31.Bölüm: ''Seçimler ve Sonuçlar''

Keyifli okumalar...

***

Sonraki üç gün neşe ve tüm yaşamım boyunca tatmadığım bir ait olma hissiyle kaplı geçti. Birlikte uyuduk, birlikte yemek yedik, birlikte nefeslerimizi paylaştık.

Ne kule ne Ola ne de kaderden bahsettik. Zamandan huzur ve sevgi dolu küçük bir parça koparmış, berbat edecek her şeyi dışarıda bırakmıştık.

Odaya kapanmamızın ikinci gününde Reik kapıdan kafasını uzatıp teşekkür beklediğini söylediğinde Radsolf ona en yakındaki nesneyi fırlatmıştı. Botunu.

Çenesine gelmesini diledim.

Bir kere de Kgo uğrayıp Myne'nin benimle konuşma isteğini hatırlatmıştı.

Kulağımın altında atan düzenli kalp atışlarıyla gözlerimi kapattım. Zamanın hiç yenilemeyen bir düşman olduğunu en acı şekilde hatırlamadan önce konuşmamız gerekiyordu.

Sırtımda dolaşan hünerli parmaklarla inlememek için dudağımı ısırırken ''Konuşmalıyız.'' dedim.

Bir an Radsolf'un eli duraklasa da izlediği yola devam etti. Derin bir nefes alınca kabaran göğsü ile başım yükseldi. ''Biliyorum.''

Sakladığım tüm gerçekler dilimin ucundan dökülmek için yarışırken minik bir nefesi ciğerlerime çektim. ''Önce anlatacaklarımı dinle.''

''Peki.''

Ona her şeyi anlattım.

Kuleye döndüğüm andan itibaren olanları ve keşfettiklerimi.

Unuttuğum geçmiş yaşamlarımı, Travis'in bana gösterdiği annem hakkındaki anıları, Ola ve Ion'un oynadığı kader oyununu, kan yeminlerini ve kehanetin çözdüğüm kadarı dudaklarımdan döküldü.

Ne benim Ola'nın soyundan gelmem hakkında konuştu. Ne de bedeni gerilse de Linda ve Darius'un hikayesini anlattığımda sözümü kesti.

Annesi hakkındaki sözlerimde kulağımın altındaki kalp atışları hızlandı. Ola'nın planladıklarından bahsederken sırtımdaki yumuşak dokunuşları öfkeli bir yumruğa dönüştü.

En son onu nasıl kuleden çıkardığımı anlatırken bana sıkıca sarıldı.

Sustuğumda saatler geçmişti. Ağzımın içi kurumuş, bedenim anlattıklarımın ağırlığı ile güçsüz kalmıştı. Radsolf anlattıklarımı özümserken ne kadarını önceden bildiğinden emin olamadım. Kehanetler ve kader oyununu Ankli ya da Reik'in ona anlattığını biliyordum. Beni saran sıcaklığından ayrılıp doğrulunca kollarını gevşetti.

Ona tepeden baktım. Kehribar rengi gözleri alev alevdi. Öğrendiklerimi ve bunca zaman bilmeden aradığı çözümü ona sunmuş aynı zamanda bir o kadar büyük sorunları omuzlarına yüklemiştim.

Yüzlerimiz aynı hizaya gelene kadar dirseklerini dayayıp bedeninin üst yarısını yükseltti. Tek eliyle destek alırken diğeriyle yanağımı avuçladı. Gözlerimin içine kararlılık ile baktı.

Dudakları aralandığında bana planlarım ya da geçmişim hakkında soru sormasını beklemiştim.

Ama umduğumdan çok daha farklı kelimeler dudaklarından döküldü. ''Kader, kehanet ya da bir başkası değil. Seni ben seçtim Keilah. Sen de beni.''

Bir an şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. İçimi yiyen endişenin dişleri sökülüp bedeni çürüdü. Aksini iddia etmem için bana meydan okuyan ifadesine karşı gülümsedim. Zihnimdeki çatışmayı görüp beni rahatlatması karşısında içim sıcacık oldu.

''Teşekkür ederim.''

Uzanıp alnıma minik bir öpücük kondurdu. ''Bizden bir daha şüphe etme.''

Dudağımı ısırdım. ''Nasıl?''

Tamamen doğrulup karşıma oturunca geriledim. ''Seni okuyabiliyorum.''

