Kakaolu Bisküvi
Meltem, evinde hissediyordu.
Evet. Bunca yıldan sonra yeniden buralarda, bu mahallede olmak ona evinde hissettiriyordu. O buraya aitti. Tüm anıları buradaydı.
Mesela bir keresinde, şu aşağıdaki parkta düşüp dizini kanatmıştı. Oradaki basketbol sahasında atmıştı ilk basketini. Bir üst sokaktaki kafede defalarca arkadaşlarıyla oturmuştu. Diğer taraftaki marketin tüm reyonlarını avucunun içi gibi biliyordu. Şuradaki yokuştan caddeye çıkınca, trafik lambasının bir buçuk dakikada bir yayalara yeşil yandığından haberi vardı. Yağmurlu günlerde hangi sokakta, hangi taşa basarsa altından sular fışkıracağını ve pantolonunun mahvolacağını biliyordu. Biliyordu işte.
İlkokulu aşağıdaki mahallede okumuştu. Mezun olduğu ortaokul ise caddeden biraz ilerleyince sağdaydı. O zamanlardan kalma tanıdığı insanlar hep buralarda oturuyordu. İki sokak yukardaki belediye binasında tonla kursa katılmıştı. Dershanesi hemen okulun yanındaydı. Oralardan bildiği insanlar da hep buralarda oturuyordu. Etraftaki dükkanlar ve onların sahipleri yıllardır değişmemişti. Yani Meltem şimdi kalkıp şöyle bir dolaşsa bu sokakları, tanıdığı veya en azından yüzünü bildiği sürüyle insan göreceğine emindi. Bu tanıdıklığı seviyordu. Bu bilindiklik ona güven veriyordu. Yıllar sonra yeniden evinde hissediyordu.
Ortaokuldan mezun olduğunda taşınmak zorunda kalmışlardı. Meltem, oturdukları evden çok uzakta kalan bir lise kazanmıştı. Şehir dışı değildi, ailesinden ayrı bir eve ya da yurda da çıkmak istememişti ama uzaktı işte, şehrin diğer ucuydu. İyi bir liseydi. Böylece karar verilmişti. Meltem; annesi, babası ve kedileri Sarman ile birlikte o uzak diyarlara taşınmıştı. Tabii bu olay dört yıl önceydi. Şimdi liseden mezun olmuştu ve kazandığı üniversite nerede olursa olsun, bu mahalleye yeniden taşınmak istemişti. Zaten ailesinin işi de buraya daha yakındı. Meltem geri dönmemek için hiçbir sebep görememişti ve ailesini ikna etmeyi birkaç haftadan sonra başarmıştı. İşte şimdi buradaydı. Yeni taşındıkları apartmanın minik bahçe duvarında oturmuş, bir yandan yaz güneşinin tadını çıkarıyor, bir yandan da eski anılarını düşünüyordu.
Hayat onun için şu anda son derece huzurluydu.
"Meltem! Ekmek alır mısın marketten?"
Meltem arkasını dönüp bakınca annesinin pencereden ona seslendiğini gördü.
"Alırım tabii!"
"Paran var mı?"
"Yok. Fırlat oradan!"
Annesi eliyle ona beklemesini işaret edip içeri girdi. Meltem oturduğu duvardan inip arkasını şöyle bir silkeledi. Lacivert eşofmanında beyaz toz lekeleri hâlâ göze çarpıyordu ama buna aldırmadı. Bu mahalle öylesine evi gibiydi ki, kendini pijamalarıyla bile sokağa atabilirdi.
"Yakala!"
Dedi annesi ve pencereden attı parayı. Meltem havada yakalayıp cebine koydu onu. Bu yeteneğinin dört senede körelmediğini düşünerek gülümsedi. Sonra da plastik terliklerini yere vura vura marketin yolunu tuttu.
Şurada yavru kediler olurdu. Tabi şimdi büyüyüp gitmişlerdi. Bu erik ağacı yılın şu zamanı yeni yeni meyve verirdi. Oradaki balkonda hâlâ saksılar çiçeklerle doluydu. Şu bodrum katında yaşayan teyzenin minicik camının önü boştu, oraya kimse araba park etmezdi.
