5.Bölüm: ''Aynı Ayçiçekleri Gibi''

Keyifli okumalar...

***

Kızıl ırmakların aktığı diyarların öldüren cazibesine inat güldüğüm rüyalar gördüm.

Kanla yıkanmış kara toprakların ninnisini dinledim. Güneşsiz ufkun taşıdığı gizemleri kulağıma fısıldayan nazik sesli kadın, elimden tutup beni gezdirdi. Her buluşmamızda biraz daha büyüyen adımlarıma bilgeliğiyle eşlik etti. Gözlerinde umudun ve nefretin derin sancılarla birbirini doğurup boğduğunu gördüm.

Suyun sıcak olduğu, ağaçların göz alan yeşili ile gökyüzünü kapattığı anlarda yürüdüm. Onlarca yüz, söylenmemiş yüzlerce kelime zihnimde hasat şenliğindeki kız ve erkekler gibi dans etti.

Aynı yanan dallar gibi içimi yakan acıların arasında savruldum.

Kaybettim. Korktum. Nefret ettim.

Anılardan renkli çiçekleri olan buketi kat kat kalın kabus kurdeleleriyle bağladım.

Sesini duyamadığım biri hep arkamdan bağırdı.

Derin nefesler ile uyandığım, kalbimin göğüs kafesimde bir kuş olduğu beşinci uyanışımda öfke ile dişlerimi sıktım.

''Kahretsin!''

Dağılıyordum. Hiç olmadığı kadar zihnimin kontrolünü kaybediyordum.

Unuttuğum bir şeyler vardı. Dövüşü kaybediyor gibi hissederken rakibimin kim olduğunu bile bilmiyordum. Bu bilinmezlik yatağa bağlı geçirdiğim günlerde beni çıldırtmak üzereydi.

Son altı gündür yaptığım gibi ellerimle terden sırılsıklam olmuş kazağımı avuçladım. Kesik nefesler ile bedenime gevşemesini emrederken omzumdaki sızıya küfür ettim.

Lanet olası yan etkiler.

Bedenimin dinlenmesine izin vermem gerektiğini biliyordum. Morpheus'un bana armağan ettiği yeni yaram canıma okuyordu fakat kafamın üzerinde bir kılıca bağlı saatin akreple yelkovanı birbirini kovalıyordu.

Zaman, dilsiz bir öğretmen, elsiz bir doktordu.

Ve iki çocuğu benimle ölümüne bir oyun oynuyordu.

Histerik bir kıkırtı dudaklarımdan firar etti. Önünü alamadığında yıkılan setler gibi dudaklarım önünü alamayınca sesim özgürlüğünü haykırdı. Kıkırtılar, yüksek sesli kahkahalara dönüştüğünde bir şifacının şuan beni görse odaya girmeden geri kaçacağını düşündüm.

Bana verdikleri şeffaf sıvı dolu iğneler olmadan ortalıkta görünmüyorlardı. Yemekleri kim başucuma bırakıyor ve geri kaldırıyor emin değildim. Bir noktada güçlenmek için yemek yemenin en ideal yol olduğunu hatırlamıştım.

Ne kadar dağıldığımı da o zaman daha net anlamıştım.

Günlerce ağzıma tek lokma sokmadan sadece bana verdikleri ilaçlar ile hayatta kalmıştım. Ustaların bu tarz durumlar için şifacılar ile nasıl serumlar hazırladıklarından emin değildim. Ama işe yaradıkları kesindi.

Şifa odasındaki ilk birkaç günü koma halinde geçirmiş olmalıydım. O sırada beni yemeğe ihtiyaç duymayacağım seviyede beslemeyi başarmışlardı. Fakat bir tüpten damarlara verilen sıvı ile gerçek yemek bir değildi. Bedenimin, kaslarımı güçlendirip enerjimi yerine getirecek şeylere ihtiyacı vardı.

Burnuma dolan kokular ile midem guruldadı. Dün gördüğüm rüyadan sonra yemek yiyememiştim.

Kaşlarım çatıldı. Ne görmüştüm?

