BÖLÜM 3
BÖLÜMLER TANITIM AMAÇLIDIR. YAKINDA TAMAMINI DREAME ADLI UYGULAMADA YİNE ÜCRETSİZ OLARAK OKUYABİLECEKSİNİZ.
DESTEĞİNİZ İÇİN ŞİMDİDEN TEŞEKKÜRLER
Karşısında gördüğü kişiyle adeta şaşkına dönmüştü Rick. Bu kadının burada işi neydi? Tahmin ettiği şey olabilir miydi? Yanındaki orta boylu, genç otel görevlisinin konuşmasıyla, ona öfkeyle bakan kadının bakışlarından çekti gözlerini.
"Üzgünüm beyefendi, sizi rahatsız ediyoruz ama, sanırım ufak bir karışıklık olmuş"
"Evet, fark ettim." dedi düz bir sesle, ellerini ceplerine sokarak.
"Valizim nerede?"
Sinirden sesi titreyen kadının, bakışları kadar konuşması da sertti. Ona hiç yabancı gelmiyordu bu bakışlar. Demek, valizdeki eşyaların sahibi bu kadındı. Nedense buna hiç şaşırmamıştı. Ancak asıl şaşırtıcı olan ve kafasını kurcalayan şey, bu kadını nereden tanıyor olduğu sorusuydu. Hava alanında ve uçakta görmüştü ancak, içinden bir ses, onunla çok daha önce karşılaşmış olduğunu söylüyordu. Bu iri, öfkeyle parlayan mavi gözler... etrafını perdeleyen uzun siyah sık kirpiklerle, ve muntazam kavisli çatık kaşlarla, karşısındakini yakabilen bakışları tanıdığına, kalıbını basabilirdi.
Tam bir şey söyleyecekti ki, cevabı beklemeden iki adamın şaşkın bakışları arasında, uzun siyah saçlarını hızla savurarak, odaya daldı genç kadın. Bir kaç adımda odanın ortasında duran yatağın üzerindeki çantasını, üstüne üstlük açılmış ve kurcalanmış vaziyette gördüğünde ise çığlık çığlığa bağırmaya başladı.
"Nasıl yaaa? Kahretsin! Valizimi mi açtın sen?"
İki elini beline koymuş, yüksek sesle konuşan kadının yanına geldiklerinde, Rick kendini müdafaa etme gereği duymuş, görevli adam ise sessizce elindeki valizi odanın bir köşesine koymuştu.
"Bakın bayan, özür dilerim. Kendi çantam olduğunu sanmıştım. Başka bir niyetim yoktu. Benim olmadığını anladığımda ise..."
"Sizin olmadığını anladığınızda ise, açtığınız gibi kapatmayıp, incelemeyi tercih ettiniz öyle mi?"
"Tam olarak öyle sayılmaz aslında!"
"Demek, öyle sayılmaz?"
Kadının bağırarak konuşması, ve üstüne üstlük sözlerini sürekli olarak alay eder gibi tekrar etmesi, Rick'in gerilmesine sebep olmuştu. Bu karışıklık onun suçu değildi ve bedelini de asla tek başına ödemeyecekti. Ama kadın adeta çıldırmış gibiydi.
"Evet. Yani ben...Sadece,"
"Siz, sadece testosteron hormonlarınıza sahip çıkamayan bir sapıksınız bayım!"
"Benimle düzgün konuşun hanım efendi, en az sizin kadar bende bu durumdan hiç hoşnut değilim" çaresizlikle, avuç içiyle yüzünü sıvazladı. Hiç böylesi zor bir durumda kalmamıştı.
Rick de sinirlenmeye başlıyordu. Bu kadının patavatsızlıkları gereğinden fazla canını sıkıyordu artık.
"Şu hale bak!" dedi genç kadın elindeki siyah çamaşırı adamın yüzüne doğru sallayarak.
