🍪41🍪

Yine yazmayı unutmuşum aq yazdım sanıyorum rahatım falan iftar olmuşum bölümü bir açıyorum...boş

🍪

Önceki sorunun ortasında kalemimin ucu bittiğinde sanki yeni uç takmaya harcayacağım saniyeler hayatımı karartacakmış gibi davranarak onu bir köşeye atmış Harry'nin elindeki kalemi çekip almıştım.

Şimdi ise bu siyah, köşeli, zarif ve pahalı duran kalemi çeviriyorum elimde. Kaşlarım hafif çatık ve sık sık dilimle dudaklarımı ıslatıyor, alnımı ovalıyor ya da saçlarımı geriye tarıyorum. Avuç içlerim terliyor olduğu halde bir yandan üşüyor ceketime sarılıyorum, sinir bozucu bir hızla bacaklarımı da sallıyorum ki soru çözerken bunu asla yapmam. Rahat değilim kısacası. Harry'nin etrafımda olmasına halen alışamadığımdan olmalı.

Kalemin ucu kareli kağıda değdiği zamanlarda defterde minik noktalar oluşuyor, soruda ne istendiğini ona anlatmak için cümleleri toparlamaya çalışıyorum. Olmuyor.

Aklım çok dolu, bedenim ise bitik halde. Gözlerim ağrıyor, dün gece de Edward yüzünden adam akıllı uyuyamadım zaten. Edward demişken, bundan sonra nasıl konuşacağım onunla? Ya da ne konuşacağım? Belki de dünkü konuşmayı görmezden gelmeliyim?

"Louis?"

"Louis?"

Uzaklardan gelen yankılı ses birden netleştiğinde ve gözlerimin önünde sallanan eli fark ettiğimde irkilerek yanımdaki Harry'e döndüm. Gülümsüyordu.

Yine.

Bu çocuğun vidaları gevşek bence.

Sesimi bulmak için bir iki defa öksürdüm, boğazım kurumuştu, başım dönüyordu merkez ise onun yeşilleriydi. Gözlerimi kocaman açıp kırpıştırdım. Tanrım!

"Harry?"

Sesim neden hep çok kısık? Bundan hoşlanmıyorum. Tak tak tak, desem bile hiç bir harf aynı tonda çıkmıyor. Can sıkıcı.

Masaya eğildiğim için kayan gözlüğümü parmağımla itip düzelttim. Özel dersimizin tam ortasındayız. Akşam saatleri olduğu için olsa gerek ikimiz de yorgun yorgun bakıyoruz etrafa. Gözlerimiz baygın, yüzlerimiz daha az canlı. Hele ben! İki kat dipteyim, öğleden sonra hastaneye gitmiştim çünkü ve oranın havası bile insanı mahvetmeye yetiyorken saatlerce annemin doktorlarının peşinde sağa sola koşmuştum. Sekiz katlı hastaneyi şakasız üç defa inip çıktım herhalde. Sonuç? Yarın falanca testi de yapmalı...

Sinir krizine girmeme engel olan tek şey annemin odasına asık suratla ve kıpkırmızı bir yüzle gittiğimde onu kendi kendisine kalkmış yatakta otururken görmemdi.

Boğazımı temizledim. Masamızda bir tabak damla çikolatalı kurabiye ve iki fincan çay vardı. Harry ben geliyorum diye yapmış kurabiyeleri. Bu bana istemsizce malum kişiyi hatırlatıyorken aynı zamanda Harry'nin ne kadar tatlı olduğunu düşündürüyordu. Gerçi, derince nefes alırken bile çok tatlı ki o. Yanakları falan şişiyor ve tavşana benziyor. Sevimli, minik ve beyaz olanlara. Yüzümde aptalca bir gülümseme oluşmak üzere...

Ne? İçten içe kendime yüz buruşturdum. Cidden onun suratına bakıp mal mal gülümsemek mi istiyorsun Louis? Kendine gelmelisin... Saçlarımı parmak uçlarımla yana doğru düzelttim.

Bu akşam da geçen seferki gibi Harry'nin annesini görememiştim, babası bile sonradan gelmişti. Ne yapıyor bu çocuk her gün tek başına evde? Acaba ben de bir gün tek kalır mıyım? Kalmam umarım.

"Artık bitirelim şu dersi çok sıkıldım!"

Elindeki kalemi masaya yarı yarıya fırlattığında şaşkınlıkla aralandı dudaklarım, daha yarım saat olmuştu? Üstelik  ona verdiğim defteri dersten önce okuduğu için zorlanmamalıydı da.

"Hemen mi?"

Başını mahcubiyetle sallarken tabaktan bir kurabiye aldı. Kıvırcık saçları dağınıktı, ben geldiğimde uyuyormuş, üzerinde ise okulda giydiği yeşil tüylü kazak vardı, bunların evinde de kazak bitmiyor sanırım. Gözlerini deftere dikmişti, kurabiyesini ısırdı. Kalemi indirerek geriye yaslandım. İşte ben de her gün aynı ceketi giyiyorum.

Tavırlarım ve görünüşümle kalıplaşmayı seviyorum sanırım. Değişiklikten kaçan tiplerdenim.

"Harry, bir saatin dolması lazım."

Küçük, üst rafları olan, içi dışı dolu bir masası vardı. İkimiz de sandalyelerimizi yan yana koymuştuk ve Harry'nin sandalyesi benimkine kıyasla masadan daha uzak olduğu için eğiliyordu. O doğruluğuna yüzünü görmek için arkamı dönmem gerekmişti.

"Ama bu çok sıkıcı."