Parlak ay ışığında ayaklarımın dibinde dizilmiş bedenler vardı. Hareketsiz ve kara derili bedenler.

Yanmışlar mıydı?

Hatırlamaya çalıştıkça elimden kayan görüntülerle şakaklarımı ovaladım. Masanın üzerine yerleştirilmiş tepsiyi alıp aç midemi mağduriyetinden kurtarmaya karar verdim.

Ilık sıvı boğazımdan geçerken zevkle inledim. Sanki uzun zamandır içim üşümüş de ısınamamış gibiydim.

Gözlerimin önünde bir anda soğuk bir mekanın anısı patladı. O kadar aniydi ki başım döndü. Elimdeki kaşık gürültüyle kasenin içine düşüp etrafa sıcak çorbanın saçılmasına neden oldu.

Yanan parmaklarıma inat taş kesildim.

Yanaklarımı avuçlamış bana tepeden bakan bir kadın vardı. Gözleri tenimde hissettiğim soğuğa rağmen ne kadar da sıcaktı.

Dolgun dudakları aralanıp ezgili sesiyle fısıldadı. ''Sözlerimi iyi dinle küçüğüm, bilmemen gereken dudaklarından döküldüğünde yanında olup sana sözlerimi iletene güven. O seni bekliyor, zamanı gelince küçüğüm kim olduğunu hatırla. Şimdi benim için tekrarla.''

Gür saçlar yanağımı gıdıklayıp beni güldürürken kadın eğilip kulağıma fısıldadı. ''Yasaklı şeyler bazen yasaklı kalmalı...''

Başım daha çok dönerken kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu.

Korku, bir elini gırtlağıma dayayıp sıktı. Pantolonuma ve ellerime bulaşan sıvıya aldırmadan tepsiyi masaya koyup aceleyle ayağa kalktım. Botlarımı titreyen parmaklarıma rağmen bağlamayı başardığımda, şifa odasının solunda kalan uzun koridorun sonundaki geçide koşarak ilerlemeye başladım.

Ne kafalarını çevirip bana şaşkınlıkla bakan muhafızlara ne de sıradaki dozu vermeye gelen şifacıya aldırmadım. Adımlarım en az kalbim kadar hızlı zemini döverken geçidin karanlığına daldım.

Ayaklarım, karanlıkta ışığa çekilen pervaneler gibi yolunu bulup beyaz koridora vardığında durmadım. İstediğim kapının önüne varınca çalma zahmetine girmeden içeriye daldım.

Eskimiş kanepede uzanan adam sesle irkilip doğruldu. Karışmış saçlarını geri yatırıp oturur konuma gelirken bakışları ile beni süzdü.

En az onun kadar dağılmış saçlara ve kıyafetlere sahip olduğuma emindim. Gözlerimin kocaman açılmış olduğuna emin olduğum gibi.

Ayağa kalkan usta benden bir baş uzundu. Bu yüzden önüme gelip hafifçe eğildi. Gözlerimiz birbirine kilitlenirken onunkiler deliliğin kıyısında parladı. Ardından yüzünde kocaman bir sırıtış ile konuştu.

''Sobe.''

Koyu kahve gözlerine bakakaldım. Dudaklarım konuşmak için peş peşe aralansa da inilti dışında bir ses çıkaramadım.

Bilincim şok, gerçeklik ve korku ile kaplanırken konuşamadım.

Duyduğum şey beni dehşete düşürmüştü.

Çünkü kadın, Atlılar'ın diyarların her yerinde konuşulan dilini konuşmuyordu. Asla anlamlarını öğrenmediğim ezgili kelimeler dudaklarından dökülmüştü.

Ve ben kadının dediklerini anlamıştım.

Ardından hayatımda kan kaybı yüzünden olmadan ilk kez bayıldım.

***

Gözkapaklarımın ardındaki kızıllık ile rahatsızca kımıldadım. Biri güneşi gözlerimin üzerine bastırmış gibi elimi siper edip doğrulmaya çalıştım. Bedenime sürtünen uzun ve ince yapılı bir şeyin varlığı ile donakaldım.