Meltem, köşedeki beyaz duvara gelince bir anlığına durdu. Yeni boyanmıştı. Bu onu gülümsetti. Demek ki bu duvarın hikayesi bile değişmemişti. Birkaç haftada bir birileri gelip bu duvara bir şeyler karalar, duvarın sahibi de bıkmadan usanmadan her seferinde üstünü beyaza boyardı. Bir haftaya kalmaz yeni bir yazı belirir, iki haftaya kalmaz üstü yine kapanırdı. Şimdi sıra yazacak kişideydi anlaşılan, bembeyaz duvar Meltem'e göz kırpıyordu.
Meltem yürüyüp köşeyi döndü. İşte market, yıllar önce bıraktığı yerde duruyordu. Sebze meyve standındaki pos bıyıklı adam... Meltem onun hâlâ burada çalıştığını görünce gülümsedi. Hiç konuşmuşlukları yok dese yeriydi ama neredeyse her gün yüzünü gördüğü biriydi işte.
Meltem içeri girdi.
Dümdüz yürüyüp sola dönse fırın reyonu karşısına çıkacaktı, biliyordu ama bildiği başka bir şey daha vardı: Abur cubur reyonunun nerede olduğu.
Meltem sol yerine sağa döndü ve o çıkmaz sokak reyona ulaştı. Bir sürü abur cubur üç tarafını sarmıştı ve sadece ekmek almak için fazla parası vardı. Elbette burada harcayacaktı. Boyu daha kısayken bu reyonlar ona dev duvarlar gibi gelirdi. Bir sürü çikolata, bisküvi, cips ve kraker ile dolu duvarlar. Bu çıkmaz reyon onun için bir cennetti.
Ürünler elbette ki dört yıl önceyle aynı değildi ancak Meltem o kakaolu bisküviyi bulabileceğine inanıyordu. Ortaokula giderken kantinde satılırdı ve en sevdiği şey oydu. Neredeyse her gün yerdi. Eğer şu anda onu bulabilirse tam bir nostalji yaşayacaktı. Sağdaki rafı baştan aşağı süzdü. Yoktu. Sonra soldakini aradı. Yoktu. Tam karşısındakine bakındığında, kakaolu bisküvisi ona el sallıyordu. Meltem sanki yıllardır görmediği bir dostunu bulmuş gibi iki paket kaptı bisküviden. Yüzündeki beş karış gülümsemesiyle zıplayarak arkasını döndü ve ekmek için bu rayondan çıkıp sola saptı.
Saptığı gibi tekrar geri döndü.
Bu... O muydu?
Meltem şaşkınlıkla derin bir nefes aldı ve reyonun ucundan tekrar sola baktı.
Dağınık kumral saçlar, her daim kısık olan kahverengi gözler, bir şeye odaklanırken çattılan kaşlar...
Bu oydu! Meltem, bunu idrak etmesi ile kafasını geri çekti. Vücudundaki tüm kanın yanaklarına hücum ettiğini ve telaştan titremeye başladığını hissetti. Ekmek reyonundaki o genç adam, o, Meltem'in ilk ve tek aşkı, tek sevgilisiydi. Çocukçaydı. Evet, bunu kabul ediyordu, çocukçaydı. Yedinci sınıfta ondan hoşlanmıştı. Bir süre arkadaşlık etmişlerdi. Sonra nasıl olduysa o da Meltem'den hoşlandığını itiraf etmişti ve işte, sevgili olmuşlardı. Meltem o zamanlar ona karşı hissettiklerini hatırladı. Tek bir dokunuşu bile tüm teninde yangınlar başlatırdı. İlk kez el ele tutuştuklarında eli uzun bir süre sanki uyuşuk kalmıştı. İki kere sarılmışlardı. İkisinde de onun kolları arasında huzur bulmuştu. Bir kere de... Bir kere de birbirlerini yanaklarından öpmüşlerdi.
Meltem elini yanağına götürme isteğine karşı koyamadı.
Sanki onun öptüğü yerden başlayıp tüm vücuduna sıcaklık yayılmıştı.
Ama bunlar çocukçaydı. Bunlar eskiydi, bundan beş sene önceydi. Şimdi aynı şeyleri hâlâ hissediyor olamazdı, değil mi?