Kaşlarımı kaldırdım, eğer soruyu karmaşık bir oyun olarak görebilseydi böyle düşünmezdi. Ama göremiyor. Ne yapacağım? Robin'e de söz verdim, bir saat olmalı.

Gözlerimi odada gezdirmeye başladım. Harry ise kurabiyesini asık bir suratla yemeye devam etti. Bazen ona denk geldiğinde bakışlarım, gözlerim sızladı ve kökünden kopan çiçekler gibi hızla soldu kalbim. Çok huzursuz hissediyorum.

"Belki biraz ara verebiliriz."

Önerim minik bir gülümseme almama sebep olmuştu, bu gülümseme çok tatlıydı... Ağzı doluyken gözlerini benimkine dikip kafasını sallaması da öyle. Gözlüğümü çıkartıp masaya koyarken önüme döndüm ve lokması bitene kadar onu bekledim.

"Masadan uzaklaşabilir miyiz biraz, nefesim daralıyor da? "

Kolumu tutmuş ve konuşurken çoktan kararını verip ayağa kalkmıştı bile. Ben de onu dinleyip kolumu çekiştirmesine izin verdim. Dudaklarım her zamanki ince çizgi moduna geçiş yapmıştı. Bu ne tepki vereceğimi bilmediğim bir durumdu telaşlanmıştım.

"Sana bir şey göstereceğim!"

Kolumu halen tutuyor? Neden tutuyor? Gözlerimi kırpıştırdım. O ise suratıma bakıp dişlerini göstere göstere gülümsedi. Büyülenmiş gibi bakıyordum yüzüne. Beni geri geri itti.

"Şimdi uzan yatağa ışığı kapatacağım, tavana bak tamam mı?"

Başımı salladım ama kaşlarımı da çatmıştım. Yatağa oturur oturmaz kafamı kaldırdım hemen, hiçbir şey yoktu?

"Uzan Louis!"

Suratıma domates atsanız daha az kırmızı olurdu yüzüm.

Cevap vermeden yan bir şekilde oturduğum yerden geriye attım kendimi. Belim ağrımıştı ve şimdi çok daha net hissediyordum ne kadar yorgun olduğumu. Derin derin nefesler aldım. Işıklar kapandı, tavana bakıyordum, henüz ortada bir şey yoktu.

"Ben bir şey görmüyorum."

"Bekle."

Dudaklarımı büzüp bekledim, o da yanıma gelip uzandı. Ellerimin altındaki yorgan kumaşını sıkmak zorunda kalmıştım.

"Eee?"

"Ya beklesene azıcık."

Ofladım. Tavandan ne çıkabilirdi?

"Bunu annemler bilmiyor."

"Neyi?"

"Odama yaptığım şeyi tabii ki. Şimdi sen de göreceksin. Daha dün gece yaptım."

Sessizce bekledim, sonra ise fark ettim tavanda parlayan küçük noktaları, önce sadece tavanda, sonra yanımdaki duvar da dahil diğer duvarlara bir sürü noktacıklar çıktı. Bu şeylere yıldız olarak mı bakmam lazım?

Hayır, hayır öyle de değildi. Bütün bu noktacıklar sanki ağaç dallarına tutunuyor gibiydi. Şaşkınlıkla doluyordum. Bunu Harry mi yaptı?

İçerisi tatlı bir ışıkla aydınlanıyor eşyaları net olarak görüyordum, Harry'nin bana döndüğünü hissettim.

"Arkadaşlarımla bir kafeye gitmiştik, orada görmüştüm çook güzeldi."

Bunu neden bana gösteriyor? Biz neyiz ki? Ben sadece ona ders anlatıyorum o da benim için okuldan birisi bu kadar. Neden konuşuyor benimle şu tavan işini?

"Sonra kafe sahibine sorup boyayı buldum, çok pahalıydı ama annemin kolyelerinden birisini sattım ve kendi odamı bir ağaç eve çevirdim!"

Ben de ona döndüm gözlerim sonuna kadar açıktı.

"Ne! Annenin kolyesi mi?"

"Evet, annem kolye falan takmaz ama babam sürekli alır. Ben de işe yaramasını istedim."

Bön bön loş ışıkta ayrı güzelleşen yüzüne baktım. Kıkırtısı kulaklarımı doldurdu.

"Hep bir ağaç ev istedim, kimse yapmadı ve yapmama da izin vermedi. Ben de odamı ağaç ev yaptım! Bu minik noktalar da dilek topları."

Ney topu, ney topu? Ah her neyse bunu sormayacağım.

"Hem geceleri korkuyorum karanlıkta, gece lambaları çok az ışık saçıyor, iyi oldu bence."

Tekrar tavana baktım. Başımı salladım.

"Çok güzel, bu kadar iyi resim çizdiğini bilmiyordum. "

Huzursuzca kıpırdandı.

" Ben yapmadım, sadece boyadım. Zayn poşet kalıplar çıkarttı."

Tekrar yüzüne döndüm, şaşırmıştım. Onlar yakın mıydı?

"Zayn mi?"

Somurtuyordu. Başını salladı.

"Annelerimiz iş ortağı. Sürekli bizde olur."

Vay canına bu o gün neden masaya öyle rahat oturduğunu açıklıyor.

"Onu sevmiyor musun?"

"Sen seviyor musun?" gülümseyip başımı salladım.

"Bence çok tatlı birisi."

Yüzüme uzun uzun bakıp tavana geri döndü. İkimiz de sessizce tavana bakıyorduk. Ne kadar sürdü? Beş dakika, on dakika? Ben gözlerim ağrıyor diye onları kapatana kadar.

🍪

Yorum yaptınız inş :)

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top