KK🔸16

g e l d i m 🐾

Bir duyurum var: Temmuz ayı içinde artık haftada bir gün, Perşembe bölüm gelecek. Doyurucu bölümler yazmaya çalışacağım ve İnstagram'da aktif kalmaya özen göstereceğim. Ağustos'ta tekrar eski düzene döneceğiz ama 2-3 hafta hikaye yazmaya vaktimin az olacağı bir süreç olacak. Anlayışınız için teşekkür ederim. ❤️

Bazı sorularınızın cevap bulacağı bir bölüm olmasını diliyorum. Yorumlarda görüşelim.

Bölüm şarkısı : Duman-Bu Aşk Beni Yorar 🎵

Keyifle okuyun.

🔸

Hiç böyle düşünmemiştim. Böyle -elimde olmayan bir sebeple- öğreneceğini düşünmemiştim işte. Hüma ile çaresizce bakıştık. Hala telefonun diğer ucundaydı. Cevap vermediğim için bir kere daha seslendi.

"Ecrin, endişe etmene gerek yok." dese de rezil olmuşum gibi hissediyordum.

"Arif seni dövdürmek için birini tutmuş." dedim kısık sesle. "Dikkatli ol lütfen." Telefonu kapatıp arkamdaki duvara yaslandım.

"Korkma bence. Ben konuşurum onunla istersen." Hüma'ya bakmadım bile. Yanımda ona yazan bir kızdan bahsetmesine rağmen 'o bendim' dememiştim. Şimdi ben söylemeden öğrenmişti. "Hadi derse gidelim. Yeni başlamıştır."

Başımı salladım. Telefonu cebime tıkmıştım. Belki yazmış ya da aramıştı ama görmek istemedim. Sınıfa girince Arif'e öfkeli bir bakış attın. Hepsi onun yüzündendi, ahmak herif!

🔸

Esintili rüzgar açıkta kalan ensemi okşadı. Hava kararmak üzereydi ve yurdun karşısındaki merdivenlerde oturuyorduk. Elimizde kahve ve çikolata vardı. Muhtemelen akşam yemeğini yiyemeyecektim.

"Bu cuma sinema yapalım mı?" Hilal'e ben hariç hepsi olur yanıtı verdi. Benim için fark etmezdi. Birlikte ve mutlu olmamız yeterliydi. Kucağımdaki telefonumun ekranını açtım. Bildirim yoktu. Reha tahminlerimin aksine hiç yazmamıştı. Tepkisiz kalması iyi değildi.

"Abim bu sabah Mardin'e döndü." Münire ve Dicle önümüzdeki basamakta oturuyordu. Dicle'nin cümlesinden sonra Münire ona baktı.

"Hayret, burada kalıp sana gardiyanlık yapar sanmıştım."

"Geri döneceğini söyledi."

"Aman eksik kalsın."

Hilal koluyla beni dürttü. "İçsene kahveni."

"İçiyorum." dedim tebessüm ederek. Açıkçası kantin kahvelerini artık sevmiyordum. Reha ile içtiğim kahveler gibi değillerdi sanki.

"Hüma'yı da çağırırsın cuma günü." dedi Münire.

"Çağırırım."

"Kızlar Emirhan'la ayrılalı neredeyse 16 gün oldu ve içim daha rahat artık." Hilal arkasından omuzlarını tuttu ve masaj yapmaya başladı.

"Aferin benim civcivime."

"Ya sus!" diyerek Hilal'in ellerinden kurtuldu. "Beni civciv diye severdi."

Hilal "Hay ben böyle işe ya!" diye söylendi ve kahvesini içmeye devam etti. Bense içmekten vazgeçip karton bardağı yan tarafıma bıraktım. Telefonumun bildirim sesini duyunca hızlıca ekranı açtım. Reha mesaj atmıştı, hem de WhatsApp'tan.

0541******
Ecrin?

Derin bir nefes alıp yanıt yazdım. Yazmak için neden 7 saat beklemişti acaba?

Ben
Reha?

Reha Müsaitsen yurduna gelebilir miyim?

Kaşlarımı şaşkınlıkla kaldırdım. Bu, yüz yüze konuşalım mı demekti?

Ben
Müsaitim ama zahmet etme. Telefonda konuşabiliriz.
Reha
Gelince yazarım.

Sohbetten çıkınca 'tamam' yazıp ekranı kapattım.

"Ben yemek yemeyeceğim, yukarı çıkıyorum." diyen Dicle çoktan ayaklanmıştı. "Ders çalışmam lazım. Siz oturun isterseniz."

