iki | kendinle tanış
Gecikme için üzgünüm. Ancak ülkemizde yaşanan felaketten sonra buraya gelip bir şeyler yayınlamayı istemedim. Umarım iyi ve güvendesinizdir ve umarım bu kara günleri birlik olarak atlatabiliriz.
İmkânınız varsa kendiniz yardım yapmayı, imkânınız sınırlıysa çevrenizkelere yardım yapmasını hatırlatmayı unutmayınız.
Sağlıkla kalın.
Archie Faulks - It Rains
Yaşam, fırtınanın geçmesini beklemek değildir. Yaşam, yağmurda dans etmeyi öğrenmektir.
-Osho
O gece eve geldiklerinde saat gece yarısını epey geçiyordu. Gözde'nin yanına döndüğünde Gözde sanki Eylem'in rahatsızlığını anlamış gibi diğerlerine kendi yorgunluğunu içeren bir bahane uydurmuş ve Eylem'i de alıp bardan çıkmıştı. Bir taksiye atlayıp daha sakin, boş bir bara geçmişlerdi. İlk gittikleri yerdense daha çok bir kafeyi andıran, sıcak bir mekandı burası. Bir süre muhabbet etmiş, muhabbetlerine içecekleriyle devam etmişlerdi. Eylem, ertesi sabah okula gitme gereği olmadığı için alkolü tercih ederken Gözde alkolsüz içeceklerden yana kullanmıştı tercihini. Sonuçta, eve dönüş yolunda içlerinden birisinin daha temiz bir kafaya sahip olması gerekiyordu.
Sabah onu uyandıran herhangi bir alarm sesi yoktu. Uzun bir zamandır içinde biriktirdiği yorgunluğu tüm zamanların acısını çıkarmak ister gibi genç kadını yatağa bağlamıştı. Saat öğleni vurmak üzereyken oturma odasındaki L koltuktan yaptıkları yataktan kalkmayı başaran Eylem doğruca evin minik banyosuna ilerledi. Dün gece geldiği gibi duş alsa da sigara kokusunu hâlâ teninde duyumsadığı için ikinci bir kez duş aldı. Göz her şeyi ayarlamıştı zaten. Eylem'in kullanabileceği her parçanın yanına sarı renkli Post-it'ler yapıştırmıştı.
Eylem kendisini Gözde gibi bir arkadaşa sahip olduğu için son derece şanslı hissediyordu. Pek çok insan yapmazdı.
Banyodan çıktığında üstüne Gözde'nin kendisi için ayırdığı kıyafetleri giyip oturma odasına geçti. Yatağını topladıktan sonra ilk işi komple kapadığı telefonunu açmak oldu. İnternet bağlantısı geldiğinde bildirimler de yavaş yavaş düşmeye başladı. Annesinden gelen onlarca cevapsız çağrı ve bir o kadar mesajın arasına birkaç bildirim de abisinin ve Nadia'nın adıyla sıkışmıştı. Bu durumda kendisine yardım edecek tek kişiyi, Nadia'yı aradı.
Telefon, sanki genç kadının elinde bu aramayı bekliyormuş gibi açıldı. "Eylem!"
Nadia'nın endişeli sesi mahcup bir şekilde gülümsemesine sebep oldu. Yanaklarına yavaşça oturan sıcaklık, utancının simgesiydi. "Selam," diye mırıldandı telefona. "Sizi korkutmak istemedim. Annem ne anlattı, bilmiyorum ama abartılacak bir şey yok. Bana inanıyor musun Nadia?"
Yaklaşık on yıldır Türkiye'de yaşayan Nadia'nın konuşmasından neredeyse hiç aksan duyulmazdı. Sadece fazla sinirli veya endişeli olduğu zamanlarda genç kadın şimdi olduğu gibi aksanla konuşuyor, hatta bazen araya birkaç Rusça kelime ya da cümle sıkıştırıyordu.
Nadia nefesini gürültüyle bırakınca Eylem bunun öfkeden mi yoksa rahatlama duyusundan mı olduğunu merak etse de soramadı. Açıkçası, çekiniyordu.