Kafasını bir kez daha dışarı çıkartıp ekmek reyonuna baktı.
Caner... Adını söylemeyi severdi eskiden. Sondaki "e" yi değişik nağmeler ile uzatır, ona seslenir, ona trip atar, onu kızdırırdı. Caner ise ona her zaman anlayışlı davranır, arada atışsalar da her zaman gönlünü almayı bilirdi.
Caner'i izledi. Boyu uzamıştı, zayıflamıştı, yüzü değişmiş, biraz sivilcelenmişti. Yani büyümüştü. Farklıydı ama aynılıklarını kaybetmemişti. Ekmek reyonunda sanki bir şey arıyordu, odaklandığı zamanlar yaptığı gibi kaşları çatıktı. Dudaklarını hafif büzmüştü. O da evden çıkmış haliyleydi, kırışık bir tişört ve eski bir şort giyiyordu. Meltem, onu ilk kez bir gezide okul üniforması dışında bir kıyafetle gördüğü anı hatırladı. Yine orada da üstünde şort ve tişört vardı. Yine de Caner ona çok yakışıklı görünmüştü. Salaş olmak ona yakışıyordu. Tıpkı şu an yakıştığı gibi...
Ve sonra Meltem onu resmen dikizlediğini fark edip utançla yeniden reyonun arkasına saklandı.
Şimdi hayallere dalmanın sırası değildi. Ne yapacağını düşünmeliydi. Ona görünmeden buradan nasıl çıkacaktı?
Ya da görünse miydi?
Bu düşünceyi kafasını sallayarak hemen uzaklaştırdı. Üstü başı kir pas içindeydi, ayağında plastik terlikler vardı, saçını dağınık bir ev topuzu yapmıştı, kusurlarla doluydu! Bu kılıkla evden nasıl çıkabilmişti? Salaş olmak Caner'e yakışabilirdi ama ona yakışan bir şey değildi ve bu halde ona görünemezdi.
Az önce evindeymiş gibi hissettiği rahatlık şu an buhar olup gitmişti. Neden böyle çıkmıştı ki dışarı sanki?
Onun gitmesini beklemeliydi. Evet. Ona görünmeden çıkmanın tek yolu buydu. Gidip gitmediğine bakmak için tekrar kafasını uzattı.
Caner aradığını bulmuş gibi bir paket ekmeği sepetine koydu ve gözleri hâlâ sepetteyken ayakları Meltem'in olduğu tarafa doğru gelmeye başladı.
Meltem içinden çığlık atarak reyonun iyice ilerisine koştu ama burası çıkmaz sokaktı işte! Eskiden ona cennet gibi gelen yer şimdi bir hapishaneyi andırıyordu. Yüzünü çıkmaz tarafa, sırtını Caner'in geleceği yöne döndü ve bisküvilerine sarılıp korkuyla beklemeye başladı. Caner bu tarafa geliyordu, bu reyona doğru, ona doğru...
Tesadüfen görmüş gibi yap ve selam ver gitsin.
"Hayır!" diye mırıldandı.
Bir anda arkanı dön ve çarpışın.
"Tanrım, hayır!" diye mırıldandı.
Bir kuşa dönüşüp buradan uçarak kaç.
"Keşke, lütfen..." diye mırıldandı.
"Meltem?"
Yuh, arkandan mı tanıdı?!
Meltem kıpkırmızı yüzü ve tuttuğu nefesi ile korkakça ona döndü.
"Efendim?"
"Bu gerçekten sen misin?"
Gülümsüyordu. Otuz iki diş gülümsemesi değişmemişti. Meltem'in içini ısıtan, bulaşıcı olan o gülümseme... Meltem gülümsemekten kendini alamadı.
"Evet benim."
"Ama... Siz taşınmamış mıydınız?"
Meltem derin bir nefes aldı. Sıradan bir insanla, sıradan bir sohbet ettiğini hayal etmeye çalıştı.
"Evet ama biz... Geri taşındık. Yani şey, yeniden buraya taşındık. Hemen alt sokaktayız... sokaktayım."
"Vay canına, şaşırdım."
"Evet, ben de seni gördüğüme şaşırdım."
