KK🔸48

2 ay sonra ben geldim <3

10.09.22

Beklettiğim için üzgünüm bu yüzden süslü cümleler kuramayacağım. Düzene gireceğimizi umuyorum. Son 2-3 aydır gerçekten çok yoğundum. Sabrınız için teşekkür ederim.

Yorumlarda görüşmeyi diliyorum. İyi okumalar.

🔸

Eğer Münire uyandırmasaydı akşama kadar uyuyabilirdim. Saat dokuza doğru beni sarsarak uyandırdığında uykumu henüz alamadığım için birkaç dakika boyunca yatağın içinde tavanı izledim. Bugünkü planı çoktan yapmışlardı: Sabah ailecek bir kahvaltı yapıp Mardin'i gezmeye çıkacaktık. Haydar'ın ailesi ile Dicle'nin ailesi bizden ayrı dolaşacaktı. Böylesi daha iyiydi, daha rahat gezebilirdik.

Elimi yüzümü yıkayıp çantamdan çiçekli elbisemi çıkardım. Giymek bir türlü nasip olmamıştı, demek Mardin'e kısmetmiş. Üzerimi değiştirip odadan ayrıldım. Gece geldiğimiz için etrafı da inceleyememiştim ama gündüz gözüyle bakınca konak daha çok hoşuma gitmişti. Tıpkı dizilerde gördüğüm evlere benziyordu. Merdivenlerden inerken bahçenin ortasına uzun bir masa kurulduğunu gördüm. Kızlar bahçe salıncağına oturmuş sohbet ediyorlardı. Erkekler ise ortalıkta görünmüyordu. Orta yaşlı iki kadın ise üzeri yeterince dolu olan kahvaltı masasına yeni lezzetler bırakıyordu.

"Prenses uyanmış nihayet!" Münire'ye bön bön baktım. Beni uyandırdığında saat 9 bile değildi.

Hüma kol saatine 2-3 defa vurarak "Gezmeye çıkacağız." dedi. "Erkenden kahvaltı yapalım."

"Erkeklerin hiçbiri ortalıkta görünmüyor." diye söylendim.

"Salondalar." dedi Dicle. "Babamla sohbet ediyorlar."

"Münire sen de gitseydin yanlarına." Bir salatalık dilimi alıp ısırdım. Bu esnada Münire cümlemin ne anlama geldiğini kavramaya çalışıyordu.

"O nedenmiş?"

"Haydar ve Dicle'den sonra sıra size gelecek çünkü."

Kaşlarını çattığını görünce güldüm. "Kaşınma istersen Beyza." Yüzüme sahte bir korku ifadesi yerleştirdim.

"Onu bunu bırakın da," diye araya girdi Dicle. "Süleyman neden gelmedi?"

Şaşkın bir ifadeyle Hüma'ya baktım. "Süleyman gelmedi mi?"

Başını iki yana salladı, yüzü düşmüştü. "Çok ısrar ettim ama istemedi. Daha yeni kaynaşıyoruz, kendimi rahat hissedemem falan dedi."

Aslında haklıydı. Bir anda çok kalabalık bir ortama girmişti ve birçok olaydan habersizdi.

"Alışacak alışacak." dediğimde içten olmasa da gülümsedi.

"Umarım."

Gelen erkek sesleriyle arkama döndüm. Bizimkiler Harun Bey'le birlikte kahvaltı masasına doğru yürüyordu.

"Günaydın kızlar." Harun Bey sevecen bir ifadeyle bize bakıyordu, daha doğrusu bana. "Hoş geldin kızım."

"Hoş buldum." diye karşılık verdim. Masanın başına oturduğunda bizler de boş sandalyeleri doldurmaya başladık.

"Kahvaltıdan sonra biraz dolaşalım diyoruz." Doğan, kardeşiyle Haydar'ın arasında oturuyordu. Tanışmadığım ama Haydar'ın annesi olduğunu tahmin ettiğim kadın güleç bir ifadeyle Dicle'yi izliyordu. Bu durum hoşuma gitti.