"Neredesin kızım sen? Abin beni aradığında ne kadar endişelendiğimi biliyor musun? Annen evi terk ettiğini söylemiş. Neler oluyor Eylem? Niye bize gelmedin?"
Nadia'nın sesi sonlara doğru kısılıp daha da ağlamaklı bir hâl almıştı. Bunu fark etmek bile Eylem'in utancının büyümesine sebep olmuştu. Koltuğa oturup "Sınıf arkadaşımda kalıyorum," diyebildi. "Sizde kalmayı düşünmüyorum Nadia. Annem sürekli gelecek. Biliyorum, ne sen ne de abim şikayet edersiniz. Hele Arslan çok mutlu olur ama gelemem, biliyorsun?"
Bir süre telefonda konuşup buluşmaya karar verdiklerinde Eylem bir kez daha Gözde'nin dolabından kendisine en azından uyabileceğini düşündüğü birkaç parçayı üstüne geçirmişti. Dün gece Gözde'nin verdiği çantayı alarak evden çıkmıştı. Nadia'yla buluşmak için sözleştikleri mekâna gitmesi biraz zamanına, biraz da parasına mâl olmuştu. Daha önce tüm yolculuğunu taksiyle geçirmesinin büyük bir dert olabileceğini düşünmemiş, parası konusunda endişelenmek zorunda kalmamıştı. Mekâna geldiğinde gelmeyi başardığındaysa bir de zamanının nasıl uçup gittiğini fark etmişti.
Nadia'nın çoktan yerleştiği masaya ilerleyip sarı saçlı kadının karşısındaki koltuğa oturdu. Bebek'te, lüks bir mekândı. "Arslan nerede," diye sordu gülümseye çalışarak.
"Yüzme kursunda," deyip saatine baktı. "Yarım saat sonra çıkacak ama zaten Eymen alacak onu. Bugün baba-oğul programları var."
Eylem başını hafifçe eğerek Nadia'yı onayladı. Eylem çoktan programlarını biliyordu. Pazar günleri haricinde haftanın üç günü abisi Eymen işten erken çıkarak günün geri kalanını akşam yemeği saatine kadar oğluyla dışarıda geçiriyor ve bu sayede Nadia da kendisine zaman ayırmış oluyordu o günlerde. Arslan dünyaya geldikten sonra kendisini çocuklarını yetiştirmeye adadığı için işindeki pozisyonundan vazgeçmişti. Bu sayede çocukluk hayali olan müzikle daha yakından ilgilenebilir olmuştu.
Garson Nadia'nın önceden verdiği siparişleri getirdikten sonra "Neler olduğunu anlatacak mısın artık?" sorusuyla baş başa kalmıştı Eylem. Derin bir nefesi içinde tutup tabağına kahvaltılık aldı. Konuşabilmek için biraz enerji toplaması gerektiğini biliyordu.
"Dans ederken sorun yaşamaya başladım," dedi bir şeyler yedikten sonra. Arkasına yaslanıp meyve suyunu yudumladım. "Hocam dansımda duygu olmadığını söylüyor. Yıl sonu gösterisindeki pozisyonumu kaybetmeme ramak kaldı."
Nadia'nın kaşları çatılırken sessiz kalmayı tercih etti. Eylem tuttuğu nefesini bırakıp buruk bir tebessümle gülümsedi. Bunları konuşmak bile canını yakıyordu. Nasıl başa çıkacaktı?
"Geçen sene sonu başladı. Annem gösterime geleceğini söyleyip gelmemişti. Hatta gösteriyi unutup başka bir plan yapmıştı ama kabullenmeyi gururuna yedirememişti." Yeniden meyve suyunu yudumladı. Boğazına yerleşen yumruyu da meyve suyuyla birlikte yutabileceğini umuyordu ama pek de başarılı olduğu söylenemezdi. "Bu çok canımı yakıyor Nadia. Onlar için önemli olan her şeye ben de değer veriyorum, unutmuyorum. Konu bana gelince aynı tepkiyi alamamak kırıyor beni. Belki şımarıklık ediyorum, bilmiyorum."