Bu söylediğine hızla pişman oldu. O zaten burada otuyordu, neden şaşırmıştı ki!
"Biz hâlâ üst sokakta oturuyoruz aslında. Hayatımda pek bir şey değiştiği söylenemez."
"Bundan memnun olmalısın! Evinizi hatırlıyorum. Çok geniş, bahçeli ve güzeldi."
Meltem'e sonradan dank etti. 'Hayatımda pek bir şey değişmedi' derken, yani kendisinden sonra hiç sevgilisi olmadığını mı kastediyordu?
Ya da Meltem muhtemelen saçmalamıyordu.
"Doğru, sen bizim eve gelmiştin değil mi?"
"Evet. Senin doğum günündü. Herkes oradaydı."
Ve onlar o zamanlar sevgiliydi. Meltem bunu düşünmemeye çalıştı.
"Evet. Bana hediye olarak bileklik almıştın. Artık bileğime olmuyor ama onu hâlâ saklıyorum."
Caner bir anlığına söylediğine pişman olmuş gibi başını öne eğdi. Hemen sonra buna bir sebep vermek ister gibi elindeki sepeti diğer eline aldı.
Ya da belki de gerçekten bu yüzden önüne bakmıştı ve Meltem her şeyi çok yanlış yorumluyordu.
"Cidden mi? Vay canına, bu çok hoş... Gerçi neden şaşırdıysam, ben de senin bana aldığın kolyeyi saklıyorum hâlâ."
Bu itiraf ikisini de şaşırtmıştı.
"Kırmızı güllü olanı mı? Hani şu şeyde aldığım..."
"Sevgililer gününde."
Diye tamamladı Meltem ama anında pişman oldu. Bu sefer yüzünü öne eğen oydu. Böyle yapınca Caner'in yanında boyu hayli kısa kalmıştı. Sessizlik uzayınca pişmanlığı daha da arttı. Sohbetlerinden hoşlanmıştı oysaki.
Sonra Caner'in güldüğünü duydu.
Neye güldüğünü anlamak için kafasını kaldırdığında Caner'in ona yaklaştığını fark etti ve kalbi bir anda hızlandı. Aralarında yarım metre mesafe kala Caner durdu ve elini uzatıp Meltem'in elinden bir paket bisküvi aldı.
"Kakaolu bisküvi! Hala bunlardan vazgeçemediğine inanamıyorum! Her gün kantinden alıp yerdin. Kimseyle de paylaşmazdın."
Meltem'in kalbi her ne kadar heyecandan deli gibi atsa da, yine de kendini savunacak gücü buldu.
"Hiç de bile, ikinci paketi paylaşırdım!"
"Ama herkes ilkinden istiyordu. İkinciye kadar hevesleri geçiyordu."
"Senin hevesin geçmiyordu."
Meltem bunu söylediğine inanamıyordu. Caner'in bakışları bisküviden kalkıp Meltem'in badem gözlerini buldu.
"Sen zaten bana ilk paketten veriyordun."
"Çünkü seni kıramayacağım kadar çok..."
Kalbi boğazında atıyordu. Battı balık yan gider diye düşündü ve cümlesini tamamladı.
"Seviyordum..."
Meltem bakışlarını tek bir anlığına Cener'in gözlerinden kaçırdı ama hemen sonra geri çekti. Ne kadar utansa da onun gözlerindeki duyguyu görmek istiyordu. Her ne kadar 'çocuktuk' diyerek geçiştirmek istese de, Caner onun ilk aşkıydı. Bunu biliyordu. İlk kez Caner, onun midesinde şimdi olduğu gibi kelebekler uçuşmasına neden olmuştu. Meltem bu tabirin anlamını bile onunla öğrenmişti. İlk kez ona 'seni seviyorum' demişti. İlk kez o yanındayken zaman durmuştu. İlk kez birini her gün, tüm gün düşünüp durmuştu. İlk ve son kez.
Evet, tamam, çocuk yaştaydılar belki ama ne olursa olsun, Meltem bunu ilk aşkı, tek aşkı olarak görüyordu. Peki Caner? Caner'in yaşadıkları şeyi ne onlarak gördüğünü merak ediyordu. İşte bu yüzden kaçırmadı gözlerini. Baktı ve yılların değiştirmediği birkaç parça duygu kırıntısı bulmayı denedi.