"Bence oldukça hoşnut olmuş olmalısınız, bir kadının çantasını, hele de iç çamaşırlarını karıştırdığınız için kendinizden utanmalısınız."
"Size söyledim, isteyerek olmadı. Valizler birbirinin tıpatıp aynısıydı. Açmadan bana ait olup olmadığını bilemezdim."
Hararetle tartışan genç adam ve kadını, korku dolu gözlerle izleyen görevli, gördükleriyle yüzü kızarırken, bir fısıltıyı andıran sesiyle konuşmaya çalıştı. Sıkıntıdan buram buram terlemeye başlamıştı. Böyle bir kavgaya sebep olduğu için fazlasıyla şaşkındı.
"Şeyy.. Ben.. İkinizden de özür dilerim efendim!"
"SEN KAPA ÇENENİ!"
Birbirine saldırmaya hazır iki vahşi hayvan gibi, aynı anda adama doğru dönerek bağırdıklarında, genç personel korkuyla irkilerek yerinden sıçramıştı. Şu an susması, kendi sağlığı açısında en doğrusu olacaktı.
Rick, sinirden odanın içinde, hızlı adımlarla volta atarken, sakin kalabilmek için, içinden 10'a kadar saymaya başlamıştı. 1...2...3...4...
Öfkeli kadın, çantasında başka nelerin karıştırıldığına bakmak için tekrar valizine döndüğünde, arkadaşının düğünü için aldığı muzur hediyenin de ortalıkta olduğunu görmesiyle sinirden olduğu yerde tepinmek istedi.
"Sersem herif! Utanmadan bir de yaptığı terbiyesizliğe kılıf uydurmaya çalışıyor. Madem açtın, baktın ve sana ait olmadığını anladın. Neden kapatmıyorsun? İşine geldi tabi! Böyle fırsatları asla kaçırmazsınız zaten."
Bir yandan kendi kendine homurdanıp duran, diğer yandan da dağılan valizini toplamaya çalışan kadına daha fazla dayanacak gücü kalmamıştı artık. Vücudundaki böbrek üstü bezlerinin salgıladığı adrenalin hormonu yüzünden sakinliğini korumakta oldukça zorlanıyordu. Yine de karşısındakinin bir bayan olduğunu unutmamaya çalışarak kendine hakim olmaya çalıştı. Onlardan bir yanıt beklercesine bir köşede sinmiş bekleyen bellboyun üzerine doğru sertçe yürüdü.
"Sen hâlâ ne dikiliyorsun burada? Başıma açtığın belayı görmüyor musun?"
"E-evet e-efendim... B-ben... Üz-"
"Yıkıl karşımdan!"
Rick'in bağırmasıyla, sesi kesilen adam ışık hızıyla odayı terk etti.
"Ben nereden bilebilirdim ki, çantadan garip fantezileri olan bir kadına ait, uçuk eşyaların çıkacağını?"
"Ne dedin sen?"
Rick, gözleri çakmak çakmak olan kadına doğru dönerek, kayıtsızca omuzlarını kaldırıp sadece,
"Hiç!" dedi. Sesli düşündüğünün farkında değildi.
Çantasının fermuarını sertçe kapattıktan sonra, sürükleyerek adamın burnunun dibine kadar gelen kadın, soluğunu adamın yüzüne doğru üflercesine konuştu.
"Mexicana equivocado (Yanlış Meksikalıya çattın!), Bay Ukala!"
Rick, ilk başta çözemediği sözlerin anlamını düşünürken, kadın geldiği gibi aynı hızla kapıdan çıkıp gitmişti. En son duyduğu kelime ise, geçmişten bir anıyı zihninde canlandırmaya yetmişti.
Bay ukala!...
Tanrım... Kahretsin!... Elbisem!
Yürürken önüne bakmaz mısın sen? Lanet olsun elbisemi mahvettin!
Kusura bakmayın acelem vardı. Gerçekten görmedim.
Hah! acelesi varmış.. Bay Ukala ! Nereye acelen vardı acaba? Burasını hastanenin acil servisi falan mı sandın?