"Şımarıklık mı?" Nadia bir elini karnına bırakıp arkasına yaslanarak kahkahalarla gülmeye başladı. "Şımarıklık bu değil Eylem. Şu an bahsettiğin normal ve insansal bir beklenti. Aile bireyleri arasında bile olsa ilişkiler iki taraflı ilerler. Eğer bir taraf sürekli verici tarafta olur, diğeri de alıcı tarafta olursa bu dengesizlik yaratır ve sonuçlar olumsuz olur. Alışveriş yapmak gibi düşün bunu. Evet, cebinden para çıkıyor ama aldığın bir şeyin karşılığında."
Eylem Nadia'nın örneğine gülümsedi. Düne göre kendisini daha iyi hissediyordu.
Nadia daha da ciddileşerek dirseklerini masaya yasladı, öne eğildi. "Sibel Anne'ye çok kızıyorum," dedi sessizce. "Başarılı veya zengin olmak için akademik bir kariyer yapmak zorunda değilsin. Ya da 'zeki' sayılmak için pozitif bilimlerin hepsinde muhteşem sonuçlar çıkarmak zorunda değilsin. Sen gayet zekisin. Bir kere gördüğün bir hareketi bile anlayıp yapabiliyorsan bu senin ne kadar detaylı ve pratik bir zekaya sahip olduğunu gösterir."
Yanaklarına utancın pembeliğinin yerleştiğini hisseden Eylem gözlerini Nadia'dan kaçırarak konuyu geçiştirmek için elini havada salladı. Bunları konuşmak ya da duymak için gelmemişti buraya. Hatta Eylem için bu fasıl biteli çok olmuştu.
"Hocam bana bir hafta izin verdi kendimi toplamam için. Eğer bu bir hafta sonrasında performansımı beğenmezse muhtemelen pozisyonumu kaybedeceğim." Bakışlarını masaya eğerek Nadia'yla kurabileceği olası bir göz temasından kaçındı. "Muhteşem olmayı takıntı haline getirdim son gösterimden sonra. Ama ben kafaya taktıkça her şey daha da kötüye gidiyor."
Nadia masanın üstünden uzanıp Eylem'in elini tuttu. Sanki genç kadın, karşısında çaresizlikle yaprak gibi titreyen hâlini anlamış ve ona güç vermek istemişti. Muhtemelen de öyleydi. Nadia Eylem'i gerçekten çok iyi tanıyordu.
"Dün eve gitmeden önce antrenmanda bileğimi burkmuştum. Annem görünce yine söylenmeye başladı. Sürekli aynı şeyleri duymaktan sıkıldığım için karşılık verdim biraz." Omzunu hafifçe silkerek önemsiz olduğunu göstermek istedi. "Beni okuldan almakla tehdit edince de doğal olarak patladım. Sonra da evden çıktım."
Yüzü memnuniyetsizlikle buruşan Nadia başını olumsuzca iki yana salladı. "Annene bu yüzden çok kızıyorum," dedi. Nadia hiçbir zaman Sibel Hanım'la anlaşmazlıklarının kendisinde yarattığı memnuniyetsizliği gizlemekten çekinmezdi. "Eymen'in benimle evlenme isteğini onaylaması da aşkımıza saygı duyması falan değildi. Ailemin işini ilerletiyordum ve bütün her şey bana kalacaktı. Arslan doğunca işimi bıraktım diye küçük kıyameti koparmıştı."
Eylem yeniden mahcup bir şekilde gülümserken "Hatırlıyorum," dedi. "Seni sorumsuzlukla suçlamıştı ama herkesin sorumluluk anlayışı aynı olmak zorunda değil, o bunu kabul edemiyor."