Gördüğü bir parıltı mıydı?
"Sarman hâlâ sende mi?"
Dedi Caner aniden. Meltem düşüncelerinden sıyrılıp hafifçe gülümsedi.
"Evet, tabiki. Biraz yaşlandı ama hâlâ sağlıklı. Bir de kilo aldı. Tombiş bir şey oldu."
Caner de güldü.
"Hep çok yiyordu zaten."
"Hâlâ öyle işte. Onu balık artıklarının yanında bulmama şaşmamalı."
Caner yeniden güldü ve Meltem onu güldürebilmekten memnun oldu. Caner, eski bir anıyı hatırlamanın verdiği heyecanla konuştu.
"Hayatımın en aksiyonlu bir haftası falandı. Üzerinden kaç sene geçmesine rağmen bir de, düşün yani."
Meltem yaşananları hatırlayınca ona hak verdi. Sarman'ı karlı bir sabah, okulun önündeki çöp konteynırının yanında, balık kılçıkları karıştırırken bulmuştu. Üşümüş ve zayıf bir kediydi. Onu orada bırakmaya küçük yüreği el vermemişti. Montuna gizleyip onu okula sokmuş, sonra da kullanılmayan depolardan birine koymuştu. Bu sırrını bir tek Caner'e söylemişti. Caner ona destek çıkmış, neredeyse bir hafta boyunca gizlice onu beslemiş ve ilgi göstermişlerdi. Biri kapıda nöbet tutarken diğeri içeri giriyordu. Evden gizlice balık ve süt aşırıyorlardı. Tabiki sonunda yakalanmışlar ve ikisi de suçu üstlenmeye çalışmışlardı. Meltem, türk filmlerindeki gibi 'hayır ben yaptım!' diye bağırdıkları anı çok iyi hatırlıyordu. En sonunda kimseye ceza vermemişlerdi. Anne babası da Sarman'ın onlarla yaşaması konusunda izin vermişti Meltem'e. O gün bu gündür Sarman onlarlaydı. Aslında kendisinin olduğu kadar, Caner'in de sayılırdı o kedi.
Meltem konuşmayı devam ettirdi.
"Çok monoton bir hayatın varmış gibi konuştun. Hayatına heyecan katacak hiçbir şey yok mu?"
Meltem, sorusunun altındaki imânın anlaşılmasını isteyip istemediğinden emin değildi. Caner boştaki elini saçlarında gezdirdi.
"Yani... Bilmem ki. Sakinliği severim ben aslında, biliyorsun, ama..."
Meltem biliyordu.
"Ama?"
"Ama insan bazen de bir değişiklik aramıyor değil. Mesela... Senin, hayatında var mı bir değişiklik? Ne bileyim, sevgilin falan..."
Meltem nefes almayı unuttu ve yüzü kıpkırmızı kesildi. Kendi imâlı sorusu, ona direkt bir soru olarak geri dönmüştü.
"Hayır! Sevgilim falan yok."
Çok ani ve sert cevap verdiğini fark etti ve toparlamak için bir şeyler söylemek istedi ancak Caner'in yüzünde gördüğü o şey... Tebessüm müydü?
"O zaman senin hayatın da benimki gibi monoton olmalı."
Meltem emin olmak için sordu.
"Yani senin de mi sevgilin yok?"
Caner'in tebessümü büyüdü.
"Tam üstüne bastın."
Meltem gülümsemek istedi ama bunun doğru olup olmayacağından emin olamadı. Sonra gözü Caner'in elindeki sepete ve içindeki ekmeğe kaydı. Konuyu değiştirmek için iyi bir soru bulduğunu düşünerek sordu.
"Bu ekmeği seçmek için neden o kadar uğraştın? Normal bir ekmek işte."
Caner'in zaten kısık olan gözleri, bir şey fark etmiş gibi daha da kısıldı.
"Sen beni mi izliyordun?"
Meltem'in gözleri kocaman açıldı. Ahh, bu hatayı nasıl yapardı? Yer yarılsa ve onu koynuna alsa asla hayır demezdi şu anda!
"Ben... Hayır, yani gördüm sadece seni."
