19 ❅ Işık ❅
❅ Işık ❅
Bir süre daha Ametist'te kalacaktım. Dimitri, Augustus ve Licy tüm itirazlarıma rağmen Kalsedon'a geri dönmüşlerdi.
"Sen de gelmelisin." dedim Güneş'e. Daha önce de söylemiştim. Hepsinde hayır demişti.
Hayır, elbette ki sormaktan bıkmayacaktım. O evet diyene dek.
"Bil bakalım ne diyeceğim, Dolunay." dedi elindeki çizim defterimi kapatarak. "Hayır, Ametist'te bu kadar resim çizdiğini bilmiyordum."
Gözlerimi devirdim. "Konumuz bu değil. Dimitri ve Augustus, Corrin'in seni Kalsedon'a alması için ikna etmeye gittiler. Eminim farkındasındır."
"Görüşmeyeli kendini bayağı geliştirmişsin." diye mırıldandı, defteri işaret ederek. "Üstelik insan çizemediğini sanıyordum ve Dünya'daki o kadar yeri nasıl aklında tuttun?"
"Her neyse..." diye mırıldandım. Neredeyse pes etmek üzereydim. Fakat merak ettiğim birkaç şey daha vardı. "Bana gücünün ne olduğunu hala söylemedin?"
Birkaç saniye söyleyip söylememek arasında kararsız kaldı. "Kalkan." dedi kısaca.
"İyiymiş." diyerek gülümsedim. "Peki ya neler yapabiliyorsun?"
"Senin gücünle çok benzer aslında. Yani Laurel öyle demişti. Sadece meraktan soruyorum da Kalsedon'a gitmeyi gerçekten istiyor musun?" Konuyu değiştirmeye çalıştığını anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.
"Belki." dedim, emin olamayarak. "Fakat Ametist'ten daha iyi bir yer olduğu kesin."
"Laurel bana birkaç şey daha söyledi." Bunu demesiyle birlikte yüzümü buruşturdum. Laurel'e güvenmiyordum. Orası kesindi. Fakat Corrin'e de güvendiğim pek söylenemezdi.
"Evet?" diye sordum merakla.
"Şu Gümüş Gölge meselesi. Ve Stephen. Her şey çok karışık. Ve biliyor musun buraya son gelen kişi benim."
"Bu pek bir şey değiştirmiyor. Ben de bilmiyorum çoğu şeyi. Daha doğrusu Gümüş Gölge hakkında. Hatta belki de benden daha çok şey biliyorsundur."
"Gümüş Gölge mi?" dedi biraz düşünürcesine duraksayıp. "Laurel bir keresinde o ve Stephen'in Gümüş Gölge olmaya çok yaklaştıklarını söylemişti-"
"Ne fikrini değiştirdi o halde?" diye mırıldandım daha çok kendimle konuşurcasına. "Stephen'ı Gümüş Gölge olmamak için öldürdü. Ya da kendini kaybettiği, güçlerini kontrol edemediği bir an..."
"Onun Gümüş Gölge olabilmesi için Stephen'ı uyandırman gerektiğini söyledi öyle değil mi? Fakat bahse girerim geç kaldığının farkında."
"O halde neden Stephen'i geri getirmemi istedi? Tek nedeninin onu sevdiği için olmadığına eminim. Eğer öyle olsaydı daha önceden söylerdi. Ve beni öldürmeye çalışmazdı."
"Beni de Ametist'e getirmezdi." diyerek yüzünü buruşturdu. "Ya da ilk grupla getirirdi..." Ve birden gözleri gümüş rengine dönüşmeye başladı.
"Güneş?" Oturduğum yerden ayağa kalktım.
"Önemli değil." dedi gözlerini kapatarak. "Sadece Laurel sana bir şey söylemek istiyor."
"O zaman neden bana değil sana söylüyor?" diye sordum.
Gözlerini açtığında tamamen gümüş renkli olduklarını görünce irkildim. "Çünkü ben senin yanındayım. Yanımdaki insanlara ulaşamazlar. Çünkü ben Kalkan'ım."
❅
"Jack gibisin." diye mırıldandım. Bunu yeni fark etmiştim aslında. İkisi de etrafındaki kişileri etkiliyorlardı. Sadece biri koruyor biri güçsüzleştiriyordu.
Biraz düşününce Dimitri ve benim gibiydiler aslında.
Başını salladı. Neyse ki artık gözleri eski haline dönmüştü. "O... benim yanımdayken güçlerini kullanamıyor, Dolunay."