Nadia omuz silkti. "Eşimle mutlu bir hayatım var ve o, bu seçimimden dolayı mutlu," derken gülümsüyordu. "Ben de oğlumuzla ilgilenmek istiyorum. Dadılarla büyümesine karşıyım. Ben öyle büyüdüm de ne oldu? Hâlâ annemleri bunun için suçluyorum."
Karşısındaki kadına gülümseyerek bakan Eylem artık daha rahat nefes alıyordu. Birlikte bir süre daha sohbet edip Eylem için alışverişe çıkma kararı aldılar. Eylem ne kadar süre Gözde'yle kalacağını bilmediği ve tek arkadaşını da kendisinden bezdirmek istemediği için çok fazla bir şey almak istemese de Nadia alışveriş konusunda ısrarcıydı. Yollarını ayırma saati geldiğinde Nadia genç kızın eline bir banka ve bir de kredi kartı sıkıştırarak "Birikimin olduğunu biliyorum ama onu harcar ve bunlara dokunmazsan abin de ben de kendimizi kötü hissedeceğiz. Eğer kendine ait bir yere taşınmak istersen de haber ver, kira bile olsa haber ver Eylem. Abinin açık adresi öğrenmesine gerek yok ama kirayı seve seve karşılayacağından ve annene tek bir kelime etmeyeceğinden eminim. Bir şeye ihtiyacın olursa da aramaktan çekinme. Saat kaç olursa olsun telefonum açık," demişti.
Eylem elindeki çantalarla taksiye bindiğinde olayların bu şekilde gerçekleşeceğini düşünmediğini fark ediyordu. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Hayatında abisi ve Nadia gibi iki insan olduğu için şanslıydı ve bunun bilincindeydi.
(...)
Sitenin girişinde duran güvenlik görevlisinin daha dün akşamdan bilgilendirilmesi üzere, siteden içeri girişi hiç zor olmamıştı Eylem'in. Gözde'nin kendisi için bıraktığı anahtarla eve girdiğinde hayatında ilk defa bu kadar özgür hissediyordu. İçinde hâlâ çözülmemiş, boşluk hissi yaratan birçok düğüm vardı ama özgürdü. Elindeki poşetleri şimdilik Gözde'nin odasına bıraktı. Evin içinde tek kişilik bir yatağın sığabileceği minik bir oda daha vardı ama Gözde orayı kendisi için dans odası olarak düzenlediğinden Eylem ne yapacağını bilmiyordu. Konuşup çözmeleri gerekecekti.
Hayatında ilk defa okuldan okul dönemi içerisinde bu kadar uzak kaldığı için yapabilecekleri konusunda kararsız, dans etmek istemediği ve kendisini tanıma işini nasıl yapacağından habersizce evin içinde dolaşmaya başladı. Belki de Gökçe'ye teşekkür mahiyetinde evi temizleyebilir, yemek yapabilirdi.
-o-
Sınıftan, kendilerini arkadaş saydıkları kişilerle okula yakın bir kafede oturuyordu Asil. Sonbaharın soğuk esintilerine rağmen önünde duran buzlu Americano'dan bir yudum aldı. Buraya tek başına gelip biraz da olsa kafa dinlemek istemiş, daha sınıftan dışarı adım atamadan birkaç meraklı gözün radarına takılmıştı. Karışık bir gruptu ve herkes kendi çıkarı peşindeydi. Kimi Asil'le bir gece geçirmenin, kimi Asil'in cüzdanında yatan biri siyah ve diğerleri de epey yüksek limitli olan kredi kartlarından çıkacak paranın, kimi ise Asil'in istemediği ama üstüne ikinci bir deri gibi yapışmış popüleritenin derdindeydi. Asil ise sadece normal, rahat nefes alabileceği bir gün istiyordu.
"Bu yıl okulun bitecek olması şaka gibi."
Asil konuşan kişiye döndü. İsmini doğru düzgün hatırlamıyordu bile kızın. Hatta aynı sınıfta olduklarını bile yeni fark ettiğini söylese yalan olmazdı. Kızın silik bir tipe, sıradan bir yüze sahip olmasıyla alakalı değildi bu üstelik; sadece okula başladığından beri arkadaş edinme ihtiyacı duymamıştı.
