3.Bölüm: ''Sen Hiç Değişmedin''

Keyifli okumalar...

***

Döndüğümde yattığım yatağın çarşafları değiştirilmiş, üzerine gözde olduğumdan beri kullandığım kırmızı bir pantolon ile aynı renkten uzun kollu üzerime oturan bir kazak koyulmuştu. Sert tabanlı siyah botlarım fazlasıyla hırpalandığından olsa gerek onlar da yenileri ile değiştirilmişti.

Asilerin içine girdiğim andan itibaren benimle birlikte olan her adımıma eşlik edip Radsolf'u bayıltmam için içerisine iksir koyduğum botlar. Her adımının ağırlığı hala üzerimdeyken gözlerimi başka yöne çevirdim.

Giyinmem için beni yalnız bırakmışlardı. Mahremiyet kulenin katlarında bulunması zor bir nimet olsa da gözde olduğumda işler değişmişti.

Islak ayaklarımla izler bırakıp ilerledim. Bedenimdeki sızılara aldırmadan giyinmeye başladım. Kaslarım ani hareketlere hala isyan ediyordu. Kollarımı geçirdiğim kazak omzuma sürtününce inledim.

Sargıları yenilemem gerekirdi. Ama uzun süredir yatakta beklemek beni sinirlendirmeye başlamıştı.

Bedenim, zihnim, kaderim avuçlarımda parçalara ayrılırken sabrım limitlerine ulaşmıştı.

Bacağımdaki şiddetli zonklamaya aldırmadan botlarımı ayağıma geçirip saçlarımı sıkı bir atkuyruğu haline getirip ıslaklığına aldırmadan sırtımdan aşağıya saldım.

Odanın içinde birkaç tur atıp kendimi denedim. Masa ve yatak arasındaki beşinci turumun ortasında başımın dönüp beni mermer zeminle burun buruna getirmeyeceğine karar verip şifa odasından çıktım.

Koridorda ilk lacivert üniformalı muhafızı gördüğümde ancak yirmi adım atmıştım. Önce ayakta olmama şaşırmış olacak ki şaşkınlıkla gözlerimin içine baktı. Ardından kim olduğumu hatırlayıp aceleyle gözlerini kaçırıp beni selamladı.

Demek ki haberler fazla hızlı yayılmıştı. Ino da benim gibi bir muamele görüyor muydu yoksa çoktan iyileşmiş miydi?

Travis günlerdir yanıma uğramadığı için bilgi alamamıştım. Lanet herif istemediğim zamanlarda başıma ekşiyip saatlerce çene çalarken ihtiyaç halinde ortalıktan kaybolacaktı elbette.

Koridorda beş muhafız daha beni selamladıktan sonra Sokrates-1'e çıkan gizli geçide girdim. Bu sefer dikkati elden bırakmadan kapının ardımdan sıkıca kapandığından emin oldum. Zemin kattakinin aksine çok daha kısa olan merdivenlerin sonundaki kapıya ulaştığımda paranoyak olduğum için kendime söyleniyordum.

Beyaz mermer zeminde adımlarım yankılanırken ilerledim. Kulenin merkezinde kalan katlı salonun ortasında dikilip başımı yukarıya kaldırdım. Güneş ışıkları süzülüp kırılırken renklerden derleme bir şelale gibi zemine dökülüyordu.

Işık oyunundan daha etkileyici desenler zemini süsleyip duvarlardan yukarı tırmanırken renkleri değişiyor, her Atlı'nın sahip olduğu özü yansıtırken farklı çizimler birbirinin yerini alıyordu.

Acı'nın daha keskin ve dağınık sembolleri varken, İntikam'ınkiler daha yuvarlak ve zarifti. Hastalık için mavi helezonlar içinde işlenen minik yazılar varken Gazap'ın uzun ve yer yer solmuş sembolleri her yanı kaplıyordu.

Gözlerim en çok özümü aldığım renklerde dolanırken işlendiği mermerin sahip olduğu gizemleri düşündüm. Kızıl desenlerle süslü katta mabede giden farklı bir yol olduğunu biliyordum. Ama her ne zaman daha fazlasını keşfetmeye karar verip basamakların yanlarında yer alan metal işlemelerden nasibini almış parmaklıklara dokunsam içgüdülerim bana geri dönmem için bağırıyordu.

