bir | ruhsuzların dansı

NOT: Bölümler düzenli olarak ocak ayından itibaren yüklenmeye başlanacaktır. Yorumlarınızı eksik etmeyin!^^

Dans, kırıldığın zaman.
Dans, bandajı yırttıysan.
Dövüşün ortasında dans et.
Kanında dans et.
Tamamen özgürken dans et.
- Rumi

Dizlerini karnına çekmiş antrenman odasının ortasında oturuyordu Eylem. Oda aynı zamanda hem içine sığamayacağı kadar büyük hem de kendini odanın içine sığdıramayacağı kadar küçük hissettiriyordu. Duvarlar üstüne gelirken bir anda ortadan kayboluyor ve ansızın kendisini uçsuz bucaksız, karanlık bilinmezliğin ortasında buluyordu. Korkutucuydu. Tam karşısında duran aynadan aynı zamanda arkasındaki aynaya yansıyan görüntüsünü görebiliyordu. Sanki odanın içinde üç kişiydi. Korkuyordu Eylem. Gözlerinin tam içine bakan yansımasındaki çaresizlik onu korkutuyordu.

Mükemmelliğini kaybetmiş, sıradanlaşmış, belki de hiçbir güzelliği kalmamıştı.

Hayatını adadığı dans nasıl ona ihanet edebilmişti? Belki de kendisiydi ilk ihanet adımlarını atan ancak bunu kabullenmek, ilk seçeneğe inanmaktan çok daha zordu. Bu yüzden inkâr ediyordu.

Burktuğu bileğine elini sararak baskı uygulamaya başladı. Sadece bir antrenman sırasında üç kez burkmuştu ve hemen müdahale etmezse sonuçların kendisi için çok kötü olacağını biliyordu. Acilen bir yerden buz bulması, hatta revire gitmesi gerekiyordu. Dikkatle oturduğu yerden kalkıp aksayarak çantasını koyduğu köşeye ilerledi, çantasını alıp odadan çıktı. Antrenman odasının kapısını kapadığı anda içerideki aksak hâlinden eser kalmamıştı. Canının acımasını umursamadan adımlarını sağlam basıyordu.

Fakülteden çıkıp okulun önünden geçen taksiye bindi ve aklına gelen ilk yerin adresini verdi. Çocukluğunun büyük bir kısmını geçirdiği, bale yapmayı öğrendiği dans okulu...

Yolculuk sessiz ve uzundu.

Aklı, antrenman odasında hocasının kendisine söyledikleriyle doluydu. Hatta neredeyse kulakları çınlıyordu.

"Muhteşem bir tekniğin var," demişti Kayra Hoca. "Ritimle uyumun, her hareketin resmen lirik dansçılar için kullanılacak bir metot. Eğer teknik üzerine bir kitap yazacak olsam her sayfayı senin dansınla doldurur, seni bir örnek olarak kullanırım."

Eylem tam bu sözler için sevinmek üzereydi ki hocası aylardır Eylem'i kabul etmese de rahatsız eden gerçekleri gün yüzüne çıkarmaya karar verdi. Eylem ise az sonra neyin geleceğinden habersiz bir şekilde karşısındaki adamı dinliyordu.

"Ama hepsi bu kadar. Seni izlemek çok yorucu Eylem çünkü dansının bir ruhu yok. Kendini bir sağa bir sola savuruyor, yerde sürüklüyorsun. Acıyı hissetmem gerek seni izlerken. Ama canım yanmıyor sadece sana acıyorum. Hissettiğim tek acı bu."

Eylem olduğu yerde donmuş, başından aşağı içi buz dolu bir kova suyun döküldüğünü sanmıştı. Ancak tüm bunlara rağmen kulaklarından başlayan bir alev sardı bedenini. Adamı sorgulamak istedi. Dudakları aralandı, boş bir nefes dışında hiçbir ses çıkmadı o aralıktan.

Kayra Hoca, odadan çıkmadan önce son kez Eylem'e "Sana bir hafta müsaade veriyorum. Kendini toparla ve gel. Eğer kendini toparlayamamış olursan üzgünüm; değil yarışmaya, sene sonu gösterisine katılmana da izin veremem," demişti.

Ve belki de ipleri koparan bu sözcükler olmuştu Eylem için.

Kendini bildi bileli dans ediyordu. Önce baleyle başlamış, kısa bir süre ritmik jimnastiğe merak salmış, çeşitli latin danslarıyla ilgilenmiş ve en son kendisini lirik dansta bulmuştu. Lirik dansa başladığı ilk gün nefes aldığını hissetmişti. O zamanlar lise ikinci sınıfa giden ve nefes almanın gerçekten ne demek olduğunu bilmeyen bir çocuktu üstelik.

Ne değişmişti?

Eylem artık nefes aldığını hissetmiyor, sadece hareket ediyordu.

Taksiden indikten sonra hızlı ve aksak adımlarla eski binaya giriş yaptı. Çocukluğunun büyük bir kısmını geçirdiği koridorlarda yürüdü önce. Duvarları kaplayan fotoğraflara yıllar içinde yenileri eklenmişti. Fakat hâlâ kendi yüzünün olduğu kareleri seçebiliyordu Eylem. Gracia Bale Akademisi'ne birkaç ödül kazandırmıştı küçükken. Hepsinin fotoğrafı ölümsüzleştirilmişti duvarlarda. O günlere geri dönmek istiyordu. Dans etmekten zevk aldığı, elinde tuttuğu minik hediyelerle keyiflendiği ve her güne hevesle uyandığı...