Bedenim zihnimden önce uyum sağlayıp hızla doğrulurken, yeşil ve sarı renklerle kaplı bitkilerin arasında yalpaladım. Ne tarafa dönsem bedenime değen bu şeyler neydi böyle?

Zihnimden geçenleri duymuş gibi biri cevap verdi.

''Onlar ayçiçeği.''

Hızla sesin geldiği yöne dönünce bitkilerle kaplı bu düzlükteki tek çıkıntı olan, yüksek bir kayanın tepesinde oturan Usta Travis'i gördüm. Güneş gözümü alınca elimle siper edip ''Neredeyiz?'' dedim.

Usta beni duymamış gibi başını gökyüzüne çevirip gözlerini kapattı. ''Adı ayçiçeği olan bu bitki güneşe bakmadan yaşayamıyor. Sence de büyük bir ironi değil mi?''

Cevap vermek yerine nerede olduğumu anlamak için etrafımda döndüm ama omuzlarıma gelen bitkilerin arasında gördüğüm tek şey daha çok bitkiydi.

Başımı yeniden Travis'e çevirip cevaplar için bağıracakken gözlerini bana dikmiş önümde dikildiğini görünce geri sıçradım.

''Sen de böylesin biliyor musun Eris? Sahip olduğunun tam aksini kabul edip onu takip ediyorsun. Aynı ayçiçekleri gibi.''

Travis'in mantığını haklı ya da haksız çıkarmakla uğraşmadım. Aklından geçenleri değiştiremeyeceğimi uzun zaman önce anlamıştım.

Farklı bir şey görmek umuduyla yukarı baksam da şansım yaver gitmemişti. Bitkiler, kızgın güneş ve mavi gökyüzünden başka hiçbir şey yoktu.

''Travis burada ne yapıyoruz?''

Omuz silkti. ''Zihninin uyum sağlamasını bekliyoruz.''

Ah tabii ya lanet olası bir simülasyondayız.

Bir anda duraksadım. Dikleşen omurgamla ona bakıp ''Sen hiçbir zaman uyum sağlamamı beklemezsin. Dengesiz ya da kontrolsüz olmamla eğlenirsin.'' dedim.

Gülümsedi. ''Ne de zeki.'' Kıkırdayıp devam etti. ''O senin zihnindeyken geçerliydi gözde.''

Ayçiçekleri arasında ilerleyip onu ilk başta gördüğüm kayanın üzerine tırmandı. Bir kral gibi kollarını açıp ilan etti. ''Burası benim zihnim. Hapishaneme hoş geldin.''

Bedenim kasıldı. ''Ne?''

''Doğru duydun. Aslında beni çok beklettin.''

''Ne?''

Yine bir anda önümde belirip gözlerimin içine bakmak için eğilince geri kaçtım. ''Uyum sağlaman bu kadar zaman almamalıydı. Hatırlaman gerekenler bu kadar derinde olmamalıydı.'' Uzanıp yüzüme dokununca hızlanan nabzımla yeniden geriledim.

Ellerini ben zararsızım havasıyla kaldırıp geri adım attı. ''Hadi ama onca zaman senin zihninde oyun oynadık. Kaç kere kendi hikayeni şekillendirdin, ben aynısını yapınca korkmaman gerek. Ne de olsa burası benim oyun alanım.''

''Bu beni rahatlamalı mı?'' dedim etrafımı işaret ederken ''Senin zihninde olmak mı beni korkutmamalı?''

Travis'e aklını kaçırmışsın demek yetersiz kalırdı. Hatta bunu bir iltifat olarak alırdı.

Kahkaha attı. ''Bu yüzden sana şifacılar ile günlerce ilaç verdim. Hatta uyandığın ilk gün sana bizzat gösterdim.''

İrkildim. Dolabın önünde neşeyle elindeki şişeyi bana gösteren Travis'in görüntüsünü hatırladım. Ne demişti?

Zihni bulandırıp anıları karıştıran şu küçük şişeler ne de güzeller değil mi?