Bunca yıl içgüdülerime güvenmeyi öğrenmiştim. Kulede böyle hayatta kalmıştım.

''Hayran bakışlarına son ver artık.''

Başımı indirip sesin geldiği yöne döndüm. ''Bakışlarımın hayran olduğunu düşünüyorsan kesinlikle bir şifacıya görünmelisin Morpheus.''

Gülünce Acı'nın daha genç olan gözdesi dişlerini ortaya serip gülümsedi.

''Ciddiyim. Yıllar önce de bana aynı cümleyi kurmuştun. Değişmediğimi düşünüyor olamazsın?''

Omuzlarını silkince üniformasının düzgün fiziğine tamamen oturduğunu gördüm. Morpheus yaralı olduğu için asi avına katılmamasına karar vermiştik, onu son gördüğümde kazağının altında kendini belli eden sargıları vardı. Hareket ederken kasılan yüz ifadesi şuan ki gülüşünün tam aksine acı doluydu.

Bakışları bedenimi baştan aşağı süzdü. ''Sargıların nerde?''

Omuz silkmenin çok acı vereceğini düşünüp cevapladım. ''Sıkılmıştım.''

Morpheus neşeli bir kahkaha attı. ''O kadar dayanmana bile şaşırdım.''

Alaycılığına son vermesini söylemek yerine konuyu değiştirdim. ''Ino döndü mü?''

Suratının katman katman soğuduğunu gözlerimle takip etmesem yakalayamazdım. Acı'nın kızıl saçlı gözdesi Maris hariç Morpheus, diğer gözdelerden benden hoşlandığı kadar çok hoşlanmazdı. Kulenin beyaz mermeri beni çevrelediğinden çok daha uzun zamandır onu çevreliyordu. Acı'nın mabedinde benden daha çok zaman geçirmiş, ustaların ellerinde benden daha çok kırılıp yeniden bütün olmuştu. Bunlara rağmen içindeki oyuncu bir yan hala varlığını koruyordu. Kibirle bütünleşmiş İntikam'ın gözdeleriyle uğraşmam sanırım gözündeki yerimi yükseltmiş, ilgisini bana yöneltmesine neden olmuştu.

Arthur'un masasına oturup değerimi kanıtlamadan önce aralarına katılan son gözde Acantha'ydı. Daha ilk görüşte kibirli bakışları ile beni ezmek istemiş, benimle alay etmişti. Ben de karşılığını vermiştim. Hem de fazlasıyla.

O gün Morpheus'un dikkatini çekmiştim. Gazap'ın mabedinden döndüğüm ilk günse benden hoşlandığına karar vermişti. Beni kocaman bir gülümseme ile karşılamıştı.

Gözdeler dost olmazdı. Sadece diğer avcılara saygı duyardı.

Bense Morpheus'un saygısını kazanmıştım. Yırtıcı bir hayvana sarılmak kadar güvenli bir saygı.

''Senin kadar inatçı ama Acantha onu dinlenmeye ikna etti. Sendeki eksiklik bu sanırım.''

''Ne demek istiyorsun?''

Yeniden omuz silkti. ''Sen teksin.''

Kibirli bir cevap vermek yerine devam etmesi için yüzüne baktım. Acantha ya da Ino bu oyuna düşerdi ama ben gümüş değildim.

Gülümsedi. ''Diğerlerimiz iki kişiyiz. Birimiz yaralansa da diğerimiz devam ediyor. Atlılar'ın isteklerini sırayla yerine getirebiliyoruz ama sen teksin Eris.''

''Hepimiz avlanıyoruz Morpheus.''

''Aynı şey değil. Bahsettiğim av değil.''

''Ne o zaman?''

Yüzü daha ciddi bir ifade takınıp yeşil gözleri parladı. ''Dinlenmen gerektiğinde senin yerini alacak ya da senin yerine Gazap ile muhatap olacak kimse yok.''

''Yani?''

