18.3 ❅ Gümüş Gölge

❅ Gümüş Gölge ❅

Gölgelerin arasında sonsuzluğa ilerliyorum. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir karar vermek zorundayım. Ya kalacağım ya gideceğim. Fakat ben ikisini de yapmak istemiyorum.

Benim seçeneğim her zamankinden olacak..

Üçüncü bir seçeneği, bana verilmeyeni, alacağım.


"Hadi ama hiçbir şey beni burada kalmaya ikna edemez."

"Hiçbir şey mi?"duyduğum sesle birlikte donakalıyorum. Nerede duysam tanırdım bu sesi. "Luna?"

"Kardeşim?"

Buna inanamıyordum. O buradaydı. Aylardır hatta yıllardır göremediğim, benden küçük olmasına rağmen şu an da benimle aynı hatta daha büyük duran, on iki yaşında benden ve ailemizden ayrılıp başka bir şehre eğitim için giden kardeşim.

"Dolunay." dedi birkaç adım atıp ardından durarak. "Bütün bunlar da neyin nesi? Laurel bana Şifacı olduğundan söz etti. Ve benim de bir gümüş olduğumdan."

Ne diyeceğimi bilemiyordum. Aylar sonra ilk konuşmamızın bu olacağını düşünmemiştim. Düşünememiştim. Şimdi ne diyecektim?

"Luna. Gitmemiz gerek. Laurel bizi bulmadan." diyerek beni uyardı Licy. O anda kararımı vermiştim.

"Güneş. Benimle gel. Kalsedon'a gideceğiz. Söz veriyorum orada sana her şeyi anlatacağım." dedim, merdivenlerden çıkan Laurel ve Güneş'in yanında olan Jack'i görmezden gelerek.

Güneş'in yerine Laurel cevap verdi. "O hiçbir yere gitmeyecek, Dolunay."

Güneş hiçbir şey demedi. Anlaşıldığı üzere o da herkes gibi Laurel'den korkuyordu. 

"Hayır." dedim keskin bir sesle. "Onun senin amacına ulaşmana yardım etmesine izin vermeyeceğim."

"Kendi kararlarımı kendim verebilirim, Dolunay." dedi en az benimki kadar keskin bir sesle. Önceleri farklı olduğumuzu düşünürdüm, şu anda ise ses tonunda hakim olan duygular benimkilerle aynıydı. Yeşil gözlerindeki bakışları çoğu zaman aynaya baktığımda görebilirdim.

"Luna!" dedi Augustus. Sesinde hissedebildiğim bir korku vardı. "Corrin fark etmeden-"

"Corrin her şeyi biliyor." dedi Laurel, Augustus'un sözünü bölerek. "Seçim senin, Dolunay. Ya kardeşini bana bırakıp gideceksin. Ya da burada kalıp ona ve bana yardım edeceksin. O da bir gümüş. Tıpkı senin gibi. Ve çok güçlü. En başta fark etmiştim. Ta Dünya'dayken. Fakat birinizin başıma bela olması bana yeterdi. Fakat şimdi ikinize de ihtiyacım var."

"Sana yardım etmeyeceğim, Laurel." Fakat söylediklerime kendim bile inanmıyordum. Laurel önce Dimitri'yi kullanmıştı bana karşı. Sonra da Güneş'i. Buna şaşırmamalıydım.

"Birkaç gün önce de böyle demiştin, Şifacı." dedi gülümseyerek. "Sana iki gün süre veriyorum. Seçim senin. İster-"

"Yeter!" diye bağırdı Dimitri. Ve ardından Laurel'in üzerine yürümeye başladı. "Ona neler yaşattığını göremiyor musun? Her şeyini aldın. Artık yeter!"

Laurel gerilemeye başladı. Laurel'in ilk defa bu kadar korktuğunu görüyordum.

Dimitri'nin kolundan tutup onu durdurmaya çalıştım. Yüzüne baktığımda gözlerinin gümüş rengi olmadığını gördüm. Giderek koyulaşıyorlardı. 

Sakin ol...