Kaşlarımı çatıp mimiklerimden duygularımın belli olup olmayacağını soracakken bakışları uzaklara dalıp bedeni kasılınca sustum.

''Şimdi ne yapacaksın? Kader oyunu için sözler sana ne diyor?'' Mimiklerine endişe yerleşirken gözleriyle suratımdan yakalayacağı anlamları aradı.

Burukça gülümseyip diğerlerine verdiğim yanıtı ona da verdim. ''Anlatamam. İstesem de yapamıyorum.''

Öfke ile yüzü çarpıldı. ''Lanet olsun sana Ola.''

Elini sıkıp yüzüne baktım. ''Radsolf. İyi olmana ihtiyacım var.''

Gözlerini kapatıp sakinleşmek için derin nefesler alırken gevşeyip bana güven vermek için elimi sıktı. ''Ben iyiyim Keilah.''

Parmaklarım önce göğsüne oradan boynuna sürtünürken gözleri aralandı. Göz teması sağlayınca omzunu sıkıp anlamasını istediğimi belli ettim. ''Güvende olmana ihtiyacım var.''

Boynundaki damarlar gerildi. ''Hayır.''

''Radsolf-''

''Hayır!'' Öfkeden çok korku ile sesi yükselirken atılıp kollarımı yakaladı. Gözbebekleri büyüyüp yüzü asılırken ''Benden geride kalmamı sakın isteme.'' dedi.

Ona baktım. Endişe ve korku ile beni kucaklayan, öfkesi ile kuleyi yıkmak isteyen adama baktım. Ion'un oğluna. Benim kader oyunundaki eşime. Kalbime.

''Peki.''

Cevabımı beklemiyor olacak ki bocaladı. Beni daha çok inceleyip yalan söylemediğime ikna olma arayışına girmeden önce gülümsedim. ''Acıktım.''

Uzanıp ona sıkıca sarıldım. Geri çekilirken dudaklarına kısa ama tutkulu bir öpücük kondurdum. Beni sarma isteğiyle uzanınca geri kaçıp yataktan çıktım.

Botlarımı bulmak için odayı tararken konuşmaya devam ettim. ''Sen yemekleri hazırla.'' Ah işte biri oradaydı. Eğilip alırken diğerini yatağın altında gördü. ''Ben de Myne ile konuşayım. Epeydir beni bekliyor.''

Ben kıyafetlerimi giyip botlarımı ayağıma geçirirken beni izledi. Kımıldamadığını görünce ellerimi çırpıp ''Hadi yaşlı adam kıçını o yataktan çıkar.'' derken yalancı bir öfkeyle ona baktım.

Ağzı aralanıp kapandı. Yataktan çıkarken hakarete uğramış gibi bana baktı. ''Yaşlı adam mı?''

Reik'in kuşandığı alaycılıkla ona göz kırptım. ''Merak etme tatlım ben de yaşlı bir kızım.''

Sözlerimle kahkaha attı. Ben de ona karşılık sırıttım.

Gevşeyen ifadesiyle bana çapkınca güldü. ''Ne de uyumlu bir çiftiz.''

Öylece dikilmiş bana mutlulukla gülümserken yeniden ona sarılmak istesem de kapıya doğru geriledim. ''Seni bulurum.''

Kapı kapanmadan önce ''Bulduğundan emin olurum.'' dediğini duydum.

***

Myne'yi bulduğum yer onu bulmayı beklediğim son yerdi. Bir dövüş alanı.

Pek çok keşfedilmemiş tünelden birinden Ankli ile geçip asilerin daha doğrusu leopsilerin eğitim yaptığı mağaranın çok daha uzak uçlarında kalan bu alana gelmiştim.

Yemek için kullanılan ortak alandan sonra en geniş alan burasıydı. Alanı çeviren asma katı andıran pek çok çıkıntı ve o çıkıntılara ulaşmayı sağlayan tüneller vardı. Ankli ile dikildiğimiz noktadan aşağısını inceledim. Merkeze ilk geldiğimde silahlarını kapalı ve kitli odalarda sakladıklarını düşünmüş, savunmasız olmalarına hayret etmiştim.

Şimdiyse pek de saklı olmadıklarını hatta doğru yoldan geçip alana varan birinin rahatlıkla hepsine ulaşabileceğini biliyordum. Elbette Ankli sayesinde geçmeyi başardığım kurulu üç tuzaktan sağ salim geçmeyi ve alanda idman yapan asilerin hepsini alt etmeyi başarırlarsa elde edebilirlerdi.

