Son.3 ❅ Yok Edilen ❅
❅ Yok Edilen ❅
"Sana en son ne dediğimizi hatırlıyorsun değil mi?" diye sordu Laurel, okyanus mavisi gözlerini üzerime dikerek.
Onu dinliyordum. Yani dinlediğimi sanıyordum. Bu sıralar bu sözleri çok duyuyordum.
"Krista ve Dünyalıları unut." diye tekrar ettim kendi kendime. "Şu anki problemimiz Safirler ve Dimitri."
"Aynen öyle." dedi Stephen onay verir bir şekilde. "Ametist'e saldırmak üzereler. Bütün giriş ve çıkışlar tutulu. Fakat IceBella olmadan nasıl ilerli-
Laurel onun sözünü sinirli bir sesle kesti. "Onun adını ağzına bile alma. Bütün bunlar bir bitsin, yemin ederim onu-"
"Bütün bunların biteceği ne malum, Laurel?" diye sordum. "Safirlerden sonra uğraşacak daha çok şeyin olacak."
"Bizim uğraşacak daha çok şeyimiz olacak." dedi Stephen. Sanki hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu, sanki hiç beni öldürmeye çalışmamış gibi ya da az kalsın bütün güçlerini kaybetmeyecekmiş gibi. "Sen de buna dahilsin, hatırlatırım. Bir anlaşma yaptık."
"Bizim sorunumuz senin sorunun." diye Stephen'ın cümlesini tamamladı Laurel.
"Safirler ve Dimitri?"
"Evet." dedi Laurel başını sallayarak. Konuşmaya devam etmesine izin vermeden ayağa kalktım. Toplantı odasındaki diğer insanlar ile Laurel ve Stephen'in bakışlarımı üzerimde hissederek konuşmaya başladım.
"Safirler saldırınca bana haber verin. Ya da hangi konuda yardımıma ihtiyacınız olursa. O ana kadar beni yalnız bırakın."
Gümüş rengi kapıya doğru yürürken Laurel'in başıyla muhafızlara işaret verdiğini görmemiştim.
Bunu aklına yaz, Luna.
❅
"Laurel, küçük düşürülmekten hoşlanmıyor." diye mırıldandım saatlerdir oturduğum yerden en sonunda ayağa kalkarak. Beni izlediğinden emin olduğum odanın tavanının köşesindeki kameraya baktım. "İşinize yaramayacağım zamanlar hep burada mı olacağım? Öyleyse gururumu kendi ayaklarımın altına alırım, Kahin!"
Kahin. Bu ismi ben koymuştum Laurel'e. Biliyordum ki Safirlerle olan savaşları başladığı anda beni buradan çıkaracaktı.
Sitrin taşından yapılmış o odada değildim. Ona gerek bile yoktu aslında. Ametist'in iki kalkanı birden açılmıştı.
Dışarıdan gelen hiçbir enerji bu kalkanı aşamazdı. Hiçbir güç, hiçbir Gümüş veya Safir.
Tabii... Bu kalkanı inşa eden Kalsedon'un kurucusu Safir Jared McCorrin'i saymazsak. Şu an bizim -yani Laurel ve diğerlerinin- savaşacağı kişi tam olarak da oydu, aslında.
"Her şeyi yaparsın, Luna." Sesinin nereden geldiğinden tam emin değildim. Tek bildiğim şu an bulunduğum hücreden epeyce uzakta olduğuydu. "Fakat biliyorsun ki Dimitri, Corrin'e yardım etmeye kararlı." Laurel'in güldüğü sesinden anlaşılıyordu. "Kısacası şu an bize yardım etmek zorundasın, Şifacı."
Lanet olsun. Haklıydı.
Ametist'in belki de en dayanıksız hücresindeydim fakat yerimden kımıldamıyordum bile. Nedeni mi?
Dimitri.
Bana bir yolunu bulacağımıza o kadar inandırmıştı ki -tahminimce farkında olmadan Gümüşlerin diğer yeteneklerinden olan ikna yeteneğini kullanmış bile olabilirdi, aslına bakarsanız buna gerek yoktu bile. Ona her türlü güveniyordum. Hala mı? Evet, şu an içinde bulunduğumuz durumda bile hala bir yolunu bulacağımıza inanıyordum.
"Küçük bir kızla bile konuşmaya cesaret edemiyor musunuz? Sen ya da Stephen. Eğer benden korkmuyorsanız buraya gelin. Özellikle sen, Laurel. Sana söyleyeceklerim var."
