48

Yüzyüzeyken Konuşuruz//Dinle beni bi'
'Sen yokken ne gece ne de gündüz'

Sinan'ın kalbini fazlasıyla kırmış olmalıydım, yatağın boş tarafı ise bunu kanıtlar nitelikteydi.

Dün gece, yürüyüşe çıkmak istediğini söyleyip evden çıktığında ona engel olamamıştım. Bazı şeyler sıcağı sıcağına konuşulunca geri dönülemez bir hal alıyordu. Kırdığım kalbi düzeltmeye çalışırken daha da kırmaktan korkmuştum. O haldeyken üstüne gitmek istememiştim hem, kafasını toparlamak istediği belliydi.

Sinan'ı beklerken koltukta uyuyakalmamın devamı yoktu, daha şimdi açıyordum gözlerimi. Başım çatlıyordu, ağzımdaki o iğrenç tatla yüzümü buruşturdum. Berbat halde olduğumu hissedebiliyordum, aynadan kendime bakmaya pek ihtiyacım yoktu anlaşılan.

Yatakta doğrulup etrafıma bakındım. Duvardaki saat 1'i gösteriyordu. Kaç saat uyumuştum ben böyle, bu uyku ya sayılmazdı gerçi. Resmen bayılmıştım.

Üzerimdeki yorganı atıp ayağa kalktığımda alnıma saplanan acıyla homurdandım. Görüşüm netleşene kadar hareketsiz kaldım. Yer ayağımın altından kayıyor gibiydi.

Oturma odasına doğru ilerleyip bakındım bu sefer. Etraf baya topluydu. Muhtemelen Sinan işe gitmeden önce toparlamıştı. Yoksa gece onu beklerken baya bir dağıtmıştım etrafı.

Derin bir soluk bırakıp yüzümü ovaladım. Şu an düşünmem gereken en son şey evimizin dağınık olup olmamasıydı.

Toplamam gereken çok başka şeyler vardı. Önce kafamı toplamalıydım hoş, bu dengesizlikle bir kez daha onu kırmak istemiyordum.

Birkaç gün önce iş mevzusu geçtiğinde böyle bir şey yapabileceğini söylemiş ve kesin bir suretle reddetmiştim onu. İnadının tuttuğunu düşünmüştüm. Sinan bu diyordu insan, kafasında bir şey varsa illa onu yapardı. Şimdi doğru dürüst düşündüğümde bunu yapan gerçekten o olsa asıl amacının mutlu olmamı istemesi olabilirdi.

Fevri ve dengesiz davrandığımı kabul ediyordum. Sürekli geçmişi açmak mantıklı değildi ama kendini affettiren bir adama fazla kuşkuyla yaklaşıyordum. Ona güvendiğimi söyledikten sonra saçma sapan bir şey yapmıştım.

En azından Leyla, yaptığın salaklığın farkındasın dedim içimden. Farkındaydım farkında olmasına da nasıl düzeltecektim?

Hala bir yerlerde ucundan da olsa haklı olduğumu savunan biri vardı. Sinan'ın kaba tabiriyle paranın açamayacağı kapı yoktu. Para bir kenara dursun başlı başına tanınmış biri olduğundan muhtemelen bunu tek bir telefonla bile halledebilirdi ama benim istediğim bu değildi.

Ne soyadına ne de parasına sığınmak istiyordum, onlar belki her kapıyı açabilirdi ama ben o kapıyı kendi ellerimle açmak istiyordum.

Ani yükselişimde kaçabileceğim tek sebebim buydu.

Yargısız infazdan başka bir şey değildi yaptığım. En ufacık şeyde Sinan'ı ortaya atmaya o kadar alışmıştık ki en ufacık bir empatide bile bunun ne kadar kırıcı bir şey olduğunu fark ediyordum.

Geçmişe sünger çeken bendim, o içinde neler yaşıyordu allah bilir. Bir şeyleri düzeltmeye çalışmasını her seferinde mahvediyor gibiydim.

Kuruyan dudaklarımı ıslatıp mutfağa doğru girdiğimde kurulu masa ile dudaklarım büzülmüş adımlarımı oraya yönelmiştim. Üzerleri kapalı kahvaltılıkların üstündeki beyaz not kağıdını aldım. Erken çıkması gerektiğini ve simitleri ısıtmamı söyleyen ufacık bir nottan ibaretti. Arkasını çevirdim, her küçük notu gibi en köşeye seni seviyorum yazmayı unutmamıştı.

Böyle yapıyor olması beni daha çok üzüyordu. Hiçbir şey olmamış gibi davranması elimi kolumu bağlıyordu. Bir şey söylemeliydi, iyi ya da kötü bir şey.

Notu kenardaki notluğa bırakıp sürahiye yöneldim. Koca bir bardak suyu içtikten sonra lavaboya geçmiş elimi yüzümü yıkamıştım.