"Bu ülkede müziğe nasıl devam edeceğiz, bilmiyorum." Bu cümleyi söyleyeni tanıyordu işte. Efe'ydi. Aynı dersi aldıkları ilk günden beri yakasından düşmüyordu. Üstelik Asil defalarca rahatsızlığını belli etmiş, hatta önce kibarca ve sonrasında kabaca dile getirmişti. Efe'de herhangi bir değişim görmüyordu. "Doğru düzgün ajans yok, ajanslarda özgürlük yok. Pop yapmadıkça satmıyorsun, pop yapınca satma garantin de yok."
Kahvesinden bir yudum alırken gözlerini devirip ağzının içinde bir şeyler homurdandı. Bölümü bile isteye seçerken geleceğin kolay olduğunu düşündüyse zaten çok yanlış bir yerdeydi, söylemek istediyse de dilinin ucunu ısırdı. Fakat her şey planlandığı gibi gitme zorunluluğuna sahip değildi. Masanın karşısında oturan Efe hissetmiş gibi gözlerini Asil'e çevirdi. "Bir şey mi dedin kanka?"
"Dedim ki," diye başladı sözlerine. "Müzik öğretmeni ol o zaman. Madem garanti bir iş arıyorsun, KPSS'yi kazanıp atanırsan garanti iş. Tabii KPSS'yi kazanabilirsen."
Masayı saran sessizlik kimileri için rahatsız ediciydi. Belki istediği tek şey sessizlik olmasa Asil de rahatsız edici bulabilirdi. Masadakilere bakma gereği duymadan kahvesinden bir yudum daha aldı. Kalkmak için hareketlenmedini aniden durduran ise basit bir soru olmuştu.
"Seni Heavehell'de Eylem'le görmüşler."
Masanın etrafında toplananlar ortaokul çocukları gibi hep bir ağızdan ulurken "Sorun mu var," diye sordu. Sol kaşı merakla yukarı meyillendi. Binalarının Eylem'e neden bu kadar kafayı taktıklarını anlamıyordu. Çok çok aşırı güzel ya da dikkat çekici değildi. Kesinlikle soğuk bir karaktere sahipti, frijit sayılabilecek kadar soğuktu üstelik. Yüzüne göre büyük gözleri, gözlerine tezat küçük bir burnu vardı. Dudakları dolgun değildi, ince de sayılmazdı. Sadece alt dudağı üste göre daha dolgundu ve ebat olarak küçüklerdi. Yüzünde dikkar çeken tek noktanın gözleri olduğu söylenebilirdi böylelikle ve Asil karşısındaki kişinin gözlerine fazla dikkat etmez, derin anlamlar yüklemezdi. Buğday tenine uyum sağlayan tondaki kumral saçlarını beğenmişti, yalan söyleyemezdi ama aklına ne zaman ölü bir tona sahip, cansız su yeşili gözleri gelse bu beğeni de gözlerindeki ton gibi ölüyordu.
Eylem Güzhan gerçekten normal şartlarda Asil'in dikkatini çekecek ya da aklına kazınacak biri değildi.
Fakat şartlar normal değildi. Genç kadın aklının en kolay ulaşılabilir noktasına mıh gibi kazınmıştı. İnsanların kadına karşı olan tavırları, ilgisi Asil'in merakını körüklemişti ve Asil kolay meraklanmayan ama meraklandığında çok tehlikeli olabilen biriydi. O merakı söndürmeden ya da öldürmeden durmak bilmezdi.
"... ne bileyim." Tam olarak bu cümleyle dikkati dağıldı Asilin'in. Gözlerini karşısındaki sarışına çevirdi. "Senin tipin değil. Fazla zorlama birisi, neredeyse frijit."