Adım Rick!
Ne?
Adım diyorum. Bay ukala değil! Rick!
Zihninde aydınlanan görüntüler, bundan yaklaşık bir buçuk sene öncesine aitti. Las Vegas'ta Nevada Üniversitesi'nin diploma töreni için hazırladığı baloya, Harvard'ın dereceli lisans mezunu olduğundan, onur konuğu olarak davet edilmişti.
Konuşma yapması için sahneden çağrıldığı sırada, aceleyle koşuştururken kadının birine çarpmıştı. Çarpmanın hızıyla kadının elindeki kırmızı şarap kadehi, aynı hızla üzerindeki bembeyaz elbiseye dökülünce, kadın aynı bugünkü gibi öfkeyle ağzına ne geldiyse saymıştı.
Şimdi, bu tuhaf anıyı hatırlamak ve bu şaşırtıcı tesadüfe gülmemek elde değildi.
........
"Samantha, nerelerdeydin tatlım?"
"Ah! Bayan Rose. Ancak yetişebildim. Başıma neler geldi bir bilseniz?"
"Jennifer'ın odası üst katta. Sen de hazırlanıp yanına gitsen iyi olur. Sabahtan beri seni sorup duruyordu. Fazlasıyla gergin."
"Merak etmeyin Bayan Rose. Hemen hazırlanıp gidiyorum."
Koridorda karşılaştığı genç kadını inceleyen Rose, onda bir tuhaflık olduğunu sezmişti.
"Sen iyi misin tatlım? Yüzün kızarmış"
En sevdiği arkadaşının annesinin gözünden de hiç bir şey kaçmıyordu. Bir eliyle yanağına dokundu Samantha. Gerçekten de alev alevdi. Demek, öfkesi yüzünden okunuyor dedikleri bu demekti.
"Şey, evet. İyiyim. Önemli bir şey değil. Otelde küçük bir karışıklık yaşandı ve bir pürüz, biraz canımı sıktı. Sorun çözüldü ama merak etmeyin!"
"Tamam canım. Sorunun çözülmesine sevindim. Bahçede görüşürüz o halde. Ben konuklarla ilgileneyim."
Aslında hiç bir şeyin çözüldüğü falan yoktu. Hâlâ sinirden olduğu yerde tepinmek istiyordu. Otel personelinin yaptığı sorumsuzluk yüzünden odasına gidip de valizini açtığında, içinden kendi eşyaları yerine, muntazaman yerleştirilmiş, gömlek, kravat, özel kutusunda kol düğmeleri ve hepsi özenle ütülenmiş iç çamaşırları vs. gibi erkek eşyaları çıktığında çok şaşırmıştı. Bir çift de bebek patiği.
Hâlâ aklı almıyordu. Bir erkek valizinde bebek patiğinin işi neydi? Üstelik sahibiyle de maalesef tanışmak şerefine erişmişti. Hiç de öyle çocuk sever birine benzemiyordu. Belki de yanılıyordur. Evli, hatta çocuklu bile olabilirdi. Ya da olmak üzere... Kim bilir?
Neden bu kadar takmıştı ki bu adama. Sinirden! diye düşündü. Utanmaz adam, nasıl da eşyalarını tek tek çıkartıp bakmıştı. Hayatında hiç kadın iç çamaşırı görmemiş gibi, sapıkça incelemiş olmalıydı. Aklına geldikçe çıldıracak gibi oluyordu.
Hele bir de Jennifer ve Ryan için aldığı muzur hediye paketini valizin dışında gördüğünde, işte o an adamı tırnaklarıyla parçalamak istemişti.
"Sersem herif!"
"Aptal!"
"Ukala!"
Koridorda, telaşla etrafına bakındı. Neyse ki, onu kendi kendine bağırıp çağırırken gören olmamıştı. Valizini çekiştirerek ona ayrılan odaya gitti.