Yanımda oturan Hilal kahvesini tek dikişte içti ve "Ben de geliyorum." diyerek ayağa kalktı. "70 sayfam daha var."

"Oo, iyi çalıştın dün desene." dedim gülerek.

"İyi çalıştın." deyip sırıttığında ona bön bön baktım. Esprisi o kadar komik değildi ki, yurdun bahçesine girene kadar arkasından bakmıştım. Münire üst basamağa çıkıp yanıma oturduğunda yüzümü ona çevirdim.

"Cumartesi eğlendin mi?" diye sordum. Elini çenesine yasladı.

"Eğlendim."

"İçin rahat olsun, üzme kendini artık." dediğimde bana tebessüm ederek baktı.

"Toparlanıyorum." Başını omzuma yasladığında gülümsedim ve ben de başımı onun başına yasladım. "Bazen erkek düşmanı olduğumu hissediyorum. Tabi öyle değilim sözde ama nerde sırıtan bir erkek görsem içimden 'aha bu piç gülüşü kesin' diyorum."

Sessiz kaldım. Belki de Doğan ile zıtlaşma nedeni buydu. Sonuç olarak sırf okumak istediği için kardeşini döven bir adamdı ve o gün Dicle'ye iyi davrandı diye bunu yok sayamazdık.

"Baksana," diyerek doğruldu ve gözlerini kısarak bana baktı. "Reha denen adamla aranda ne var?"

Bakışlarımı kaçırıp etrafa bakındım. Görünürde Reha'nın arabası yoktu. Münire'nin bu soruyu neden sorduğunu düşündüm. Büyük ihtimalle cumartesi günü sarıldığımızı görmüştü. Neden daha önce sormadığını anlamamıştım ama pek önemli değildi. Reha ile aramızda olan tek ilişki arkadaşlıktı.

"Nereden çıktı bu?" diye sordum. Bakışlarım hala sokağın başındaydı.

"Nereden mi çıktı? Adama özel hediye yaptırdın." Kaşlarımı çatarak ona baktım. Sinirlenmemiştim tabi ki, yalnızca haklı olmadığını belirtmek istemiştim.

"Sadece bardağın üzerine adının baş harflerini yazdırdım. Üstelik gayet klişe bir hediyeydi."

"Ama sarılmanıza neden olacak kadar da özeldi." dedi sırıtarak. Kaşlarımı çatmayı bıraktım ve önüme döndüm. Bu soruyu kendime ben bile sormamıştım. Münire benden daha önce davranmıştı.

"Öyle bir şey yok." dedim. "Arkadaşız."

"Tabi anlatmak zorunda değilsin. Sadece arkadaşlıktan daha öte bir şeyler hissettim aranızda. Bu yüzden sordum." Kaşlarımı kaldırdım. Bunu yalnızca o gün sarıldığımız için mi düşünmüştü merak ediyordum. Bu yüzden dikkatli bakışlarımı ona çevirdim.

"Nasıl anladın bunu?" Sırıtarak omzuyla kolumu dürttü.

"Sana sarıldığında onun yüzünü gördüm. Gülümsüyordu."

"Ee?" dedim başımı sallayarak. "Normal değil mi? Doğum günü hediyesini vermiştim. Mutlu olmuştur."

"İnsanların içinde öylesine bir erkek arkadaşımdan hediye alsam ben de ayıp olmasın diye gülümserdim ama orada yalnızdınız ve sana sarıldığında gözlerini kapatmış gülümsüyordu. Bunun ne demek olduğunu sokaktaki herhangi bir çocuğa sorsan o da bilir."

"Bıdı bıdı bıdı bıdı." diyerek onu taklit ettim. Söylediklerine cevap vermek istemiyordum çünkü. Reha ile arkadaşlık dışı bir şey düşünmek riskli geliyordu. Henüz bir erkeği sevmeye hazır değildim.

"Sen sustur beni sustur. Bir ay sonra görüşürüz."

Omzumu silktim. Hiçbir şey olacağı yoktu. Haftaya sınavlarımız başlıyordu ve muhtemelen vizeden sonra finale kadar da 3-4 defa bir araya gelip ders çalışırdık. Zaten dersi başarıyla verdikten sonra okulda denk gelirsek görüşürdük diye düşünüyordum. Tabi ki bunun olmasını istemezdim. Bana kalsa Kahve Kulübesine her gün gidip onunla kahve içebilirdim ama bunun sebebini sorgulamıyordum. Eğer sorgularsam içinden çıkamazdım de Münire'nin düşündüğü gibi hissetmek istemiyordum.