"Seni..." diyecek bir şey bulamadığını anlamak için onun gibi bir dahi olmaya gerek yoktu.
Gelemeyecek kadar korkak ya da gurursuz değildi. Gelecek kadar akılsız olup olmadığını ise merak ediyordum.
Ona iki seçenek vermiştim. Tıpkı onun bana verdiği iki seçenek gidi. Korkaklığı mı yoksa akılsızlığı mı tercih edecekti?
"Endişelenmene gerek yok, Kahin." dedim gülerek. "Dimitri bu kadar uzaktayken Gümüş Gölge olamam." Teknik olarak doğru bile sayılırdı aslında bu söylediğim. "Gücüm ise iyileştirmek, hatırlatırım."
Laurel yanıt vermedi. Onun geleceğinden neredeyse emindim. Diğerlerinin nerede olduğunu öğrenmem için kalkanlardan en az birinin daha indirilmesi gerekirdi. Bildiğim kadarıyla en azından. Laurel gelene kadar neredeyse normal görünen hücreye baktım. Dünya'da girdiklerim gibiydiler. İçinde enerjisi yüzünden gücümün kısıtlayacak olan bir taş yoktu.
Ametist şehri içinde bir Gümüş Gölge'yi engelleyecek nelerin olduğunu bilmiyordum aslında.
Galiba hiçbir şey.
❅
"Ne istiyorsun?" Laurel kapıdan yanında bir muhafızla girmişti. Ona bakışımla birlikte muhafızı gönderdi.
"Bir şey isteyen ben değil sensin, Laurel." dedim keskin bir sesle. Ne diyeceğimi o gelene planlamıştım. "Biraz kafa patlattım ve birkaç şey buldum."
Laurel devam et der gibi elini salladı. Konuşmaya başlarken bir gözüm sürekli olarak kapıdaydı. Bir yerde kapalı kalmaktan hoşlanmazdım. Ayrıca en fazla ne olabilirdi ki? "Aklından her ne geçiyorsa, Şifacı." Laurel'in sözüyle dikkatimi yeniden ona verdim. "O şeyi ertele. Şu an buradasın. Bizim yanımızda yer alıyorsun ve-"
"Neler oluyor? Luna!" Laurel'in sözüyle kendime geldim.
"Çok geç, Laurel." dedim donuk bir sesle. "Buraya geldiler bile."
"Ne?" dedi Laurel korku dolu bir sesle. "Sen!"
"Yemin ederim, Laurel." dedim ona güven verircesine. Doğruyu söylüyordum. Bunların hiçbirini planlamamıştım. "Corrin. O gizli bir yol biliyor olmalı. Ametist'e çoktan girdiler bile."
"Sen bunu nasıl biliyorsun?"
"Şu an tam Merkez'in altındaki bir tüneldeler. Tek bildiğim Dimitri'nin de onlarla olduğu." Laurel bana soru soran ifadeyle bakmaya devam etti. Cevap sanki çok basit bir şeymiş gibi yanıt verdim. "Dimitri'yi hissedebiliyorum."
"Sen de benimle birlikte geliyorsun." dedi Laurel hücremin kapısını açarken. Belli etmemeye çalışsa da onlardan korktuğu çok belliydi. "Senin yanındayken bana zarar vermez." dedi sanki ezberlemiş gibi. Dimitri'den bahsediyordu. Corrin'den ya da Joseph'den ya da her kimse işte başka bir Safir'den değil. Laurel bunu belli etmese de ondan korktuğunu biliyordum.
"Laurel sakin ol." dedim kendimi bile şaşırtan bir sesle. "Stephen geldiklerini öğrenmiş olmalı."
"Anlamıyorsun." Laurel bilmece gibi konuşuyordu. Gri duvarların olduğu koridorlarda onu takip ederken daha önce hiç olmadığı kadar endişeliydi. "O... o hasta. Hiçbir şey anlamıyorsun."
Tamam, öyle olsun.
"Merkez'deler, Laurel.'' sarı saçları topuz yapılmış bir Ametist muhafızı hızla önümüzü kesmişti. Bir Ametistli'ydi. "Sizi hemen güvenli bir yere-"
"Stephen nerede?!" Laurel bağırıyordu. Fakat sesinde ve yüzünde kabullenir gibi bir hal vardı.
Olacakları biliyordu. Onu görmüştüm. En sonunda anlamıştım.