Alanın duvarları bıçaklar ile kaplıydı. Çeşitli boyut ve işleve sahip çelikler aydınlatmanın oluşturduğu yansıma ile bana göz kırparken asıl dikkatimi çeken sadece iki kişinin karşılıkla idmanı için ayrılan yan yana beş sahadan sonuncusuydu.

Trejna güçlü bir tekme ile Myne'nin ayaklarını yerden keserken düşüşünün acısını kemiklerimde hissettim. Yuvarlanıp sırtına alması gereken darbe pozisyonu yüzünden bacaklarına binerken başı savruldu.

''Bu fena acıtmış olmalı.''

Ankli'nin durum yorumuna aldırmayıp izlemeye devam ettim. Myne yavaşta olsa toparlanıp Trejna karşısında savunma pozisyonu alırken şakağındaki kesikten kan yanağına süzüldü. Gözleri öfke ile parlayan Myne kana aldırmayıp Trejna'nın yeni darbesini bekledi.

Elleri belinde skpö saldırmak yerine ona küçümseyerek baktı. ''Düşmeyi öğrenmen gerek.''

Myne hırladı. ''Düşmeyi biliyorum.''

''Bilmiyorsun.''

Myne ''Savaşabilirim.'' derken ellerini indirip savunma pozisyonundan çıktı. Trejna'yı ikna çabası ile ona uzanmıştı ki Trejna kolundan yakalayıp onu savurdu. Trejna'nın yanında çelimsiz kalan bedeni savrulup bıçakların dizili olduğu duvara çarpınca nefesi boşalan Myne inledi.

Birkaç bıçak Myne'nin üzerine düşüp teninin farklı noktalarını kesti.

''İlk ders acemi. Düşmek.'' Trejna sahanın dışına attığı Myne'nin yanına gitmek yerine ellerini göğsünde bağladı. ''Düzgün düşemezsen bedenini yaralayıp durursun. Kafana aldığın bir darbe ile bayılırsan o çok istediğin savaşın dışında kalırsın.''

Myne olduğu yerde kıvrılıp bedenini küçültürken Trejna sahanın sınırlarını belli eden beyaz çizgiyi geçti. Kararlı adımlar ile Myne'ye yaklaşırken ders veren sesi devam etti. ''İkinci ders.''

Myne dizleri üzerinde doğrulup yerden destek alırken Trejna yanına vardı. Elini uzatacağı beklentisi ile Myne kolunu uzatınca Trejna güldü. Dirseğinden yakaladı kolu kıvırıp Myne'nin omzunu çıkartacak basıncı uygularken Myne çığlık attı.

''İkinci ders.'' diye yeniledi sözlerini Trejna. ''Kalkmak.''

Myne'yi yüz üstü kapaklanacak şekilde yere atarken ekledi. ''Ne kadar sert düşersen düş her zaman ayağa kalk. Yoksa düşmanın bir daha ayağa kalkmadığından emin olur.''

Trejna ezberlenmiş bir dans adımını gerçekleştirir gibi kendi ekseninde kusursuz bir dönüş gerçekleştirip sahanın içine yeniden adım atarken doğrulmaya çalışan Myne'ye bakmadı. Önceki konumunu alıp bakışlarını Myne'nin karşısında olması gereken noktaya dikti. Omzunu tutan Myne her adımda yüzünü buruştursa da sahaya geri dönüp Trejna'nın bakışlarını diktiği noktada durdu.

''Güzel. Pes eden kaybedendir.''

Myne öfkesinden aldığı enerji ile duruşunu dikleştirirken Trejna geri çekildi. ''Jei!''

Trejna'nın bağırışı ile altımızda, görüşümün dışında kalan kısımdan tanıdık kızıl saçlı bir kafa çıkıp ikiliye ilerlemek için koşturdu. ''Evet.''

Trejna tüm otoritesi ile ''Ona düşmeyi öğret. Öğrenene kadar kaç kere yaralandığı umurumda değil.'' dedi.

Jei başını eğip Myne'nin karşısında konumlanırken onu inceledim. Onu en son karanlık diyarlara yolculuğumuz için yuvaya gittiğimizde Taji ile kavga ederken görmüştüm.