"Biz dünürlerle birlikte gezeriz." Harun Bey'e baktım. Oldukça demli bir çay içiyordu. "Sizin hızınıza yetişemeyiz."

Araya girerek "Umarım rehberimiz bir rota belirlemiştir." dedim.

Doğan teessüf ederim temalı bakışlarını bana çevirdi. "Sadece keyfini çıkarmaya bak."

"Göreceğiz." diyerek güldüm.

"Öğleden sonra güzel bir mırra içeriz." Doğan'ın bahsettiği mırra kahvesini duymuştum. Babam ve amcamlar gençken gezi amaçlı Mardin'e gittiklerini söylemişlerdi. Mırra aklımda oradan kalmıştı.

"Acı olmuyor mu o?" diye sordu Münire. Zaten kahvenin özelliğinin bu olduğunu sanıyordum. 

Doğan muzip bir ifadeyle ona baksa da çabucak toparlanarak "Evet acı." dedi. "Ama istersen seninkine şeker atabiliriz."

"Ama o zaman ismi mırra değil şekerli Türk kahvesi olur." Münire Dicle'ye keskin bakışlarından birini atarak kahvaltısına devam etti. Masada o kadar güzel şeyler vardı ki hepsinden azar azar yemezsem içim rahat etmeyecekti ama tabi ki bu imkansızdı çünkü tabağımdakileri bitirdiğimde çoktan doymuştum.

Yaklaşık yarım saat süren kahvaltı merasiminden sonra vakit kaybetmemek için bir an önce çıkalım dedik. Ben zaten hazırdım, elbisemi uyandığımda giymiştim.

"Ya şapkamı almayı unutmuşum!" Hilal söylenerek odanın merdivenlerinden indiğinde alttan alttan güldüm.

"İstersen Süleyman'ı ara ilk uçakla getirsin." Bana ciddi misin temalı bir bakış atarak bir cevap vermeden yanımdan geçti. Aslında benim korkmam gerekiyordu çünkü aralarında en beyaz tenli bendim.

"Biz çıkıyoruz çocuklar." Üzerine spor bir tişört ve şort giyen Haydar'ın babasını görünce gözümün önünde Barlas amcam canlandı. Ruhlarının her daim genç olması çok güzeldi. Harun Bey şort giymese de onu içinde canlandırdığım kumaş pantolonun aksine krem, spor bir pantolon ve yeşil bir tişört giymiş; üstelik güneş gözlüklerini yakasına asmıştı. Bu halleri beni gülümsetti.

"İyi eğlenceler." dedim gülümseyerek. "Biz de birazdan çıkarız." Bahçe kapısından çıktıklarında yüzümdeki gülüş kayboldu ve hafifçe kaşlarımı çattım. "Nerede kaldı bunlar ya! Erkekler bile bizden daha yavaş hazırlanıyor."

Cümlem biter bitmez bizim sağ tarafımızda kalan odanın kapısı açıldı ve sırayla Doğan ve Haydar dışarı çıktı. Reha ve Alperen'in odası diğer tarafta olmalıydı.

"Ağaç olduk burada." diye söylendim. "Ne baktınız kendinize ya!" Haydar söylediklerimi sinir bozucu bir şekilde taklit ederken tişörtünün eteklerini şortunun içine sokmaya başladı. Tıpkı babası gibiydi.

"Geldik işte." dedi rahat bir tavırla.

"Sen böyle her yere geç mi kalacaksın?"

"Kayınço bize söyleniyorsun ama sevgilin hala ortalıkta yok."

Etrafa bakınarak Münire'yi aradı, hala inmediğini görünce göt oldum bakışını sergileyerek bahçe salıncağına oturdu. "Arkadaşlar ilk rotamızı söylüyorum."

Anlatmaya başlayamadan Haydar araya girdi. "Şöyle şelale melale, ne bileyim üstümüzden su akan bir yer varsa oraya gidelim. Ben daha şimdiden bunaldım lan! Bu nasıl sıcak!"