Ama yüzünün kızarıklığı ve kaçırıp durduğu gözleri onu ele veriyor olmalıydı.
"Hayır, sen beni izlemişsin!"
"İzlemedim Caner! Niye izleyeyim ben seni ya?!"
"Emin misin?"
Diye sordu. Meltem'in kalbi tekledi. Hep böyle olurdu. Caner bir şeyi iddaa eder, Meltem bir süre inkar ederdi. Caner 'emin misin' diye sorduğunda ise bakışlarına, tam şu anda gözlerinin önünde duran bu bakışlarına, dayanamayarak gerçeği itiraf ederdi. Nitekim şimdi de öyle oldu.
"Belki birazcık bakmış olabilirim."
"Sadece birazcık mı?"
Caner artık otuz iki diş sırıtıyordu. Meltem ise kıpkırmızı bir domatesti.
"Daha fazla kızarabilir miyim diye deniyorsan, hayır kızaramam. Şimdi beni utandırmaktan vazgeç lütfen."
"Ben bir şey yapmadım ki! Beni gözetleyen sensin!"
"Ya ne yapayım? Bir anda gördüm seni, şaşırdım, merak ettim, izledim. Beni görmeni de istemedim. Gitmeni bekliyordum buradan çıkmak için, o yüzden baktım sana."
Meltem, tam olarak her şeyi anlatmış olmanın verdiği şaşkınlıkla kalakaldı.
"Neden seni görmemi istemedin ki?"
Meltem gözlerini devirdi. Sonra hâlâ o çirkin hâliyle durduğunu fark edip en azından topuzunu açtı. Saçlarını hizaya sokmaya çalışırken cevap verdi.
"Sence neden? Şu tipime bak."
"Ne varmış tipinde?"
"Her yer her yerdenin vücut bulmuş hali gibiyim Caner."
"Bu şekilde dışarı çıkabiliyorsun da, bana mı görünmek istemiyorsun, Meltem?"
Meltem kendi adını onun ağzından duyunca ürperdi. Tabii bir de sorduğu soru...
"Yani... Sen tanıdığım birisin ya."
"Bu mahalledeki pek çok kişiyi tanıyorsun."
"Sen bana ne söyletmek istiyorsun?"
"Yıllar sonra seni bir yerde görsem, saatlerce seyrederim o güzel yüzünü. Ama kalkıp yanına gelirsem, şeytan görsün benim yüzümü."
Meltem'in nefesi kesildi. Bu dizeler zihninin çok gerilerinde kalmıştı. Caner nasıl hâlâ hatırlıyordu? Yıllar önce Meltem'in ağzından dökülmüştü bu sözler. Caner'e söylemişti, tam ayrılırlarken.
"Bunu söylediğimi bile unutmuşum. Gerçi bak, gelmedim işte yanına. Demek ki sözleri unutsam da, duygularım değişmemiş."
"Bense sözleri hatırlıyorum ve bu, yıllar içinde, duygularımın değişmesine neden oldu."
Meltem anlamaya çalışır gibi kaşlarını çattı. Caner elindeki sepeti yere bıraktı ve bu esnada derin bir nefes alıp verdi. Ellerini uzatıp Meltem'den bisküvileri alıp sepetine attı. Sonra Meltem'in ellerini tuttu. Meltem şaşkınlıkla olacakları beklemekten başka hiçbir şey yapamıyordu. Caner gözlerini Meltem'e dikip sordu.
"Seni kırdım ben değil mi? Hem de çok kırdım. Özür dilerim."
Meltem'in bir anlığına dili tutuldu. Karşısında af dileyen gözlerle ona bakan bir adet Caner vardı. Ellerini tutuyordu. Meltem böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordu.
"Yıllar önce olmuş şeyler için mi özür diliyorsun Caner? Çocuktuk..."
"Bu seni kırdığım gerçeğini değiştirmiyor ki. Fazlasıyla geç kalmış bir özür oldu, biliyorum. Meltem, o söylediğin cümleler bunca yıldır uçup gitmediyse benim aklımdan, demek ki vicdan azabı çekmişimdir her gün."