Taji ile Jei birbirini gırtlaklamak üzereyken yuvaya varmıştık. İkisinin görünüşü de saldırmaya hazırdı. Taji'nin mavi gözleri intikam arzusu ile yanıyordu. Kahkülleri dağılmış, elbisesinin kol yeni baştan sona yırtılmıştı.

Jei de kızıl saçlarının arasında yırtıcı bir ifade ile Taji'ye bakıyordu. Kıyafetleri tam olsa da dudağındaki kan daha çok hasar alanın kim olduğunu söylüyordu. O sırada Heak kolları arasında tuttuğu Jei'yi geri çekmek için güç harcıyordu.

Bizim varlığımız çatışmayı sona erdirse de Jei'nin pes etmeyen gözlerini hatırlıyordum.

Şimdi Myne'in karşısında dikilen Jei daha sakin ama daha yırtıcıydı. Tanıştığımızda bana yaptığı küçük bıçak numarasını unutmamıştım. Myne'nin yara alacak taraf olduğunu söylemek için daha fazlasını bilmeme gerek yoktu.

''Kaşlarını çatıyorsun.''

Başımı çevirince bana dikkatle bakan Ankli'yi gördüm. ''Neden savaşmayı öğreniyor?''

Omuz silkti. ''Kendi istedi.''

Geçiştirme çabasını görmezden gelip üsteledim. ''Ama neden? Freon, heumları korur. Siz leopsiler onları korumak için canınızı verirsiniz.''

Ankli'nin ifadesi yumuşadı. ''Bizim bile yetersiz geldiğimiz anlar var.''

Yüzümü buruşturdum. ''Ne demek bu?''

Gözlerini sahaya çeviren Ankli'nin sesinde öfke vardı. ''Doğduğundan beri güvenli bir kafesteysen dışarısı senin ödünü koparır. Kafesini sevmeyi öğrenirsin. Özgürlüğü dilemekten vazgeçersin. Ta ki biri kafesinin içine girene kadar.''

Endişe ve korku bedenime yayıldı. ''Kimse burayı bilmiyor.''

Başını çevirmeden cevap verdi. ''İjga, Myne'nin dışarı çıkmasını istedi.''

Gerilim bedenimi terk ederken korkusu yüzünden bu halde olduğunu düşünüp ''Ve buldukları onu korkuttu mu?'' diye sordum.

''Dehşete düştü.'' Çenesini sıktı. ''Orneg kara adamlarla dövüşüp aynı zamanda Myne'yi korumaya çalışırken ağır yaralandı. Aderuy onu ve Myne'yi kanla kaplı şekilde geri getirince...'' Susup derin bir nefes aldı. Myne'ye eşlik eden iki leopsi iyileşecekti fakat Myne o anda hiç olmadığı kadar aciz hissetmişti. ''Biri onları görmüş olacak ki tüm o karmaşada içeri sızmış.''

''Ah.''

Av köpekleri beş kişilik gruplar halinde gezerdi. Beş kara pençe.

Üstelik eğitimleri onları yarı deli hale getirirdi. Yoldaşlarının intikamını almak için düşünmeden harekete geçmesi bir şanstı. Geriye dönüp bilgi verse kulenin haberi olurdu.

Ankli'nin elleri kollarının üzerinde kasıldı. ''İki kişi öldü. Kgo o anda orda olduğu için şanslıyız. Az kalsın çocukların olduğu odalara ulaşacaktı.''

Tahminde bulunup ''Myne gördü.'' dedim.

Başını iki yana salladı. ''Sadece cesedi.''

Başımı yeniden sahaya çevirdim. Jei'nin darbeleri ile yere kapaklanan Myne'nin kollarında kesikler vardı. Dizleri kanıyordu.

''Kendini suçluyor.''

Başıyla onayladı. ''Güvenli kafesinin o kadar da güvenli olmadığının farkına vardı. Savaşabilmek istiyor.''

Jei'nin kol darbesini geçiştirdiğini ama bunu yaparken düşüşü için doğru hamleyi yapamadığını gördüm. Gerçekçi gözlerle Ankli'ye döndüm. ''Bir mücadelede anında ölür.''

İtiraz etmedi ya da acımasız sözlerime kınayan bir ifade ile bakmadı. Sadece iç çekti. ''İhtiyacı var.''