''Hepimizden daha çok mabede giriyorsun. Ölümsüzlüğümüzün bile sınırları var Eris. Kırılmaz değiliz. Üstün olsak bile özümüzde zayıflık var.''

Morpheus'un lafları beni şaşırtsa da ulaşmak istediği noktaya varması için belli etmedim. Güçlü olmayan yanlarımızı içten içe kabul etsek de söylemez hele ki önceki yaşamlarımızdaki zayıf varlığımıza bağlamazdık.

Konuşma boyunca ikimiz de hiç kımıldamamıştık. Morpheus aramızdaki mesafeyi aşmaya başlayınca gerildim. Ne kadar saygı duyduğu bir avcı da olsam iki avcı bir araya gelince zayıf olanın av konumuna düşmesi olasıydı.

Ben kimseye o kadar güvenmezdim.

Bacaklarımdan birini geri çekip bedenimi savunma pozisyonu almak için hafifçe eğmem gözünden kaçmadı. Gözleri farklı duygular ile koyulaşırken durdu.

Yaralıydım. Bir dövüşte kazanan ben olmazdım. Ama sonuna kadar mücadele edip verebildiğim bütün hasarı verirdim.

Bakışlarımdan düşüncelerimi okumuş olacak ki ellerini arkasında kavuşturup ayakları üzerinde yaylandı. Gerilim dolu an havaya karıştı. Yeniden gülümserken konuşmaya devam etti.

Şimdi bir avcıdan çok meraklı bir çocuktu. ''Dans etmeyi sever misin Eris?''

Beklenmedik soru karşısında gözlerimi kırpıştırdım. Kahkaha attı. ''Hadi ama zayıf ailen sana öğretmedi mi?'' Düşünüyormuş gibi elini çenesine birkaç kez vurdu. ''Yanlış hatırlamıyorsam bu diyarda hasat şenlikleri vardı.''

''Evet, her sene buğday hasatlarının bittiği zaman yapılan bir kutlamadır.''

''Orada zayıflar dans edip eğlenmiyor muydu?'' Yüzünde ne bir tiksinti ne de merak vardı. Duygusuz bir tespitti sadece.

''Neden bildiğin şeyleri bana soruyorsun Morpheus?'' derken sesimin meraklı çıkmaması için uğraştım.

''Uzun zaman oldu sadece hafızamı tazelememe eşlik et Eris.''

Cümleleri ile beni şaşırtmaya devam ediyordu. Acı'nın daha genç olan gözdesi diğerleri gibi kelimelerle oynamazdı. Ama açıkça hafızasını tazelemem isteyecek kadar bilgileri unuttuğunu da itiraf etmezdi.

İstemeden bedenim kasıldı. Zihnimde tehlike çanları çalarken ''Zayıflar o şenliğe on yedi yaşından sonra katılır, daha çok bir eş bulmak için sunulan bir fırsattır. Ben hiç gitmedim.'' dedim.

''Doğru, dans etmek yerine birilerinin boğazını kesiyordun.''

Bu sefer acımasına aldırmadan omuz silktim. Acıdan kitlenen kaslarım kendini belli edince Morpheus güldü.

''Oyun oynamak yerine net olmandan daha çok keyif alıyorum. Ne kadar arada ben de oynamak istesem de.''

''Karissa gibi konuşuyorsun.''

Sözlerimle yüzü asıldı. Konuşmadan basamaklara doğru ilerleyip metal parmaklıklar üzerinde parmaklarını dolaştırdı. ''Söylesene Eris bir kuşu karanlık bir kafese koyup her seferinde bir tüyünü koparsam ve geri salsam, her seferinde bunu arttırarak tekrar etsem kuş kafese girmemek için çırpınmaz mı? Hatta her karanlıkta kalışında canının yanacağını sanıp kaçmaya çalışmaz mı?''

Vereceğim cevabın doğuracağı sonuçlardan hoşlanmayacağımı hissettim. O yüzden ben de Morpheus'un yaptığı gibi kelimelerle oynadım. ''Bu diyarda hayvanların varlığı tükenmemiş miydi?''