Etrafımda örnek olmayan erkek modelleri o kadar fazlaydı ki güvensizlik yaklaşmam kendime göre haklı bir sebepti. Bu Reha'ya haksızlık mıydı bilmiyordum ama onu henüz tanımıyordum ve yalnız kaldığımızda ders çalıştığımız için birbirimizle ilgili özel sohbetlere girmemiştik bile. Eğer benimle ilgili daha özel sorular sorsaydı acaba diye düşünebilirim ama biz birbirimizi tanımıyorduk, tanımaya da çalışmıyorduk. Son yalnız kalışımızda bile Hüma ve Saffet hakkında konuşmuştuk.

"Hadi biz de yurda çıkalım." diyerek ayağa kalktığında düşüncelerimden sıyrıldım.

"Sen git. Ben birazdan gelirim." dedim.

"Eğer yemek yersen çağır beni." dediğin de başımı salladım. Münire yurda çıktıktan 5-6 dakika sonra az önce dikizlediğim yolda Reha'ın arabası göründü.

Evet Ecrin başlıyoruz, hazır mısın?

Dizlerimden destek alarak ayağa kalktım. Üzerimde lacivert, paçaları lastikli bir eşofman altı ve beyaz bol bir tişört vardı. Hırkamı da yanıma almıştım ama oda zaten çok sıcak olduğu için dışarıdaki esintili havanın tadını çıkarmak için kıçımın altına koymuştum. Hazır aklıma gelmişken yerden hırkamı ve yarısını bile içmediğim kahve bardağını alarak merdivenlerden inmeye başladım. Reha hemen merdivenlerin dibine arabasını park etmiştim. Muhtemelen dışarıda olduğumu bilmiyordu.

Elimdeki kahveyi arabanın hemen yanındaki çöp kutusuna attım. Telefonunun ışığını gördüğümde beni arayacağını veya mesaj atacağını anladım. Bu yüzden beni görmesi için eğildim ve camı tıklattım. Bakışlarını bana çevirdiğinde gölge düşmüş yüzünü seçmeye çalıştım ama bir şey fark edilmiyordu. Tıkladığım camı aşağı indirdi ve "İçeri gelsene." dedi. Arabaya binmeden önce hırkayı üzerime geçirdim ve kapıyı açıp koltuğa oturdum.

"Hoş geldin." dedim ona bakmadan.

"Arif'i haber verdiğin için teşekkür ederim." dediğinde başımı salladım. Ona bakmak için henüz cesaretim yoktu.

"Bir sorun oldu mu?" diye sordum.

"Bir şey olmadı. Sen bunu boş ver de, buraya neden geldiğini biliyorsundur değil mi?"

"Hı hı." dedim kısık bir sesle.

"Ecrin bana bakar mısın?" Düz saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım ve başımı ona çevirdim. Bedenini hafifçe bana çevirmişti. Üzerinde sabah giydiği kıyafetler yoktu. Aslında benim gibi eşofman giydiğini görünce sırıtmak istedim ama kendimi tuttum.

"Reha biliyorum oldukça saçma bir durumdu. Yaptığım için pişmanım ama sanırım artık çok geç." Ses tonumdan ne kadar pişman olduğumu anlıyor muydu bilmiyordum ama bunu hissetmesi için elimden geleni yaptım."

"Ecrin o soruyu bana kimin için sorduğunun farkındayım ama o gün kafede ders çalışırken sana bu konuyu açtığımda keşke o mesajı atan bendim, deseydin." Haklıydı. O gün söylemediğim için çok pişmandım zaten.

"Biliyorum. Ne desen haklısın." dedim durgun bir sesle.

"Ben bunları üzülmen için söylemiyorum. Doğru olanın bu olduğunu düşündüğüm için söylüyorum. Eninde sonunda numara konusu açılacaktı çünkü biz arkadaşız. Ben arkadaşım olduğun için seni doğum günüme çağırdım. Arkadaşım olduğun için seninle birlikte kahve içiyorum, seninle sohbet ediyorum. Eninde sonunda ben tekrar numaranı isteyecektim. O zaman ne bahane uyduracaktın?"

Utanmam normal miydi?

"Ama bu mecbur olduğum için ürettiğim bahaneydi. Yaptıktan sonra çok saçma olduğunun farkına vardım ama..." dedim ve sustum. Hüma'nın üzülmesini istemedim diyemedim. Gerçi zaten bunu Hüma için yaptığımın farkındaydı.

