47
TNK//Aşkı Harcamanın 80 Yolu
'Ah, bu şehrin her köşesinde bir ayrılık var'
Bugün Sinan'a pipetle su içirmediğim ikinci gündü. Sırf bunun için bile günlerce göbek atabilecek kadar mutluydum.
O kolun nasıl kaynadığını bilim bile açıklayamamıştı emin olun, gerçi Sinan kırık çıkık dinlemiyordu orası ayrı. Maşallah diyelim nazar değmesin demekten başka bir şey gelmiyordu elimden.
Kendini sevdirmek için böbreğinin verebilecek kapasiteye sahip Sinan, ciddi anlamda bebek gibi baktırmıştı kendine ve alçısı çıktığı için neredeyse ağlayacaktı.
Eh, her halükarda zaten nazlandığı için bebek gibi bakılıyordu. Kırık bir kola ne kadar ihtiyacı vardı bilmiyorum.
Şimdi o içeride iki kolunu kullanabilmenin mutluluğuyla duş alırken ben battaniyeye sarılmış sızlanarak Dark izliyordum. Mevcut olduğum depresyon haliyle bir de yoktan yere beynimi yakmıştım.
Regl haftası öncesi ağrı ve şişlik, regl haftası ağrı ve şişliği, regl sonrası ağrı ve şişliğinden oluşan korkunç üç evrenin ortancasındaydım ve emin olun Süper Dadı'da kardeşini tokatlayan Allahsız Buğra'dan farksızdım, içimdeki öfke tekrar açığa çıkmak üzereydi.
Koltuğun bir köşesinde, kucağımda sıcak su torbasıyla ve hava eksili derecelerdeymiş gibi üzerime sardığım kalın battaniyeyle pozisyon değiştmediğim sürece gayet iyi gidiyordum. Bu ne kadar sürerdi inanın bilmiyordum.
Yer yer ağladığım, yer yer sinirden kudurduğum günün akşamına geliyorduk ve ağrı Sinan'ın duşa girmesiyle başlamıştı. Muhtemelen çıkınca, mutfakta şarkı söyleyerek ona çikolatalı kek yapan bir eş görmekten çok uzakta birini görecekti.
Ne zaman burnumu çekecek kadar sızlandığımı bilmiyordum. Gözlerim altyazıyı takip ederken onca derdimin arasında neden hiçbir şey anlamıyorum diye her an yere çöküp ağlayabilirdim mesela.
Değiştirebilirdim, kesinlikle bunu yapabilirdim ama nefes almam için gerekli olan enerjimi orta sehpanın bir diğer ucundaki kumandayı almak için kullanmak istemiyordum.
Su sesi kesildiğinde yerimde çok sarsılmadan doğruldum. Bir süre sonra saçlarını elindeki havluyla kurulayarak mutfağa geçen Sinan gözüktü.
İkimiz de fazlaca ev haliyle oturuyorduk aslında. Muhtemelen Sinan da daha dışarı çıkmayacağız düşüncesiyle pijamasını giymişti. Ruh halim daha iyi olsa eminim altındaki baklava dilimli pijama altına saatlerce gülüp onunla dalga geçerdim. İşler yolunda giderse bi' elli altmış yılımız daha vardı, illa bir gün baklava dilimli pijamasıyla yakalardım onu.
"Leyloş!"
"Buradayım!"
Mutfaktan kafasını uzatan kocamla beraber haftalardır bana çektiği nazlı halleri gözümün önünden film şeridi gibi geçti. Biraz da benim nazım çekilseymiş be şu evde!
"Yavrum bu halin ne?"
Gözlerindeki gözle görülür endişeyle beraber dudaklarımı büzdüm. Beni şımartabilecek bir kocaya sahipken bunu maksimum verimle işte böyle kriz anlarında kullanabilirdim.
Yanıma doğru adımlayıp ayak ucuma oturduğunda emir bekleyen gözlerim anında doldu. Kaşlarını kaldırmış Sinan'la beraber mızmızlandım.
"Karnım ağrıyor."
"Bakayım."
"Of Sinan!"
Çenesini kendime çektiğim dizlerime yaslayan Sinan'la beraber ellerimle yüzünü kapattım. Kıkırdamasıyla ister istemez gülümsemiştim. Amacı da buydu zaten.
"Hastaneye gidelim mi?"
Bileklerimden tutarak yüzünü açtığında kurutmadığı ıslak saçlarını geriye attım. Kafamı iki yana sallamam yeterli bir cevap olmuştu.