Alayla kahkaha attı. ''Elbette tükenmişti değil mi?'' Mimikleri Ino'da gördüğüm gibi kibirle doldu. ''Ama ben olduğu zamanları hatırlıyorum.''

Morpheus'a hiç ne zamandır gözde olduğunu sormamıştım. Maris'ten genç olduğu sonucuna ne zaman varmıştım? Kızıl saçlarına eşlik eden kara gözleri ile suskunluğunu koruyan gözde bana hep daha yaşlı gelmişti. Şimdiyse emin değildim.

Yeşil gözleri hissizleşip gözlerime kitlendi. ''Evet, uzun zaman oldu ama varlardı. Senin de zihnindeler değil mi? Gazap sana gösterdi.''

Göstermişti. Bana yeşillikler ile kaplı diyarları, su ile canlanan yaşamları göstermişti. Ağaçların ve hayvanların insanlar kadar çok olduğu zamanları.

Atlılar diyarları bölüp istediklerini insanların elinden sorgusuzca alıp yok etmeden önceki zamanları.

''Sense anılar yerine gerçeklerini gördün?''

''Öyle.''

Cevabının ağırlığı ile benden birkaç yaş büyük görünen bedenine onlarca yıl ekledim. Bu diyarda hayvanların varlığı ne zaman silinmişti?

Zihnimde bana verilen anıları sıralarken cevap kızıl harfleri ile parladı. Ateş savaşlarının başladığı zamanda.

Gazap öfkesi ile insanlığı yakmış diyarın yeşilliğini, su kaynaklarını ve sessiz canlılarını yok etmişti. Sadece kulenin etrafını çeviren ağaçlar sağ kalmayı başarmıştı. Diyarın kendine gelip insanları beslemesi için tarlalarda ürünler yetişmesi onlarca yıl almıştı. Ama hayvanların soyu tükenmiş bir daha bu diyarda varlıklarını göstermemişlerdi.

Zihnimde dolaşan sahneler arasında bir anda farkındalık ile irkildim. Ateş savaşları ne zaman başlamıştı?

Tepkim gözünden kaçmamış olacak ki Morpheus ''Senden çok daha yaşlıyım Eris.'' dedi.

''Ateş savaşlarından bile öncesinden bahsediyorsun?''

Yüzüne büyük gelen bir tebessümle bana baktı. ''Gazap öfkesini salıp bu diyarı iki yüz elli beş yıl önce yakmadan önce de buradaydım.''

Kalp atışlarım hızlandı. Tesadüf müydü?

Ben tesadüflere inanmazdım.

Dilimin ucuna kadar gelen kelimeleri geri yuttum. Mabetten çıkıp gözdelerin arasına karışalı beş yıl olmuştu. Arthur'un masasında Gazap'ın gözdesi için iki yüz elli yıldır boş bir koltuk vardı.

Tam da Darius öldüğünde açılan bir boşluk.

Asiler bana Darius'un ihaneti ile Gazap'ın çıldırıp diyarları yaktığını söylemişti. Ateş savaşlarının başlama nedeni buydu.

Zihnim kırılıp bedenim bükülürken Gazap bana başlangıcı göstermişti. Zaman algımın ötesindeki zamanlardan bu ana kadar öfkesinin tetiklendiği olayları görmüştüm. Yok oldukça yeniden üreyip kuleye girmek için çırpınan insanları görmüştüm. Seçilip yükselenlerin gözdelerin masasına oturduğunu görmüştüm. Kırmızıyı kuşanan bedenlerin yüzlerini gösterip isimlerini zihnime fısıldarken Gazap'ı besleyen öfkelerinin tadına onunla birlikte bakmıştım.

Taika, Helen, Brutüs, Arthur, Emilia, Adolf, Neagiri...

Ama asla Darius yoktu. Aynı Nestoria gibi.

İhanet eden bir gözde örnek teşkil etmezdi. Benim de öğrenmeme gerek yoktu.

Ama onunla birlikte aynı masaya oturmuş, yüzlerce asiyi avlamış bir gözde elbette onu tanırdı.

Zihnimdeki düşüncelerin akışıyla o kadar dağılmıştım ki son anda Morpheus'un omzuma dokunmak üzere olduğunu fark edip geriye kaçtım.