Antrenman odasına girdiğinde ilk işi ayakkabılarını çıkarıp omzuna astığı çantasını yere bırakmak oldu. Çantasının yanına oturup bugünkü pratikte giydiği ayakkabılarını poşetinden çıkardı, ayaklarını bezle sardı. Ayakkabılarını giyip ayağa kalktığında müziğe ihtiyacı olmadan dans edebileceğine inandı.

Sendeleyen adımlar, tatminsiz dönüşler... Kendini defalarca kez yerde buldu. En nihayetinde, son düşüşünden sonra ayağa kalkmaktan vazgeçip olduğu yerde ağlamaya başladı. Dizlerini karnına çekip yere kapandığında sırtı hıçkırıkları yüzünden titriyordu. Sesi yine de çıkmıyordu.

Öylece ağlayarak ne kadar zaman geçirdiğini bilmiyordu ancak saçlarında bir el hissettiğinde başını kaldırdı. İlk öğretmeni, şimdiyse Gracia'nın sahibi olan Hülya Hanım yere eğilmiş; genç kıza acıyan gözlerle bakıyordu. "Selam," diye fısıldadı sessizce. Sanki onu korkutup kaçırmaktan korkuyor gibiydi. "Bileğine pansuman yapmamı ister misin?"

Eylem kolunun tersiyle gözlerini kuruladı, yavaşça oturuşunu düzeltti. Öğretmeni sağ bacağını kendi dizlerine aldığında "Beni izlediniz mi," diye sordu. Odada kameralar olduğunu tabii ki biliyordu. "Berbattım."

Hülya Hanım Eylem'in bileğine masaj yaparken sessizce gülümsedi. Eylem bundan cesaret alarak konuşmaya devam etti: "Hocam dansımın bir ruhu olmadığını söyledi," dedi. "Daha önce kimse bunu söylememişti bana. Eğer hep böyleydiyse niye şimdi sorun olmaya başladı? Ya da daha önceden vardıysa nasıl şimdi yok? Ruh öyle çabucak kaybolan bir şey mi hocam?"

"Şarkı dinlemeyi sever misin Eylem?"

Tüm şikayetlerine karşılık olarak aldığı soru şaşırmasına sebep oldu. Kaşları çatıldı. Başıyla Hülya Hanım'ı onaylasa da cevap veremedi. Elbette şarkı dinlemeyi seviyordu. Hayatının çoğunluğu dans etmek üzerine kurulu olduğu kadar şarkılar üzerine de kuruluydu. Ama daha önce çok fazla konsere gitmemişti. Maddi durumu yetmediğinden değil, maddi olarak fazlaca yeterliydi birkaç konser biletini aynı anda karşılamaya; sadece zamanı yoktu Eylem'in.

"Elbette bizler müzik hakkında terimsel olarak fazla bilgili olmak zorunda değiliz ama ritmi bilmek zorundayız, değil mi?" Yeni soruya cevap olarak bir kez daha başını salladı onayla. "Sen bu ritmi biraz kaybetmişsin. Hani şan hocaları söyler ya, ders aldıktan sonra herkes şarkı söyleyebilir. Çünkü doğru tekniği öğrenmiş oluyorsun. Ama şöyle düşün; tekniği yüzde yüz doğru olsa da şarkı sözlerini hissedemediğin birini mi, yoksa tekniği doğru olmasa bile sana şarkıya dair her şeyi veya daha fazlasını hissettirebilen birini mi dinlemekten keyif alırsın?"

Kaşları çatılı bir ifadeyle "Elbette ikincisinden," diye cevapladı. Aslında cevap bu kadar basitti fakat Eylem bunu göremiyordu. Hülya Hanım'ın dudaklarına yerleşen sakin gülümsemeyle sorularından birisine cevap bulmuş gibi irkildi. Canı yanmaya başladı. Kalbi sancıyordu.

"Dans da böyle, kızım. Ders aldıktan sonra herkes dans edebilir ama tekniğin yüzde yüz doğru olsa bile dansın sadece bundan ibaretse kimse o dansı hissetmez. Heyecanlanmaz, mutlu olmaz, üzülmez. Yaptığımız şey bir sanat ve sanat hissedilmeyi talep eder."

Eylem kucağında bağladığı elleriyle oynamaya başladı. "Hep mi böyleydim," diye sordu bir kez daha cesaretini topladıktan sonra.

Hülya Hanım başını iki yana salladı. "Seni en son geçen sene düzenlediğiniz gösteride gördüm," deyip nefesini bıraktı. "Phantom of the Opera'da ana roldeydin. Ne oldu bilmiyorum ama o zaman ruhunu kaybetmeye başlamıştın. Bütün tekniğin doğruydu ama taklalarında ve sıçrayışlarında tereddütlüydün. Bu tereddüt seni yemiş."

Eylem hatırlıyordu. Kendisi için çok önemli bir gösteriydi. Birçok akademiden büyük isimlerin katılacağı, annesinin de katılmak için söz verdiği gösteriydi Phantom of the Opera. Eğer Eylem'in dansı beğenilirse konservatuarı biter bitmez çok prestijli yerlerden birinde dansçı olarak işe başlayacaktı. Annesi gelmemişti. Babası ise zaten uzun bir zamandır gösterilerine ya da yarışmalarına katılmıyordu ancak annesini kalabalığın arasında görememesi çok büyük bir darbeydi. Kadının daha önce bütün gösterilerine katılmasından değil, daha önce de zaman bulamayıp gelemediği olmuştu ama sahnesine dört dakika kala telefonda duyduğu cümleler bütün cesaretini yıkmıştı.