Meltem yıllar sonra yeniden tutuşan ellerine baktı. Bu karşısındaki, evet onun minik çocuk kalbini kıran kişiydi ama o kişi aynı zamanda ona aşkı da tattırmıştı. Şimdi de geçmiş karşısına özürünü diliyordu işte. Meltem ellerini çekip saçlarını kulaklarının arkasına attı. Sonra kollarını göğsünde bağladı. Yaşananlar ve kırgınlığı, hâlâ kalbinde yaraydı.
"Her gün vicdan azabı çekmek yerine bana yazabilirdin. Ya da başından terk etmezdin. Gerçekten, ayrılma sebebimizin bu olduğuna inanamıyorum ben hâlâ."
O günkü sohbetleri aklına doluştu Meltem'in. Caner'e taşınacaklarını söylemişti. Yeni bir hayat, yeni bir oda, yeni bir okul için ne kadar heyecanlı olduğunu anlatmıştı.
İnanılmaz değil mi Caner? Yeni odama yeni bir kitaplık alacakmışız. Yeni okulum da bir alışveriş merkezinin hemen yanındaymış. Gerçi... Seni özleyeceğim. Hep konuşuruz telefonda değil mi?
Kendi sesinindeki masumiyeti, umudu, saflığı hatırlayan Meltem'in gözleri doldu.
"Ben dünyanın en aptal çocuğuydum."
Dedi, yıllardır görmediği eski sevgilisine aşk itirafı yapmaya çalışan Caner. Meltem bu ironiye güldü.
Konuşamayız Meltem.
"Sana anlatmaya çalışmıştım Caner."
Neden konuşamayız?
"Biliyorum. Biliyorum ama sana inanmadım. Herkes bir şeyleri bir şekilde, hayatının bir döneminde öğrenir. Ben de mesafelerin aşka engel olmadığını seninle öğrendim."
Çünkü sen uzağa gidiyorsun. Uzaktan uzağa sevgi mi olur?
"Hey hey hey! Dur bakalım! Senelerdir görmedik birbirimizi, konuşmadık bile. Şimdi bir anda beni karşında görünce bu laflar..."
Neden olmasın ki? Sen dünyanın öbür ucunda olsan da ben seni severim. Sen beni sevmez misin?
"Biliyorum. Haklısın, çok ani olduğunu düşünüyorsun ama bir durup şu halimize baksana. Evden çıkmışız, senin deyiminle, her yer her yerde halimizle market ortasında durup çene çalışıyoruz. Bunca yıl geçmiş aradan ama hâlâ birbirimizi görünce heyecanlanıyoruz. Yani... Ben seni görünce heyecanlandım en azından. Hâlâ birbirimiz hakkında onca şey hatırlıyoruz. Tanıyoruz birbirimizi Meltem. En saf halimizi biliyoruz."
Bu işler öyle olmaz Meltem. Hem uzak kalıp hem sevgili olunmaz. O yüzden biz ayrılalım.
"Ya değiştiysek peki? Onca yıl geçti aradan. Büyüdük."
Ayrılalım mı? Bunu nasıl söylersin? Ben seni seviyorum.
"Denemeden bilemeyiz ki! Hem şu haline bir bak, yıllar önce yediğin kakaolu bisküvinin aynısını almışsın. Ne kadar değişmiş olabilirsin ki?"
Ben de seni ama unuturuz. Bana güven. Böylesi daha iyi olacak.
"Hadi ben değişmedim diyelim, ya sen değiştiysen?"
Yıllar sonra seni bir yerde görsem, saatlerce seyrederim o güzel yüzünü. Ama kalkıp yanına gelirsem, şeytan görsün benim yüzümü.
"Yıllar sonra seni bir yerde gördüm, saatlerce seyredebilirim o güzel yüzünü. Ve kalkıp yanına gitmezsem, şeytan görsün benim yüzümü."
Caner Meltem'e birkaç adım daha yaklaştı ve ellerini yine avuçlarına aldı. Meltem bu defa çekmedi ellerini. Yine eskiden olduğu gibi bir sıcaklık sardı bedenini. Bakışları kenetlendi birbirlerinin gözlerine. Sonra Caner fısıldar gibi konuştu.