Sanki kendimi fiziksel olarak koruyabilirmişim gibi istemsizce bedenim savunma pozisyonu aldı.

''Neden?'' diye sordum.

''Dedim ya uyum sağlaman için. Ustaların aksine siz gözdeler zihinsel olarak zayıfsınız. Bizim gibi zihinlerde yürümek için eğitilmediniz. Siz daha çok fiziksel güçsünüz.''

Nefesim tıkanırken tekrarladım. ''Neden?''

Travis yüzümde ne gördü bilmiyorum ama neşeli hali parçalanıp yerini daha önce hiç görmediğim ciddi bir ifade takındı. ''Çünkü zamanı geldi. Sana göstermem gerekenler var.''

Kaç! İlk düşüncem buydu.

Travis'in bana gösterecekleri beni farklı bir açıdan korkutuyordu. Zihnen soyulmayı, bedenen acı çekmeden kıvranmayı bana bizzat Travis öğretmişti.

Gözdelerin masasına oturmadan önce benimle defalarca oynamış, anılarım ile işkence etmiş hatta en sonunda beni kırmıştı.

Kullanım dışı. Zihnimi yakan bu iki kelime ile onu öldürmek istemiştim. İntikam yeminleri etmiştim. Sonra Sokrates-1'de uyanmış Gazap ile yüzleşmiştim. Ava çıktığım her seferin dönüşünde Gazap'tan önce Travis'i görmüş, zihnimi soymasına izin vermiştim. Korku, o zaman beni terk etmişti.

Gazap'ın özü içimde yanarken korkuya yer yoktu.

Şimdiyse bastırılan onca yıl bir anda yüzeye çıkmıştı. Başımı iki yana sanki düşüncelerimi böyle kovabilecekmişim gibi salladım.

Hayır. Bu zihnen kırılmaktan korkan kızın endişesi değildi. Öğreneceklerimin getireceği ağırlığı hissetmiştim. Dönüşü olmayan bir noktada dikilmiş bekliyordum.

Sivri kayalar ile dolu bir uçurumdan kendimi aşağıya atmaya karar vermek gibiydi. Aklı başında olan herkes aksi yönde dönüp arkasına bakmadan kaçardı. Gülümseyip kendini acı ve ölümün kollarına atmazdı.

Kendi çırpınışıma o kadar dalmıştım ki Travis'in omuzlarımdaki elleri ile kendime geldim. ''Nefes al.'' dedi.

Nefes almayı ne zaman bırakmıştım ki? Fiziksel olmayan bedenim yine de yanan ciğerlerini hissetti. Sarı çiçekleri hafifçe sallayan rüzgar, genzimden göğsüme doğru ilerleyip beni rahatlattı.

''Gevşemeye çalış Eris. Nefesini kesip kaçmanı söyleyen o sese kulak asma.''

''Nasıl?''

''Nasıl mı biliyorum?'' Omuz silkti. ''O savunma mekanizmasını zihnine koyan benim de ondan.''

Şaşkınlıkla suratına baktım. Güldü. ''Gerçi kendime karşı dönmesi durumu hoşuma gitmiyor ama risk alamazdım. Benden başkası seni kırmaya çalışırsa diye açık yol bırakamazdım.''

Şaşkınlığım her geçen saniye daha da artarken elleri arasında öylece dikildim. O ise beni yönlendirmeye devam etti.

''Zihninin uyum sağlaması için ilaçlara başvurabilirim ama savunmayı ancak sen içten kırabilirsin. O yüzden bana güven.''

Beni buraya getiren sözleri hatırladım.

Sözlerimi iyi dinle küçüğüm, bilmemen gereken dudaklarından döküldüğünde yanında olup sana sözlerimi iletene güven. O seni bekliyor...

Travis'e güvenmeliydim. Öğrenmem gerekenler vardı. Yutkunup başımla onayladım.

''Şimdi bir fırtına gibi odama girip bana tabak gibi açılmış korkulu gözlerle baktığında bir şeyleri çözdüğünü anladım. Gerçi beklediğimden uzun sürdü.''