Başımı salladım. Az çok anlamaya başlamıştım aslında. Daha fazla bir şey sormadım. Tek bildiğim Güneş'in başının da tıpkı benim ve diğerlerininki gibi dertte olduğuydu.
"Eee, Laurel ne söyledi?" dedim daha çok konuyu değiştirircesine.
"Sana zarar verecekmiş." dedi ciddiyetle. Ona garip bir şekilde baktım. "Sadece şakaydı..." diye mırıldandı. Gülmedim. Aslında komikti fakat içindeki gerçek payı insanı hasta ediyordu. "Burada kala kala espri anlayışında değişmiş senin."
"Haklısın." dedim gülümseyerek. "Artık hiçbir şey eskisi gibi değil ve olmayacak."
"Pekala." dedi ortamdaki gerilimi azaltmaya çalışırcasına. "Laurel hızla değiştiğini hissedebildiğini söyledi. Dediğine göre değişimini hızlandıracak bir şey yapmışsın."
Hisler. Lanet olsun, bunu nasıl düşünememiştim ben?
"Luna? Sen iyi misin?" diye sordu. Cidden endişelenmişe benziyordu.
"Evet önemli bir şey değil. Sadece aklıma bir şey takıldı o kadar." diye mırıldandım.
"Laurel Stephen'ı öldürmesi hakkında bir sürü senaryo uydurdu." dedim biraz düşündükten sonra. "Öyle değil mi? Ve şimdi de ölmediğini öğreniyoruz sadece IceBella tarafından dondurulmuştu."
"Bana hiç sorma." dedi omuz silkerek. "Ben bunları ilk duyduğumda kafayı yemek üzereydim. Her şey o kadar karıştı ki şu an ne dediğini bile anlayamıyorum. Git, ne bileyim, Laurel'le falan konuş. Ya da-"
"Stephen!" dedim sözünü keserek. "O bana yardım edebilir ve tabii Dimitri'ye."
"Anlayamıyorum."
"Boş ver.'' dedim. "Gümüş Gölge olacağımızı söylemiştin öyle değil mi? Laurel'den hayatta yardım istemem. Fakat belki de Stephen'dan isteyebilirim. Sonuçta onu uyandırdım öyle değil mi?"
"Haklısın." dedi. Fakat ses tonundan hala pek bir şey anlamadığını anlayabiliyordum. Aslında ben de pek bir şey anlamıyordum.
"Git ve Jack'le konuş." dedim ona bakarak.
"Ne? Delirdin mi sen?"
"Hadi ama o seni dinler. Dediğim gibi birbirinize benziyorsunuz. Güçlerine en yakın sen varsın ne bileyim. Hem siz arkadaş falan değil misiniz?"
Bunu duymasıyla birlikte yüzü kızardı. "Sen söylemiştin daha birkaç gündür tanıştığımızı unuttun mu?"
Başımı iki yana salladım. "Ben bile beni dinlemiyorken sen nasıl beni dinleyebiliyorsun?"
Bu sözüm onu gülümsetti. "Kırk yılda bir doğru bir şey söyledin kardeşim. Hadi gidip Jack'i Stephen'la konuşmaya ikna edelim."
❅
"Olmaz." dedi Jack kesin bir yanıtla.
"Hadi ama Jack." dedim üzgün bir ses tonuyla. "Stephen'ın da Laurel'in de arkadaşısın. Üstelik Stephen'ı ben iyileştirdim. Eminim onunla bir kez de olsa konuşabilirim."
Başını iki yana salladı. "Erkek arkadaşın beni öldürmeye çalışmıştı hatırlatırım."
"O benim erkek arkadaşım değil-" Konuşmayı kesip söylediğim şeyin insanın kulağına ne kadar anlamsız geldiğini fark ettim. "Onu istemeden yapmıştı. Hem hatırlatırım bizi öldürmeye çalışıyordunuz."
"Aslına bakarsan, Şifacı." dedi gözlerime bakarak. "Siz bizi öldürmeye çalışıyordunuz."
"Her neyse." diye mırıldandım. "Şimdi kesin bir cevap ver."
"Zaten kesin olan bir cevap verdiğimi sanıyordum?"
Gözlerimi devirdim. "Kısa ve öz, Jack. Anlayacağın türden. Yardım etmezsen bir yolunu bulup Stephen ile konuşacağım. Ve birkaç saat içinde Güneş'le birlikte Kalsedon'a döneceğim."
Güneş'in itiraz etmesine fırsat vermeden konuşmaya devam ettim. "İstersen karşı çık, kardeşim."
Yanıt vermedi. Jack'e bakıp sorumu yineledim. "Cevabını bekliyorum?"