"Bakışlarını kaçırmane gerek yok, üzülmene de. Keşke senden duysaydım, dert ettiğim tek şey bu. Yoksa öyle çok büyütülecek bir olay değil." Karanlıkta siyah gibi görünen kahverengi gözlerine baktım. Şu anda ışıklı bir ortamda olabilmeyi ve kahvenin en güzel tonundaki gözlerine bakabilmeyi çok istedim. Beklediğim gibi bir tepki vermemişti neyse ki. Bu beni birazcık da olsa rahatlatmıştı.

"Yine de kusura bakma." dedim samimi bir sesle.

"Neyse..." dedi nefesini vererek. "En azından numaranı almış oldum." Ona baktığımda gülümsediğini gördüm. Dişlerini göstermeden oldukça samimi ve tatlı bir tebessümdü.

"Bardağını kullandın mı?" diye sorduğumda bana sorgulayıcı bir bakış attı. Niyetim sadece konuyu değiştirmekti. "Sana aldığım kupadan bahsediyorum."dedim.

"Hayır kullanmadım ama odamdaki yerini aldı. Benim kupa koleksiyonum var da."

Kaşlarımı kaldırarak gülümsedim. "Gerçekten mi? Kaç tane var?"

"Birkaç tanesi ortaokuldayken oradan buradan hediye olarak gelmişti. Daha sonra gittiğim şehirlerden de birer birer almaya başladım." Ben de bedenimi ona çevirmek için koltuğa değmemesine özen göstererek ayağımı bacağımın altına aldım.

"Kaç tane şehir gezdin?"

"7 sanırım. Bu yaz bir yere gidemedim ama."

"Her sene gidiyorsun yani?" diye sorduğumda başını salladı.

"Elimden geldiği kadar tanımaya çalışıyorum diyelim."

"Geziyor olman çok güzel." dedim gülümseyerek. "Ben yazları ve bazen sömestr tatillerinde anneannemi görmeye Muğla'ya giderdim. Onun dışında iki defa amcamlarla Alanya'ya gitmiştim."

"Kaç tane amcan var?" diye sorduğunda gülümsedim. Birbirimizi tanımak adına soru sormuyoruz mu demiştim ben?

"İki tane ama öz amcam değiller. Babamın çok yakın arkadaşları." Anladığını belirtmek ister gibi başını salladı.

"Daha çok gençsin, gezersin sen de." Benden sadece 4 yaş büyüktü ama öyle bir konuşmuştu ki kendimi daha küçük hissetmiştim.

"Bakalım." dedim.

"Gerçek sarışın mısın?" diye sorduğunda ellerimi saçlarıma çıkardım ve az önce kulağımın arkasına ittiğim saçlarımı elimle dağıttım. Onları boyadığım günü hatırlıyordum.

"Hayır ne yazık ki." dediğimde kaşlarını şaşkınlıkla kaldırdı.

"Gerçekten mi? Orijinal olduğunu düşünmüştüm."

"Gerçek sarışın gibiyim ama değil mi?" diye sordum gülümseyerek. Bakışları anlık dudaklarıma kaysa da hızlıca tekrar saçlarıma baktı.

"Evet gerçek gibi."

"Aslında saçlarım koyu, koyu, koyu bir turuncuydu."

"Yakışır ama sana."

"Yani, öyle derlerdi. Hatta lise 3'ten bir fotoğrafımı göstereyim. Diğer fotoğraflarım bilgisayarımda kaldı." diyerek cep telefonumu çıkardım.

Telefonumu buraya gelmeden önce değiştirmiştim ve içindeki tüm fotoğrafları bilgisayarımı da yanımda götüreceğimi düşünerek bilgisayarıma atmıştım. Sonra bilgisayarı almaktan vazgeçtim. Tabi ki bu kardeşimin işine geldi ama kesinlikle annemler buraya geleceği zaman bilgisayarımı getirmelerini isteyecektim. Selimcik PUBG'sine elveda demeye hazırlanmalıydı. Fotoğrafımı nihayet annemle olan sohbetimde buldum ve telefonu ona çevirdim.

"Geçenlerde Hüma'ya göstermek için annemden istemiştim. İyi ki silmemişim." dedim. Aslında sarı saçlı halimi çok sevmiştim ama daha koyu bir tonu da denemek istiyordum. Annemin saçları evlenmeden önce kahverengiydi. Fotoğraflarına baktıkça ben neden boyamayayım diye düşünmüştüm.