"Dünya senin etrafında dönmüyor Eylem," demişti annesi. "Son anda çok önemli bir işim çıktı ve gelemeyeceğim. Çocukluk etmeyi bırak. Sanki bütün danslarında yanındaydım da şimdi beni sıkboğaz ediyorsun."

Annesine bağırıp bir kez daha bu gösterinin ne kadar önemli olduğunu hatırlatmak istedi. Sadece sustu, hattın kesip telefonun yüzüne kapatılışını dinledi. Gösteri tabii ki de beklediğinin aksine kimseden davet alamamasıyla sonuçlanmış, hatta gösteri sonrası bir haftasını evde istirahatle geçirmek zorunda kalmıştı. Defalarca kez bileğini burkmasının sonucuydu.

O günden sonra toparlanamamıştı Eylem. Kabul etmek her ne kadar zor olsa da, bir daha iyi bir performans sergilememişti. Bunun ötesinde, eskiden olduğu gibi dans etmekten aldığı keyfi de kaybetmişti. Artık dansa dair her şey ona zorunlu geliyor, bu zorunluluk ise onu psikolojik olarak zor duruma sokuyordu. Engelleyemiyordu.

Eylem hiçbir zaman bütün dünyanın kendi etrafında dönmesini istememişti ki. Sadece bir gece, ailesinin dünyasının merkezinde olabilmek istemişti.

"Bir daha hiç kazanamayacak mıyım ruhumu," diye sordu titreyen alt dudağını dişlerinin arasına alırken. "Eskisi gibi dans edemeyecek miyim hocam?"

Hülya Hanım gülümseyerek başını iki yana salladı. "Kendine zaman ver," derken kızın gözlerinin içine bakıyordu. "Bu sürede kendini tanı Eylem. Kendini mükemmelleştirmek için takıntılı bir şekilde dans etmen sağlıklı değil kızım. Bunu minik bir tatil gibi değerlendir, olur mu?"

-o-

Eve girdiğinde rahat bir nefes alacağını düşünmüştü. En azından bundan önce 'ev' kavramı onun için rahat nefes almakla eş anlamlıydı. Savsak adımları odasına çıkan merdivenlere ilerlerken uzun bir süredir bu saatlerde evde göremediği annesiyle karşılaştı. Annesi Sibel kollarını göğsünde bağlayarak kalçasını merdivenin korkuluğuna yasladı, kızını baştan aşağı süzmeye başladı.

"Bileğini mi burktun," diye sordu. Cevap apaçık ortada olsa da Eylem'den duymak istiyordu.

Eylem başını iki yana sallayarak "Önemli bir şey değil," dedi.

"Sakat mı kalmaya çalışıyorsun Eylem?"

Normal bir tonla, korkuyla, endişeyle ve benzeri duygularla sorulabilecek bir soruydu bu ancak Eylem'in annesinin sesinde duyduğu ton bunlardan çok daha farklı olarak öfkeydi. Dans etmesini onaylamamasından değil, hobi olarak yapmasını yine destekliyordu Sibel. Fakat konu ne zaman 'gelecek' noktasına gelse orada koca bir kırmızı çizgi çekerek tüm desteğini de o kırmızı çizginin ardına yerleştiriyordu.

Omzunun üstünden annesine bakarken "Niye bu kadar öfkelisin," diye sormayı başardı. "Üniversiteye geçtiğimden beri benimle kavga ediyorsun anne. Tam üç yıldır sürekli olay çıkarıyorsun. Ne zaman minik bir sakatlık yaşasam başıma kakıp duruyorsun sanki çok endişeleniyormuşsun gibi ama hiçbir gösterime gelmiyorsun. Bir karar ver ne yapmak istediğine."

Sibel kolunun altındaki korkuluğa parmaklarını sararak kızına döndü. "Bundan otuz yıl sonra da dans edebileceğini mi sanıyorsun sen?" Sorusunda küçümseyen bir ton vardı, en azından Eylem'in hissettiği buydu. "Şimdi spot ışıklarının altındasın. O zaman nerede olacaksın? Sahne arkasında, o da şansın yaver gider ve büyük bir sakatlık yaşamazsan! Yapmak istediğin işin hiçbir geleceği yok Eylem. Ben sana dans etme demiyorum. Hatta benim işlerimi devralmanı da söylemiyorum. Sadece geleceği olan bir işle ilgilen, hobi olarak yine dans edersin. Kimse seni danstan alıkoymuyor."

Yorgunca gülümseyen genç kız nefesini bıraktı. "Bundan otuz yıl sonra hayatta olacağım ne malum anne," derken annesinin kendisini anlaması için yalvarıyordu içinden. "Hobi olarak dans etmek istemiyorum ki ben, dans etmek istiyorum sadece. Neden hayata birkaç kez daha gelecekmişiz gibi sevdiğim şeyi elimin tersiyle itmemi istiyorsun?"

"Seni okuldan almamı mı istiyorsun?"

Ve kavgalarına son noktayı koyan da bu soru olmuştu.

Çıktığı üç basamağı inerek annesinin karşısına geçti, orta yaşlardaki kadının eladan hallice kahverengi gözlerinin içine baktı. Belki çocukçaydı öfkesi. Bu zaman kadar her türlü maddi desteği sağlayan ailesine bu kadar 'basit' şeylerden dolayı öfke duymamalıydı belki de. Şımarıklık da olabilirdi. Hiçbirini önemsemedi o noktada.

"Dene," dedi sakince. "Bir daha bu kapıdan içeri giriyor muyum, görürsün sonra."

