24 ❅ Zaman ❅

❅ Zaman ❅

Zaman.

İhtiyacım olan tek şey buydu. Ve asla alamayacağım şey de buydu.


Neyi bekliyordum ki? Sadece bir dakika. Sadece bir dakika istiyordum. Dimitri'nin arkasında başka birinin görünmesi uzun sürmedi. 

"Neler oluyor?" diye sordum kısık bir sesle. 

"Ancak o senin yerini bulabilirdi." dedi bir kadın sesi. "Ben Raven. Ametist şehrinin emniyet teşkilatının lideriyim."

"Icebella'ya ne oldu?" Aslında bu soruyu sormak istememiştim fakat ağzımdan çıkıvermişti. 

" 'Ametist şehrinin' dedim." dedi kadın biraz daha bana doğru yürüyerek. O da bir Gümüş'tü. "O Yeni Dünya Birliği'nin emniyet teşkilatının lideri." 

"Bizimle gel, Luna." dedi Dimitri. 

"Hayır." dedim sert bir sesle. 

"Kendinde değilsin." dedi Raven. Yaşı benden fazla büyük durmuyordu. Üzerindeki mor ve gümüş rengi üniforma koyu ten rengiyle tezat oluşturuyordu. Bu uzaklıktan bile gözlerinin siyaha yakın bir koyu kahverengi olduğunu görebiliyordum. "İşimi zorlaştırma ve bizimle gel."

Yerimden kımıldamadım, ona yanıt vermek yerine Dimitri'ye baktım. "Ne kadar sürecek?"

"Yeterince uzun." dedi gözlerime bakamayarak. Tam ben konuşmaya başlayacakken Raven Dimitri'ye döndü. 

"Artık Kalsedon'a dönebilirsin." dedi. Dimitri başını iki yana salladı ve Raven omuz silkerek devam etti. "Kendin bilirsin."

"Ametist halkına zarar vermeni önlemek için buradayım, Şifacı." dedi Raven Şifacı'yı vurgulayarak. 

"Kendine zarar vermeni istemediğim için buradayım, Luna." dedi Dimitri, Raven'ın uyarısına aldırmadan bana doğru bir adım attı. Geri çekildim. 

Raven bir iç çekip birkaç adım daha attı. Fakat hala Dimitri'nin arkasındaydı. Raven'ın güçlü görünmesine karşın benden korktuğu gümüş renkli gözlerinden belli oluyordu.

Fakat Dimitri'nin gözleri hala tamamen yeşildi. Hiçbir gümüş ya da koyu renkli bir parıltı yoktu. Şaşırmadan edememiştim. 

Raven konuşmaya başladı. "Ya isteyerek gelirsin ya da seni zorla götürürüm."

"Denemek bedava." diyerek gülümsedim. Birkaç saat öncesine göre daha iyiydim ve daha iyi düşünebiliyordum. 

Raven birkaç dakika yanıt vermedi. "İki dakikan var. Yoksa-"

"Yoksa ne?" diyerek sözünü kestim. Ametist şehrinin liderlerinden biri olduğu umurumda bile değildi. Aslına bakarsanız o sırada hiçbir şey umurumda değildi. 

Raven konuşmaya başladı. Benim dikkatim ise onun sözlerinden sokağın başındaki bize doğru yürüyen iki kişiye çevrildi. 

Çok geçmeden Raven konuşmayı bırakıp arkasını döndü. Laurel'i gördüğü gibi daha da dik durarak konuşmaya başladı. "Laurel Ametist ben-"

"Bu işi senin başaramayacağını tahmin etmiştim, Raven." dedi fakat onun da Raven'ın yanında durduğunu görünce içimden gülümsemek gelmişti. 

"Anlaşılan o ki sen de beni Merkez'e geri götüremeyeceksin, Laurel." dedim iğneleyici bir tavırla gülümseyerek. 

Laurel yanıt vermeyince Dimitri'nin bakışlarını görmezden gelerek konuşmaya devam ettim. "Hangisi önce? Karneollular mı, Safirler mi? Size yardım etmeyeceğimi biliyorsunuz öyle değil mi?"