Savunmasız olduğunu öğrendiğinde hissettiğin güçlü olma isteğini tanıyordum. Daha acımasız, daha saldırgan olmak için hırsının bedenini kuşatıp nefretinin sana yol gösterdiğini biliyordum. Ama Myne'ye baktığımda sadece bir kurban görüyordum.

Korkusu onu geri çekiyordu. Darbe almaktan, darbenin ona yaşatacağı acıdan korkuyordu. Bu da sürekli savunma pozisyonunda kalmasına neden olurken kendi sonunu kendi hazırlıyordu.

Düşerken bu yüzden bedenini kullanamıyordu.

Eline bir bıçak verip saldırmasını istesem donup kalacağına emindim. Açık gözlemimi dile döktüm.

''İşe yaramayacak. Çok fazla korkuya sahip. Öfkesi olsa da harekete geçemiyor. Korunma arzusu onu daha beter hırpalıyor.''

''Biliyorum.''

Ona ters bir bakış attım. ''Öyleyse Trejna onu neden bu konuda eğitmiyor?''

Kısa süreli bana baksa da bakışlarını kaçırıp sustu. Beden dili kendini kapatırken sinirle ayağımı yere vurdum. ''Ankli.''

Homurdandı. Ellerini çözüp sahaya doğru salladı. ''Bak ona. Kahinler soyumuz için çok değerli. Onu eğitirsem ne olur söyle bana.''

''Ona zarar vermekten korkuyorsunuz.''

Eliyle saçlarını çekiştirdi. ''Yaş bir dalı bükersen sana direnir ama kuru bir dalla bunu denersen kırılır.''

''Öyleyse onu durdurmak yerine kendine işkence yapmasını mı izliyorsunuz?''

''Hayır.'' Ankli'ye ait olmayan sesle arkama döndüm. Trejna girişe omzunu dayamış Myne'nin olduğu alana bakıyordu. ''Kırılan yeri onarmasını izliyoruz.''

Karşı çıktım. ''Bu onu güçlendirmez.''

Bandın arkasında gizlenmeyen tek gözü bana çevrildi. ''Bedeninin güçlenmesine ihtiyacımız yok.''

Dikkatimi ona verdim. ''Ne demek bu?''

''Zihnen kendini kapattığı karanlıktan kurtulması gerek. Onu günlerce odasından çıkaramadık. Yemek yemiyor, uyumuyordu.'' Yanımıza gelip dikildi. ''Annesini tanıyordum. Bedeni olmasa da iradesi ona benziyor. Ve onarılmak için bir amaca ihtiyacı vardı.''

''Sen de onu odasından sahaya mı sürükledin?''

Güldü. ''Aynen öyle.''

Şaka yaptığını söylemesi için beklesem de suskun kalınca ''Ciddisin.'' dedim.

''Ölmeyi bekliyordu Keilah. Odasında sonunu bekliyordu. Tek bir darbe onu dağıtmaya yetti.'' Parmakları gözünü kapatan bağa dokundu. ''En son ana kadar herkes yaşamak ister. Ne uğruna olursa olsun hayatta kalma isteğimiz bizi ele geçirir.''

Bana döndü. ''Sen hayatta kalmak için öldürmedin mi?''

Soru karşısında bedenimdeki tüm kaslar kasıldı. ''Aldığım canlarla övünmemi mi bekliyorsun?''

Ankli müdahale etmek ister gibi bir adım öne çıktı. Trejna ona bakınca olduğu yerde kaldı.

''Elbette hayır.''

''O zaman?''

''Eline bir bıçak verip boğazını kesmeni istesem yapar mıydın?''

Yürüttüğü mantığa uyum sağlarken bakışlarım yüzünde dolaştı. ''Hayır.''

Elini kaldırıp sahayı gösterdi. ''Onu sahaya sürükleyip eline bir bıçak verdim. Madem ölmek istiyorsun kendin hallet dedim.''

Tek kaşımı kaldırdım. ''Ölmekten korkuyorsan öldürmeyi öğren mantığın işe yaradı mı bari?''

''Hayır.''

Kaşlarım çatıldı. ''Yaşadığı travmanın katkısı ne öyleyse?''

''O gün sahaya kustu. Gece boyunca ağladı. Sabahsa yanıma geldi.''

''Ve bundan aldığı ders?''

Güldü. ''Çözümü beğenmiyorsan yenisini yarat.''

