16 ❅ Hayalet ❅
❅ Hayalet ❅
Laurel'le konuşmamızın üzerinden on dakika geçti. Odasının önündeki koltuklarda bekliyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Güçlerimi geri kazandım. Fakat bu daha başlangıçtı. Laurel'in planını gerçekleştirmesinde bir araç olacaktım. Karşı çıkacak hiçbir şeyim yoktu.
Tek umudum sözünü tutup diğerlerine zarar vermemesiydi.
❅
Laurel'i tekrar duydum. Sesindeki ısrarı hissedebiliyordum.
Hayır! Ne istediğini biliyorum. Sana yardım etmeyeceğim! Bunu dememle birlikte zihnimde bir görüntü daha belirdi. "Hayır!" diye bağırdım. Bunu yapamazsın!
Zihnindeki görüntü gerçek, Luna. Gördüklerimin hepsi gerçek. Şu ana kadar hepsi gerçek oldu. Ve olacak. Geleceği görüyorum, Luna. Neredeyse değiştirilmesi imkansız olan geleceği...
Üzgünüm, Laurel. Bunu yapamam. Benim gücümü bile aşar bu.
Umurumda değil. Ne pahasına olursa olsun. Bunu yapacaksın. Yoksa gördüklerinin gerçekleşmesine hiçbir şey engel olamayacak. Hiçbir şey. Sen hariç. Bunu sadece sen durdurabilirsin... Şimdi söyle bana. Ailenin hem Dünya'dakilerin hem de Ametist'tekilerin bununla karşılaşmalarını istiyor musun?
Hayır... diyorum hem içimden hem de fısıldayarak. Hayır.
O zaman kabul ediyor musun? Birkaç saniye cevap vermedim.
Dünya'daki henüz çocuk yaşta olan kardeşinin... Buradaki arkadaşlarının... Dimitri'nin... gelecekteki seni görmesini istemediğini biliyorum.
Yalan söylüyorsun! Bu ben olamam. Olmayacaktım... fakat kelimeler henüz ağzımdan çıkarken bile yalan olduklarını biliyordum.
Kabul et şunu Luna! Ve geleceği değiştir. Sadece sen bunu yapabilirsin. Daha önce de yapmıştın.
Ama bu sefer farklı... bu çok tehlikeli. Bu beni öldürebilir, Laurel. Bir şeyler daha demişti Fakat duymuyordum.
Ne yapacağımı bilmiyordum.
Bu ben olamazdım. Olmayacaktım.
❅
Saatler geçmesine rağmen hala bir karar verememiştim. Güç falan istemiyordum. Ne yapmalıydım? Laurel'e yardım etmem onun planını gerçekleştirmesinde en büyük sorunu ortadan kaldıracaktı. Benimle işi bittikten sonra gitmeme izin vereceğini söylemişti. Fakat bunu yapmayacağını biliyordum.
Her an kaçabilirdim. Dimitri, Augustus ve Licy hala Ametist'te olmalıydılar.
Onları o halde bırakmıştım. Hem de Laurel'e güvenerek...
"Luna?" Chris'in sesini duymamla birlikte düşüncelerimden ayrıldım."Laurel seni bekliyor."
Yanıt vermedim. Sadece yerimden kalkıp yavaşça yürümeye başladım. Chris bir şey demedi. Bu plan benim için ne kadar zorsa onun için üç katı zordu. O da istemiyordu biliyordum. Fakat yapacak başka bir şeyimiz yoktu.
Laurel sabırsız bir sesle konuşmaya başladı ben odaya girince, "Dünyalıların ya da Karneolluların seni yok etmesini mi istiyorsun Luna?"
"Ne fikrini değiştirdi, Laurel? Eminim sende en az benim kadar bu gücü istemiyorsundur." dedim sesimin titrememesine çalışarak.
"İstemiyorum zaten." dedi Laurel. "Ama bunu yapmak zorundayım. Bu gücü sana veya Dimitri'ye bırakamam. Eğer Ametist'ten birisi bu güce sahip olacaksa o ben olmalıyım."
Sözlerindeki kesinlik inanılmaz şekildeydi. Söylediklerine harfi harfine inanıyordu. Ve bizi de buna inandırmaya çalışıyordu. Ametist rengi odanın kapısında bekleyen Chris'e göz ucuyla baktım. En az benim kadar burada bulunmayı istemiyordu.
Onun bir nedeni olmalıydı.
"Geleceği bir kere değiştirmeye çalıştım, Luna. Fakat tam tersi etki yarattı. Her şey tersine döndü. Artık değiştirmeyeceğim."