Görüşlerini. Olacakları biliyordu. O Kahin'di. O geleceği görendi. O Laurel Ametist'ti. Ve o an hayatta en sevdiği kişiyi daha önce belki de onlarca kez olduğu gibi kaybetmek üzereydi...
Muhafız afallamıştı, yanıt vermedi. Laurel koşmaya başladı. Nereye gittiğini biliyordu. Koşarken arkasından mor pelerini savruluyordu. Pelerinin onu yavaşlattığı besbelliydi.
Laurel belki de uzun zamandır ilk defa pelerinini omuzlarından sıyırıp bırakmıştı. Onu ilk defa pelerin giymemiş haliyle görüyordum. Gözleri anında gümüş rengine parıldamaya başlamıştı. "Hayır!" diye bağırdı. Bir yandan koşmaya çalışıyordu. Ne yapacağımı bilemez halde orada öylece onu izliyordum. Görmeyen gözlerle ve kafasına yüzlerce görüş girmişken savunmasızdı.
Belki de hayattaki en büyük düşmanım olan Laurel o anda geleceği görüyordu. Yakın bir yerde hiçbir muhafız yoktu. Fakat o an içimden ona zarar vermek dahi geçmiyordu.
Yaşadıklarını yaşamış, yaşıyor gibiydim.
"Git ve onu kurtar!'' diye bağırdı bana. "Orada. En üst katta. Etrafını saracaklar. Sadece birkaç saniyemiz var!"
Gözleri yaşlarla dolmuştu. Koşarak yukarı doğru çıkmaya başladım. Nerede olduklarını bilmiyordum. Fakat bir şeyler yapmak istiyordum.
Stephen umurumda bile değildi.
Ben sadece...
Dimitri'nin bir kişiyi daha öldürmesini istemiyordum...
❅ Ametist Şehri, Merkez Binası ❅
Laurel dizleri üzerine çökmüştü. Başına sanki bıçaklar saplanıyordu. Elleri başının her iki yanındaydı.
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu.
"Hayır!" Bir kez daha bağırmıştı.
Stephen'ın ona ihtiyacı vardı. Dimitri, Corrin ya da her kimse, şu an Stephen'i öldürmek üzereydi. Bunu hissedebiliyordu. Stephen'ın güçleri gitmişti. Fakat onun güçlerini alan kişi Luna değildi. Luna sadece başlangıçtı. O kişi Meredith'ti. Kızıl gözlü kadın, adamın güçlerini aldığı gibi kaçmıştı.
Nereye gittiğini kimse bilmiyordu.
Stephen'in güçleri Laurel'in umurunda bile değildi. Başlarına bu kadar şeyi açan o ikisinin güçleriydi zaten.
Bir kez daha Gümüş olmamayı diledi.
Geleceği görmemeyi.
Sevdiği adamın ölümünü bir kez daha izlememeyi, diledi.
Ama her zaman olduğu gibi dilekleri gerçekleşmedi.
Bir kez daha. Son bir kez daha onun ölümünü gördü. Gerçeğinden sadece saniyeler önce...
Görüşünün bitmesini umursamadan koşmaya başladı. Merkez'i avucunun içi gibi biliyordu. Görmesine gerek yoktu. O gümüş ve ametist rengi koridorlardan geçerken son bir kez onun sesini duyabilmek için ruhunu bile satardı.
Ama duyamayacağını biliyordu.
Stephen'ın sesini bir daha asla duyamayacaktı. Bir daha asla Stephen'ın gözlerini göremeyecekti.
Son bir kez... Son bir kez daha...
En azından sevdiği adamın son dakikalarında yanına olabilmeyi isterdi.
❅
"Hayır!'"
"Dimitri, dur!" diye bağırdım kapıdan içeri girerken. Orada olduğunu görmeme, sesini duymama gerek yoktu. Bunu biliyordum. "Lütfen dur." Çok geç olduğunu bilmeme rağmen konuşmaya devam ediyordum.
"Bu adam seni öldürmeye çalıştı, Luna." dedi Dimitri bana doğru gelerek. Bu odada sadece o, ben ve Stephen vardı. Stephen'ı görmemiştim. Bakmaya tenezzül bile etmemiştim.
"Umurumda değil." dedim kısık bir sesle. "Corrin hangi cehennemde?"
"Kalkanı kapatmaya gitti." Sanki bunu sorduğuma inanamıyormuş gibiydi. Gözleri yeşil veya gümüş rengi değildi. Koyuydu. Gümüş Gölge olmak üzereydi. Belki de çoktan Gümüş Gölge olmuştu.