Telefonumu eline alıp fotoğrafı incelerken ona baktım. Hafifçe tebessüm etti. "Bu halin de güzelmiş." dediğinde neyse ki bana bakmıyordu çünkü yüzümde bir memnuniyet ifadesinin olduğuna emindim.

Telefonu elinden almadan galeriye girdim ve saçlarımı kesmeden önceki halini gösterdim. "Saçlarımı yeni boyamıştım bu fotoğrafta. Bu yaz tatilindeydi."

"Baya uzunlarmış. Aslında..." Telefona dokunmak için hafifçe yaklaştığım için şu anda aramızda kol kadar bile mesafe yoktu. Yüzünü hafifçe bana çevirdiğinde hala telefona bakıyordum. Ona bakmamam en mantıklısıydı çünkü. "Kısa saç daha çok yakışıyor sana."

Ona sakın bakma Ecrin, sakın bakma, sakın.

"Teşekkür ederim." dedim tebessüm ederek ve her zamanki gibi konuyu değiştirmek için, o hazır telefona bakmıyorken başka bir fotoğrafa girdim. Umarım diğer fotoğraflara gözü kaymamıştı çünkü Eray amcamın ifşaları her yerdeydi. "Bak bu da benim köpeğim." diyerek Rıdvan ile olan fotoğrafımızı gösterdim. Bu fotoğrafları neden gösterdiğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

"Çok tatlıymış. Ben de önceden kedi bakıyordum ama geçen sene öldüğünden beri başka bir hayvan sahiplenmeye cesaret edemedim. İnsan çok bağlanıyor."

"Üzgünüm." dedim anlayışlı bir sesle. Telefonu bana uzattığında aldım ve tekrar kendi koltuğuma geri çekildim.

"Babamın da kedisi vardı. Adı Altın'dı. Onu çok severdik."

"Artık yok mu?" Başımı iki yana salladım.

"Ben çok küçükken öldü." Telefonum çalmaya başladığında ekranda Hilal'in adını gördüm.

"Konuş istersen." Reha ön camdan yurdu izlemeye başladığında Hilal'in çağrısına yanıt verdim.

"Efendim Hilal."

"Hadi ne zaman geliyorsun? Sana bir şey söyleyeceğim?"

"Ne oldu?" diye sordum. Reha'nın baktığı yere baktım. Yurdun kapısının hemen önünde genç bir çift vardı. Muhtemelen sevgilisi kız arkadaşını yurda bırakmıştı.

"Hayır gelince göstereceğim. Çabuk ol!"

"Tamam, birazdan çıkıyorum." dedim ve telefonu kapattım. Reha telefonu kapattığımı anlayınca baktığı yerden bakışlarını bana çevirdi.

"Gidiyor musun?"

"Evet, yarın okulda görüşürüz." dedim. Aslında hiç gidesim yoktu.

"Görüşürüz Ecrin."

Tebessüm ettim ve kapının koluna uzandım. Bir an filmlerdeki gibi arkamdan Ecrin diye sesleneceğini hayal ettim ama öyle olmadı. Arabadan indim ve karşı kaldırıma doğru yürüdüm. Yurdun kapısından içeri girerken arabasının sesini hala duymadığım için o tarafa baktım. Camını indirmiş, beni izliyordu. Gülümseyerek elimi kaldırdım ve ona el salladım. Neyse ki beni karşılıksız bırakmadı ve bana el salladı. Ben kapıdan içeriye girdiğim anda arabası gözden kayboldu.

🔸

Telefonumun saatine baktım. Henüz 8'di. İsteksiz bir şekilde kahvaltı yapıyordum. 10 dakika içinde yurttan ayrılmış olmam lazımdı çünkü İngilizce dersimiz 9'da başlıyordu.

Dün odaya girdiğimde Hilal duştaydı. Kızlara ne olduğunu sorduğumda ise Hilal'in beni odaya çıkarmak için şaka yaptığımı söylemişlerdi. Reha ile fazladan konuşacağımız beş dakikayı yok ettiği için Hilal'e odaya girdiğinde ölümcül bir bakış attım ama bana dilini çıkarmıştı.