Son cümlesi bu oldu annesine. Kapıyı sertçe arkasından çapıp çıkarken yanına yedek kıyafet almadığı için pişmandı ama içeri giremeyecek kadar da gururluydu. Evlerinin bahçesini seke seke geçtikten sonra bir süre boyunca çağırdığı taksi için bekledi. Taksiye bindiğindeyse az evvel yaşananların şoku zihninden bir sis bulutu gibi yavaş yavaş kalktı. Yanına gidebileceği çok fazla arkadaşı yoktu. Akrabaları ise onu gerisin geri ailesine teslim ederdi. Nereye gidecekti? Şoföre sadece "Ana caddeye inelim," diyebildi bu yüzden.

Abisini ya da yengesini aramayı düşündü. Nadia ne olursa olsun onu destekler, abisi de hayalini gerçekleştirmek istediği için yanında dururdu. Yeğeni Aslan ise halasıyla vakit geçirmeye dünden razıydı. Fakat Eylem biliyordu ki annesi, abisinde kaldığını öğrendiği an işler çirkinleşecekti.

Taksi ane caddeye çıkarken rehberinde gözüne takılan ve onu geri çevirmeyeceğine inandığı ismin üstüne dokundu. Telefon birkaç kez çaldı. Bu bile nefesini hem gerginlikle hem de heyecanla tutması için yeterliydi.

"Eylem?" Ahizenin ucundaki ses şaşkınlık doluydu. "Bir sorun mu oldu? Sen genelde bu saatte bir aksilik olmadıkça aramazsın. Hoca çalışma mı vermişti?"

Eylem güçlükle gülümseyerek "Gözde," diye mırıldandı. "Bir süre sende kalabilir miyim? Çok uzun kalmayacağım, seni rahatsız da etmeyeceğim. Kaldığım sürece dilediğin ödemeyi de yapabilirim."

Bir çırpıda söyledikleri karşı tarafın "Kızım bir sakin ol," demesiyle son buldu. "Tabii ki de kalabilirsin, sormana da gerek yok. İyi olduğuna emin misin sen? Seni karşılamamı ya da bir yerden almamı ister misin?"

(...)

Gözde'nin minik evine geleli yarım saati geçmişti. Eylem başını koltuğun sırtlığına yaslayıp gözlerini kapamış, düşüncelerini toplayabilmek için sessiz kalmayı tercih etmişti. Gözde'yle çok yakın olmasalar da okulda Eylem'in 'yalnızlık' ve 'arkadaşlık' anlayışını tuhaf bulmayan tek kişiydi. Belki de bu yüzden tek arkadaşıydı.

"Evden kovulmuş olamazsın," diyen Gözde Eylem'in oturduğu koltuğun diğer ucuna yerleşip elindeki bardaktan kahvesini yudumladı. "Sibel Derbey Güzhan seni evden kovamayacak kadar hayran sana."

Eylem, Gözde'nin dudaklarından dökülen annesinin tam adıyla kıkırdadı. Oturuşunu düzeltip odanın hemen ortasındaki kahve masasına kendisi için bırakılan bardağı aldı. "Annemle senin 'hayranlık' anlayışınız o kadar farklı ki," diye mırıldandı kahvesini yudumladıktan sonra. "Evden kovulmadım, bir bakıma evi terk ettiğimi söyleyebiliriz."

Gözde ağzındaki kahveyi püskürtmemek için eliyle ağzını kapasa da kahveyi yutmakta yaşadığı zorluğu engelleyemedi. Şaşkınlığından genzine kaçırdığı kahve yüzünden bir süre öksürüp kendine gelmeye çalıştı. Tabii yanan dili ve damağı da cabasıydı.

"Evi mi terk ettin?" Sesinde dehşete yakın bir şaşkınlık tınısı vardı. "Sibel Abla kredi kartlarını falan iptal etmesin? Okula nasıl geleceksin?"

Eylem homurdanarak gözlerini devirdi. "Klişe bir entrika-aile dramlı romantik komedi dizisinde değiliz Gözde," diye söylendi. "Annem bana ders vermek için parayı keserse eve hiç gelmeyeceğimi biliyor. Ayrıca ne abimin ne de Nadia'nın beni beş kuruş parasız sokakta bırakacağını sanmıyorum."

Gözde arkadaşı için rahat bir nefes alıp arkasına yaslandı. "Ne bileyim kızım," dedi. "Benimkiler beni hep paramı kesmekle tehdit ediyordu. Bir ara kesmişlerdi de zaten."

"İstedikleri oldu mu?"

Arkadaşının sorusuna kıkırdarken başını iki yana salladı Gözde. "Hayır," derken son heceyi uzattı. "Liseden beri biriktirdiğim bir miktar param vardı. Onunla geçindim bir süre. Hatta birikimimi bile bitirmeden hesabıma para yatırmaya başladılar, kartlarımı da açtılar. Hem de biraz daha yükseltmişlerdi limitimi."

Bu detaylı cevap Eylem için yeterliydi.

Evden çıkarken annesinin ilerleyen zamanlarda nasıl bir tepki vereceğini tabii ki düşünmemişti. Muhtemelen gururundan ödün vermemeyi kendisine prensip hâline getirmiş annesi ilk olarak Eylem'in bir iki güne eve döneceğine inanıyordu. Eylem geri dönmediğinde ise sinirlenecek, belki de ilk hamle olarak Eylem'in kartlarını kapatacaktı. Hatta yine büyük bir ihtimalle ikisinin ortak kullandığı, daha çok Sibel Hanım'ın para yükleyip Eylem'in para harcamak için kullandığı, hesabın şifresini de değiştirecekti. Ancak sorun değildi. Liseye geçtiği zamandan beri abisi sayesinde sahip olduğu, kazandığı bütün yarışlardan elde ettiği gelirin büyük bir kısmını yatırdığı başka bir hesabı daha vardı. Kendisini idare edebilirdi.