Tepemde sıkıca topladığım sarı saçlarımla beraber aynaya baktım. Göz altlarım uyumaktan şişmişti, dudaklarım kupkuruydu. Aynaya biraz daha bakarsam muhtemelen çığlık atarak çıkacaktım buradan.

Midemin aldığı kadar birkaç bir şey atıştırdım. Etrafı toplayıp duşa girdim. İçeride ne kadar oyalandığımı bilmiyordum fakat fazla uyuşukluğum güneşi batırmak üzereydi.

Yatağın üzerinde öylece oturmuş ıslak saçlarımı kurularken bir yandan da yan tarafımdaki duvarı kaplayan camdan eşsiz manzarayı izliyordum.

Bu evin en sevdiğim yanlarından biri bu manzaraydı. Yüksekte oluşumuzun verdiği avantajla neredeyse her yer ayaklarımızın altında gibiydi ve ben bunu izlemeyi seviyordum.

Bu evin en sevdiğim yanıysa bizim evimiz oluşuydu ama şimdi yarımdım. Sinan, saatlerdir ortada yoktu.

Çalan zille beraber ıslak saçlarımı geriye attım. Yeterince kuruladığımı düşünüyordum.

Kapıya yaklaştığımda gelen kişinin Sinan olmadığını biliyordum. Anahtarı vardı elbette, zile basmazdı.

Üzerimi üstün körü düzeltip kapıyı açtım. Tam da tahmin ettiğim gibi Sinan karşılamadı beni. Kocaman gülerek bana bakan Meva, yüz ifademle beraber donup kalmıştı.

"Leyla abla?"

"Geç güzelim."

Gülümseye çalışarak kapıyı açtığımda elindeki kutuyla beraber içeri girdi.

"Hasta mısın?"

Kafamı iki yana salladım. Pek iyi değildim ama bahsetmek istemedim.

Ellerindeki poşetleri orta sehpaya bırakarak koltuğa oturdu Meva. Kolona yaslanarak ona baktım.

"Kahve ister misin?"

"Ay bırak kahveyi şimdi Leyla abla, bir şey olmuş."

Omuzlarım kendiliğinden düşmüş kendimi koltuğa doğru ilerlerken bulmuştum. Birine anlatmazsam delirecektim çünkü.

"Sinan abi?"

Gözlerimin içine dikkatlice bakan Meva'yla beraber kafamı salladım. Dudaklarını birbirine bastırdı.

"Batırdım bu sefer."

Ellerimle yüzümü kapattım. Hiçbir şeyden haberi olmayan bir kızdan bile utanmıştım yaptığım şey için.

Yerinden kalktığını hatta orta sehpaya oturduğunu hissettim. Bileklerimden tutup çektiğinde yelkenleri çoktan suya indirmiş karşımdaki kıza sıkıca sarılmıştım.

Saatlerdir delirmemek için onca şeyle uğraştığım bu evde yalnızlıktan bunalmıştım. Sinan gelsin sürekli saati kontrol edip durmuştum. Meva, tam vaktinde gelmişti.

Şimdi omzunda salya sümük ağlarken onun yapabildiği tek şey rahatlamam için sırtımı sıvazlamak olmuştu. Ne diyebilirdi ki?

"Leyla abla, ne oldu böyle?"

Ondan ayrıldığımda dudaklarını büzmüş masanın üzerindeki peçeteyi bana uzatmıştı. Gözlerinin dolduğunu fark ettiğimde dudağımı ısırdım.

Her şeyi en baştan ona anlatırken bir kez bile bölmeden dinledi beni. Diyebilecek bir şey olmadığını biliyordu. Üzgün hareleri yüzümde dolaşırken avuçlarımın arasındaki ellerine tutundu.

Saatler sonra birine içimi dökmek az da olsa iyi gelmişti, delirecektim yoksa.

"Ne yapacağım Meva?"

"Siz nelerin üstesinden geldiniz, bunun mu üstesinden gelemeyeceksiniz?"

Derin bir soluk verdim.

"Bu sefer öyle mi bilmiyorum ."

Gözlerimin içine inatla bakan kıza çevirdim pes etmiş bakışlarımı. Gülümsemeye çalışarak ellerimi sıktı.

"Sinan abi küsmez sana, eh biraz ayıp olmuş ama o sana hiç kıyabilir mi?"

Kafamı sağa sola salladım usulca.

"Ona güvenmediğimi düşünüyor."

"Hadi ama!"

Çocuk gibi omuzlarını düşürdü Meva. Gözlerimi yumarak kendimi arkaya attığımda bağırarak oflamıştım. Meva boşta kalan ellerini dizlerime koydu.

"Kalk hadi, bak ne göstereceğim sana."