Jennifer'ın, düğün için diktirdiği elbisesini giymişti. Leylak rengi, düğünün konseptiydi. Ve düğünde, gelinden sonra ilk göze çarpacak olan kişi de muhakkak ki, nedimeydi. Elbise tam onun vücuduna göre dikilmişti. Göğüs ve sırt dekoltesine sonradan eklenen taşları, ısrarla Samantha istemişti. Bir kaç parça ışıl ışıl taş, nasıl da hareketlendirmişti elbiseyi. Sırtı bel hizasına kadar açık, tek omuzlu olan, uzun balık etekli abiyenin tek kusuru, etek boyunun biraz fazla uzun olmasıydı. Giydiği on beş santimli topuklularla bile elbiseyi kaldıramıyordu. Normalde asla bu boyda bir elbise giymezdi. Giymesi gerekse bile, muhakkak derin bir yırtmacı olmalıydı. Ancak bu günlük, arkadaşının hatırına buna katlanmak zorundaydı.
Ayağına giydiği bilekten kayışlı, gümüş renk topuklulardan sonra, özenle sardığı saçlarını açıp, siyah buklelerini tek omzunun üzerine topladı. Sık ve şekilli kaşlarını bir fırçayla düzeltti. Kirpiklerini kıvırma makasıyla kıvırdı ve son dokunuş olan parlak kırmızı rujunu da sürdü. Artık hazırdı. Şimdi gelin çiçeğini ve arkadaşının hediyesini getirme vaktiydi.
Hızlı adımlarla yürümek imkansız gibi görünüyordu, elbisenin diz kısmı fazla dardı. Ama sık adımlar atarak oldukça çabuk olmaya gayret ediyordu.
Jennifer'ın yanına gittiğinde, kapıdan içeri girerken, ayağı kapı girişine takılmıştı ve neredeyse yüzüstü yere kapaklanıyordu. Bugün başına gelen talihsizlikler yüzünden Tanrı'ya sitem ediyor, ne tür bir uğursuzluğun üzerinde gezindiğini düşünüyordu.
"İyi misin Sam?"
"Ah! Evet. Sanırım iyiyim."
"Vay canına! Jenny, sen o kadar güzel olmuşsun ki, eminim Ryan gün boyu gözlerini senden bir an bile ayıramayacak"
Ona hayranlıkla bakan arkadaşına, başını hafifçe yana eğerek içtenlikle gülümsedi Jennifer.
"Öyle mi diyorsun?"
"Elbette! Ne sanıyorsun?
Jennifer, çok güzel bir gelin olmuştu. Sade, göz kamaştıran straplez gelinliğin aynı şekilde yerlere kadar uzanan duvağının içinde tıpkı meleklere benziyordu. Sarı saçlarındaki dağınık topuz ve aralarına sıkıştırılan çiçeklerle harika bir gelin. Ve her gelin gibi düğün günü tedirginliği yaşıyordu tabi. Gelin çiçeğini eline tutuşturup, onu sakinleştirebilmek için aklına gelen şeyleri sıralarken, birden balo gecesi Ryan ile aynı odada kalmalarında kendisinin de payı olduğuna dair küçük bir pot kırdı. Neyse ki Jennifer, kırdığı potu fark etmeden,
"Ayakkabının altına ismimi yazmayı unutma sakın!" diyerek, paketlediği uçuk hediyeyi de Jennifer'ın çantasına atıp, hızla odadan çıkmıştı.
En sevdiği arkadaşı ise arkasında tatlı tatlı ölüm tehditleri savuruyordu.
Düğün, gelin ve damadın bahçeye girmesiyle başlamıştı. Bütün misafirler bu güzel çifti ayakta alkışlıyordu. Damat bey, hiç bir masraftan kaçınmamış, tüm yakın dostlarına ayrı ayrı uçak bileti yollamıştı. Düğün İtalya'da ve onun en güzel şehri Roma'da olunca gelmek isteyen kişi sayısı da oldukça fazlaydı. Tabi, Samantha gibi baş konuklara düğünün yapılacağı otelde birer oda kiralanmış ve tüm gün hizmetlerine bir ekip sunulmuştu.