Gözde sehpadaki boş kupaları alıp oturdukları odaya bağlı Amerikan mutfağa geçtiğinde kapının zili çaldı. Eylem Gözde'ye rahatsız olmamasını söyleyerek kapıya baktı. Üç sınıf arkadaşı, Rüya, Serra, Özgür, yan yana sıralanmış ve ellerindeki poşetleri havada sallar bir şekilde kapıdaydı. Eylem'i karşılarında görmeden önce yüzlerinde kocaman bir gülümseme vardı.

Neşeyle başladıkları "Sürpri..." cümlesi yarıda kesildi.

Özgür bir adım geri çekilerek evi kontrol etti, doğru yere geldiklerinden emin olmak ister gibiydi. Onlar daha bir şey diyemeden Gözde koşarak yanlarına geldi, kolunu Eylem'in omzuna attı. "Yeni ev arkadaşımla tanışın," dedi heyecan dolu bir sesle. "The Prodigy of Contemporary Dance!"

Ancak hiç kimse Gözde kadar heyecanlı değildi.

(...)

Rüya ve Serra yaklaşık olarak kırk dakikadır kızları dışarı çıkmak için ikna etmeye çalışıyordu. Gözde her ne kadar ikna olmaya yatkın olsa da tüm zamanların yorgunluğu vardı Eylem'in üstünde. Dışarı çıkmaktan ziyade olduğu yerde kalıp dinlenmek, mümkünse uyumak istiyordu. Eylem, Gözde'yi diğerleriyle gitme konusunda ikna etmişti. Onlar hazırlanırken Eylem de Özgür'ün teker teker sıraladığı gereksiz bilgiler aklında yer edinmemesi için kendi sorunana ilaç olabileceği çözümleri düşünüyordu.

Kırmızı rujunu süren Rüya başını hiç çevirmeden karşısında durduğu aynadan Eylem'in yansımasına baktı. "Senin sorunun ne, biliyor musun?" Sorusuyla başladı sözlerine. "Yeni şeyleri keşfetmekten ödün kopuyor. Denesen öleceksin sanki! Kayra Hoca'nın sana neden ruhsuz dediğine de şaşmamalı."

"Her şeyi kitaplardan okumakla tecrübe kazanılıyor olsaydı dünyada sorun yaşayan tek bir insan bile olmazdı," diye ekleyen Serra'ydı. Sesinde hafif bir alay vardı. "Kusura bakma ama Eylem, cidden ruhsuzsun. Geldiğimizden beri benim ruhumu da emdin."

Eylem her iki kızın sözleriyle daha da sinirleniyordu. İçini yakan öfkenin sebebini de kaynağını da bilmiyordu. "Benim de kendi tecrübelerim var," dedi kendisini savunmak isteyerek. "Ayrıca herkes aynı yoldan giderek bir şeyleri tecrübe edecek diye bir kâide yok."

Özgür Eylem'in çıkışına güldü. "Hadi ya, neymiş tecrübelerin? Antrenman, antrenman, antrenman... başka? Koskoca okulda, koskoca dört yılda edindiğin tek gerçek arkadaşın Gözde. Gözde'yle ne yapıyorsun? Not alışverişi mi?"

"Gençler!" Gözde elindeki çantayı televizyon ünitesine bıraktı. "Saçmalamıyor musunuz sizce de biraz? Eylem'le arkadaşlığımı sorgulamak size mi kaldı ayrıca? Nasıl rahat ediyorsak öyle iletişim kuruyoruz, sizi niye rahatsız ediyor ki bu?"

Rüya, Serra ve Özgür sessizce Gözde'ye baktılar. Yüzlerinde hâlâ az evvel Eylem'e yönelttikleri alaylı ifade vardı. "Sana gerçek arkadaşlığın nasıl olduğunu hatırlatıyoruz," diyen Serra'ydı. Rüya ekledi: "Arkadaşların olarak "

Eylem elinde olmadan güldü. Dudaklarından dökülen tek nefeslik bir gülüştü. En az karşısında kendisini çapraz sorguya çeken üçlünün yüzlerindeki ifade kadar alaylıydı. Tüm gözler ona döndüğünde "Pardon," dedi. Ses tonu sakindi ama dudağının bir köşesi alayla kıvrılmıştı. "Tavırlarınızdan sonra arkadaşlıktan bahsetmeniz komiğime gitti de, engel olamadım. Her neyse, kıyafetlerinden ödünç bir şeyler verebilir misin Gözde?"

Elbette kendini diğerlerine kanıtlamak gibi bir derdi yoktu. Sadece onu rahatsız eden, aylardır duyduğu cümlelerin tekrar etmesi ve hatta bu cümleleri en haz edemediği üçlüden bizzat duyması canını sıkmıştı. En azından kendisini böyle teselli ediyordu.

Gözde'yle onun odasına geçtiklerinde Gözde'nin istemediği bir şeyi yapmak zorunda olmadığını defalarca kez hatırlatan protestolarını savuşturmak zorunda kalmıştı. Dolaba yöneldiğinde nefesini tuttu. Gözde'nin kıyafet zevki ve kendi zebki arasında büyük bir fark vardı. Gözde daha çok 'edgy' sayılabilecek, spor ve e-girl tarza sahipken Eylem daha rahat ve klasik giyinmeyi severdi. Çok kez Gözde'nin öz güvenle taşıdığı parçaları içten içe de olsa tebrik etmişti. Şimdiyse tam olarak o parçaların karşısındaydı. Gözde arkadaşının kararsız ve kaybolmuş ifadesine gülerek ona yardımcı olmak adına dolabını kurcalamaya başladı.