Bahanesi varmış gibi ''Dalmıştın.'' dedi.

Hatamı telafi edip ''Hafızasını tazelememi isteyen birine göre tarihler konusunda hatasız hatırlıyorsun.'' dedim.

Sessiz kalmak yerine ona karşılık vermem onu eğlendirdi. ''Dediğim gibi bazen oyun oynamayı seviyorum. Ben yaşlı bir adamım Eris.''

Ciddileştim. ''Benden ne istiyorsun Morpheus?''

Bedeni dikleşip gözleri ruhsuz bir bakışla soldu. ''Hep zeki olanları oynamak için alır, merak ediyorum.''

''Neyi?''

''Aslında zeki değil misiniz yoksa biz sizin gördüğünüz bir şeyi mi kaçırıyoruz diye.''

Nabzımın boynumda kanatları koparılmış bir kuş gibi çırpındığını hissettim. ''Ne demek istediğini anlamıyorum.''

Bana dik dik baktı. ''Gerçekten mi?''

Savunma yapmak yerine saldırmayı seçtim. ''Evet, zeki olanlarımız kırmızı rengi kuşanıp o masaya oturuyoruz. Asileri avlıyor, üstün olana hizmet ediyoruz. Daha birkaç gün önce birini kafese sokup kuleye getirdim Morpheus. Gerçekten ne demek istediğini anlamıyorum.''

Aynı ruhsuz gözlerle bana bakmaya bir süre devam etse de sesli bir nefes alıp geri adım attı. ''Seni epey hırpaladı ha?''

Omuz silktim. Damarlarıma dolan adrenalin bu sefer acıyı perdelemişti. ''Daha önce hiç birini kafese koymaya çalışmamıştım. Öldürmek kolay, yaşatmaksa zor.''

Kahkaha attı. ''Kesinlikle.''

Mermer sesini yutup ortamı sessizliğe bıraktığında, Morpheus'u orada bırakıp diğer gözdelerin yanına gitmek için harekete geçtim. Bütün hücrelerim isyan edip arkamı dönmememi söylese de, koridora girmek için Morpheus'a sırtımı dönüp ilerledim.

Yeniden konuştuğunda daha iki adım atabilmiştim. ''Bana onu hatırlatıyorsun.'' dedi.

Kim olduğunu sormadım. Bu konuşmayı yapmadan buradan ayrılmama izin vermeyecekti. Onun yerine ''Teressa da bana aynı şeyi söylemişti.'' dedim.

Güldü. ''Teressa, Darius'a saygı duyardı.''

Bedenimi yeniden yüz yüze gelecek şekilde çevirdim. Yerinden kımıldamamıştı. ''Neden?''

Kaşlarını çattı. ''Neden mi saygı duyardı?''

''Hayır. Neden bana ondan bahsediyorsun Morpheus? Teressa bana onun bahşedilenin geri alınabileceğinin en büyük kanıtı olduğunu söyledi. Öyle miydi?''

Aklımdan geçenler mimiklerimden beni ele verebilirmiş gibi yüzümü inceledi. ''Öyleydi.''

Duruşumu dikleştirip kafa tuttum. ''Gizemli konuşmalardan da benzetildiğim adamdan da sıkıldım Morpheus.''

''Neden ona benzediğini sormayacak mısın?''

Tek kaşımı kaldırdım. ''Anlatacak mısın?''

Eğlenen hali ile kafasını kaldırıp kırmızı işlemelerin dolandığı kata baktı. ''Benimle oynarsan, hep zeki olanları oynamak için alır.''

Ellerimi yumruk yapıp sıktım. Morpheus'u bu kadar yanlış nasıl sınıflandırmıştım? Zihnim kızıl öfke sisinin içinde bulanıkken aldırmamış mıydım?

Başını bana çevirip bekledi. Bakışları şaşırt beni der gibiydi. Yüzlerce yıl yaşamış bir gözdeyi nasıl şaşırtabilirdim ki? Belki şaşırtamazdım ama onunla birlikte oynayabilirdim.