Düğün, tam anlamıyla bir rüya gibiydi. Tatlı Jenny'si, nişanlandığı jöleli kurbağadan sonra, nihayet gerçek prensi Ryan'ı bulabilmişti. Onları, evlilik yeminlerinde ve sonrasında dans ederken izleyerek derin bir iç çekti.
Onun öptüğü kurbağalar, ne yazık ki yakışıklı bir prense dönüşmüyordu. Her seferinde Kusursuz Aşk'ı bulduğunu sanırken, sonu hep hüsranla bitiyordu. Sanırım Aşk Meleği Eros tarafından fena lanetlenmişti ve ömrünün sonuna kadar gerçek aşkı, asla bulamayacaktı. Sürekli direkten dönen mutluluğu, ona hep geçici hevesler yaşayatacaktı. Kırmıştı ve kırılmıştı da. Ama hiç şimdiki kadar umutsuzluğa kapılmamıştı. Aşkı aramaktan yorulmuştu artık, bundan sonra her şeyi hayatın akışına bırakacaktı.
"Mer-haba dans ede bilir miyiz acaba?"
Tanrım! Şans dilemekten vaz geçmişti artık. Damadın arkadaşlarından ve sağdıçlarında biri olan gözlüklü genç adam, Samantha'yı dansa kaldırmak için diğer zenci sağdıç tarafından zorla ikna edilerek yanına gönderilmişti. Samantha, hiç tipi olmayan bu adama nezaket gereği gülümseyerek dans teklifini kabul etti. Tam sandalyesinden kalkıyordu ki, Cırtt! diye gelen bir sesle, olduğu yerde kalakaldı. Arkasını dönüp baktığında, yan masadaki kadının, sandalyesini Samantha'nın eteğinin üzerine koyduğunu ve kalktığında ise yırtıldığını görmüştü.
Lanet olsun!
Bir bu eksikti!
"Off! Ne yapacağım ben şimdi?!"
Aslında iyi de olmuştu. Bu adamla hiç dans edesi yoktu. Durumu anlatıp, özür dileyerek, hızlı atmaya çalıştığı adımlarıyla yırtılan elbisesini değiştirmek üzere, odasına çıktı.
.........
Rick, düğüne gelmişti gelmesine ama, bir türlü kalabalığın içine karışmaya cesaret edemiyordu. Kardeşi Ryan çok yakışıklı olmuştu. Onu damatlıklar içinde görmek gururunu okşadı. Rahibin kıydığı nikahı bahçenin en ucundan, karışık hislerle izledi. Yanına yaklaşmaya cesaret edemiyordu bir türlü. Onunla son karşılaşmaları Texas'taki evlerinde olmuştu ve genç adamı geldiğine pişman edecek kadar çok aşağılamıştı. Bilmediği gerçekler yüzünden nefret ettiği kardeşine söylediği sözler yetmiyormuş gibi, üstüne üstlük birde yumruk atmıştı. Şimdi, her şey için özür dilemek oldukça zor olacaktı.
İçki servisinin yapıldığı yerde kadeh üstüne kadeh devirerek cesaret toplamaya çalışırken, o sırada Ryan, onun olduğu tarafa gelmeye başladı. Elini kadehlerden birine uzatırken, abisini görmesiyle birden duraksadı.
"Sen" dedi, bakışlarını ondan kaçırmaya çalışan adama bakarak.
"Biliyorum" diye söze başladı Rick. Konuşmakta oldukça zorluk çekiyordu.
"Aslında buraya gelmeye hakkım yoktu. Sana onca şey yaptıktan sonra, istersen beni kovabilirsin. Sadece beni dinlemeni umuyorum,"
"Bilmiyordum Ryan, gerçekleri bilmiyordum ve babamın kahroluşundan yıllarca seni sorumlu tutmuştum. Meğer sen, hepimiz için kendini feda eden gerçek bir kahrahramanmışsın."