"Sus lan hıyar. Sanki İstanbul'da hiç güneş açmıyor." Haydar ağzının payını alarak geri çekildiğinde Doğan planımızı anlatmaya başladı. Bu sırada kızlar da nihayet odalarından çıkmış bahçeye iniyordu. "Konumumuza en yakın yer olan Dara Antik Kenti'ne gideceğiz."

"Dara Antik Kenti mi?" diye sordu Hilal. "Duymamıştım."

"Google'a Breaking Bad 1 sezon 1 bölüm yazana kadar Türkiye'nin eşsiz güzellikleri yazsaydın biliyor olurdun."

Kendimi tutamayıp sessizce güldüm. Hilal bir elini beline koyarak Doğan'a çemkirdi. "Sen nereden biliyorsun benim hangi diziyi izlediğimi?"

"Münire ile aynı Netflix hesabını kullandığınız için oradan gördüm."

"Bu sosyal medyaya tecavüz yalnız."

Haydar güneş gözlüklerini takarak "Bir tecavüz edilmeyen sosyal medya kalmıştı." dedi. "Boşver şimdi rotayı anlatmayı. Dümdüz gidelim hangi tarihi yerler, doğal güzellikler varsa girip bakıp çıkalım."

Bu kez Dicle araya girerek "Pek bir hevessizsin bakıyorum Haydar." dedi. "Biz zaten gezdik buraları biliyoruz yani, sizin için çıkıyoruz ."

"Canım sen niye sinirlendin şimdi? Ben istemez miyim Dara Antik Kenti'nin önünde seninle fotoğrafımızın olmasını?" Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu çocuk gerçekten alemdi.

"Size plan oluşturanda kabahat." Doğan ayağa kalkarak masanın üzerine bıraktığı anahtarını aldı. "Tek araba gidelim."

"Öyle bir araban var mı?"

Doğan Haydar'ın omzuna elini koyarak "Sence yok mu?" diye sordu

"Allah'ım ne kadar şanslıyım!"

Doğan Haydar'ın ensesine hafifçe vurarak samimi bir şekilde güldü ve bahçe kapısını açarak eliyle bize kış kış yapmaya başladı. "Hadi dökülün bakalım. Abiniz sizi gezdirecek."

Biz konuşurken Reha da aşağı inmişti. Bugün şort giymek için erkekler anlaşmıştı sanki. Dicle'nin babası ve Doğan hariç tüm erkekler dizlerine kadar şort giymişti. Bu havada başka türlüsü bunaltıcı olurdu gerçi.

Hediyelik eşya dükkanlarına girdiğimizde Reha'nın kupa koleksiyonu için bir bardak almayı düşünüyordum. Umarım aklımdan çıkmazdı. Gerçi unutacağımı düşünmüyordum. Bir şehir bir kupa temalı koleksiyonunun içinde benim hediyemin de olacak olması beni heyecanlandırmıştı. Kendimi aylar önce doğum gününde aldığım kupayı ona hediye ederkenki gibi hissediyordum.

Hafif bir müzik eşliğinde Doğan'ın bahsettiği Dara Antik Kenti'ne vardık. Aslında böyle bir havada gezi yapmadan önce kırk kere düşünmemiz gerekiyordu ama şartlar uygun düşmemişti. Güneş gözlüklerimi takarak arabadan indim. Doğan hepimizin aynı arabayla gideceğini söylediğinde kucak kucağa oturacağımızı hayal etmiştim ama arabasının arkası bayağı büyüktü ve karşılıklı koltuklar vardı. Barlas amcamın da böyle bir arabası olduğunu hatırlıyordum. Şu anda yoktu ama Alanya gezisine gittikleri fotoğraflarda onların da kalabalık bir şekilde böyle bir arabayla yolculuk ettiklerini görmüştüm.

"Ay çok güzel!" Hilal fotoğraf makinesini çıkararak etrafımızdaki güzelliklerin fotoğrafını çekmeye başladı.

"Gerçekten ot gibi yaşadığımızı düşünüyorum arkadaşlar." Haydar cümlesini kurduktan sonra selfie çekmeye başladı. Dicle'nin bakışlarının üzerinde olduğunu hissedince "Bekle hayatım, birazdan seninle de çekileceğim." dedi.