Hiçbir yanıt vermedi. Sadece kolunu hızla geri çekip Laurel'e doğru daha hızlı yürümeye başladı.

"Dimitri, dur!" dedim fakat beni dinlemedi. Laurel'le aralarında on adım kalmıştı.

Onu öldürecekti. Bundan emindim.

Koşarak Laurel'in önüne geçtim. Laurel umurumda değildi. Fakat Dimitri kendine geldiğinde kötü hissedecekti. Bundan emindim. Ona yardım etmeliydim.

O an Dimitri bana dokunursa ölürdüm. Gözleri neredeyse tamamen siyah olmak üzereydi. Biliyordum ki onu o zaman kimse durduramayacaktı. 

Çekil önünden, Luna. 

Hayır.

"Sana onun önünden çekil dedim!" diye bağırdı. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım.

"Hayır, Dimitri!" dedim, yerimden kımıldamayarak. "Laurel umurumda değil. Fakat zamanı değil şimdi. Onu öldürürsen tam bir Gümüş Gölge olacaksın. Hala zamanımız var. Kurtulabiliriz."

Bu sözüme Dimitri'den çok kendimi inandırmaya çalışıyordum aslında. 

Hala hareket etmemişti. Konuşmuyordu. Fırtına grisi gözlerine baktım. Ve son bir kez daha şansımı denedim.

"Buna değmez, Uragan."

"Git buradan, Laurel, yoksa bir dahaki sefere Luna bile seni benim elimden alamayacak."

"Stephen güçlerini geri kazandığında-"

"O nerede?" diye sordum, arkama dönüp Laurel'e bakarak. Yanıt vermedi. 

"Chris onun güçlerini aldı, kardeşim." diye açıkladı Güneş. Ona şaşkın bir şekilde baktım. "Senin gücünü hesaba katmayı unuttular. Ve şu an Chris komada."

"Anlayamıyorum..."

Söylediklerim hala geçerli. İki güne kararını ver. Laurel'in sözleriyle gözlerimi kapattım ve birkaç saniye düşündüm. Laurel kaçmıştı. Benim Güneş'le konuşmamdan faydalanıp gitmişti.

"Gümüş." Jack'in sözüyle irkildim. Güneş'e diyordu. "Benimle gel."

Jack merdivenlerden inmeye başladığında Güneş onun peşinden gitmek üzere harekete geçti. 

Kardeşim benim şaşkın bakışlarımı hiç umursamayıp konuşmaya başladı. "Seçim senin."diyerek Laurel'in dediklerini tekrar etti. Ve ekledi. "Ben hiçbir yere gitmiyorum."

  ❅  

"Eğer onlar gelmeselerdi bana Güneş'in geldiğini söylemeyecektiniz öyle değil mi?" diye sordum hepsine bakarak.

Birkaç dakika sonra Dimitri konuşmaya başladı. "Kafanın daha fazla karışmasına izin veremezdim."

"Benimle ilgili bir konuyu benden mi saklayacaktın?" diye sordum. Augustus ve Licy konuşmuyorlardı. Fakat biliyordum ki onlar da bu işin içindeydiler. 

"Sen de aynı şeyi yapmıştın." dedi. 

"Artık kime güvenip kime güvenemeyeceğimden emin değilim, Caine." diye mırıldandım. Haklıydı. Kabul. Fakat bu konu benimle ilgiliydi.

Güneş benim kardeşimdi.

Ayağa kalktım ve Laurel'in bir gün önce bana verdiği odama doğru yürümeye başladım. Sadece bir günüm kalmıştı. Kararımı vermek için. Bir şeyler yapmalıydım. Hiçbir şey yapmadan durmak pek bana göre bir şey değildi. 

Odanın kapısını açarken içeride başka birinin daha olduğunu fark ettim. 

Güneş.

Laurel onu beni ikna etmesi için göndermiş olmalıydı.

Odaya girdiğimde koltukta oturuyordu. Kahverengi saçları ve yeşil gözleri hala aynıydı. Saçları benimkiler gibi beyazlamamıştı, eski saç rengimi onda görünce afallamıştım. Göz rengi hariç fazlasıyla bana benziyordu.