Nihayet kahvaltımı bitirip yurttan çıktım. Yolculuk neredeyse yarım saat sürüyordu. Bu süreçte uyuyabilir miydim acaba? Hüma benden bir önceki otobüse bindiği için karşılaşamayacaktık. Bu yüzden boş bulduğum ilk koltuğa tünedim ve başımı cama yaslayarak uyumaya çalıştım. Tabii ki başımı cama yaslamak filmlerde gördüğüm gibi değildi. Başımı neredeyse on kez cama vurmuştum. Sersem sersem otobüsten inip okula yürüdüm. Benim de kaderim buydu işte.

Okulun bahçesine girdiğimde Hüma'yı her zamanki bankta otururken gördüm. Beni fark edince elini salladı. Hava bugün düne göre daha sıcaktı. Tişört giymediğim için pişman olmuştum. Üzerimde ince bir gömlek ve kot pantolon vardı.

"Günaydın." dedim yanına vardığımda.

"Günaydın bebeğim." Eğilip onu öptüm ve yanına oturdum.

"Sersem gibiyim." dedim uykulu bir sesle. "Ben neden uykumu alamıyorum?"

"Keşke yurt okulun yanında olsaydı. Kesinlikle derse 15 dakika kala uyanırdım." dediğinde güldüm.

"Buralarda yurt var mıdır acaba?" diye sordum.

"Hayır, en yakın yurt benimki. Aslında neden benim yurduma geçmiyorsun?" Ona ciddi misin bakışı attım.

"Senin yurdun devlet, benimki özel yurt sersem. Kolaysa sen gelsene yurduma." dediğimde burun kıvırdı.

"İyi be, özelin batsın! Hiç ayda o kadar para veremem oraya." Sırıttım.

"Bana çıkan devlet yurdu seninkinden bile çok uzaktaydı Hümacım. Bu yüzden mecburen özelde kalmam lazımdı."

"Neyse belki bir dahaki dönem yurduna geçebilirim." Duraksadı. Ne düşündüğünü tahmin edebiliyordum. "Ama sizin oda zaten 4 kişilik. Ben nerede yatacağım, gardıropta mı?" Sesli bir şekilde güldüm.

"Sen yeter ki gel." dedim.

"Neyse sen dün geceyi anlat. Okula gelince anlatırım dedin. Ne oldu?"

"Düşündüğümüz gibi olmadı." dedim arkama yaslanarak. Bir yandan da bahçeyi kesiyordum. Tanıdık birkaç yüz vardı. Çoğu bizim sınıftı. Birinci sınıfın erkenden uyanmaya mahkum olduğunu düşündüm.

"Nasıl oldu peki?"

"Büyütülecek bir konu olmadığını, sadece ona daha önce söylemem gerektiğini dile getirdi."

"Yani haklı bir bakıma. Biraz geç kaldık." dediğinde başımı salladım.

"Ama neyse ki çözüldü." dedim rahat bir şekilde. Bir an Reha ile aramızın bozulacağını düşünüp endişelenmiştim.

"Geliyor yürüyen kanepe."

"Kanepe mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Yok mu şu kürdana batırılan, süslü yiyecekler?" dediğinde gözlerimi devirdim ve baktığı yeri seçmeye çalıştım. Sanırım her zamanki manken edasıyla yürüyen Asuman'ı gösteriyordu.

"İyi ki son sınıflarla ortak dersimiz yok." dedim hala Asuman'a bakarken. Üzerinde mini bir şort ve yarım bir süveter vardı, göbeği açıktaydı.

"Ben bu kızın tarzını anlamıyorum." diyen Hüma'ya yandan bir bakış attım. "Ya tasma ile dolaşır, ya bu havada süveter giyer."

"Alemsin Hüma." dedim gülerek. "Moda işte."

"Arif de geldi."

Bahçe kapısına baktım. Arif yanında bir arkadaşıyla okula doğru yürüyordu. Üzerinde dünkü gibi bir gömlek ama bu kez farklı renkte bir şort vardı.

"Onun kadar boş bir insan görmedim." dediğinde ona hak verdiğimi belirten bir mırıltı çıkardım.

"Bence de çok boş biri. Hem kuzeninin sevgilisi ile birlikte oluyor, hem de haklıymış gibi Reha'yı dövdürmeye çalışıyor."

Hüma dirseğini bankın başlığına dayadı ve gözlerini kısarak Arif'i ve Asuman'ı izlemeye devam etti. Ona Saffet'in aslında kendisini hatırlıyor olduğunu hala söylememiştim. Reha'ya buna dair söz vermemiştim ama benim de içimden söylemek gelmiyordu. Eğer Saffet'in daha ılımlı bir yaklaşımını görürsem belki söyleyebilirdim.