O sırada kendimin de bir Gümüş Gölge olup olmadığımı hatırlamıyordum.
"Ne konuşmuştuk unuttun mu?" Soruma karşılık başını hayır anlamında iki yana salladı.
"O halde onu öldürmeyeceksin öyle değil mi?" diyerek bir soru daha sordum. Sesim Gümüş Gölge olmama rağmen normal halimden daha sakindi. Ve daha... güven verici?
"Bundan o kadar emin değilim."
"Bunu istemiyorsun." Gümüş Gölge olmadan önce de ona bu sözleri söylemiştim. "Bunu sen de en az benim kadar istemiyorsun."
Stephen'i öldürmeyi istemiyordu. Bunu-
Yüz ifadesindeki değişimi fark etmem zaman aldı. Çok fazla zaman...
Boynumda hissettiğim soğuk çelikle birlikte yerimden kımıldayamamıştım. Kim olduğuna bakmak için başımı bile çevirmedim.
"Corrin." dedi Dimitri lafı ağzımdan alarak.
"Öldür onu." dedi bıçağı boynuma daha çok gömerek. "Yoksa kız ölür."
"Kesin şunu!" Laurel'in sesiyle Corrin afallamıştı. Fakat boynumdaki bıçağı bırakacak kadar değil.
"Kes şunu, Corrin." dedi Laurel ve beni şaşırtarak konuşmaya devam etti. "Derdin benimle. Kızı rahat bırak. Bırak gitsin."
Laurel hala pek iyi görünmüyordu. Gerçi o an benden daha iyi durumda olduğu kesindi.
"Bırak onu.'" Dimitri'nin gözleri bu sözüyle sanki mümkünmüş gibi daha da koyulaşmıştı. Kelimenin tam anlamıyla bir Gümüş Gölge'ydi artık.
Corrin'in boynumdaki bıçağı tutan elinin titremesini hissedebiliyordum.
Corrin son anda fikrini değiştirmiş gibiydi. Konuşmaya başladığında kelimeler ağzından tıpkı birer zehir gibi çıkıyordu. O an dediği Dimitri'nin daha çok işine gelirdi. Üstelik de Gümüş Gölge'yken. "O halde Laurel'i öldür. Hem kızı, hem kendini, Dünya'yı ve hatta Ametist'i bile kurtarırsın..." Yere düşmesiyle birlikte sözü yarım kaldı.
Korku dolu bakışlarım tam karşımda duran Dimitri'yi buldu. "Ölmedi, Luna. Sadece bayıldı."
"Stephen!" diye bağırdı Laurel koşarak odanın karşı tarafına doğru ilerledi. Dimitri'nin de benim de gözlerimiz onu izliyordu.
Stephen ölmemişti. Fakat Laurel rahatlamamıştı.
"Neler oluyor, Laurel?"
"Kana kan." dedi Laurel buz gibi bir sesle. "Sadece bir saniye. Onun son sözlerini duymak istemiştim. Sadece küçük bir şeydi fakat-"
"Bugün birisi ölecek." Dimitri'nin sesi, Laurel'in sesinden bile daha kötüydü. "Bunu hiç kimse değiştiremez."
Onun yanına doğru bir adım attım. Neler oluyordu? Hiçbir şey anlamıyordum.
Laurel sanki bir şeyi bekliyormuş gibi etrafına bakınıp duruyordu. Stephen'in yüzüne bile bakmıyordu. Stephen da baygındı.
Corrin neredeydi?
"Gelecek neyse odur." dedi Laurel sanki bir kehanetmiş gibi. "Bunu kimse değiştiremez."
Göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir süre geçmeden bir çığlık yükseldi.
Laurel gözlerini kapadı.
Corrin hala ortalarda yoktu.
Dimitri'nin gözleri normale dönmüştü. Stephen'ı o öldürmemişti.
Fakat Stephen ölmüştü. Nasıl?..
Düzenlenme Tarihi: 26.10.2016
Bayağıdır bir bölümü yazarken bu kadar dalmamıştım. Dershaneden geldiğim gibi yazmaya başladım. Gece yarısına kadar sürdü.
Umarım beğenmişsinizdir bana göre güzel oldu gibi.
Biliyorum, biliyorum bu sıralar birkaç(?) karakter öldürdüm.
Kısaca oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Final IV. kısımda görüşmek üzere!
Yeni kapakları nasıl buldunuz
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top