ise Esved'in tam yanındaki duvar köşesine fırlattım. Bunun bir meydan okuma olduğu çok açıktı. Hafifçe bacaklarımı araladım ve "Bana karışmanı arzuyla bekliyorum." dedim. Ona karşı dürüst olmadığım tek bir an bile yok. Bir sürü kişiye yalan söylüyor olabilirim. Ama Esved onlardan biri değil. Ceketinin yakalarından tutup onu kendime yaklaştırırken yatağa uzandım. "Senin olmak istiyorum."

Yalandan uyarırcasına bir ifade takınarak "Yapma. Beni kışkırtıyorsun." dedi. Sanki benimle sevişmeyi her şeyden çok istemiyormuş gibi. Bakışları beyaz gömleğimin altından kendini şeffafmış gibi belli eden kabarmış göğüs uçlarımdaydı. Yüzünü onlara gömdü ve hırıltılı bir nefes aldı. "Beni delirtiyorsun."

"Farklı bir amacım yok." Ceketini soydum ve tişörtünü göğsüne kadar sıyırdım. "Sen de istiyorsun, biliyorum."

"Bunu bilmek için medyum olmaya gerek yok." Dudaklarını ve burnunu boynuma sürttü.

Bense gömleğimin önündeki düğmeleri çoktan çözmeye başlamıştım. Çıplak göğüslerime değdirdiği dudaklarına eşlik etti becerikli elleri. Bir hamur gibi yoğuruyordu sanki ve ben şehvetle başımı arkaya attım. Ellerim ise boş durmuyor, pantolonunun üstünden yeterince belirmiş erkekliğini okşuyordu. Onun inlemeyle karışık homurtularıyla bu hareketimden ne kadar zevk aldığını anladım ve daha ileri gittim. Pantolonunun önce kemerini ve düğmelerini çözdüm, sonraysa kalçasını açıkta bırakacak kadar aşağı indirdim.

Hiddetlenmeye meyilli inleyişiyle "Belden aşağı oynuyorsun ama." dedi.

"Her zaman böyle yaparım." Alt dudağımı ısırdım. Çünkü o sırada Esved göğüslerime o tutkulu dudaklarıyla tatlı sert işkence ediyordu. Göğüs uçlarım pembeleşmişti ve sızlıyordu. Barın arka odasındaki tezgâhta seviştiğimiz gece geldi aklıma. Beni gökyüzünde uçuruyor gibiydi. Yılan gibi gerilmiş belimi tıpkı o geceki gibi okşarken elleri kasıklarımdan kadınlığıma doğru süzüldü. Okşayacağı yeri çok iyi biliyordu. Hafif çığlıkla karışık inleyişimle güldü. "Sen de belden aşağı oynama konusunda benim kadar beceriklisin." Nefes nefeseydim. Ellerim kışkırtıcı bir şehvetle kalçalarında gezinirken onları bir kısrak gibi okşuyordu. Hafifçe sıktım. Çoğu erkek bundan pek hoşlanmazdı, ama o bir karşılık vermedi. Bedenimle tatlı sert şehvet oyunları oynamakla öyle meşguldü ki. Son dokunuşuyla kadınlığım ürperdi. Belim ve kalçam ise gerilebildiği kadar gerilirken sertçe inledim. Ellerim gür saçlarının arasında saç tellerini çekiştirircesine geziniyordu.

Ciddi bir ifadeyle gözlerime baktı o an. "Seni istiyorum. Her zerreni sonsuza dek istiyorum."

"Alacaksın. Ben ölene kadar her zerremi alacaksın."

"Ölüm kelimesinden hoşlanmadım."

"Hoşlansan da hoşlanmasan da hayatın bir parçası." Beyazlamış yüzü ve buz tutmuş elleriyle birkaç saniye duraksadıysa da "Hadi, devam et." diyerek onu harekete geçirdim. Beklemediği bir anda kalçamı şaha kaldırıp kalçasını kendime doğru çektim ve birleşmemizi planladığı süreden biraz erken sağladım. Onu böyle hazırlıksız yakalamak hoşuma gitmişti, çünkü yüzünde daha önce hiç görmediğim bembeyaz bir rahatlama hissi belirmişti. Tutkulu parçası yavaşça hareket etti içimde. "Evet... Evet..." diye sayıkladım nefes nefese. Isınma turları gibi yavaştı hareketleri. Dokunmaya kıyamazmış gibi. Tutkudan ziyade şefkatle. Burnumun direği sızladı. İstemsizce gözlerim buğulanmıştı. Hiçbir şeyden haberi yoktu.

Korkuyordum.

Kendim için değil, onun için. Ve o korkularımın farkında bile değildi. Çünkü hiçbir bok bildiği yoktu. Bana gözü kapalı güveniyor, beni her şeyden çok seviyordu. Uğruma her şeyi bırakıp gidecek kadar çok seviyordu. Bunu Rigel'i kapatıp buralardan kaçmayı teklif ettiğinde daha iyi anlamıştım. Tüm hayalleri benden ibaretti. Ben. Ben. Bırak başkasını, kendine bile ait olamayan ben.