"Geliyorlar." dediğinde kaşlarımı çatarak bahçe kapısına baktım. Kendimi okulun haber kulübünde olan ve geleni geçeni gözetleyen insanlar gibi hissediyordum. Kapıdan içeri Haydar girmişti. Hemen arkasında Reha ve Saffet vardı.

"Dün Reha'yı sıkıştırmadılar değil mi?" diye sorduğunda "Hayır." dedim. "Yani söylediğine göre bir şey olmamış."

"Saffet gülüyor." dedi. Evet gülüyordu. Aslında üçü de gülüyordu. Reha'nın güldüğünde kısılan gözlerini buradan görebilmiştim.

"Artık bir hayatı olduğunu hatırlamalı." dedim.

"Aslında birçok şey hatırlamalı ama..." dedi ve sustu. Kendimi kötü hissettim. Neden böyle bir cümle kurmuştu ki şimdi? Saffet'in onu hatırlıyor oluşu onu mutlu ederdi, bunun farkındaydım ama ya sonrası? Sonrasını da düşünmek zorundaydım. "Bu tarafa geliyorlar." dediğinde Hüma'yı izlemeyi bırakıp karşıya baktım. Gerçekten bize doğru geliyorlar.

Hüma dirseğini banktan indirdi ve oturuşunu düzeltti.

"Günaydın kızlar." dedi Haydar ve Hüma ile aramıza oturdu. Yaptığını garipsememiştim çünkü Haydar samimi olduğuna gittikçe daha çok inandığım biriydi. Hüma ise ona ters bir bakış attı.

"Günaydın." dedim ve diğerlerine baktım. Saffet ellerini ceplerine götürmüş, bir dizini kırmış bize bakıyordu. Reha ise Saffet'e göre daha güleç bir ifade ile beni izliyordu.

Beni izliyordu.

Ben de ona gülümsedim.

"Derse birlikte gideriz." diyen Haydar'a göz ucuyla baktım. Cebinden telefonunu çıkardı ve başının üzerindeki güneş gözlüğünü gözlerine indirdi. "Ecrin sana bir şey soracağım ama kesinlikle aramızda kalacak."

"İkimizin arasında mı yoksa beşimizin arasında mı?" diye sorduğumda güldü.

"Fark etmez, buradan çıkmasın yeter." Telefonu bana çevirdiğinde İnstagramını açtığını ve arama motoruna girdiğini gördüm.

"Ne bu?" diye sordum. Kulağıma eğildi ve "Dicle'nin hesabını yazar mısın?" diye fısıldadı. Gözlerimi irice açtım ve kendimi tutamayıp sırıttım.

"Sen ciddi misin?" diye sorduğumda omzunu silkti.

"Bak sakın ağzından kaçırma. Hadi yaz."

"İyi de onun hesabı yok ki, kullanmıyor."

"Tüküreyim şansıma ya!" dedi ve telefonunu cebine geri soktu.

"Neden istiyorsun?"

"Öylesine, sohbeti hoşuma gitmişti."

Sen de Doğan'ın hoşuna gidersin, diye düşündüm.

"Hiçbirimiz de anlamadık zaten kim olduğunu." dedi Saffet.

"Sana ne lan kıvırcık." Saffet Haydar'a kaşlarını çatarak baktı. Saçları hafif kıvırcıktı ama hep kısa kesim gördüğüm için şu anki hali normal geliyordu.

"Bu cuma veya cumartesi yine toplanalım isterseniz." diyen Reha'ya baktım. Bir Hüma'ya bir bana bakıyordu. Hüma baş parmağını bana doğru çevirerek "Ona sorun." dedi. "Ben size uyarım."

"Aslında biz kızlarla sinema diye sözleşmiştik." Hüma'nın öyle mi der gibi bakışını görünce "Hüma da dahil." dedim.

"Tamam o zaman. Başka zaman toplanırız."

"Niye abi, biz de gidelim sinemaya. Neyimiz eksik?" dedi Haydar.

"Sen film izleyeceksin öyle mi? Lan sen hangi başladığın filmi bitirdin?" Saffet yine Haydar'la uğraşırken Hüma'nın gülümsediğini gördüm. Muhtemelen yurda gidince özlü sözler atmaya başlayacaktı. Diğer yandan Saffet'in hatırladığı halde nasıl belli etmediğine şaşırıyordum.

"Belki bir ilk yaşarız kim bilir." dedi Haydar. Saffet başını he he der gibi salladı.