"Sağ ol Haydar ya, gerçekten."

Onları antik kentin ön tarafında bırakıp ilerlemeye başladım. Bizim gibi gezmeye gelmiş olan birkaç kişi daha vardı.

"Burada yaşamak ister miydin?" Yanımda yürüyen Reha'ya yandan bir bakış attım.

"Asıl sen Ankara'da yaşamak ister miydin?"

"Ankara ne alaka şimdi?"

"Ankara'nın sıcağı bence buradan daha bunaltıcı." dedim.

"Doğrudur. Orada kış da çok sert geçiyor değil mi? Sömestrde baya soğuktu."

"Evet. O daha ne ki? Yürürken sanki yüzüme tokat atıyorlar."

"O derece yani?" Kolunu belime dolayarak yürüyüşümüzü yavaşlattı. "Bu yüzden evlendikten sonra deniz kenarında yaşayabiliriz."

Gülümsedim. "Hayır demem. Deniz olmayan yerlere çok doydum zaten." Evlilik dediğinde konuyu bu kez kapatmamış olmam beni şaşırtmıştı.

"Eğer mezun olduktan sonra hemen atanamazsam bir sene İzmir'de kalacağım. Sözleşmeli falan çalışırım."

Gözlerimi kısarak ona baktım. "Bunu benim için yapmıyorsun değil mi?"

"Bursa'da çalışacağıma senin olduğun yerde çalışırım."

"Ders çalışabilecek misin? Bir yandan da kafe var."

"Kafeyi Alp'e emanet ediyorum. Aklım arkada kalmıyor. Hem İzmir'de kurulu bir düzenim var. Eğer sen kalmak istersen ben yıllarca orada kalabilirim."

Yürümeyi bırakıp onu yanağından öptüm. "İyi ki varsın sevgilim."

Belimi daha sıkı kavradı ve telefonunu çıkarıp ikimizin fotoğrafını çekti. "Sen de iyi ki varsın bir tanem. Seninle gezeceğimiz o kadar çok yer var ki..."

"Daha önce gittiğin şehirlere benim için tekrar gider misin?" diye sorduğumda güldü.

"Giderim tabii! Seninle her yere giderim."

Birbirimize aşkla bakarken Doğan'ın birkaç metre öteden gelen sesini işittim. "Yeter bu kadar fotoğraf çektiğiniz! Hadi son kez bakın gözünüzü doyurun. Herkes arabaya!" Gülümseyerek gözlerimi devirdim.

"Doğan ve Haydar amcalarımın aynısı gerçekten."

"Haydar'ı Eray amcana benzettiğine eminim." dediğinde başımı salladım.

"Zaten iyi anlaşıyorlar fark ettiysen."

"Huy çekiyor huy."

Dara Antik Kenti'nden sonra Doğan bizi bir medreseye götürdü. Yol üzerindeki mekanlarda durmamız daha mantıklı iken uzakta olan yerleri seçip oralara gitmesi hayret ediciydi. Hatta Haydar bir ara "Senin benzin fiyatından haberin yok herhalde. Dursana oğlum şurada, şu hayrattan bir su içelim." dediğinde hepimiz gülmüştük.

"Kaç kere geleceksin Mardin'e adam gibi soruyorum, cevap ver."

Haydar başını öne doğru çıkararak Doğan'a arkadan yaklaştı. "Vallahi düğünden sonra bir daha gelmem herhalde."

"Kırarım lan ağzını yüzünü. Ne demek bir daha gelmem?"

Haydar bu kez ön koltukta oturan Münire'ye döndü. "Duy duy, evlendikten sonra Mardin'de yaşayalım diye ısrar etmezse adım Haydar değil."

"Valla ben Mardin'i çok beğendim. Ömür boyu yaşamak istemesem de senede birkaç defa gelebilirim." Doğan Münire'nin söyledikleri hoşuna gitmişçesine gülümsedi. Duymak istediği de buydu bence.