Ruhumun karanlık dehlizlerinden geçerken bu intikam duygusunun kalbimi boğduğunu daha iyi anlıyordum. Gözlerimi kör edecek, benliğime sahip olacak kadar nüfuz etmişti her zerreme. Yalnızca aklım intikamla dolmamıştı, tüm benliğimle teslim olmuştum o duyguya. Kesseler, bileklerimden kan yerine oluk oluk intikam akardı.

Böylesi körü körüne kendini intikama sunmuş bir kadın, Esved gibi fedakâr bir adama ne verebilirdi?

Gözlerimden intihar edercesine süzülen yaşları görünce geri çekildi Esved. "Rüya, iyi misin?" Endişeli bakışları yanıt bekliyor gibiydi. Büyük bir suskunluk kuyusunun içine düşmüştüm, konuşamıyordum. Konuşsam hıçkırıklarım boğacaktı sözlerimi en zayıf yerinden. Kelimeler gözyaşlarım gibi intihar edercesine dökülüverirken dudaklarımdan, çının tonlarca ağırlıktan daha çok bel büktüğünü deneyimleyecektim. Bilmiyordum. Suskunluğumdan daha da endişe duyan adam hafifçe sarstı beni omuzlarımdan. "Canını mı yaktım? Sert mi davrandım, söylesene!"

Söylenecek söz yoktu, tükenmişti. Tıpkı benim gibi tükenmişlerdi. Ruhsuz bir edaya tutunarak "İyiyim, devam et lütfen." demekle yetindim. Hıçkırıklarım hâlâ dinmiş değildi.

O gece ağlaya ağlaya seviştim onunla. Gözyaşlarımın sebebini asla öğrenemedi. Anlayamadı. Biriyle içiniz kan ağlarken sevişmek ne demektir bilir misiniz? Miden bulanana kadar ağlarken biriyle öpüşmek, tenine dokunmak...

Ölüyordum.

Ve onun bundan haberi yoktu.

Bağlanmak yok, demiştim.

Bağlanmak yok, diye onaylamıştı sözümü.

Yazısız bir anlaşmaydı aramızdaki.

Ama o, anlaşmayı bozmuştu.

Bağlanmıştı bana. Deliler gibi, sırılsıklam âşık olmuştu ve beni kaybetmemek için bunu kendine bile inkâr edecek kadar yalancı olmuştu benliğine karşı. Bense intikam ateşiyle yanarak ölüyordum. Ruhum kor alevler içinde kavruluyordu ve bu intikam oyunu son bulduğunda benim hayatım da son bulacaktı. Bir akrep gibi kendimi zehirleyerek öldürecektim. Çünkü içimde büyüyen bu hastalığın beni yiyip bitirmesini bekleyebilecek kadar güçlü değildim. Ben gidince ne olacaktı Esved'e? Nasıl toparlanacaktı? Bana olan zehirli aşkının ağları tüm kalbini bir yılan gibi çepeçevre sarmışken bu tarifi imkânsız acıyla nasıl başa çıkacaktı? Ellerimin arasındaki gür saçları şefkatle okşadım istemeden. Daha önce sevdiklerini kaybetmiş biri olarak kara kara bunu düşünüyordum. Gözyaşlarının bir damlasını bile kolay kolay israf etmeyen ben, uzun zamandan sonra ilk defa buna ağlıyordum. Esved bilmiyordu.

Karanlık kuytularına sığınmıştım onun. Seviştiğim sadece vücudu da değildi üstelik. Nefret zindanlarında kendime biçtiğim cezamı çekerken onun benliğindeki küçük erkek çocuğuna da dokunmuştu kalbim.

Ben sadece onun bedeniyle sevişmemiştim.

Sevişen yalnızca birbirilerine kenetlenen bedenlerimiz değildi. Kalplerimiz de sevişmişti. İki karanlık ruh, iki tutkulu kalp bir yatakta bütünleşmişti, bir olmuştu.

Tek vücut olmuştu kalplerimiz.

Dakikalar sonra ikimiz de sırt üstü uzanmış tavanı seyrediyorduk. Onun tavana asılı bakışlarında karanlık bir öfke ve üzüntü görüyordum. Aniden hışımla yataktan kalktı ve sinirle pantolonunu giyerken burnundan soluyordu.

"Nereye gidiyorsun?"

"Hava alacağım."

"Esved..."

"Seni kırmak istemiyorum, bu yüzden de gidiyorum. Bana şimdi bir şey söyleme."

"Dur, gitme." Vücudumu çarşafa sararak doğrulup yataktan kalktım. Yerden kıyafetlerimi toplamaya başladım. "Burası senin evin, ben giderim."

"Tek bir adım bile atma. Bu saatte seni yalnız başına göndermeyeceğimi biliyorsun."

"Esved, abartılı davranıyorsun ve bu canımı sıkıyor."