''Anlamıyorum. Bütün o rüyalar... Ben, ben nasıl anlıyorum? Bilmemem gerekiyor. Ama-'' Sesim her kelimemle yükselip histerik bir hal alırken Travis'in sakince bana bakması ile duraksadım.

Omuzlarımdaki ellerinden kurtulup onu ittim. Suçlarcasına bağırdım. ''Biliyordun!''

Travis'in gözleri kederli diyebileceğim bir bakışla suratımda gezindi. ''Yasaklı şeyler bazen yasaklı kalmalı. Ta ki zamanı gelip kim olduğunu hatırlayana kadar.''

Beni onun yanına getiren sözler dudaklarından dökülürken nefesim kesildi. ''O zamandan beri bekliyordun?''

Bir kukla gibi ayaklarımdan zemine bağlanıp rakibimi vurduğum simülasyonu hatırladım. Nereden hatırladığımı bilmediğim kelimeler zihnimde yankılanmış, ben de rakibimi alt etmeden önce onları yüksek sesle tekrarlamıştım.

Simülasyondan çıktığımdaysa usta uzakta duymadığım ve görmediğim bir şeyi görüp duyar gibi beni ona getireceğini bildiği kelimeleri söylemişti.

Başıyla onayladı. ''Çok daha öncesinden beri. Ama o yasaklı metni okuduğunda sen olduğuna emin oldum.''

Olasılıklar zihnimde birbirini kovalarken farkındalıkla sarsıldım. ''Beni hiç kırmaya çalışmadın değil mi?''

''Hayır.'' Gözlerindeki keder ile yüzünü buruşturdu. ''Mabette sağ kalabilmen içindi. Çektiğin acı için özür dilememi bekleme. Seni ancak öyle Gazap'tan saklayabilirdim.''

Dizlerimin bağı çözülürken yere çöktüm. ''Neden?''

''Hepimizin rolleri var Eris. Emin olmalıydım. Bana gelene kadar beklemeliydim.''

Bana tokat atmış gibi irkildim. Kuleye gelmeden önceki gün yüzüme söylenen sözleri hatırladım.

Hepimizin rolleri var cia. Çok önemli roller, susmanı ve beklemeni gerektiren. Kandırıp farklı olduğunu sanmalarına izin veren roller.

Korku yeniden midemi yakan bir asit gibi boğazımda yükseldi.

Kaç! dedi zihnimdeki sahipsiz ses. Hepsi seni kırıp dökmeden önce kaç. Saklan!

Dudaklarımı yalayıp bütün cevapları verecekmiş gibi tek bir kelimeye bütün sorularımı yükledim. ''Nasıl?''

Travis iç çekti. ''Çok uzun ve karmaşık bir hikaye.''

Konuşmaya çalışınca elini kaldırıp beni susturdu. ''Ben onlar gibi hikayeler anlatmakta yetenekli değilim ama sana gösterebilirim.''

Ardından ayağa kalkmam için bana elini uzattı.

Nei ''O tanıyordu cia.'' demişti. Beni geçmişimi keşfedip kehaneti gerçekleştirmem için kuleye yolladığında, karşılaşmayı beklediğim şey bu değildi. Travis'in bana geçmişinden bahsetmesini beklemiştim sadece birkaç kez gördüğü, çok konuşmadığı birinin hikayesini anlatmasını.

Bu yüzden en başta onun yanına gitmemiş, zihnimdeki kaos bitene kadar beklemek istemiştim. Rüyalar. Lanet olası rüyalar beni o kadar sarsmıştı ki son gördüklerim beni panikle esir alıp onun yanına getirmişti.

Öğrenmenin acil ihtiyacı ile önüne dikilip tek kelime bile edemeden bayılmıştım. O ise beni kendi zihnine sokmuştu. Şimdi karşımda dikilmiş bunca zamandır nefret ve korku ile baktığım gözler bana bakarken boğazım yanıyordu.

Beni beklemişti. Bunca zamandır beni korumuştu.

Aynı Gazap'ın gözdesi olmamı bir kılıf gibi kuşanıp rol yaptığım gibi, o da usta kılıfını kuşanıp rol yapmıştı.