Kafasını salladı. Elinin tekini buz gibi ayağımda hissetmemle beraber irkilerek geriye çekildim. Beklemediğim bir temas olması bir yana ister istemez huylanmıştım.
"Bu ayakla nasıl geçecek o ağrın?"
"Sevmiyorum."
Çorap nefretim destanlar yazacağım kadar uzundu. Sinan, cevabımla kaşlarını çattığında kafamı tekrar iki yana salladım.
"Tamam, artık seviyorsun o zaman."
Ayaklanıp belini düzelttiğinde kafamı kaldırıp ona baktım.
"Gitme."
"Geliyorum hemen."
Eğilip yanağımı öptüğünde karşı çıkmadan arkasından uzun uzun baktım. Koridora dönmek üzere olduğunda gözüme çarpan kumandayla beraber tekrar bağırmıştım.
O kumandayı biri vermediği sürece imkanı yok uzanıp almazdım.
"Bir tanem!"
Adım seslerinin kesilmesiyle beraber dudaklarım hayretle aralandı, bir tanem?
Sinan'ın kafası duvarın arkasında gözüktüğünde onun da benim kadar şaşkın olduğunu gördüm. İnan sevgili kocam, bunu ben de beklemiyordum.
"Ne tanen?"
"Bir."
Fısıltımla beraber sırıtacak gibi olduğunda huysuzca elimi uzattım.
"Kumandayı verir misin?"
Bastırmak istediği o arsız gülüşüyle beraber yanıma tekrar döndüğünde sertçe ona baktım. Hastaya ne saygı kalmıştı ne hürmet, bir de dalga geçiyordu ya!
"Al bir tanem."
Uzattığı kumandayı almamla beraber gülerek geldiği yolu geri döndü.
"Geç sen dalganı."
Bacaklarımın uyuşmasıyla beraber homurdanarak biraz daha kendime çektim. En büyük korkum kasığımın üzerindeki sıcak su torbasının patlamasıydı ama şu an onu bile düşünemeyecek kadar ağrım vardı.
Diziyi kapatıp öylesine ana sayfada dolanırken elindeki yünlü çorapla beraber Sinan geldi yanıma. İtiraz eden bakışlarımı umursamadan elini battaniyenin içine attığında kaderime boyun eğmekten başka bir çarem yoktu.
Dizine uzattığı ayağıma çorabı geçirip taytımın üzerine çektiğinde o huylanma dürtüsü ele geçirmişti beni.
"Bunu giymek zorunda mıyım?"
"Giymezsen parka gidemeyiz annecim."
Dalga geçerek bana bakmasıyla beraber gözlerimi kıstım.
"Ben burada acılar içinde kıvranırken sen benimle dalga mı geçiyorsun?"
Ağzına hayali çektiği fermuarla beraber çıplak ayağımı ona uzattım.
"Çalış köle."
Gülerek çorabın tekini ayağıma geçirdi. Bacakları üzerindeki ayaklarımı sağa sola salladığımda gülerek tekini tutmuştu.
"Sinan sakın!"
Tenime geçen dişlerle beraber huysuzca ayaklarımı battaniyenin altına çektim. Aslında bakarsak acıtmamıştı, yine bu nazlanmaycağım anlamına gelmiyordu.
"Acıdı."
Huysuzca kaşlarımı çattığımda gülümsedi.
"Öpeyim geçsin."
Çocuk gibi omuz silktiğimde güldü. Gülüşüne kanmamak için çok büyük savaş versem de şebeklik yaparak keyfimi yerine getirmeye çalıştığını biliyordum.
"İstediğin bir şey var mı?"
Gözlerindeki endişe hala yerini koruyordu. Endişelenecek bir durum yoktu nihayetinde, sadece ağrım çoktu.
Kafamı olumluca sallayıp battaniyeyi kaldırdığımda sırıtarak yerinden kalktı. Daha rahat etmem için arkama geçtiğinde bacaklarının arasında girmiş sırtımı ona yaslamıştım.
Neredeyse salonu dönen koca l koltuğun bir köşesinde sıkışmış olsak da Sinan'ın göğüsü, arkama dizdiğim üç beş yaslıktan daha rahattı.
Eli dağılmış saçlarıma gittiğinde sesimi çıkartmadan tokayı çözmesine izin verdim. Terden boynuma yapışmış saçlarımı yukarı doğru tarayıp saçlarımı tekrar topladı.