Gözlerimi açarak yaslandığım yerden ona baktım. Uzanıp aldığı kocaman beyaz karton kutusu kucağıma koydu.

"Bu ne?"

"Geçen gün, nikahta giymek için aldığın kıyafet. Sabah kargocular gelmiş ama açmamışsın kapıyı. Muhtemelen duymadın. Güvenlikten teslim aldım."

Heyecanla doğrulup yutkundum. Tokamdan dağılan saçlarımı  kulağımın arkasına iliştirdim hemen.

Gelinlik giymek istediğim pek söylenemezdi. Hayal ettiğimiz düğünümsü düğünümüz de aslında bundan biraz uzaktı. Biz sadece olabildiğince az kişiyle, yani sadece ailemizle nikah tazelemek istiyorduk.

Tam olarak bu sebeple olabildiğince düz bir elbise beğenmiştim. Genelde alışverişlerim ve kararlarım uzun sürmediğinden girdiğimiz ilk butikten hemen seçtiğimiz beyaz bir elbiseydi bu.

Kapağını açıp kenara bıraktım. Üzerindeli ince bezin kurdelesini açtığımda burnuma dolan kokuyu sevmiştim. Hoş vanilya kokusu etrafı doldurdu.

"Giy gel hadi."

Heyecanla atıldı Meva.

"Havamda değilim, az kaldı zaten. Görürsün birkaç güne üzerimde."

Somurtarak çektim elimi elbiseden. Kapağına giden elimi tuttu Meva. Gözlerimi gözlerine çevirdim.

"Hadi Leyla abla, benim için."

Karşımdaki kızı kırmamak için kafamı salladım. Ellerini çırpan Meva'yla beraber ayaklanmış kutuyla beraber odama koşmuştum.

Yatağın üzerine bıraktığım elbiseyi çıkartıp havaya kaldırdım. Bir kez daha ne kadar doğru bir karar verdiğimi fark etmiştim.

Öyle pullu payetli, göz yorucu bir elbise değildi. Yere kadar uzanan saten bir elbiseydi. Yandan dizimin bir karış üzerinde biten uzun bir yırtmacı, ince askıları vardı. Gösterişten çok uzatı ve tam istediğim gibiydi.

Heyecanla elbiseyi üzerime geçirip fermuarını çektim, duvardaki boy aynasına döndüm. yere uzanan eteği geriye doğru attığımda yırtmacı açıldı. Askılarımı düzeltirken kendime bakıyordum.

Ölçülerime göre yapılmış elbise üzerime cuk otururken ufak bir gülümseme peyda oldu yüzümde. Birkaç gün sonra yanımda bir de kaçak damadım olacaktı. İster istemez gözüm aynadan yanımı buldu. Sinan'ı özlemiştim.

Saçlarımı geriye atıp boynumu açtım. Boğazımdaki yumruyu temizlemek istercesine yutkundum. İçerideki kızı daha fazla bekletmemek adına odadan çıkmam gerekiyordu.

"Nasıl olmuş?"

İçeri adım atar atmaz bomboş bir oturma odası karşıladı beni. Beni heyecanla bekleyen bir Meva görmeyi bekleyen gözlerim bomboş salonda gezindi.

"Çok güzel."

Ensemde hissettiğim nefesle beraber geriye dönecekken iki kol sarıldı belime. Sinan'ın çenesi çıplak omuzuma değdiğinde gözlerimi sıkıca yumdum, sesi bile gözlerimin dolmasına yetmişti. O kadar özlemiştim ki onu, şimdi burnuma dolan tanıdık kokusu ona sıkıca sarılma isteği uyandırıyordu. Buna yeltenecek yüzümse yoktu.

"Sinan.."

Susturdu beni. Yandaki ellerim karnımın üzerinde birleşen kollarını buldu. Dönüp ona sıkıca sarılamamıştım belki de ama bu bile yetmişti.

"Dans mı etsek ne yapsak?"

Fısıltısıyla beraber kafamı salladım. Ona doğru döndüğümde gülümseyerek elimi tutup kaldırdı. Avucum avuç içindeyken diğer eli belime uzanmış beni kendine çekmişti.

Onu bir saat görmesem ortalığı havaya kaldırmışım gibi bir özlemle yaşayan biri olarak saatlerdir görmememin verdiği dürtüyle gözlerinin içine baktım.

Kırık bakmasını bekledim, bir şeyler demesini, bana kızmasını, nedenini sormasını; oysa o öyle büyük beğeniyle gözlerimin içine bakıyordu ki sanki dün gece hiç olmamış gibiydi.

Günler sonra nikahımızda giyeceğim beyaz elbisemle, kollarında sessizce salınmaya başladık. Evet, evin ortasında. Müzik falan yoktu. Öylesine salınıyorduk işte, daha doğrusu ben ona ayak uyduruyordum.

"Özür dilerim."