Fakat Dünya ve Ametist'teki zaman farkı dolayısıyla benden birkaç yaş daha büyük görünüyordu. 

"Burada kalacaksın değil mi?" diye sordu. 

Karşısındaki koltuğa oturdum. "Hayır." diye yanıt verdim. "Kalsedon'a döneceğim. Ve sen de-"

"Ben burada kalacağım, kardeşim. Sana daha önce de söylemiştim. Laurel ve Jack-"

"Jack."dedim garip bir ses tonuyla. "Onun için mi burada kalacaksın?"

Ses tonum kendimi bile şaşırtmıştı. Jack ve Güneş mi? Yok artık, bir bu eksikti. 

"Ona güvenemezsin." diye devam ettim. "Kaç gündür onu tanıyorsun? İki mi üç mü?"

"Peki ya sen ne zamandır Dimitri'yi tanıyorsun, Luna?" Luna'yı üstüne basa basa söylemişti. "Onun için Kalsedon'a gideceksin öyle değil mi? Şimdi ne diye bana karşı çıkıyorsun?"

"Onun için Kalsedon'a dönmüyorum." dedim. Yarı yarıya doğruydu aslında. "Laurel beni öldürmeye çalıştı ve Ametist'te başıma gelmeyen kalmadı."

"Safirler. Sanki çok mu iyiler? Laurel bana her şeyi anlattı, Dolunay. Corrin sırf sözü için seni orada tutuyor. Arkadaşlarını da öyle. Hepiniz buraya gelebilirsiniz."

"Hiçbir şey bilmiyorsun." dedim yüksek sesle. "Laurel'in bir amacı var. Bunun için her şeyi yapmaya hazır. Gerekirse bütün gümüşleri öldürebilir. Bunu denedi ve artık önünde engel kalmadı. Stephen'ı uyandırmam için beni tehdit etti. Hem de yüzlerce kez. Herkes üzerinden."

"Hala sana ihtiyacı var. Tıpkı bana ihtiyacı olduğu gibi. Ona yardım etmek istemiyorum. Fakat bunu yapmak zorundayız. Ametist'te geldiğimden beri sadece birkaç gün geçti, bu konuda haklısın. Fakat Laurel'in seni öylece Kalsedon'a geri gönderebileceğini mi sanıyorsun?"

Hayır. Kesinlikle böyle bir şeyi düşünmüyordum.

"Hayır. Fakat onu yenebiliriz. Dimitri, Augustus ve Licy, ikimizin de Kalsedon'a sağ salim dönmemize yardım edeceklerdir. Eminim. Hatta o fark etmeden buradan gidebiliriz."

"Söylediğine kendin de inanmıyorsun öyle değil mi?" diye sordu kendinden emin bir şekilde ve devam etti. "Bak gerçekten haksız sayılmazsın buradan gitmek konusunda. Fakat Laurel-"

Sözünü birden bire kesip başını tuttu. Neler olduğunu anlamam uzun sürmedi. Laurel ile konuşuyor olmalıydı.

"Üzgünüm," diye mırıldandı. "Senin zihnine ulaşamadığını söyledi. Bak, haklısın. Fakat burada kalmak zorundasın, abla."

"Seni öldüreceğini mi söylüyor? Ve dur tahmin edeyim burada kalmazsam Dimitri'yi de öldürecek öyle değil mi?"

"Lütfen sadece birkaç gün daha kal." dedi sesinde anlayamayacağım bir duygu daha vardı. Ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Ve aynı zamanda kalmam onun belki de son umuduydu. 

Yanıt vermedim. Birkaç saniye hiç konuşmadan öylece oturduk. Aramızda fark edilebilir bir soğukluk ve gerilim vardı. Dünya'dayken de durumumuzun pek farklı olduğu söylenemezdi. Yeni Dünya'ya gelmek için seçildiğim sırada beni son bir kez görmek için bile gelmemişti.

Kapının açılmasıyla birlikte ikimiz de irkildik. Neyse ki gelen Dimitri'ydi. Başta içeri girip girmeme konusunda kararsız kaldı. Fakat Güneş'in ayağa kalkmasıyla birlikte yürümeye devam etti. 