"Bana söylediğin son sözleri bu şekilde değiştirdim. Kendime söz verdim. Eğer bir gün seni bir yerde görürsem yanına gelecektim. Özür dileyecektim."
Sonra biraz gülümsedi ve sözlerine devam etti.
"Sen değişmemiş olabilirsin ama ben bir zahmet değişmiş olayım zaten. Sırf uzaksın diye ilişki yürümez diyen o aptal çocuk yok artık. Büyüdüm. Öğrendim. Sen öğrettin. Gittin ama bendeki aşkı götürmedin."
Meltem'in dolu gözlerinin sebebi artık kırgınlık değil, mutluluktu. Caner yıllar sonra girip hayatına, yaralarını mı sarıyordu? Meltem emin olmak için sordu.
"Yani olur da yine gidersem..."
"Koşarak peşinden gelirim."
Meltem güldü.
"Tüm hayatını etkileyecek olan bu büyük eyleme tam olarak şu an mı karar verdin?"
"Tam olarak seni şurada gördüğüm ilk an karar verdim."
Meltem az önce evinde hissettiğini mi sanmıştı? Öyleyse şu an duyduğu aitlik hissi neydi? Sanki yıllardır içinde tuttuğu bir sıkıntı uçup gitmişti.
Aklına gelmişken sordu Meltem.
"Sen beni yüzümü görmeden nasıl tanıdın?"
Caner hınzır bir şekilde güldü.
"İnsanları gizlice gözetlemek konusunda hiçbir zaman iyi olmadın."
Meltem belki de onuncu defa kızararak başını önüne eğdi. Caner gülerek devam etti.
"İstersen sana bu konuda ders verebilirim. Seni markete kadar takip ettiğimi fark etmediğine göre, bu konuda baya başarılıyım bence."
Meltem bu sefer gülmeyle karışık bir kızgınlıkla başını kaldırdı ve Caner'e bir yumruk attı.
"Bunu yapmış olamazsın!"
"Yıllardır her gün düşündüğüm kızı karşımda görünce dayanmadım."
Meltem'in öfkesi kaybolup gitti. Gülümsedi.
"Bu laflara kandığıma inanamıyorum."
"Meltem..."
"Hı?"
"Ama sen de bir şey söyle! Burada tonla laf döktüm kendimi affettireceğim diye. Affettin mi beni?"
Caner başını hafifçe yana eğmiş, masum masum Meltem'in suratına bakıyordu. Nasıl affedemezdi ki Meltem onu? Hâlâ yüreğini çarptırıyordu onun bakışları.
"Affettim."
Dedi.
"Meltem..."
"Hı?"
"O zaman... Yeniden denemeye var mısın?"
Meltem bunu planlamamıştı. Buraya taşınırken onu yeniden göreceğini, bu şekilde konuşacaklarını, böyle hissedeceğini düşünememişti. Evet, Caner aklına gelmişti ama en fazla bir sokakta yürürken onu görüp yolunu değiştireceğini sanmıştı. Olayların buralara gelmesini hiç beklemiyordu.
Caner'in, içindeki ev hissini tamamlayacağını hiç beklemiyordu.
Bir kakaolu bisküvinin, onu yeniden aşkına kavuşturmasını beklemiyordu.
Anlaşılan hayat insana beklemediği oyunlar oynuyordu.
"Varım."
Dedi Meltem. Caner yine en büyük gülümsemesini sergiledi. Meltem'in yüzüne düşen bir tutam saçı geri attı.
"Meltem..."
Dedi.
"Ay yine ne var? Efendim?"
"Yok bir şey. Adını söylemek hoşuma gidiyor."
İkisi de güldü.
"Caner..."
Dedi Meltem, 'e' harfini tatlı bir tınıyla uzatarak.
"Efendim?"
"Sarman'ı görmek ister misin?"
Caner sırıttı.
Bir hafta sonra köşedeki beyaz duvarın sahibi, canım duvarını yeniden ve yeniden beyaza boyamakla meşguldü. Bu sefer, kırmızı bir kalbin iki yanına C ve M harfleri yazılmıştı. Yalnız öncekilerden farklı olarak bu defa, yazıyı her kim yazdıysa, duvarın dibine sahibi için bir paket kakaolu bisküvi bırakmıştı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top