Titreyen dudaklarımı fark ettiğinde dudaklarını alnıma bastırdı. Gözlerimi kapattım bunu beklemiş gibi. Geri çekildi ama dudakları hala tenime değiyordu.

"Hiç o anı yaşamamış gibi yapamaz mıyız?"

"Ben şimdi nasıl hayır diyeyim sana?"

Kıkırdayarak tam olarak geri çekildiğinde durduk. Belimdeki eli usulca orayı okşarken ellerimi aşağı indirdi. Parmaklarımız birbirine kenetlenirken yalvaran bakışlarım mavilerine odaklanmıştı.

"Ben sana kırılmadım Leyla.."

Kafamı hızlıca iki yana salladım.

"Senin güzel canın sağolsun."

"Ben sana güveniyorum."

Gülümsedi. Belimdeki eli yanağımdaki saçımı bulduğunda kulağımın arkasına sıkıştırdı. Bir kez olsun gözlerimi gözlerinden ayırmak istemiyordum. Bir daha bu konuyu açacak cesareti bulamazdım.

"Leyla ben seni çok seviyorum."

"Ben de seni çok seviyorum."

Gülümseyerek bana yaklaştığında dudaklarımın üstüne ufak bir öpücük kondurdu. Yüzlerimiz arasında çok az bir mesafe varken nefesi yüzüme çarpıyordu. Gözlerimi yummamak için içimde verdiğim savaşla ona baktım.

"Ne olursa olsun, ne yaşamış olursak olalım ben her zaman senin yanındayım. Sen bana tamamen güvenene kadar günlerce beklemeye razıyım."

Kollarımı ondan kurtarıp sıkıca boynuna sarıldığımda kollarını belime sardı. Bunu bekleyen gözyaşlarımı saklamak istercesine yüzümü boynuna bastırdım.

"Ben sana kendimden çok güveniyorum."

Buz gibi burnunu boynumda hissettiğimde gözlerimi sıkıca yumdum.

"Fevri davrandım, yapmamalıydım. Özür dilerim, çok özür dilerim."

"Şşt.."

Kolları sıkılaştığında burnumu çekmiş olabildiğince sarılmıştım ona.

"Ne güzel olmuşsun sen böyle."

Fısıltısıyla beraber oflayarak yüzümü ona bastırdım. Konuyu değiştirmeye çalıştığının farkındaydım. Hala beni düşünüyordu.

"Sinan!"

"Güzel olmuşsun ama!"

Kıkırtısıyla ondan ayrıldığımda iki eliyle yanaklarımı tuttu. Şu an avuçlarının arasından taşa yanaklarımla, akan burnumla, kıpkırmızı gözyaşlarımla ne kadar berbat göründüğümü tahmin edebiliyordum ama Sinan tam aksine ışıl ışıl gözleriyle bana bakıyordu.

"Unutalım gitsin olur mu?"

Kafamı salladım. Belki de zaman bırakmalıydık. Daha upuzun bir zaman beraber olmayacak mıydık?

"O zaman şimdi gönül rahatlığıyla karımın güzelliğinden bahsedebilirim."

"Of!"

Gülerek beni kendine çektiğinde itiraz etmeden yüzümü göğüsüne gömdüm. Kıkırtısı saçlarımın üzerine bıraktığı öpücüğüyle kayboldu.

Birden havalandığımı hissettiğimde üzerindeki gömleğe tutundum. Ani hareketiyle kuş gibi çırpınmaya başlayan kalbimin sesini duymak zor değildi. Kollarım bu sefer boynunu bulduğunda arsızca gülümsedi.

"Ne bakıyorsun öyle?"

Omuz silkti umursamazca. Bilmiyorum dercesine büzdüğü dudaklarıyla kıkırdadım. Dışarıdan deli gibi gözüktüğüme kalıbımı basabilirdim.

Az önce salya sümük koynunda ağladığım adamın kucağındaydım ve gülüyordum, kesinlikle normal değildim.

"Bizim yarım kalan bir işimiz vardı."

"Ne işi?"

Gözlerimi kısıp ona baktığımda şirince gülümsedi.

"Hemen anlatayım bebek karıcım, fazlaca vaktimiz var zaten."

Adımları odamıza doğru ilerlerken jeton çoktan düşmüş arsız gülümsemesi dudaklarıma bulaşmıştı.

Dünyanın en dengesiz günü oluyordu belki de ama herhangi bir memnuniyetsizliğim söz konusu değildi.

Eh, canım nikah elbisem açılmayan fermuarı yüzünden yırtılmak zorunda kalmasaydı daha iyi olabilirdi tabii. En iyisi biz buna,tuzu biberi olsun diyelim.

Parodi Hesaplar
Leyla leylatekinleer
Sinan sinantekinler

Instagram   wkedipatisigibi

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top