Beni kaç kez kurtarmıştı? Mabette geçirdiğim kaç seferden sağ çıkmamı sağlamıştı?

Dudaklarımı ısırıp kollarımı bedenime doladım. Titreyen bedenim beni şoka sürüklerken ona baktım. Benden belki on yaş daha yaşlı görünen kahve gözleri delilikle parlayan, saçları hep dağınık bir kitle gibi yüzüne dökülen adama. Artık gözleri yorgun bakıyordu.

Dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Travis'in bana basit bir hikaye anlatmasını beklemiştim.

Beni kaderimden kurtarmasını, beni korumak için rol yapmasını değil!

Kader, lanet olası kader beni her seferinde en boktan olayların içine atmaya bayılıyordu.

Neden yürüdüğüm yol bu kadar zor olmalıydı? Neden hepimiz bir şeyler feda etmeli, olmadığımız kılıfları kuşanıp istemediğimiz hayatlara mahkum olmalıydık?

Aklımdan geçenleri okumuş gibi Travis yanıma çöküp kolları ile beni sardı. Beklenmeyen samimiyet ve rahatlatma çabası ile çözüldüm. Gözyaşları yanaklarımdan kayıp toprağa düşerken ayçiçeklerine baktım. Gerçekten onlara benziyordum.

Başımı doğru bildiğim her şeye çevirmiş sadece güneşin ısısıyla hayatta kalmıştım.

Hayatta kalmak istiyorsan üstün ol. Ben de tam olarak öyle yapmıştım.

Şimdiyse gerçekler beni her seferinde daha çok yaralıyordu. Travis nazikçe saçlarımı okşadı. Gözyaşlarım dinene kadar beni kolları arasında avuttu.

İç çekişlerim sona erdiğinde hafif esen rüzgarla Travis beni bırakıp ayağa kalktı. Yeniden elini uzatıp tutmam için bekledi.

''Gel, sana anılarımı göstermeme izin ver.''

Uzun parmakları arasında küçük kalan elimi avucuna bıraktım. Tutup beni ayağa kaldırırken daha önce var olmayan yeşil üzeri desenlerle kaplı bir kapı ayçiçeklerinin arasında belirdi.

Travis'in zihninin odalarına açılan kapının önünde birlikte dikildik. Üzerindeki desenlerin ayçiçekleri olduğunu fark edince olduğumuz yerin olması gerekenden daha derin bir anlam taşıdığını hissettim. Travis ise kapıyı açıp ardında uzanan koridoru gözler önüne serdi.

Onlarca kapı iki taraflı sıralanmıştı. Farklı renk, boyut ve desenlerdeki kapılar açılmayı bekler gibi arada hafifçe parlak bir ışık saçıyordu.

Kapıdan geçip eşikte dikilen bana bakan Travis ''Gel, seni annenle tanıştırmama izin ver.'' dedi.

Anne. Bu kelime ne de yabancı gelmişti.

Kendi ellerimle beni büyütüp seven kadını öldürmüştüm. Fredia küçük kızım.

Ölümünün acısı beni nefessiz bırakırken, zihni istila edilmiş halime lanetler ettim. Ne de kolay hayatını çalmış, hiçbir şey olmamış gibi yürüyüp gitmişim.

Travis elimi yakalayıp sıktı. ''Yapma.''

''Nerden biliyorsun?''

''Benim zihnimdesin unuttun mu?'' İfadesi ciddileşti. ''Onları öldüren sen değildin. O zaman kendinde değildin. Gazap, zihnini öfke ve öldürme arzusu ile kaplamıştı. İstesen de oradan kurtulamazdın.''

''Neden?'' dedim. ''Neden daha önceden kendime gelmemi sağlamadınız? Sen, Nei, diğerleri. Madem hepiniz biliyordunuz neden onca insanı öldürmeme izin verdiniz? Neden onu, Danny'i kurtarmama izin vermediniz?''

''Çünkü ölürdün.''