Güneş, Dimitri'nin yanından geçerken ona fısıltıyla bir şeyler söyledi. Dimitri'nin yüz ifadesi birkaç saniyeliğine olsa da değişti. 

Güneş kapıdan çıkarken arkasını dönüp bana baktı ve konuşmaya başladı. "Doğru kararı vereceğini umuyorum, Dolunay."

"'Yaralısın!" diyerek oturduğum yerden fırlayarak ayağa kalktım ve Dimitri'nin yanına doğru yürüdüm. Nasıl oldu da fark edememiştim? 

Elimi yüzüne götürdüğümde bileğimi tuttu. "Önemli değil, Luna."

"Hayır, önemli." dedim kelimelerin üstüne basa basa. "Benim suçumdu."

Kaza yaptıktan sonra onları orada bırakıp gitmiştim. Ayrıca ben Merkez'deyken onların Ametist'te neler yaşadığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Nasıl bu kadar salak olabilmiştim?

"İzin ver de yardım edeyim." dedim. Elimi bıraktı. Elimi yüzüne tekrar götürdüm. Birkaç saniye içinde yüzünün sol yanındaki yara kaybolmuştu. Fakat ben elimi indirmedim.

"Ne yapmalıyım?" diye sordum, gidip gitmemek hakkında. "Kardeşimi bırakıp gidemem öyle değil mi? O daha Laurel'in kim olduğunu bile bilmiyor. Ya da Ametist'i. Ona yardım etmeliyim."

"Peki sen, Luna?" diye sordu gözlerime bakarak. "Herkesi düşünüyorsun fakat seni düşünenleri düşünmüyorsun."

"Kalsedon'a geri dönmeyi ben de istiyorum." dedim gözlerimi kaçırarak. Çünkü biliyordum ki onun gözlerine bakınca bu fikrimden vazgeçecektim. "Fakat..."

"Fakat ne, Luna? diye sordu. "Ametist'te kalmanın tek bir nedene bağlı olmadığını biliyorum. Diğer neden ne?"

"Sensin." dedim gözlerine bakarak. "Hislerinin mantığının önüne geçmesine izin verme. Bunu sen söylemiştin, unuttun mu?" Yanıt vermedi. Fakat ben konuşmaya devam ettim. "Seni seviyorum, Dimitri. Her şeyden çok. İşte bu yüzden biraz araya ihtiyacım var."

"Bunu gerçekten istiyor musun?" diye sordu merakla. Söylediklerime inanmamıştı. "Eğer evet dersen seni rahat bırakacağım. Ama eğer hayır dersen-"

"Hayır dersem ne?" diye sordum. "Hayır diyeceğimden değil fakat-"

"Bu." diyerek sözümü kesti ve beni kendisine çekerek öptü. Aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum fakat ilk geri çekilen o olmuştu.

"Biraz daha zamana ihtiyacım var." dedim daha çok kendimle konuşurcasına.

"Anlamadım yani evet mi hayır mı?"

 "Ben... Hayır." dedim ve onu bir kez daha öptüm.


Düzenlenme Tarihi: 28.09.2016

Unutmadan bugün Kalsedon'u yayımlayalı tam üç ay oldu. 3 ay. Okuyan, oy veren, yorum yapan herkese çok teşekkürler. *-*

Hayır YGS'den sonra devam etmeyeceğim. Yani 2. kısım ondan önce başlayacak ha yanlış anlamayın. 

Yazdığım en uzun bölüm oldu. Doğrusu böyle bir son (yani sezon finali) yazmayı düşünmüyordum. Kaç gündür bu bölümü yazmakla uğraşıyorum umarım beğenmişsinizdir.

3 ayda 6579 okunma, 346 oy ve 133 yorum. Hepinize tekrardan çok teşekkürler. 

Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Ha unutmadan SudeOk'a teşekkürler bana yardımlarından dolayı. :D

2. kısımda görüşmek üzere!

Medya masaüstü arkaplanım -Lumitri <3

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top