Asil'in kaşları çatılırken karşısındakinin "firijit" kelimesinin anlamını bildiğinden emin bile değildi. Cinsellik konusunda travması olan birinn travma sonrası cinselliğe karşı inanılmaz derecede soğukluk kazanan biriyle dalga geçmek anlamsızdı. Ayrıca cinsel hayatını bilmedikleri biri hakkında tahminde bulunmaları da yersizdi. Tam dudaklarını ıslatıp karşı çıkacak bir şeyler söyleyecekken kalabalığın arasından Ece konuştu: "Özlem öyle demek istemedi," dedi. Adının Özlem olduğunu öğrendiği kıza göz ucuyla bakmıştı. "Yani okuldan bir ya da iki kişiyle alan görülmüştür sadece. O yüzden..."
Dilini damağına yaslayıp memnuniyetsiz bir ses çıkardı. "Yorumlarınız bitti mi?"
Özlem dirseklerini masaya yaslayıp çenesini avuç içlerine bırakarak gülümsedi. Yüzündeki gülümseme sahteydi. "Haklısın, Eylem hakkında konuşmak en az Eylem kadar sıkıcı. Senin öyle biriyle ne gibi bir işin olabilir ki?"
İki parmağıyla burun kemerini sıkan Asil gülmemek için kendisini zor tutuyordu. Okulun ilk yılında takıldığı herkes, tüm tek gecelik ilişkileri okuldaki kişilerden oluşmuş olsa da daha sonra kendisi de okuldan kimseyle takılmamaya başlamıştı. "Konuyu kapayalım mı," diye sordu daha fazla tatsızlık istemeyerek. "Eylem'le ne işim olduğu kimseyi ilgilendirmiyor sonuçta."
Özlem'in yüzündeki gülümseme anında silindi. Asil üstündeki ilgisi de tıpkı gülümsemesi gibi silinmişti hemen sonrasında. Böylesi daha iyiydi.
(...)
Bar taburesine oturmuş, sol ayağını taburenin ayaklığına yerleştirerek omzuna astığı gitarını desteklemişti. Yine aynı barda, kendisi için ayrılan bölümdeydi. Sahnede olmayı hiçbir şeye değişmezdi Asil. Müzik bölümünde okuyor olması hayatını müzik üzerine kuracağı anlamına gelmiyordu elbette, böyle bir hayali yoktu. Sadece kimsenin kendisine dokunmayacağı, hayatta olduğunu hissedeceği bir ana sahip olmak istemişti. Nefes almak... Ve bunu hissettiği tek an sahnede olduğu andı.
Önündeki mikrofona bakarken gülümsedi. Hafifçe öne eğildikten sonra "Yine doldurmuşsunuz barı gençler," dedi. Etraftan onaylayan sesler yükseldiğinde parmaklarını gitarın tellerinde dolaştırdı. Gözleri öyle merakla içeride dolaşmıyor, dün onu büyülenmiş gibi izleyen genç kadını aramıyordu. Ama biraz daha kendisine odak noktası aramaya çalışırsa gözlerinin kendisine ihanet edeceğini bildiğinden gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.
"As the ships roll in
Yeah I'm heading inland
Heard the call they bring
In my head
Though the truth hits hard
It's all we got to face
Let's delay the impact
And go to our place"
(Gemiler yanaşırken
Evet, iç bölgelere gidiyorum
Getirdikleri çağrıyı duydum
Kafamın içinde
Gerçekler sert vursa da
Yüzleşmemiz gereken tek şey bu
Etkiyi geciktirelim
Ve yerimize gidelim)
Gözlerini kısaca açtığı an etrafını loş bir karanlık karşıladı. Hemen tepesindeki aydınlatmadan yayılan ışık doğrudan vücuduna iniyor ve onu parlatıyordu. O parlaklık gözlerini kör etmeliydi. Yine aynı soluk renkli yeşil gözleri görmemeliydi. Eylem tam karşısında durmuş, elinde kırarcasına tuttuğu bira bardağıyla ayakta dikiliyordu. Aralarındaki insan kalabalığı silinmiş gibiydi. Asil'in sesindeki çekiciliğe yenik düşüp bedenlerini şarkının ritmiyle hareket ettiren hiç kimsenin bir önemi yoktu. Asil sadece Eylem'i görüyordu. Genç kadının başının tepesinde de koca bir spot ışığı varmış ve sadece onu aydınlatacağı şekilde her şeyi karanlıkta bırakmışçasına onu görüyordu.