Duygularım o kadar karışıktı ki en baskın olanına tutundum. Öfkeyle ona baktım. ''Tek bir yaşam diğerlerinden daha değerli değildir Travis. Onlar beni sevdi! Bak bense ne yaptım. Öldürdüm!'' Omuzlarım çöktü. ''Ben başkalarının sevdiklerini öldürdüm. Asilerden onlarcasını katlettim. Zayıf diye gördüğüm insanları öldürdüm. Yoluma çıkıyorlar diye av köpeklerini kestim. Sanki hiç değerleri yokmuş gibi yüzlerce hayat çaldım!''

Travis atılıp omuzlarımı kavradı. Konuşurken mimikleri öfkeyle doldu.

''Çünkü kader hiç doymayan bir hayvan! Pençeleri ile can veren onca insan için biz hayatta kalanlar yaralarımızı umutlar, yalanlar ve gelecekle sararız. Tek fedakarlık yapan sen değilsin. Hiçbir zaman tek olmayacaksın. Ama sen diğerlerimizin aksine kadere kafa tutacak güce sahipsin. Feda ettiklerimize değecek bir yol açabilecek güce. O yüzden savaş!

Kendine acıma! Kimin, neyin sana bu yolu çizdiğini düşünme! Elindekine sıkıca sarılıp onu bağrına bas! Şu zamana kadar ölenler için değil, gelecekte bu yolda başkaları ölmesin, senin gibi acı çekmesin, kaybettikleri ile dibe batmasın diye savaş!''

Alev alev yanan gözleri yumuşadı. Omuzlarımdaki elleri iki yanına düştü. ''O savaştı. Senin için savaştı. Seni her şeyden çok sevdi. Onun kaderini değiştirecek zamanda yetişemedim. Ama senin kaderine eşlik edebilirim. İzin ver sözümü tutayım.'' Kapıdan geçmem için elini uzattı. ''İzin ver fedakarlıklarımı, umutlarımı, acılarımı sana sunayım. Anneni seninle tanıştırayım.''

Tek kelime etmedim. Kelimeler yetersizdi.

Sadece Travis'in elini sıkıca tuttum ve o eşikten geçtim.

***

Dolu dolu bir bölümün sonuna geldik! 🤩
O kadar çok detay var ki hadi üzerinden birlikte geçelim. Ve bahsedilmeyen detayları da siz buraya bırakın.😉

''Yasaklı şeyler bazen yasaklı kalmalı...'' Tek bir cümle ne kadar bağlantı yaratabilir kanıtı.😎
GG'de o bölümü hatırlarsanız (21-22. Bölümler) kızımız zihninde beliren bir metni dile getirmişti (şansa bakın ki son zamanlarda zihninde pek çok şey beliriyor😈) Travis ilk o zaman dikkatini kızımıza verip bu can alıcı cümleyi bir ipucu olarak bırakmıştı. Zamanı gelince Eris'i ona getireceğini biliyordu. 😏

Nei'nin kızımızı kuleye geçmişini öğrenmesi için yollarken bu kişinin Travis olacağı aklınıza gelmiş miydi? 😁

Ah Travis ah! Seveni yoktu, herkes nefret etti. 😔Gerçekte ise Eris'in en büyük destekçisi oydu. 😍
Bunu tahmin etmiş miydiniz? Yoksa sizin için büyük bir bomba etkisi mi oldu? 🤭Travis hakkında dediklerine pişman olanlar kimler? 🙋‍♀️

Daha öncesinde Eris'in nasıl bu kadar kolayca annesi ve başkalarını öldürdüğü konusunda bu bölüm net bir açıklama da aldık. Gazap'ın öfkesi ve öldürme arzusu zihnini ele geçirmediğinden kızımız aldığı bütün canlardan pişman olmaya ve bunların ağırlığı altında ezilmeye başladı. Siz olsanız dayanabilir miydiniz? 😥

Peki ya geçmişine dair gerçekleri öğrenmek için Travis'in anılarında annesi ile tanışmasını istemesine ne diyorsunuz? 😱Travis, kızımızın annesi ile nerde ve nasıl tanışmış olabilir? Teorileri alalım! 😈

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top