''Tanıyordun. Onunla aynı masada oturup belki de birlikte ava çıktın. Teressa'dan çok daha fazlasını biliyorsun.''

Öğrencisiyle övünen bir öğretmen gibi gülümseyip onayladı.

''Zihnimde neden yok? Yüzlerce gözdenin hikayesini dinlemişken ne yaptı ki onun adını dahi bana söylemedi?''

Gözleri soğuk, yeşil alevlerle yanarken ''İhanet etti.'' dedi.

Bana tokat atmış gibi geriledim. ''Nasıl?''

''Saygı duyulan bir gözde, acımasız bir avcıydı. Onun asi kanıyla yıkandığı zamanlarda gözlerindeki ölü bakışı gördüm. Ancak zekasının alevi gözlerine yansıyıp onu canlandırırdı. Ancak bir oyunda rakibini alt edince gülümserdi. Öfkesi asilerin arasında bile bir efsane haline geldiğinde sadece onlarca yıldır gözdeydi. Eğlenceli bir yoldaştı ama sonra...''

Bıraktığı sessizliğe dayanamayıp sordum. ''Ne oldu?''

''Yasakları çiğnedi. Özüne ihanet edip kuleye sırt çevirdi. Aynı yoldaşı gibi.''

Şok bedenime yayıldı. Ağzımın için pamuk tıkılmış gibi kururken yutkundum. ''Kim?''

Morpheus güldü. ''Adı ve hikayesi sende olmayan kaç tane var dersin?''

Beni mi deniyordu yoksa bir şeyler mi biliyordu? Neden birden Nestoria'dan bahsetmişti? Gazap'a ihanet edip asilerin arasında yaşamaya başlayan ilk gözde Nestoria'ydı.

Darius ile anlaşmış, ölümünü kuleye iletmesini sağlamıştı. Gözdelerin bedeni öldüğünde kuleye geri getirilirdi ama Darius öyle yapmamıştı. Nestoria'nın ölü sanılan bedenini yasaklı bölgede bırakmıştı. Zamanı geldiğindeyse kuleden kaçıp çocuğunu saklamaya söz veren de Nestoria'dan başkası değildi.

Gazap'ın iki gözdesi ona peş peşe ihanet etmişti.

Peki, başkası var mıydı? İlk olan gerçekten Nestoria mıydı? Ya Darius nasıl bir bahane bulup cesedi kuleye götürmemeyi başarmıştı?

Zihnimdeki girdaba takılı kalmak yerine silkelendim. Düşünemez hale gelirsem Morpheus'un tuzağına düşerdim. Üzerimden ayrılmayan gözleriyle avını izleyen bir avcıydı.

Sesimi yeniden bulup cevap verdim. ''Adları bende yoksa sen nasıl biliyorsun? Darius hariç kaç gözdeye yoldaşlık ettin Morpheus?''

''Dediğim gibi ben yaşlı bir adamım Eris.''

Şüphenin yüzüme yansımasına izin verdim. ''Sen bile o kadar yaşlı olamazsın.''

Gülümsedi. Bu Travis'in takındığı sen bilmiyorsun ama ben biliyorum gülüşünün daha keskin uçlu haliydi. Bilgi güçtü. Ama güç bazen iki ucu keskin bir silahtı.

Tutmaya çalışırsanız sizi de keserdi.

Morpheus birden harekete geçip burunlarımız birbirine değecek kadar yaklaştı. Geriye kaçacak zamanı bulamadan yaralı omzuma parmaklarını sapladı.

''Yüzlerce hayat aldım. Devirlerin kapanışını izledim. İnsanları koyunlar gibi farklı amaçlarla güttüğümüz zamanlarda çobanlık yaptım. Medeniyetlerin yükseliş ve batışında ben hayattaydım.'' Parmaklarını yaramın dikişlerini kopartacak kadar sertçe sıktı. ''İhanet edenlerin gözlerindeki alevlerin sönüşünü gördüm. Onlardan bir parça da ben kopardım.''

Yüzlerimiz çok yakındı. Kalp atışlarım göğsümü hızla döverken nefesim hızlandı. ''Kırmızının yükselip kudretle parlayışında hep yanlarındaydım. Aynı düşüşlerinde orada olduğum gibi. Ah çocuk tahmin ettiğinden daha yaşlıyım.''