Yerime iyice yerleşip kafamı arkama yasladım. Benimle beraber kuruldu koltuğa. Çenesini omzuma yasladığında kafamı yanağına doğru çevirdim.
Ellerini iki yanımda hissettiğimde gözlerimi hafifçe yumdum. Tenime değen buz gibi elleri önce irkilmeme sebep olsa da ovuşturmaya başladığı karnımla beraber keyifle gözlerimi yumdum.
Keyfim on numara beş yıldızdı, ayağımdaki yünlü çorapları saymazsak tabii.
Burnunu az önce çenesini yasladığı omzumda hissettiğimde dudaklarım büzülmüştü. İşi bu kadar dramatize etmemin hiçbir sebebi yoktu, yani sızlanacak bir kocam olması bence bir sebep değildi.
Her ne kadar çorap giymeyi kabul etmesem de ısınan ayaklarımdan ve ufak masajdan sonra büyük ölçüde ağrım dinmiş gibiydi. Bacaklarım uyuşması geçmişti en azından.
"Kolun acıyor mu?"
Fısıltımla bana döndüğünde karnımın üzerindeki elleri de durmuştu. Ellerimi tişörtümün içine sokarak ona tutundum.
"Boş ver sen beni."
"Olmaz öyle."
Boynumdan öptüğünde gülümseyerek ben de onu öptüm.
"Öpücük savaşı?"
"Hayır!"
"Evet."
Boynumda hissettiğim baskıyla beraber huylanarak boynumu kapatmaya çalıştım. Gülüşümüz salonda yankılanırken geçen gece durup dururken açtığımız öpücük savaşlarının ikincisi çıkmıştı.
Evliliğin hiç bu kadar güzel bir şey olduğunu düşünmemiştim aslında. En başında, daha çok gençtim bana göre. Bu, herkese göre değişirdi tabii ki. Kimseye neden hala evlenmediğini ya da neden bu kadar erken evlendiğini soramazdık.
Yine de ben kendi erkenime göre yirmilerimin daha ilk küsürlerinde evleneceğimi düşünmemiştim. Evlilik, nasıl olmalıydı bilmiyordum ama Sinan hem en yakın arkadaşım hem de sevgilimken bu hissi sevmemek gibi bir şey mümkün değildi.
Kollarıyla sıkıca beni sardığında arkama yaslandım. Sinan, etrafımı her sardığında kalbim eriyormuş gibi hissediyordum. Ona bu kadar bağlı olmam bazen beni inanılmaz korkutuyordu. Hiçbir zaman birine karşı bu kadar aşık hissedeceğimi düşünmemiştim.
"Çikolata yiyebiliriz."
Nefesi kulağıma çarptığında kıkırdadım. Oyuncu bir havayla burnunu enseme sürttü.
"Hepsini yemiş olabilirim."
"Bir çekmece dolusu çikolatayı?"
Şaşkınca kaşlarını kaldırdığında kafamı salladım.
"Ben de seni yerim o zaman."
Dudaklarıma kapanan dudaklarıyla beraber mırıldandığımda kolları iyice sıkılaştı. Bir çekmece dolusu olmasa da yediğim çikolataların bana en güzel dönüşüydü bu.
Sanki onu daha çok kendime çekebilirmişim gibi elim yanağını buldu. Bir eli hala tişörtümün altında usulca tenimi okşuyordu. Öpücüğümüz yavaş ve acelesizdi. Beni yormamaya çalıştığının bilincindeydim ama birazdan kopacak boynum bile umurumda değildi.
Belki de umurumdaydı.
Dudaklarımızı ayırıp kalktığımda merakla bana baktı. Battaniyeyi üzerimizden atmadan ona doğru dönerek kucağına oturdum.
"Geçti herhalde ağrın."
Homurdanarak dudaklarımızı tekrardan birleştirdiğimde kahkahası dudaklarımızın aramızda kayboldu. Elleriyle belimden tutarak beni kendine çekti, aramızdaki mesafe kapandığında tamamen yapışmıştık. Kollarımı boynuna doladım.
Alnını alnıma yasladığında nefeslenmek için ayrıldık. Derin derin aldığımız nefes seslerimizden başka hiçbir şey duyulmuyordu salonda. Gözlerimi araladığımda parlak maviler karşıladı beni.