Homurdandım. ''Anlaması zor bir ders olmuş.''

Omuz silkip sahada ara veren ikiliye baktı. ''Senin için zordu. Onun için hep duyduğu kelimelerdi.''

''O zaman dersi sen vermiş olmadın.''

Tünelden geçmek için yanımdan geçerken dudakları kıvrıldı. ''Ben ders verdiğimi hiç söylemedim. Sadece veren kişi için hazırlık yaptım.''

Ben tek kelime edemeden giderken Ankli'nin kafasını iki yana salladığını gördüm. Ona bakıp ''Bu da neydi şimdi?'' dedim.

''Trejna'nın mantık yürütme yolu farklıdır, aldırma.'' Eliyle geçiştirme hareketi yaptı. ''Onunla gece konuşan Nei'ydi.''

Memnuniyetsizlikle yüzümü buruşturdum. ''Mizacı hakkında onu uyaran olmadı mı?''

Kaşları havalandı. ''Sen göze alır mıydın?''

Trejna'yı sadece Myne'yi hırpalarken görsem de hareketlerinde sekmeyen bir ritim vardı. Adımları kararlı, hamleleri hesaplıydı. Boşuna freon skpösi olmamıştı.

Ben karşımda rakip olarak Trejna'yı almak istersem yaratacağı olası sonuçları düşünürken Ankli elini koluma sarıp çekiştirdi.

''Ah bitirdiler, hadi gidelim.''

Başımı çevirince Myne'nin tünellerden birine ilerlediğini gördüm. ''Neden bizi direkt aşağıya götürmedin?''

''Bu alanda belli kurallarımız var.''

Hangi kurallarından bahsettiğini soracakken vazgeçtim. Yeterince gereksiz bilgi edinmiştim. ''Gidelim.''

Geldiğimiz yoldan geri dönerken Ankli farklı bir yola sapınca çıktığımız nokta değişti. Yaşam alanından uzakta daha kişisel birinin odası olduğunu fark ettiğim kapının önünde durduk. Myne'nin odası olduğunu düşünüp içeriye girmiştim ki karşımda Nei ve Radsolf'u görünce duraksadım.

Ankli kapıyı arkamdan kapatırken ikiliyi süzdüm. Nei ağlamış olacak ki yanakları ıslaktı. Radsolf'un rahat duruşu tamamen roldü. Bedeninden yayılan gerilim elle tutulur cinstendi.

Ben ne olduğunu soramadan Nei ayaklandı. ''Seni görmek güzel Keilah.''

''Seni de.''

Bakışlarım ikisi arasında mekik dokurken Ankli, Myne'nin durumunu Nei'ye anlatmak için yanına gitti. Nei'nin karşısındaki koltuğa oturunca Nei'de eski yerine çöktü. Kara gözlerinde pişmanlık ve hüzün vardı.

Nei'nin harap haline karşılık Radsolf'un öfkesi beni endişelendirdi. Yanına gidip ona dokunmadan ''Hey.'' dedim.

Gözleri bana kayınca içlerinde devam eden çatışmayı gördüm. Eli ile yüzünü sıvazladı. ''Yemek için dönmedin.''

''Ah. Myne ile daha konuşamadım.''

Bana soru soran gözlerle baktı.

''Aslına bakarsan onun odasına geldiğimi sanmıştım.'' Arkamı dönüp Ankli'ye seslendim. ''Neden buradayız?''

''Yaraları ile ilgilenmesi için ona zaman vermemiz lazımdı.'' Gözleri ortamı okuduğunu belli ederken gülümsedi. ''Ben de sohbet ederiz diye düşündüm.''

Ankli'nin bilip benim bilmediğim şeyin ne olduğunu anlamak için yeniden yüzlerine baktım. Nei eteğinin kumaşıyla oynarken suçlu bir çocuk gibiydi. Ankli bakışlarını Nei'ye dikse de asıl bakmak istediği Radsolf olduğundan bedenini sürekli geriye eğiyordu.

Önüme dönüp Radsolf'u süzdüm. ''Neler oluyor?''

Burun kemerini sıktı. ''Hiçbir şey.''

''Radsolf ne-''

Kapı savrulup içeri nefes nefese Reik girdi. ''Buldum seni.''

Radsolf'un bedeni kasıldı. ''Ne oldu?''

Dizlerinden destek alıp soluklarını düzenleyen Reik her kelimenin sonunda nefes aldı. ''Şimdi. Konuşmamız. Gerek.''