"Kabul. Yardım edeceğim. Fakat Laurel'in beni öldürmesini istemediğimden yolun çoğu senin olacak. Ve Güneş Stephen'la konuşmaya seninle gelmeyecek."
"Fakat-"
"Onun da başının derde girmesini mi istiyorsun? Laurel'in güvenini az çok kazanmış durumda. Laurel ona ihtiyacı olduğu sürece onu öldürmez. Tabii çok önemli bir şey yapmadıkça."
"Kabul." dedim. Haklıydı. Güneş'i bu işe karıştırmamalıydım. Fakat aklımda hala sorular vardı. "Laurel'den bu kadar korkulacak ne var, Jack? Herkes ondan korkuyor. Niye hiçbiriniz ona karşı çıkmak istemiyorsunuz?"
"Karşı çıkanların hepsi öldü de ondan." dedi kısık bir sesle.
"Biraz daha açsana şunu?"
"Stephen, Sue, Layla... liste böyle uzuyor." dedi ve devam etti. "Dimitri ve hatta Chris."
"Dimitri mi?"
"Evet, belki de kalanını ona sormalısın. Ve bu liste daha da devam edecek."
"Bir dakika ne? Chris öldü mü?" Kafam karışmıştı. Chris ölmüş müydü? Normalde olsa umurumda olmazdı. Fakat gerçekten daha birkaç gün önce Laurel'in yanında gördüğüm ve onun en büyük yandaşlarından olan Chris'in öldüğünü düşünemiyordum.
"Laurel, Chris'e senin güçlerini kullandığında olacakları biliyordu. Chris komada falan değil. Öldü.'"
Üzülmemiştim fakat şaşırmadım desem yalan olurdu. "Güneş'e de zarar veremez öyle değil mi?" dedim korkuyla.
"Bilmiyorum." diye itiraf etti Jack göz ucuyla bizi izleyen Güneş'e bakarak. "Fakat Güneş çok güçlü. Senin gitmeni bu yüzden istemedik. Laurel'e karşı çıkacak biri varsa o sensin. Ve Corrin'e karşı çıkacak biri varsa o da Dimitri."
Burada neler dönüyordu böyle?
"Stephen'la konuşmaya gideceğim."dedim kendimden emin bir sesle. Ve Jack'e döndüm. "Ben gelene kadar onu koru, Jack. Lütfen."
"Dolunay... gitmesen?" dedi Güneş bana bakarak. Gözleri dolmuştu. "Ailemizden sonra seni de kaybedemem..."
Gözlerimi kapattım. Bir gün için bu kadar ölüm yeter miydi? Hayır yetmezdi. Günlerdir korkmaya sorduğum soruya o an da cevap vermişti, Güneş.
Ayağa kalktım. Güneş konuşmaya başladı. "Gitme, lütfen."
"Stephen'la konuşmaya gitmeyeceğim." dedim. Gitmeyecektim. "Ama sadece bugünlük. Sadece... biraz dışarı çıkıp hava almaya ihtiyacım var, sanırım."
Güneş başını salladı. Az çok umutlandığını görebiliyordum. Odadan başta yavaşça yürüyerek sonra ise koşarak dışarı çıktım.
Binadan çıktığımda dakikalardır tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım. Ne yapacaktım?
Dimitri? Akuamarin'e gelebilir misin?
Ne oldu? diye sordu. Zihnimden duymama rağmen sesindeki endişeyi hissedebiliyordum.
Sadece... Gel lütfen...
Bana ya Ametist ya da Kalsedon demişlerdi öyle değil mi? İkisini de seçmeyecektim. Bana verilmeyeni, üçüncü bir seçeneği alacağım demiştim öyle değil mi? Evet, kesinliklikle bunu yapacağım.
Laurel kendi kaşınmıştı. Herkes ondan korkuyor olabilirdi. Fakat ben korkmuyorum. Ya da öyle sanıyorum. Dünya'da bir devrim başlattığım için beni buraya getirmişti öyle değil mi?
Ne diye burada da aynı şeyi yapmayacaktım.
Ne gümüşler ne safirler ne de karneollular bana karşı durabileceklerdi.
Gümüş Gölge mi istiyorlardı?
Alacaklardı.
Düzenlenme Tarihi: 29.09.2016
Umarım beğenmişsinizdir. Çünkü ben beğendim bu bölümü. Sınav yaklaştı daha önce sınav yaklaşınca yeni bölümler geç gelebilir demiştim ya onu geri alıyorum. Tam tersi oldu.
7346 okunma :3 430 oy ve 161 yorum :D
Okuyan, oy veren ve yorum yapan herkese binlerce kez teşekkürler :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top