Çıkardığı bol paça kot pantolonu açıp gözünde canlandırmak için Eylem'in beline tuttu. Ceplerinin altında bir iki yırtığı olan açık mavi tonlarında bir pantolondu ve maalesef ki Gözde'nin bir yerlerinde yırtığı olmayan pantolonu yoktu. Pantolonun üstüne Eylem'in itiraz etmesine fırsat tanımadan askılı bir badi çıkardı ve Eylem'in tarzına biraz daha yakın olan, bol ve klasik kesim deri ceketini aldı.

"Bunları giy," dedikten sonra doğruca makyaj masasına yöneldi. "Makyajını da abartmayız. Kendi zevkine göre bir şeyler yaparsın. Seni kırmızı ruja zorlamayacağım yani, endişelenme."

Gözde gülerek makyaj malzemelerini çıkarırken Eylem de Gözde'nin odada olmasını umursamadan üstünü değiştirdi. Zaten alışık oldukları bir durumdu. Çok çabuk terleyen biri olmamasına ve akademide Kayra Hoca'dan azar yemeden hemen önce duş almasına sevinerek makyaj masasına geçti. Her zaman tercih ettiği, toprak tonlarında ve belli belirsiz bir makyaj yapıp fondöten türü ürünlerden özellikle uzak durdu. Makyaj anlayışı her zaman biraz far, rimel, kaşlarını belirginleştirmek için kullandığı jel ve dudaklarına sürdüğü sıcak ve açık kahverengi tonlarındaki rujdan ibaret olmuştu. Bunlar harici kullanılan her ürünü fazlalık, gereksiz ve uğraştırıcı bulurdu. İşi bittiğinde Gözde'nin kendisine uzattığı, keten kumaştan yapılma siyah çantaya baktı.

"Telefonunu, cüzdanını içine koydum. Koca çantayla gitmeyi düşünmüyordun herhalde?"

Eylem gülümseyerek teşekkür etti ve çantayı aldı. Odadan çıktıklarında bütün gözler ikiliye dönmüştü. Rüya'nın dudaklarını saran sinsi gülümseme arkadaşlarını buldu, kısa bir an sonra yok oldu ama Eylem'in görebileceği kadar uzun bir süre boyunca orada durdu. Hiçbir şey demeden evden çıktılar ve Özgür'ün dışarıya park edilmiş arabasına yerleştiler.

(...)

Genellikle okullarındaki müzik gruplarının ve kişilerin sahne aldığı bir bardı geldikleri yer. Gece kulübü olamayacak kadar küçük olsa da bir bar için daha büyük ve doluydu. Yine de içerisi daha serbest, özgür dizayn edilmişti. Yüksek tavanı olan, havası basık olmayan, duvarlarında 'özgün' sanat eserlerinin asılı olduğu ve içi çok göze batmayasa da renkli olan bir yerdi. Eylem kabul etmeye ne kadar çekinse de burayı beğenmişti.

"Tam zamanında gelmişiz," diye neşeyle bağıran Serra'yı. Hemen Gözde'yi kolundan yakalayıp ön tarafta, kör bir köşede kalan ve sırf bu yüzden boş olan masaya çekiştirmeye çalıştı. "Öne geçelim!"

Gözde omzunun üstünden Eylem'e baktığında Eylem gülümseyerek arkadaşının kolunu hafifçe sıktı. "Ben bar kısmında olacağım, eğlencene bak!"

Onları orada bırakıp bara geçti, boş bir tabureye oturdu. Barda müşterilerle ilgilenen üç farklı barmen vardı. İçlerinden birisi, kendisine en yakın olan, karşısında durup onu selamladı ve ne istediğini sordu. Daha önce alkol almıştı. Birkaç partide, bazen Nadia ile birlikte... Alkole tamamen yabancı değildi ancak hiç sarhoş olmamış biri olarak limitini zorlamak istemiyordu. Bu yüzden "Bira," demekle yetindi. Barmen ona gülümseyip hemen birasını hazırlamaya başladı.

Şarkıyı söyleyen kişinin bir gruba ait olmadığını görmüştü içeri girdiklerinde ama merak etmediği için inceleme gereği duymamıştı. Ta ki solistin söylediği şarkı bitip yerini bir başkası alana kadar...

You hit me like a riptide, yeah
But I never noticed 'cause you always kept it under disguise, yeah
Lifted up the curtain, let me see what was on the inside, yeah
(Büyük bir akıntı dalgası gibi vurdun bana
Ama hiç fark etmedim çünkü her zaman üzerini örttün
Perdeyi kaldırıp içeride ne olduğunu göstermem için izin verdin bana)

Omzunun üstünden arkasına dönüp bakınca en fazla kendi yaşlarında genç bir adamın sahnenin tam ortasında, boynuna astığı gitarla durduğunu gördüğü. Parmakları Caz gitarın tellerinde dolaşırken arkada çalan müzikle güzel bir uyum sağlıyordu. Elbette daha önce Rock müzik dinlediği olmuştu. Özellikle abisinin üniversite yıllarında, odaları yan yana olduğu için abisinin tüm evi konsere çevirecek şekilde sesi son seviyeye getirmesi yüzünden Rock müzikle fazlasıyla içli dışlı olmuştu. Fakat hiçbir zaman kendi vaktinden ayırıp özellikle Rock müzik dinlediğini anımsamıyordu Eylem. Şimdiyse sahneye ve dinleyicilere tek başına hükmeden sesin sahibi onu büyülemiş gibiydi.