Öne çıktım. ''Neler oluyor?''

Eğdiği başını iki yana salladı. ''Ah önemsiz. Sadece bana ödünç ver, onu geri getiririm.''

Ben çatık kaşlarla Reik'e bakarken Radsolf öne çıktı. ''Gidelim.''

''Ne?''

Reik önce Radsolf'a sonra bana baktı. Ardından yeniden Radsolf'a döndü. ''Geçen sefer nasıl demiştin? Ah kişisel-''

Radsolf hızla atılıp Reik'in ağzını kapattı. ''Kes sesini.''

Reik'in suratının alt kısmını çevreleyen eliyle onu gerilemeye zorladı. Reik dengesini kaybeder gibi olunca gömleğini avuçlayıp onu destekledi.

''Radsolf?''

Reik'in eğlenen bakışları bana baksa da ağzındaki el konuşmasına izin vermedi. Radsolf ise kapıyı açıp çıkmadan önce ''Myne ile konuş. Ben de bu salakla işimi göreyim.'' dedi.

Reik'in kullanılan sıfata hararetli el kol hareketleriyle karşı çıktığını görsem de sesi ağzını kapatan el yüzünden boğuldu.

Ben onlara yaklaşıp neler olduğunu yeniden sormak için bir adım atmıştım ki kapı suratıma kapandı. Bir süre kapıya baktım. Ardından arkama dönüp Nei ve Ankli'ye baktım.

''Bugün hepinizin derdi ne?''

Kapanan kapıyı işaret eden Ankli ''Bunun hakkında bir bilgim yok.'' dedi.

Öfke ile ''Peki buraya beni bilerek getirmene ne demeli.'' diye çemkirdim.

Ellerini teslim olduğunu gösterir gibi kaldırdı. ''Dediğim gibi sohbet-''

''Ah hadi ama beni küçümseme. Beni aralarına tampon niyetine attın.'' Nei'ye döndüm. ''Neden bu kadar öfkeli ve sen neden ağlıyorsun?''

Ankli konuşacakken Nei elini kaldırdı. Bana üzgün suratı ile bakıp ''Gerçeklere öfkeli. Ondan sakladığımız şeyler için kızgın. Kehanetin devamının anlamını ona söylemediğimi düşünüyor. Başka şeyler sakladığımı.'' dedi.

Gözlerim anlayışla doldu. ''Ona söyledin.''

Nei, Radsolf'un kulede tutsak olacağını biliyordu. Bana onu kurtarmam için yalvarmıştı. Bildiği halde sessiz kalmış, Radsolf'un benimle kuleye gitmesine göz yummuştu.

Başıyla onayladı. ''Özür diledim. Pek çok şey için.''

Yanlış yorumladığı kehanetin bahsinin de geçtiğini anladım. Darius'u öldürmesine sebep olan aslında benim hakkımda olan kehanetin.

Belki de benim bilmediğim başka şeyler de vardı.

Nei'yi teselli edecek sözler söyleyemedim. Suçsuz olduğunu ya da sakladıklarının gerekli olduğunu dile getirmek anlamsızdı. Hepimiz seçimler yapıyor, sonuçlarına katlanıyorduk.

''Seçimler ve sonuçlar.'' diye mırıldandım.

İkisi de bana baktı. Yüzlerimizdeki sıkıntılı ifade ortaktı.

***

Radsolf ve Keilah'ın tatlı sohbetleri ve mutlu oldukları anları görmeyi çok bekledik, okuması oldukça hoş değil mi?🥰

Elbette sorunlar beklemez!😈 Konuşulacak konular ve çözülmesi gereken olaylar var. 😉

Ve final için geri sayıma başlayalım. SON 5! 🎉

IS'yi GG kadar uzun yazmama kararı almıştım ki pek çok olay ve bilgi ile epey kafalar karıştı. Bir kısmını çözdük, Radsolf'u kuleden kurtardık, kader oyununu ve kehanetlerin adımlarını attık. 😄
Bu son 5 bölümde de elbette farklı olaylar ve yaşanılan anlar bizi bekliyor ama kalan olaylar üçüncü kitapta gerçekleşecek. 😇

Bunun haberini de buradan ilk kez vermiş olayım.
GG serisinin 3.kitabı gelecek! 🥳❤️😈

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top