"Hadi derse gidelim." Reha'ya başımı salladım ve sırt çantamı alıp onunla birlikte yürümeye başladım. Diğerlerinin arkamızdan geldiğini biliyordum.

"Naber?" diye sorduğunda ona yandan bir bakış attım. Neyse ki bana bakmıyordu. Numara olayı hiç yaşanmamış gibi davranması rahatlatıcıydı.

"İyiyim sen nasılsın?"

"İyiyim ben de."

"Nezih!"

Kapıya çıkan merdivene henüz ulaşmıştık ki arkamızdan duyulan ses duraksamamıza neden olmuştu. İkimiz de arkamıza döndük. Haydarlar çoktan sesin geldiği tarafa bakıyordu. Arif yanında sabahki arkadaşıyla tam karşımızdaydı.

"Ne var sabah sabah?" diye soran Reha'ya göz ucuyla baktım. Kaşlarını çatıştı.

"Derse girmeyelim diyorum. Sadece ikimiz."

Ne demeye çalıştığının farkındaydım. Bu yüzden endişeli bir ifade ile Reha'ya bakmayı sürdürdüm.

"Sebep?"

"Konuşuruz, anlaşırız, tatlıya bağlarız." dediğinde Saffet'in bir iki adım öne çıktığını fark ettim ve o tarafa baktım.

"Ne diyorsun lan sen? Senin Reha ile işin yok. Senin muhattap olacağın tek kişi benim."

"Fark ettiysen seninle konuşmuyorum Saffet. Dün neredeyse burnumu kıran arkadaşınla konuşuyorum."

Kaşınan kendisiydi, ben mi yanlış hatırlıyordum?

"Benimle konuşacaksın, arkadaşımdan uzak dur."

"Arkadaşın bana dokunmayı çok seviyor. Bu yüzden mahrum bırakmak istemiyorum."

Reha, Saffet'in yanına doğru yürürken ani bir refleksle kolunu tuttum. Duraksayarak bana döndü.

"Seni kışkırtmasına izin verme." dedim endişeli bir sesle. Elini kolunun üzerindeki elimin üzerine koydu. Sıcak avucunu hissettim.

"Bir şey olmayacak." Nedense buna emin olmamıştım. Hüma ile üçünün arkasında kalmıştık. Bahçe yavaş yavaş boşalıyordu ama yanımızdan geçerken bize bakan kişileri görmüştüm.

"Arif," dedi Reha. "Uzatılmayacak bir konuyu uzattın. Dün az kalsın dediğin gibi burnunu kırıyordum. Beni kışkırtmaktan vazgeç."

"Ne oldu yine mi vuracaksın yoksa?"

"Gerçekten mi geri zekalı!" diye mırıldandı Hüma.

"Ben de sana verecek kepçe bol ama senin bünye kaldırmaz."

"Lütfen kavga çıkmasın." dedim kısık bir sesle.

"Şuna bir emin olun." dedi ve bakışlarını Saffet'e çevirdi. "O gün ben ona değil, Asuman bana geldi." Saffet'in yumruğunu sıktığını gördüm. Arif gerçekten günlük doz dayak yemedikçe rahat etmiyordu.

"Sesini kes, siktir git." dedi Saffet öfkeyle. Sesi hırlıyor gibiydi.

"Belki sen farkında değilsindir ama ben Asuman'ın, kapısını çaldığı 3-5 erkekten sadece biriydim Saffet. Kadınını memnun etseydin, başka yerde memnuniyet aramak zorunda kalmazdı."

Ağzım şaşkınlıkla açıldı. Ben daha Saffet'in tepkisine bakamadan Saffet aniden öne doğru atıldı ve az önce sıktığı yumruğunu Arif'in yüzüne indirdi. Bu kez haddini aşmıştı, hem de fazlasıyla.

🔸

SELAMM 🖤

▪️ Hemen EcRe için bir cümle bırakın. <3

▪️ Doğan'ın geri dönmesini isteyenler butonu.

▪️ Haftaya perşembe gelecek olan bölümde Hüma ve Saffet için gelişmelerim var. İnstagram anketine göre bir bölüm gelebilir.

▪️ Haydar'ın hızı kaç km ;)

▪️ En çok okumak istediğiniz sahne nedir (Hüma Saffet dışında, onu biliyoruz artık:)

Gelecek bölüm görüşmek üzere, öpüldünüz :*

Alıntı, bilgilendirme ve soru-cevaplar için instagram : tiya.trosahnesi ❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top