Beni kırmamak için öfkesini öyle biriktirmişti ki içinde, aniden patladığında ikimizin de paramparça olacağını bilmiyordum. "Abartıyor muyum?" Bağırışları odadan taşıyordu. Canının yanmış olduğu çok belliydi. Bu onun kalbine ağır bir yüktü. İleri geri odayı arşınlarken delirmemek, sakin kalmak için çok uğraştığı sıkmış olduğu yumruğundan belliydi. Anlamaya çalışıyordu. Haklı olarak. "Ağlaya ağlaya sevişir mi insan ya? Sen seviştin! Benimle ağlaya ağlaya seviştin!" Yukarı aşağı volta atma hızı artınca sağ elini saçlarının arasından geçirdi sertçe. "İstemiyor musun artık beni?" Ellerini iki yana açmış, çaresizce cevap bekliyordu. "Benimle sevişmek acı mı veriyor artık sana, ha? O lânet yatağa uzandığında yalnızca borçlu hissettiğin için mi sessiz kalıp bitmesini bekliyorsun? Cevap versene! Tecavüz mü ediyorum sevdiğim kadına?"

"Saçmalamayı kes artık!" diye bağırdım en sonunda. Bu aptal teorilere tahammül edebileceğimi sanmıyordum. Öfkeden işaret parmağımı sallıyordum. "Hiç kimse istemediğim bir şeyi yaptıramaz bana, bunu sen de biliyorsun. Hiçbir gerçekliğe sahip olmayan aptal teorilerle gelme karşıma! Anlık bir refleksti, ağladım işte. Bitti. Niye büyütüyorsun bunu?"

"Ben sevdiğim kadına zorla mı sahip oluyorum? Sadece bunun yanıtını ver. Senin uğruna elimi kana buladığım için kendini borçlu hissediyorsan-"

Dayanamıyordum. Böyle düşündüğüne inanmak istemiyordum. Beni tanımıyormuş gibi. "Yeter artık!" Sert bir tokat attım ona. Anlık. Onun için ne kadar sertti bilmiyorum ama benim gücüme göre oldukça sert bir tokattı bu. Hem fiziksel, hem duygusal. Öfkesiyle dolup taşan adam öylece donup kaldı. Sakinleşmiş, ehlileşmiş gibi bir hâli vardı. "Kendine gel. Kiralık bir kadın mıyım ben? Sen beni tanıyamadın mı daha? Bir şeylerin karşılığında bedenimi satacak kadar ucuz biri miyim? Seninle sevişiyorum, çünkü bundan zevk duyuyorum. Anladın mı? Ardında başka şeyler arama."

Sağ eli alnında, kesik kesik nefes alırken aldığı yanıtlarla biraz olsun sakinleşmişe benziyordu. "Özür dilerim." Ayaklarıma kapanıp ellerimi tuttu. "Ödüm kopuyor, anlasana! Ödüm kopuyor! O üç sikik adamdan birine âşık olacaksın diye korkudan ruhumu teslim ediyorum ben her gece!"

"Asla!" Ellerimi hışımla çektim. Bunu düşünmesi bile midemi bulandırmıştı. Nefretim ona değil, anlık düşüncelerineydi. "Her şeyden kork, ama bundan korkma. Her şeye inan, ama buna inanma. Beni öldür, ama sakın bunu aklından bile geçirme." Arkamı adama dönmüş geniş camdan dışarıyı seyrediyordum. Kollarımı kavuşturmuş, olanları düşünürken yorgunca gözlerimi kapadım. "Seninle yaşadıklarımız çok başka Esved, lütfen onları kirletme."

Pencerenin yansımasından çökmüş olduğu yerde başını onaylarcasına sallayan adamı görebiliyordum. Yavaşça ayağa kalktı ve heybetli yürüyüşüyle bana yaklaştı. Elleri arkamdan çıplak vücuduma sarıldığında başını omzumla boynumun arasına gömmüştü. "Özür dilerim, ne olur affet beni. Seni kaybetmek istemiyorum."

"Eve gitmek istiyorum artık, beni eve bırak."

"Böyle gitme, lütfen. Bu gece burada kal. Kokunu içime çekmek istiyorum."

Bu gece burada kalacaktım. Ama onun bana daha çok bağlanmasını, aramızda duygusal bir bağ kurmasını istemiyordum. Ne kadar yakın olursak ayrılmamız o kadar acı verecekti. "Esved, yapma."

"Ne yapmayayım?"

"Kuralımızı hatırlıyorsun değil mi?"

Bezgin bakışlarıyla camdaki yansımama baktı. "Bağlanmak yok."

"Güzel." Yorgunlukla yatağa attım kendimi. Yüzüstü uzanırken onun ensemi ve çıplak sırtımı naif bir tutkuyla öptüğünü hissedebiliyordum.

...

BÖLÜM SORUSU: Gizlediğiniz sırların açığa çıkma tehlikesi olduğu hâlde psikolog gibi profesyonel destek alır mıydınız?

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top