"Yeah, I don't wanna be anywhere else but here
Alone inside alone with your mind
Yeah, I don't wanna be anywhere else but here
Alone with your mind"
(Evet, buradan başka bir yerde olmak istemiyorum
İçinde yalnız, zihninle yalnız
Evet, buradan başka bir yerde olmak istemiyorum
Aklınla, yalnız)
Genç kadın neredeyse gözlerini bile kırpmıyordu ona bakarken. Asil ise ona karşılık veriyordu. Parmaklarının gitar telleri üstündeki dansı son bulmuş, iki elini de önündeki mikrofonun etrafına sarmıştı. Zihninin perdelerinde oynamaya başlayan sahneleri, şarkısını söylerken yok saymaya çalışıyordu. Tatlı, ince ince yağan yağmurun altında bakışlarındaki ölülüğe rağmen heyecanla kendisini izleyen Eylem'in belini ellerinin arasında tutmanın nasıl olabileceğini hayal etmemeliydi belki de.
Mikrofona doğru daha da fazla eğildi. Dudakları, sözleri söylemek için her kıpırdadığında mikrofonun soğuk yüzeyine değiyor, şarkı ilerledikçe nefesi mikrofonun yüzeyini ısıtıyordu. Sandalyeyi hafifçe geriye iterek ayağa kalktı. Eğer aklı başında olsaydı, sahne almadan önce gitarını omzuna asmayı akıl ettiği için kendisiyle gurur duyardı Asil ancak zihinini saran bulutlar mantığını yiritmesine sebep olmuştu. Kucağında bir gitar olduğunu bile hatırlamıyordu. Gözleri, etrafını bulanık göreceği kadar kısıldı. Yine de buna rağmen Eylem'in kendisine yönelttiği bakışlardak ışıltıyı, açlığı görebiliyordu.
Etinin altında kıvrılan damarlarındaki yanmanın sebebi genç kızın üstündeki kesintisiz ilgi olamazdı. Kanının, bir kadının bakışlarıyla kaynayacaüı ergenlik çağını aşmış; o çağdan sonra onlarca bedene dokunmuş, onlarca gözün ilgisini üstünde tutmuştu.
"No, no, no..."
Şarkı bittiğinde nefes nefeseydi.
Anlamsızca, sanki tüm şarkı boyunca bir maratonu koşmuşçasına terliydi. Dili damağı kurumuştu.
Dudaklarını diliyle ıslattıktan sonra gözlerini açtı. Eylem yoku. Sanki toza dumana karışmış veya belki de en başından beri aklının bir oyunu olarak karşısında belirmek istemiş gibiydi. Kulaklarını çınlatacak kadar kuvvetli olan alkış sesini hiçe sayıp gitarı omzundan aldığı gibi tabureye bıraktı ve sahneden indi. Eylem oradaydı, yine onu izlemeye gelmişti ve Asil aksine inanamazdı. Koşar adımlarla sahneden inerek hızlıca çevresini, aklına kazınan tanıdık yüzü yakalayabilmek için taradı. Bar tezgâhına bırakılmış yarısı hâlâ dolu bira bardağı, açılıp kapanan kapı Eylem'i nerede bulacileceğine dair büyük bir ipucu olmuştu onun için.
İnsanları iterek kapıdan dışarı çıktığı an bardan uzaklaşmaya başlayan taksiyle karşı karşıya gelmişti.