"Yardımına ihtiyacımız var." dedi Stephen. Konuşana kadar orada olduğunu bile fark etmemiştim. 

"Size yardım etmeyeceğim." dedim kesin bir sesle. 

"Bu bir soru değildi." dedi Laurel. "Şimdi ya senin isteğinle ya da değil Merkez'e geliyorsun."

Başımı iki yana sallamamla Dimitri'nin sesini zihnimde duymam bir oldu. 

Corrin; Isabel, Doruk, Zafira ve Jason'u esir aldı, Luna. Onları bize karşı kullanıyor. Ve... Güç Odası açıldı. 

Bütün bunların fikrimi değiştirebileceğini mi sanıyorsun, Caine? dedim. Fakat haklıydı. Fikrimi değiştirebilirdi. 

"Evet." dedi Dimitri, Laurel ve Stephen'ın ona soru soran bakışlarını görmezden gelerek. 

"Hayır..." dedim acı bir sesle. Dimitri'nin verdiğim yanıta en az benim kadar şaşırdığı yüzünden okunuyordu.

Laurel'in gülüşüyle kendime geldim. "Zafer fedakarlık gerektirir. Öyle değil mi, Luna?"

Başımı iki yana sallayıp konuşmaya başladım. "Fedakarlık yapmadan da zafere ulaşabilirsin, Laurel."

"Yani bize yardım edecek misin?" dedi Stephen.

Yanıt vermedim. Birkaç saniye hiç kimse konuşmadı. Laurel ve Stephen'in sabırlarının taşmak üzere olduğu her hallerinden belliydi. Oysa Dimitri akşama kadar burada bekleyebilecek gibiydi. 

Birkaç dakika sonra Laurel'in gözleri gümüş rengine dönmeye başladı. Stephen ona endişeyle baktı. 

Neyse ki gözlerinin eski rengine dönmesi uzun sürmedi. Fakat bu sefer de yüzünde bir kızgınlık ifadesi vardı. Stephen'a döndü.

"Zamanımız kalmadı." dedi garip bir ses tonuyla. "Geliyorlar.'"

"Hayır!" Dimitri'nin bağırmasıyla birlikte Stephen'ın gözleri tamamen gümüş rengi olmuştu. Bir adım geri çekildim. 

Gümüş Gölge'sin fakat bir Gümüş'ten mi korkuyorsun? İçimdeki sesi boş vererek geriye doğru çekilmeye başladım. 

Dimitri, Stephen'ı durdurmaya çalıştı. Fakat Stephen çok hızlıydı. Koşarak bana doğru gelmeye başladı. 

Arkamda duvarı hissetmemle birlikte köşeye sıkıştığımı anladım. Laurel'a baktığımda yerinden hiç kımıldamadan bizi izliyordu. 

Dimitri ise Stephen'ın arkasından hızla geliyordu. 

"Dur, Stephen!" Dimitri'nin sesiyle birlikte başımda korkunç bir acı hissetmem bir oldu. Stephen'in elleri yeşil bir alevle parıldamaya başlamıştı. 

"Geri çekil, Dimitri." diyen Laurel'in Dimitri'yi uyaran sesini duydum. 

Hareket etmeye çalışıyordum. Fakat vücudumu saran yeşil alev beni hareket etme fırsatı vermiyordu.

"Süren doldu!" diye bağırdı Stephen. Gözleri gümüş renginin en koyu ve parlak tonundaydı. O an anladım. Onlar yıllardır Gümüşlerdi. 

Biz ise sadece birkaç aydır Gümüş'tük. 

Ve ben sadece birkaç saattir bir Gümüş Gölge'ydim. 

Birkaç saniye sonra bunun önemli olmayacağını anladım. 

"Şifacı benim!" diye bağırarak üstümdeki yeşil alevin etkisinin azalmasını sağladım. "Gümüş Gölge de."

Stephen'ın afallamasından yararlanıp ileri doğru bir hamle yapıp onun duvarın önünde olmasını sağladım. 

Gözlerinin gümüş rengi artık az önceki kadar parlak değildi. Fakat yüz ifadesi kesinlikle daha sinirliydi. 