"Gelecek kesin değil." dedim kendimden emin bir şekilde. "Seçtiğin yola göre şekillenir ve ona göre ilerler."
"Haklısın. Fakat seçtiğim yolu geri çevirmek zorundayım."
"Çünkü kaybediyorsun." dedim ona bakarak. "Kaybetmeyi hiç sevmiyorsun öyle değil mi? Her şeyi sen kazanmak zorundasın. Fakat anlamıyorum bu kadarı neyine yetmiyor?"
Birkaç saniye hiçbir şey demedi. Sadece yüz ifadesi birkaç saniyeliğine değişti ve gözlerinin rengi gümüş rengine dönüşmeye başladı. Kolumdan birisi tutup beni kapıya doğru ilerletti. Kim olduğuna bakmadan önce son duyduğum şey Laurel'in Yunanca bir şeyler mırıldandığıydı. Ne dediğini anlayamamıştım.
"'Hadi! Hemen buradan çıkmalıyız." Sanırım Chris'in sesini ilk defa bu kadar korku dolu duyuyordum. Laurel geleceği görüyor olmalıydı.
"Onu Hücre'ye götür, Chris!" diye bağırdı Laurel biz odadan çıkarken. "Arkadaşları ona orada ulaşamaz!"
"Hücre de neyin nesi?" Soruma hiçbiri yanıt vermedi. Chris Laurel'in odasının kapısını kapatırken kolumu bırakmadı.
"Laurel seninle ilgili bir şey görüyor olmalı." diye mırıldandı Chris ve ardından yakınlardaki iki muhafıza buraya gelmelerini işaret etti. "Kelepçe'yi getirin."
Muhafızların yüzünde bir anlayış aradım fakat bulamadım. Yüzlerinde tek gördüğüm şey Laurel'e ve onun emirlerine karşı bağlılıklarıydı. Birisi kemerinden sarı renkli holograma benzeyen bir kelepçe çıkardı. Ne olduğunu ancak bileğime taktıklarında fark edebildim. Kelepçe tıpkı ateşten yapılmış gibi bileklerimi yakıyordu.
Bu sitrindi.
Kelepçeyi taktıkları andan itibaren hiçbir şey düşünemez oldum. Tek hissettiğim şey bileklerimdeki acıydı. Gözlerimin kararmasından önce en son gördüğüm şey ise yerin mor renkli zemini olmuştu...
❅
Uyandığımda bulunduğum yer sarı renkteydi. Tahminimce sitrin taşıydı. Ametist'e benziyordu, hatta neredeyse onun sarı rengiydi. Bulunduğum odadaki tek sitrin olmayan şey oturduğum yerdi. Bileklerimdeki kelepçeleri çıkarmışlardı.
Oturduğum yer -koltuk veya sandalyeden çok eski mahzenlerdeki duvarlara bağlanmış yataklara benziyordu- odanın kapıya en uzak köşesindeydi.
Laurel'in dedikleri aklıma geldi. Sitrin taşı diğer gümüşlerin bana ulaşmasını engelleyecekti. Ya da o öyle sanıyordu. Denemekten zarar gelmezdi diyerek Isabel'e ulaşmaya çalıştım.
Isy? Elbette ki ulaşamıyordum... Sitrin bu odanın her bir santimetresini kaplıyordu. Bildiğim kadarıyla sitrin gümüşlere zarar veriyordu.
Koluma baktığımda yaranın daha kötüye gitmediğini gördüm. Bu da iyi bir şeydi değil mi?
Etrafı incelemeye başladım. Oturduğum yatak hariç hiçbir mobilya yoktu. Duvarlar, yer ve tavan sitrin taşıyla kaplanmıştı. İnce bir tabakadaydı. Fakat etkili olduğu kesindi.
Tam karşımda bir kapı vardı fakat dışarıdan açılmak için tasarlanmıştı. Odada hiç pencere yoktu. Tavana baktığımda bir köşede bir kameranın başka bir köşede ise bir hoparlörün olduğunu fark ettim. Kameradan uyandığımı görmüş olmalıydılar ve tahminimce birazdan bir duyuru yapacaklardı.
O süre içinde hücre içerisinde hareket edemedim. Ayaklarımda ayakkabılarım yoktu. Ve üzerimde sadece bir şort ve askılı bir bluz vardı. O kadar hissizleşmiştim ki soğuğu bile hissetmiyordum. Bahse girerim ayağımı yere bassam ayağım tıpkı kelepçelerin bileklerime değişi gibi yanacaktı. O yüzden yerimden kımıldamadım. Ve sessizce duyuruyu bekledim.