Tam da hayalindeki gibi ince ince ama hızla yağan yağmur hiç vakit kaybetmeden bedenini yutmaya başladı. Dudaklarında rahatsız bir gülümseme vardı Asil'in. Eti, hâlâ daha Eylem'in bakışlarının üstünde kalan ağırlığıyla karıncalıydı. Sol eliyle ıslanarak zaten terli olan yüzüne yapışan saçları geriye itti. "Senin derdin ne Eylem," diye mırıldandı sessizce. Oysa bu souyu genç kadına sorabilmeyi, belki onunla biraz uğraşarak sinirlenmesini sağlayabilmeyi, sırf ondan bir tepki alabilmek için sınırlarının bir çoğunu çiğneyebilmeyi delicesine isterdi.
Ellerini ceplerine yerleştirip başını geriye yasladı, gözlerini kapadı. Yağmur damlaları yüzüne düşerek teninde can veriyor fakat çok geçmeden az önce kanını yakarcasına dolduran beklenti sebebiyle yanan teninde ölen damlaların yerini yenilerini alıyordu. Yağmur damlaları soğuktu, üstünde şok etkisi yaratıyordu. Şu an onu dinlendirecek tek şeydi belki de.
Dudaklarını saran gülümsemesi cebindeki telefonun kısaca titremesiyle son buldu. Ortasında dikildiği kaldırımdan uzaklaşarak yeniden bara girdi ve telefonuna gelen bildirime baktı.
Babam: Yarın kardeşinin doğum gününü kutlayacağız. Ateş seni partide görmek istiyor. Saat 20:00'da evde ol.
Dudaklarından dökülen renksiz kıkırtı en az içinde ölen hisleri kadar ölüydü. Çocukluğundan beri içinde biriken nefretini babasının başka bir kadından olma ve annesinin evden kaçmasına sebep olan çocuğundan, kardeşinden çıkarmamalıydı ama kendisine engel olamıyordu. Az önceki heyecanından eser kalmamasına bile takılamayacak kadar öfkelendirmişti babasından gelen tek mesaj onu. Heyecanla yanana damarları şimdi öfkesiyle kavruluyordu ve bunu yakın bir zamanda içinden atmazsa hiç de iyi şeyler olmayacağını biliyordu.
Bar tezgâhına ilerlerken elindeki telefonu ikinci bir mesaj bildirimiyle titredi.
Babam: Hediye almayı unutma.
Telefonu, kırılabileceği ihtimalini umursamadan sıkıca kavradı. Hayatından dışarı adım atarak bağırmak, kameraların nerede olduğunu sormak, ağız dolusu küfretmek istiyordu. Belki de bir yerleri yumruklamak...
Zihni gibi gözünü de kör eden öfkesi yüzünden yanına yaklaşan kişiyi fark etmedi. Ta ki koluna dolanan eli, boynuna vuran nefesi hissedene kadar kendi düşünceleri arasında kaybolmuştu. Gözlerini hemen yanında duran kadına eğdiğinde sabahtan kalma tanıdık yüzle karşılaşmayı beklememişti. İsmi neydi? Hatırlamıyordu.
"Daha sakin bir yere geçmek ister misin?"
Ekranı kapalı olan telefonuna ve sonra da karşısındaki kadına baktı. Duygudan yoksun bir tebessümle gülümsedi. Dudaklarından tek kelimelik bir cümle döküldü: "Olur."
Ve böylece Eylem'le gelen heyecanı tamamen ölmüş, kendi hayatının öldürücü monotonluğuna geri düşmüştü. Kâbuslarından kalma, annesinin peşinde koşarken düşmekten elleri kana bulanmış küçük çocuğun iki eliyle sıkı sıkıya sarıldığı ruhunu kaybetmek üzere olduğunun henüz bilincinde değildi Asil. Bile isteye kendi yardım çığlıklarına sağır ve çaresizliğine kör olmaya inat ediyordu. Belki sadece birkaç saniye daha bekleyecek kadar sabırlı olsaydı ya da kapıdan çıkmak üzereyken omuzlarındaki bakışların ağırlığını hiçe saymayıp son kez arkasına baksaydı aslında barı hiç terk etmemiş olan Eylem'in kendisini izlediğini görebilirdi.
Fakat henüz birbirleri için yanlış zamanların insanlarıydılar.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top