Zinciriye Medresesi'nde de bir ton fotoğraf çekildikten sonra nihayet mırra içmek için Doğan bizi bir kafeye götürdü ama sıradan bir kafe değildi. Birçok yerde gördüğümüz mimari tasarımlar mekanın içini ve dışını heybetli bir şekilde süslemişti.

"İçmeyecek olan var mı?" Hepimiz başımızı iki yana salladık. Doğan Münire'ye eğilerek bizim duyabileceğimiz bir sesle "Seninkinin yanına kesme şeker attırayım mı?" diye sordu.

"Doğan sinirlendirme beni." Gitmeden önce Münire'yi şakağından öptü.

"Limonum benim."

Birkaç dakika sonra kulpsuz özel fincanlarla getirilen mırraları afiyetle içtik. Başta şekersiz ve acı geldiği için hayıflanan Münire bile fincanını bitirdiğinde dudaklarını yalıyordu. Gece karanlığına kadar birçok yeri gezdik. Hatta Doğan bir iki yerde yalnızca camları indirerek "Alın bakın burası Ulu Cami. Şurada da bir tane medrese var." diyerek arabadan inmemize izin vermemişti. Böyle bir tur rehberi takdir edilmeliydi.

Saat on ikiyi geçerken sessizce bahçe kapısını açarak bahçeye girdik. Salonun ışıkları hala açıktı. Büyükler sohbete doymamıştı anlaşılan. Ailelerin kaynaşması hem bizi hem de Haydarları oldukça mutlu etmişti. Ön yargıları nihayet yıkıldı diye düşünüyordum.

"Hadi iyi geceler. Ben bir duş alıp uyurum." Haydar'a ve arkasından giden Alp'e iyi geceler diledik.

Çektiği fotoğraflara baka baka merdivenden çıkan Hilal ise bize hiç bakmadan "İyi geceler efendim." diyerek gözden kayboldu. Bahçede yalnızca dördümüz kaldığında sırt çantamdan Reha için aldığım kupayı çıkardım.

"Bunu senin için aldım." Özenle paketlettirdiğim kutuyu eline alırken yüzünde sevilesi bir gülümseme vardı.

"Ne bu?"

"Her baktığında beni hatırlayacağın bir şey."

"Ben zaten baktığım her yerde seni görüyorum." Paketi açtığında içinden motifli, çeşitli renklerle boyanmış şirin bir kupa çıktı. "Bana aldığın ikinci bardak." Gözlerini yüzüme çevirdi. "Teşekkür ederim Beyza. Benim aldığım en güzel hediye sensin. En güzelisin." Başını kaldırıp konağın etrafında biri var mı diye kontrol etti. Doğan ve Münire biraz ilerimizdeki salıncağa oturmuş sohbet ediyordu. Bunu fırsat bilerek hızlıca dudaklarıma kısa ama sert bir öpücük bırakarak geri çekildi.

"En güzelisin." diye karşılık verdim.

Hikayemizin sonunda mutlu olacağımıza emindim. Çünkü bize inanıyordum. Dicle ve Haydar gibi ya da Doğan'la Münire gibi kısa sürede evlilikle taçlandırmak istediğim bir ilişki değildi bu. Her şey vaktinde ve yerinde güzeldi bana göre. Bundan 3 yıl sonra ya da 5 yıl sonra nerede ne şekilde olurduk bilmiyorum ama eminim ilerde ben de çocuğuma annemin bana bıraktığı gibi bir defter bırakacaktım. Belki benim çocuğumun amcaları da bebeğimi başka bir meyveye benzetirdi. Kiraz gibi, vişne gibi...

Hayalini kuruyordum çünkü gerçek olacağına emindim.

*

Umarım beklemeye değer bir bölüm olmuştur. Sürekli açıp ekrana dakikalarca baktığım ama devamını getiremediğim bir bölüm oldu. Kafamın içinde işle ilgili şeyler dönerken hiç odaklanamadım. Düzen oturttuğuma inanıyorum. Umarım sonraki bölüm daha kısa sürede gelecektir. Sizleri seviyorum, yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın.

Sorunuz varsa buraya bırakabilirsiniz <3

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top