"Artık vaktin kalmadı." Bu sesi duymamla birlikte tenim buz kesti. Bu IceBella'ydı.
"Seni bulduğum gibi IceBella," dedim kendimi bile şaşırtacak yüksek bir sesle, "Yarım kalan işimi tamamlayıp seni öldüreceğim."
"Sana kabul etmezsen gücünü zorla alacağımı söylemiştim, Luna." dedi Laurel.
"Onu nasıl yapacakmışsın?"
"Güçlerini bir defa aldım tekrar yaparım bunu. Sana canlı olarak ihtiyacımız var. Fakat bu akıl sağlığın için geçerli değil." dedi IceBella.
Yanıt vermedim. Çünkü az önce bir şey hissetmiştim.
Artık çok geç.
Dimitri, o buradaydı bundan emindim. Nasıl bilmiyorum fakat onu hissedebiliyordum.
Ne?
Onlara artık çok geç olduğunu söyle, Luna. Yaptıkları hiçbir şey işe yaramayacak.
Her şeyi biliyor musun? Laurel'in benden isteğini bile.
Evet, dedi. Her şeyi.
"Artık çok geç, Laurel." dedim kendimden emin bir şekilde konuşmaya çalışarak. "Ne yaparsanız işe yaramayacak."
"Onu göreceğiz, Şifacı." dedi Laurel. Fakat sadece sesinden bile bu sözüne kendinin bile inanmadığını anlayabiliyordum.
"'Değişmeye başladığımızı fark etmedin mi?" dedim alaycı bir sesle. Kameraya gözlerimi dikerek.
İyi gidiyorsun.
"Artık çok geç, Laurel!" dedim daha yüksek bir sesle. Tıpkı Karneol'daki gibi cesaretim birden bire artmıştı ve bu sefer gerçekten zamanın yavaşladığını hissedebiliyordum.
"Laurel..." Chris'in sesinin nereden geldiğini anlamamıştım. Fakat sesi çok kısık ve endişe doluydu. "Kız haklı."
"Kapa çeneni, Chris!" diye bağırdı Laurel fakat kendisi bile bunu kabulleniyordu. "Bu olacak. Hiç kimse bana engel olamayacak!"
Laurel çıldırmış gibi konuşuyordu. Fakat ben onun sesini sanki okyanusun ardındaymış gibi duyuyordum.
Hızla yerimden kalktım. Evet, sitrin ayaklarımı yakıyordu. Fakat bunu tam olarak hissetmiyordum bile.
Luna, gözlerin...
Dimitri'nin sesini duymamla az çok kendime gelir gibi olmuştum. Fakat bu etki sadece birkaç saniye sürmüştü.
"Neler oluyor orada?... ...Chris, Lux'u çağır... ...Ona neler oluyor?..." Laurel'in sesinden bir tek bunları çıkartabilmiştim.
Birkaç saniye olmadan kapının yanındaydım.
Çık şuradan! Geliyorlar, Luna. Yetişemeyeceksin.
Göreceğiz... dedim kapıya bir yumruk atarak. Sanırım elim morarmıştı fakat hiçbir şey hissetmiyordum. Kapıya ardı ardına yumruk atıp çıldırmış gibi bağırıyordum. Ne dediğimi kendim bile bilmiyordum. Dimitri zihnimden bir şeyler diyordu fakat artık çok geçti.
Değiştiğimi hissedebiliyordum. İliklerime kadar hem de...
Beni durduran şey kapının açılması olmuştu. Kim olduğunu fark etmemiştim. Kapıyı açanın kim olduğu umurumda değildi.
Hiçbir silahım yoktu ve dövüşte bu kadar iyi olduğumu hatırlamıyordum. Kapıyı açan kişinin burnuna bir yumruk attım ve son hızla nereye gittiğimi bilmeden koştum.
Sadece koştum. Etrafımdaki her şey bana göre çok yavaş hareket ediyordu. Birkaç kişi beni yakalamaya çalıştı fakat yetişemediler.
Bu sefer gerçekten de zamanı yavaşlatıyordum... En son gördüğüm şey büyük mor bir kapı olmuştu. Fakat yeterince hızlı değildim.
Birisinin kafamın arkasına bir şey vurmasıyla bayıldım.
Düzenlenme Tarihi: 24.09.2016
Bana güzel bir bölümmüş gibi geldi. Peki size? Umarım beğenmişsinizdir :)
Ametist'i düzenlemeye çalışırken canım çıktı yahu. Ne kadar çok hatası varmış -_- Kalsedon'un ilk bölümleri de öyle galiba. Sıra onlara geliyor.
Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Bu arada 5k okunma!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top