"Sen sadece birkaç saattir bir Gümüş Gölge'sin, Şifacı." dedi, kelimeleri üzerimde etsini göstermeye başlamıştı bile. 

Söylediğine kendisi inanıyordu. Bu da karşısındaki kişiyi inandırmanın ilk adımıydı. İkincisi ise karşısındaki kişinin de ona inanmasıydı. 

O karşısındaki kişi ben oluyordum. 

Ve doğru söylediğini biliyordum. 

"'Ben ise yıllardır bir Gümüş'üm!" dedi koyu bir sesle. Ses tonlarının rengi olsaydı şu an onun sesi en koyusu olurdu. 

Birkaç dakika olmadan yeşil alevler yeniden beni buldu. Fakat bu sefer az öncekinden güçlüydüler. Haklıydı. Bunu biliyordum. Ona karşı gelmemin tek yolu bir yalana inanmaktı. Ve ben bir yalana inanmak istemiyordum. Yeşil alevlerin acısı beni dizlerimin üzerine düşürmüştü. Ne yapmaya çalıştığını ise hala anlamamıştım. 

Madem bana ihtiyacınız var, neden beni öldürmeye çalışıyorsunuz? diye sordum zihnimden hepsine.

İtaat etmek. Bir şeylerin esiri olmak ya da her neyse ondan işte. En çok korktuğum ve en çok istemediğim şeydi. 

Ben başına buyruk, kendi dediğini yapan, kendinden başka kimseye güvenmeyen ya da güvenmek istemeyen biriydim. En azından bir zamanlar.

Birisine muhtaç olmak ise en sevmediğim şeylerden biriydi. 

Onlardan kurtulmak için onlardan yardım istemeyecektim. 

Şu an aralarındaki en güçlü kişi bendim, kalkmalıydım. 

Gölge'yi hep istememiştim. Fakat bu sefer tam tersini yapacaktım. Gümüş Gölge'nin beni yönetmesine izin verecektim. 

Az önceki gibi olmadı. Yeşil alevler azalmamıştı. Birden bire ortadan kaybolmuşlardı. Hızla ayağa kalktım. Ve Stephen'ın korku dolu yüzüne baktım. 

Onu öldürecektim. 

Onu ben geri getirmiştim ve onu bulunduğu yere geri göndermek de benim işimdi. 

Stephen'ın omzuna dokunmamla birlikte gözlerindeki gümüş ışık söndü. Arkamdan Laurel'in çığlık attığını duyuyordum. 

"Dur!" Dimitri'nin sesi çok yakından geliyordu. Fakat yeterince yakından değildi. 

Stephen'in gümüş renkli aurası solmaya başlamıştı. 

"Yeter artık, Luna!" diye bağırdı Dimitri. Yanımdaydı bunu hissedebiliyordum. Beni geri çekmeye çalışıyordu. 

"Onu öldürüyorsun!" Laurel'in sesi ağlamaklı çıkmıştı. Ve ardından buraya doğru koşan ayak sesleri duyuldu. 

"Sen de aynı şeyi yapmamış mıydın, Laurel! "diye bağırdım arkamı dönmeden. Sesim daha önce hiç olmadığı kadar güçlü çıkmıştı. 

"Sen de mi onlardan biri olmak istiyorsun, Luna?" Dimitri'nin bu sesi normalde olsa beni durdurdu, buna şüphe yoktu. 

Fakat o sırada ne o eski Dimitri'ydi ne de ben eski Dolunay. 

"Çoktan onlardan biri olmadık mı zaten!" diye bağırdım.

Stephen'ın gümüş renkli aurası neredeyse görünmez olmuştu. 

"Artık biz de onlardanız, Dimitri!" diye bağırdım. Bunu istemiyordum fakat kabullenmiştim. 

"Hayır, değiliz. "dedi ve devam etti. "Asla da olmayacağız."


Düzenlenme Tarihi: 09.10.2016

Medya: Stephen

9703 okunma olmuş bu arada! :D 574 oy :3 ve 217 yorum var :)

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. 

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top