Kardeşi, onun sözünü bir an bile kesmedi. Rick ise yüzüne bakmadan konuşuyordu.
"Beni affet diyemem sana, suçluyum. Biliyorum. Seni yargıladım ve hiç suçun yokken suçladım. Buraya sadece mutlu olduğunu görmeye ve sana öür boyu mutluluklar dilemeye geldim. Fazla vaktim yok zaten. İlk uçakla dönüyorum. Los Angeles'da bir hastanede işe başlıyorum. Gitmeden seni görmek istedim. Ve ah!" diyerek derin bir nefes aldı genç adam.
"Tebrik ederim kardeşim, gerçekten melek gibi bir kadınla evlisin. Birbirinizin kıymetini iyi bilin ve hep mutlu olun."
Güçlükle konuşmasını bitirdikten sonra, tam dönüp gideceği sırada bir el kolundan tuttu. Bakışları kolundaki elin sahibine kaydı. Ryan, abisinin gözlerine bir kaç saniye baktıktan sonra, onu kendisine çekerek kucakladı. Yılların özlemiyle iki kardeş birbirine sıkıca sarıldılar.
"Sen benim her zaman abimsin Rick, ve biz bir aileyiz. Aile olmak birlikte olmayı gerektirir. Sana kırgın değilim. Buraya kadar geldiğin için teşekkür ederim. "
"Sağ ol Ryan, sağ ol kardeşim. Gerçekten çok yüce yüreklisin. Bu arada sana küçük bir hediye getirmiştim. Maddi bir değeri yok belki, ama benim için manevi değeri çok büyük,"
Kardeşinin şaşkın bakışları arasında, ceketinin cebinden bir çift bebek patiği çıkardı.
"Doğduğun günü asla unutamam. Annem evde çığlıklarla seni doğururken sana çok kızmıştım. Onun canını yaktığını düşünmüştüm. Sonrasında ise melek gibi yüzünü gördüğümde çok mutlu olmuştum, ve bütün kızgınlığım uçup gitmişti. Ama doğum sırasında annemin senin için özenerek aldığı bu patikleri, odandaki çekmeceden alıp saklamıştım. Bunları giymeyi hak etmediğini düşünmüş olmalıyım," yüzünde buruk bir gülümseme belirdi ikisininde.
"Neden bilmiyorum, o günden beri saklıyorum. Hapse girdiğinde bile atmaya kıyamadım. Belki de bir yanım hala masum olduğuna inanmak istiyordu. Şimdi bunları sana vermek istiyorum, benim yüzümden giyemedin belki, ama ileride çocukların giyebilir."
İki adamın gözleri de hüzünle doldu, yinede gülümseyerek kucaklaştılar. Ve Rick, bir kaç dakika daha kalırsa ağlayacağından korktuğu için, kardeşiyle vedalaşarak hızla yanından ayrıldı.
......
Gece, havai fişek gösterisiyle sonlanırken, gelin çiçeğini atmak üzere hazırlanmıştı. Arkasında toplanan kalabalık kadın topluluğu, hevesle atılacak çiçeği yakalamayı bekliyordu. Samantha, gösterişli elbisesini üzülerek, sade bir kıyafetiyle değiştirmiş kalabalığın içinde en ön sırada hazır bekliyordu.
Yüksek sesle geriye doğru sayım başladı.
3...
2...
1...
Ve çiçek havalanarak Samantha'nın kucağına düştü. Herkesin üzgün bakışları arasında şaşıran Sam, teselli vermek istercesine,
"Üzülmeyin, bir daha ki sefere artık" diyerek gülümsedi.
Biten umutlarını bu çiçek yeşertebilir miydi? Bilmiyordu. Bildiği tek şey, sevgili dostundan güzel bir hatıra olarak saklayacağıydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top