Ne düşündüğünü okuyabilecek kadar kafam yerinde değildi. Alık alık bakmaktan öteye geçemiyordum. Bu salak yüz ifademi saklamak için hiçbir şey söylemeden geriye doğru gittim. Yüzümü boynuna sakladım. Burnuma dolan kokusuyla beraber gözlerimi yumduğumda elleri sırtımdan yukarı doğru ilerledi.
Bu anı bekliyormuşum gibi iyice kuruldum kucağına, sesini çıkartmadan kedi yavrusu gibi sevdi beni. Sessizliğimizi bölen benim telefon zil sesimdi.
İstemeyerek kalktım üstünden. Uzanıp koltuğun ucundaki telefonu aldığımda Sinan hala çalışan televizyonu kapattı. O onunla uğraşırken ekrandaki Nazlı yazsına baktım. Beraberinde Sinan'a da ekranı görmüş yanağımı öperek kalkmıştı.
"Kahve yapıp geliyorum, konuş sen."
Kafamı sallayarak onu onayladığımda Sinan mutfağa doğru adımlamaya başlamıştı. Battaniyeyi üzerime atarak aramayı onayladım.
"Leyla, sana bomba bir haberim var!"
Nazlı'nın enerjik sesiyle gülümsedim. Pek durumdan haberdar edip endişelendirmek istemiyordum. Nazlı biraz evhamlı biriydi, işini gücünü bırakıp atlar gelirdi yanıma.
"Anlat hadi."
"Bizim patronla görüştüm sabah, işe geri dönmeni istiyor!"
Önce algılayamadığım cümleyi içimden defalarca kez tekrar ettiğimde jeton anca öyle düşmüştü. Üzerimdeki battaniyeyi atarak hızla doğruldum. Karnıma saplanan o korkunç acıyı bile umursamamıştım.
"Durup dururken?"
"Hayır canım.."
"Sinan'a karışma demiştim!"
Aklıma ilk gelen şeyle beraber elimle yüzümü sıvazladım. İyi ki karışma Sinan demiştim, yoksa daha ne olurdu acaba?
"Bir kere Nazlı ya, bir kere kendi başıma da bir şeyler yapacağımı görmek istedim."
"Leyla.."
"Şuraya bak, işe geri dönüyorum ama sevinemiyorum bile!"
Dengem sabahtan beri öyle büyük şaşmıştı ki aldığım bu haber tuzu biberi olmuştu işin. İçimdeki hırsla kafamı çevirdiğimde elinde iki kupayla bana bakan Sinan'ı gördüm. Tam ona kızmaya hazırlanıyordum ki Nazlı'nın kurduğu cümle içimdeki ateşi anında söndürmüş büyük bir pişmanlığa dönüştürmüştü.
"Ne Sinan'ı Leyla, adamın haberi bile yok. Kadınla konuşan benim."
Dudaklarım hayretle aralandığında Sinan elindeki kupaları orta sehpaya bıraktı.
Kelimenin tam anlamıyla utanıyordum. Daha az önce kollarının arasında ağrım biraz olsun dinsin diye benimle ilgilenen adamı tek bir cümleyle sorgusuz sualsiz kurban ilan etmiştim. Yargısız infazım bir kenara dursun yaptığım şey o kadar güvensiz duruyordu ki!
Duymuştu işte. Kırgınlığını sanki anlayabilecekmişim gibi gözlerinin içine baktığımda sahte bir gülümseme belirdi dudaklarında. Bu sorun yok demekti biliyordum ama sorun vardı.
"Leyla, orada mısın?"
"Nazlı biz sonra konuşalım mı?"
Telefonu kapatıp ayaklandım. Ne yapacağımı ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Sinan omuzlarımdan tutup geri oturttu beni.
"Ayaklanma sen, ben atıştıracak bir şeyler getireyim."
Saçlarımın üzerine bıraktığı öpücükle beni salonda tek bıraktı. Duymamazlıktan gelişi yüzüme tokat gibi çarparken bu öpücüğün amacının daha iyi hissetmem olduğunu biliyordum. Bense, bunun altında ezilmiştim.
Düzenlemeden atıyorum, yanlışım varsa uyarın. 🥴
Finale şu 🤏🏼 kadar kaldı.
Uzatıp tekrara düşmek istemiyorum, böyle çok tadında.
Parodi Hesaplar
Leyla ↝ leylatekinleer
Sinan ↝ sinantekinler
Instagram ↝ wkedipatisigibi
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top