Nakarat kısmı geldiğinde Eylem de bilinçsizce ön sıralara doğru ilerlemeye başladı. Genç adam gözlerini kapamış, dudakları neredeyse mikrofona yaslı bir şekilde şarkısını söylüyordu. Hırıltılı sesi kulaklarını tırmalamıyor, aksine içinde var olduğundan haberinin bile olmadığı bir duyguyu uyandırıyordu.

Kolu biri tarafından çekilip bedeni sandalyeye yerleştiğinde kendisini çekenin kim olduğuna bakma gereği duymadı. Gözde olduğunu biliyordu. Köşedeki masalarından kalkıp orta masalardan birine nasıl geçtiklerini bile umursamadı. Hatta sorgulamadı da.

Genç adam gözlerini açtığında ve hatta gözlerini kalabalığın üstünde dolaştırdığında Eylem nefesini tuttu. Heyecandan ya da gerginlikten veya sebebini bilmediği bambaşka bir duygudan dolayı avuç içlerinin buz gini terlediğini hissediyordu. Çığlık atmak istiyordu.

But hey, it was an honest mistake
We'll go our separate ways
We don't need to dig our own gravestones
Push each other out 'til we're alone
These fights are taking on the same tone
Oh it's worse if I stay
'Cause you changed my personality
I'll close the door behind me
(Ama hey, bu içten bir yanlıştı
Kendi yollarımızdan gideceğiz
Kendi mezar taşlarımızı dikmemize gerek yok
Yalnız kalana kadar itelim birbirimizi
Bu kavgalar hep aynı tarzda
Eğer kalırsam daha kötü olur
Çünkü kişiliğimi değiştirdin
Giderken arkamdan kapıyı kapatacağım)

Gözleri karşısındaki gençle birleştiğinde omurgasından aşağı süzülen ürpertiyle titredi. Mikrofonu bir eliyle kavramış, diğer elini destek demirine sarmıştı. Şarkıyı söylemeye devam ettikçe müziğin baştan çıkarıcı ritmiyle kalçasını hafifçe iki yana sallıyor ve başını hafifçe geriye atıyordu. İştah açıcı bir görüntüydü. Eylem şarkıyı sadece dinlemediğini, aynı zamanda genç adamın hareketleri ve sesiyle zihninde kurulan sahneden şarkıyı bir film gibi izlemeye başladığını hissetti.

Ruha sahip olmak bu muydu?

Eylem, bir kez daha arsızca gözlerini gencin yüzüne kaldırdı. Bir kez daha göz göze geldiler. Kat kesim olan ve en kısa katı kulak memesine uzanan kıvırcık saçları terinden ıslanmış, yüzüne düşmeye başlamıştı. Kıstığı gözleri yüzüne talepkâr bir ifade yerleşmesine sebep olmuştu. Tehlikeli olduğunu hissediyordu Eylem, tehlikeliydi. Sanki onu çağırıyordu gencin sesi, hareketleri, gümüş renkli bir piercingin süslediği dudağının kenarındaki gülümsemesi. Büyülenmiş gibiydi.

Eğer ruha sahip olmak böyleyse; bunu istediğinden emin değildi.

Şarkı bittiğinde Eylem'in yapmayı başardığı ilk şey güçlükle yutkunmak, ikincisi ise Gözde'nin hemen önünde duran cin tonikten büyük bir yudum içmek olmuştu. Alkol susuzluğunu gidermek yerine onu daha fazla susatıyordu ama Eylem'i rahatsız eden bu değildi. Susuzluğunun sebebini bilmemek delirtiyordu onu.

Genç adamın performansı bittiğinde herkese destekleri için teşekkür edip sahneden aşağı indi. Eylem gözlerini ondan ayırarak içine girdiği transtan kendisini kurtardı ancak tam da o anda Özgür'le göz göze geldi. Özgür avına kilitlenmiş bir yırtıcı gibi bakıyordu Eylem'e. Bakışlarında tuhaf bir düşmanlık vardı.

"Asil," diye bir ses duydu kulağının dibinde. Gözde'ydi. "Müzik bölümünde, son sınıf."

Eylem memnuniyetsizce burnunun derisini kırıştırdı. Anlaşılan herkesin tanıdığı, herkes tanıdığı için de namı pek de iyi olmayan biriydi. En azından belli bir kesim için. Çünkü barda ne kadar kişi varsa hepsi çılgınlar gibi Asil'i alkışlıyor ve tekrar sahneye çıkması için onu protesto ediyordu. Eylem böyle şeylerden hoşlanmazdı.

Gözde'ye sakince gülümseyerek "Ben lavaboya gidiyorum," demekle yetindi.

(...)

Lavaboda geçirdiği neredeyse on dakikanın onu da adını ve varlığını yeni öğrendiği gencin dedikodusunu dinlemekle geçmişti. İstemsizce Asil hakkında gereksiz ne varsa pek çoğuna hakim olduğunu düşünüyorcu artık. Okulda fazlaca popüler olan, hocaların karakter olarak sevmediği ama konu yeteneğe gelince herkesin gözdesi olan, 'ilişki insanı' olmayan, tam aksine kısa süreli takılmalarla zamanını geçiren ve zengin bir ailenin çocuğuydu Asil. Hatta Eylem emindi ki biraz daha lavaboda tıkılı kalmış olsaydı Asil'in tüm hayat hikayesini en ince ayrıntısına dek öğrenebilirdi.