Elleriyle omzumu parçalayacağını sanıp paniklemeye başladığımda, yakaladığı hızla beni bırakıp geriledi. Ayaklarımın üzerinde sallanıp düşmemek için duvara yaslandım. Gözlerim bir an için karardı. Fazla derin nefesler aldığımı o anda fark ettim.

Daha önce gözdelere sözlerim ile kafa tutmuştum ama hiç biriyle dövüşmemiştim.

Ben aralarında sadece birkaç yıldır yürüyen bir çocuktan farksızdım. Parmaklarını bir pençe gibi tutmuş, uçlarına bulaşan kana boş gözlerle bakan Morpheus ise olması gerekenden çok daha yaşlı bir avcıydı.

Korku.

Uzun zaman sonra korku ilmeğini boynuma geçirip amansızca sıktı. Gazap'ın zihnimde olduğu zamanlardaki hissizlik beni terk etmişti. Morpheus ise zihnindeki Acı ile ruhsuz bir yırtıcıydı.

Hissetmek zayıflıktı.

Cebinden çıkarttığı bir mendille parmaklarına bulaşan kanı silen Morpheus ''Herkes kanar, herkes kırılır gözde. Bana onu hatırlatıyorsun ama sen ondan daha da dayanıklısın.'' dedi. Dile getirmediği kelimeler ise aramızda yankılandı. Olmaması gerektiği kadar dayanıklısın.

Elindeki beyaz kumaşta haddinden parlak görünen kırmızı lekeler bana göz kırptı. Acı yüzünden şoka mı girmiştim? Bedenim hala iyileşmemişti.

Bacaklarımın gücü kesilince duvardan aşağıya kaymaya başladım. Aynı çeviklikle hareket eden Morpheus beni yakaladı. Beni yavaşça yere oturtup omzumdaki kanama onun eseri değilmiş gibi mendilini özenle katlayıp yaranın üzerine bastırdı.

''Şimdi söyle bana Eris, bir kuşu karanlık bir kafese koyup her seferinde bir tüyünü koparsam ve geri salsam, her seferinde bunu arttırarak tekrar etsem kuş kafese girmemek için çırpınmaz mı?''

Kolumdan süzülen ıslaklığı hissedip gözlerimi kırpıştırdım.

Lanet olsun! Bedenim şoktaydı. Kan kaybediyordum. Yaranın sadece dikişleri atmamıştı. Morpheus bana taze bir yara açmıştı.

Cevap vermeyince omzumun üzerindeki parmakları baskıyı arttırdı. Kanamanın durmasına değil artmasına neden olacak basınç ile panikledim. Burada Morpheus'un ellerinde can versem kimsenin haberi bile olmazdı.

''Cevap ver Eris, kafesten kaçmak için çırpınmaz mısın? Oraya girmekten korkmaz mısın?''

Ne hoş kuşun yerini almıştım.

Korku ve sinirle dolu bir kahkaha attım. ''Lanet olası bir kuş değilim ben Morpheus.''

Dudakları kıvrıldı. ''Hepimiz birer kuşuz Eris. Mabetten kafesleri olan, pençeleri ile hayatta kalan ama tüyleri daha büyük yırtıcılar tarafından yolunan kuşlar.''

Nasıl cevap vereceğimi bilemeyip sustum. Suçu gözlerimin önünde dans eden beyaz lekelere attım. Durumumun farkına varmış olacak ki Morpheus omzumu bastıran elinin konumunu değiştirip kanamayı durdurmak için doğru yere baskı yapmaya başladı.

''Ama biliyor musun Eris?''

Görüşümdeki lekeler azalırken ''Neyi?'' diye sordum.

''Sen hiç çırpınmadın.'' Diğer eliyle çenemi yakalayıp ona bakmam için kaldırdı. Gözlerinde merak ve öfke yanıyordu. ''Son zamanlarda hepimizden fazla o kafese girmene rağmen özünde zayıflığın ile çaresiz hissetmene rağmen korkup kaçmaya çalışmadın.''