Tabii içeride onu tanıyanlar da olmuştu. Başlarıyla selam verip Eylem kabine girdiğinde onun duymayacağını düşündüklerinden ve bir de alkolün etkisinden olsa gerek birkaç kişi arkasından dedikodusunu yapmaya başlamıştı. Alışık olduğu şeyleri duymuştu. Soğuk karaktetinden şikayetlenmişler, egolu olduğunu söylemişlerdi.

Kızlar Eylem'in kabinden çıktığını henüz fark etmemişken "Kayra Hoca'nın kıçına tekmeyi basması yakın. O zaman da böyle egolu dolaşabilecek mi acaba," demek gibi bir hata yapmışlardı. Kapıyı dakince arkasından kapadıktan sonra kızların yanındaki lavaboya geçip ellerini aheste bir yavaşlıkla yıkamaya başladı. İkisinden de ses çıkmıyordu. Eylem ise gözlerini bu iki dedikoducunun aynadaki yansımasından ayırmıyordu.

Peçetelikten iki yaprak peçeteyi koparırken dudaklarına irite edici bir tebessüm yerleştirdi. "Bence alkole biraz ara vermelisiniz ikiniz de," dedi. Sesi son derece arkadaşcanlısı bir tona sahipti fakat aldatıcıydı. "Formunuz bozulmuş. Kayra Hoca'nın önce sizin kıçınıza tekmeyi basması an meselesi gibi duruyor buradan bakınca."

Islak peçeteyi dibindeki çöpe atıp lavaboyu terk etti. Dar koridor bardan yükselen sarı ışıklar sayesinde loştu. Gözde'nin yanına gittiğinde dikkat çekmeden eve geçebilmek için uydurabileceği bahaneleri düşünüyordu yürürken.

"Ünlü Eylem Güzhan'ı aramızda görmeyi neye borçluyuz?"

Arkasından yükselen sesle adımları yavaşlayıp durdu. Kendisiyle konuşan gecenin üçüncü densizine haddini bildirmek için arkasını döndüğünde dilinin ucuna kadar yükselen her kelime aynı yerde öldü. Az önce sahnede büyüleyici bir performans sergileyen Asil, sırtını duvara yaslamış, ellerini ceplerine yerleştirmiş bekliyordu. Gömleğini kısa kollu, bol kesim ve üzerinde The World Is Flat. Didn't You Know That? yazan siyah bir tişört vardı. Tişörtün açıkta bıraktığı sağ kolunun dirseğinden aşağısı bileğine kadar dövmelerle doluydu. Siyah kot pantolonu bacaklarını sararak beline kadar çıkıyordu ve dizlerinde iki büyük yırtığı vardı. Eylem onlara delik demeyi tercih ediyordu. Gözleri genç adamın hafif kavruk teninin sardığı yüzüne çıkmayı başardığında dudaklarını saran aynı kışkırtıcı gülümseyi yakalayabildi.

Tam olarak neye ve neden olduğunu bilmese de Asil'in bir şeye meydan okuduğunu biliyordu. Asil tehlike sirenleriyle birlikte çığlık atan koca bir kırmızı çizgiydi. Fakat her ne kadar zihninin içinde tehlike çanları çalsa da Eylem yine aynı susuzluğu hissediyordu.

"Tanıştığımızı sanmıyorum," diye bir yalan söylemeyi tercih etti. Kısmen doğru sayılan bir yalandı. En nihayetinde daha önce yüz yüze tanışıp konuşmuş değillerdi.

Asil'in kıkırtısını bastıran müzik sesi yavaşça koridoru doldurmaya başladı. Sırtını duvardan ayıran genç adam Eylem'in tam önüne gelene kadar yürüdü. Yürüdükçe cüssesi de büyüyordu. Aşırı kalıplı biri değildi Eylem'in anladığı kadarıyla ancak boyu epey uzundu. Şartlar ele alındığında Eylem bile kadınlar kategorisinde hiç şüphesiz uzun kısmına girerken kendisinden hemen hemen bir baş kadar daha uzundu Asil.

Kendisine uzatılan ele tepki vermesine fırsat kalmadan Asil'in sesi aralarındaki boşluğu doldurdu. "Asil Kutlay," dedi, bal gibi yumuşak bir ses tonuyla. "Aynı fakültede okuyoruz, farklı bölümler sadece."

Eylem'in sol kaşı refleks olarak kalktığında gözlerini yeniden Asil'in yüzüne çevirdi. "Namımın sizin bölüme yayıldığını bilmiyordum," demekle yetindi şimdilik.

Asil gülümsemeye devam etti. Diliyle dudaklarını hafifçe ıslattığında dudağının kenarında hareket eden piercinge takıldı Eylem'in bakışları ve bir süre öyle de kaldı.

"Aklın şaşar."

Öyle de olmuştu. Aklı fena hâlde şaşmıştı Eylem'in. Fakat niye, ne için ve ne pahasına; işte bunların hiçbirinin cevabı Eylem'de yoktu.

-
NOT 2: Maalesef bu hikâyede bir "bad boy" tiplemesi yok. İlk bölümlere aldırmayın. Bad boy yazamıyorum.
NOT 3: Bu hikâye az bile olsa yetişkin içerik barındıracaktır ve son derece "toksik" ilişkilere değinecektir. Hiçbir güzelleme ve normalleştirme yoktur. Bilincinde olalım.

(Eylem'in anlatmak istediğim kıyafeti dileyim şimdilik)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top