Beni cesaretlendiren kan kaybının verdiği hafiflik miydi emin değilim. Mantıklı halim bir avcıyı kışkırtmazdı. Onunla baş edebilecek planlar yapar, yenemiyorsa kendi av olmamak için onunla anlaşırdı.

Gülümsedim. ''Hissetmek zayıflıktır gözde.''

Gözlerinden geçen öldürme arzusunu gördüm. Bana vuracağına emindim. Mimikleri seğirdi. Çenemdeki elini boynuma kaydırıp başımı destekler hale getirdi.

''Neden şifa odasında değil?'' diyen sesi duydum. Yaklaşan adımların sesinin ardından Travis'in endişeli yüzü görüş alanıma girdi. Ben geldiğini duymamıştım ama Morpheus duymuş olmalıydı.

Sinirlerim gevşeyince kendime engel olamayıp kıkırdadım.

Morpheus cevap verdi. ''Ben onu bulduğumda bu haldeydi.''

Daha çok kıkırdama dudaklarımdan kaçarken Travis ''İyi mi o?'' dedi.

Morpheus güldü. ''Kan kaybından saçmalıyor, dikişleri atıp yarası açılmış. Sanırım duvara çarpıp düştü.''

Travis ellerini saçlarından geçirip sövdü. ''Onu odaya geri taşımama yardım et.''

Morpheus'un elleri bedenimi kucaklamak için harekete geçti. Dizlerimin altından ve omzumdan destek verip beni kucakladığında başım geriye düştü.

Kulenin tepesinde ışık oyunlarına neden olan camlara baktım. Güneşin batarkenki kızıllığını içlerinde hapsetmiş gibiydiler.

Yere damlayan kanımın sesini duydum. Travis yüksek sesle küfretti.

Sanırım damlamaktan daha fazlasını yapıyordu.

Morpheus başımı göğsüne yaslamam için tutuşunu değiştirdi. Göğsündeki düzenli kalp atışları benim kesik nefeslerimin yanında fazla sesli kalıyordu.

Şifa odasına gitmek için aceleyle harekete geçtiğinde yerde biriken kanımı gördüm. Kızıl desenlerin yanında beyaz zemini lekeliyordu. Gözlerim istemsizce kapanmaya başladığında inledim.

Morpheus beni alandan çıkarıp iyileşmem için şifacılara taşırken eğilip fısıldadı.

''Evet, sen hiç değişmedin.''

Karanlığa çekilen bilincimle bile tehlike karşısında irkildim. Morpheus gülünce göğsünden yayılan titreşimi hissettim. ''Ah küçük kuş sen de diğerleri gibi kafesinden kaçacak mısın?''

Kaslarım gevşeyip bedenim kollarında bilinçsizliği kucaklarken bayıldığımı sanan Moprheus'un kendi kendine mırıldandığı kelimeleri duydum.

''Oynamama izin ver aynı onun gibi...''

***

Ve uzun bir bölümün sonuna geldik!🤩

Şifa odasından çıkıp gözdeler ile buluşmayı planların Eris'in beklediği kesinlikle bu değildi. Morpheus sandığımızdan çok daha tehlikeli mi ne? 😈

Eris bundan sonra dikkat etmesi gereken bir düşman mı edindi dersiniz?😎

Geçmişte Ateş Savaşları ve gözdeler hakkında daha fazla şey öğrendik. Gazap'ın öfkesini bundan sonra kimse küçümsemeyecektir.😈 Peki Nestoria ve Darius'dan başka ihanet edenler de var mıdır sizce? 😉

Ya Morpheus'un Darius hatta Nestoria'yı tanıdığını iddia etmesine ne diyorsunuz? 🧐

Kafesler ve kuşlar bu bir tehdit olabilir mi? 🔥Morpheus oyun oynamak konusunda kararlı görünüyor. Travis gelmese neler olabilirdi? 🤭

Gazap'ın özü ile hissizleşmiş, zihni öfkeyle dolu olan Eris her şeyi başarıp hayatta kalabilirdi. Fakat zihni özgür ve hisseden hali sizce kulede hayatta kalabilir mi? 😏

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top