23.Bölüm: ''Fedakarlık ve Dostlar''
Keyifli okumalar...
***
On dakika.
On dakika içinde gizli geçitten çıkmalıydım. Juliana beklenmedik bir faktör olsa da planımdan sadece beş dakika geri kalmıştım. Geçitteyken beni kimse göremezdi. Basamakları koşarak inersem açığı kapatırdım.
Travis'in hazırlayıp planladığımız gibi gizli geçitte bıraktığı kıyafet torbasını elimle koymuş gibi buldum. Oliver'ın yanında şifreli konuşmamızda söylediği gibi her şey hazırdı.
Gizli geçidin ses geçirmeyen kapısını aralayıp siyah mermere adım attım. Sanki Sokrates-1'den en alt kata, kulenin beni dış dünyaya yollayan kapısına koşarak gelmemişim gibi rol yaptım. Bedenim sakinliği kuşanırken beni bekleyen muhafıza ilerledim.
Gözleri takılsa da elimde ne taşıdığımı sormadı. Onun yerine emrimi yerine getirdiğini bildirdi.
Daha önceden bildirildiği gibi Gazap'ın gözdesi için bir araç ayarlanmıştı. Normalde avlara muhafız birlikleri ya da av köpekleri eşlik etse de ben yalnız avlanırdım. Bu yüzden aracı sürecek bir muhafız bana eşlik edecek istediğim alanda beni bırakacaktı.
Önceki avımda bana eşlik eden muhafızdan memnun kaldığım için yeniden onun beni gideceğim yere ulaştırmasını istemiştim. İsteğim sorgusuz halledilmişti.
Gün ışığı tenimi gıdıklarken kuleyi çeviren ağaçların arasına adım attım. Çimenlerin kokusu beni karşıladı. Yükseltilmiş girişten aşağı indikçe kuraklaşan diyar gibi çimenler ve ağaçlar kayboldu. Aracın yanında bekleyen muhafız beni selamladı.
Siyah saçları ensesini süpürürken esmer teni güneşin altında sağlıkla parladı. Boyu uzundu. Bedeni diğerlerinin aksine yapılıydı. En sıra dışı özelliği ise bal rengi gözlerinin güneşte açılıp renk değiştirmesiydi.
''Gidelim.''
''Emredersiniz efendim.''
Hızlı adımlarla araca binip motoru çalıştırdı. Taşıdığım yükü yerleştirmeyi teklif etmedi. Gözdeler eşyalarına dokunulmasından hoşlanmazdı. Eğer isteseydim ona emir verirdim.
Kuleden ilk avım için av köpekleri ile çıktığımda kullandığımız aracın bir kopyası olan metal yığınının arka kapısını açtım. Zemine sabitlenmiş iki sıra, daha kalabalık grupların oturarak yolculuk yapması için tasarlanmıştı. Ayrıca alt kısımlarındaki kapaklar sayesinde göz önünde olmadan taşımak istedikleri şeyleri de taşımalarına olanak sağlıyordu. Bu aracın ortasındaki boşluğu daraltıyordu ama oturacak kişi için daha çok alan sağlıyordu.
Yüksek kısımda yer alan minik pencerelerden ışık girse de dışarıdan birinin içerisini gözetlemesi imkansızdı. Torbayı sol taraftaki bankın üzerine koyup kapıyı kapattım. Ardından sürücünün yanındaki koltuğa yerleştim.
''8.bölge sınırına ilerle.''
Başka konuşma olmadı. Her ava çıktığımda yaptığım gibi bilek bıçaklarımdan birini çekip yol boyunca parmaklarımın arasında döndürdüm. Muhafız yola odaklanıp yanında oturan ve isterse canını rahatlıkla alacak gözdeye bakmamak için mücadele verdi.
Ne kadar haklı olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu.
8.bölge Ksilo ile Gaia'nın sınırına yakındı. Oraya ulaşmak için en az altı saat yol gitmeliydik. Her bölgenin belirlenmiş rotaları vardı.
Karissa ve Ino'nun Buzul'a gitmek için 2. ve 3. bölgeden geçmeleri gerektiği gibi bizde 6. ve 7. bölgeden geçmeliydik.
Elbette amacım en baştan beri 8.bölgeye varmak değildi.
6. ve 7. bölgenin arasında kullandığımız yoldan on dakikalık mesafede çorak ve kullanımı yasaklanmış bir arazi vardı.
Benim için fazlasıyla tanıdık olan bir yerdi.
Oraya varmaksa iki saatten daha az zamanımı alacaktı.
Saatime beş kez bakmış, araçta bulunan ikmal kutusundaki bir şişe suyu ve iki besin barını yemiştim. Av öncesi acıkmak gibi bir huyum olduğundan bana eşlik eden muhafızlar bilgilendiriliyordu. Şimdi ise yapacak başka şeyin olmaması beni germişti.
Kulede Radsolf'un Maris ile ne yaptığını, ne kadar zamanın geçtiğini ve Travis'in zamanında hareket edip edemeyeceğini düşünmekten başıma ağrı girmişti.
Sakin ol. Başaracak. Plana odaklan.
Yarım saat daha aynı gerginlik ile yol aldık. Kalan suyu bitirdim. Bilek kılıfımdan yeni bir bıçak çekip döndürme oyununa geri döndüm. İlkini aracın ön paneline saplamıştım. O an muhafız az kalsın yoldan çıkacaktı.
Sonraki on beş dakika benden özür dilemişti. Normalde bir gözde onu azarlardı. Bense sessiz kalmıştım. Yakında rol yapmama gerek kalmayacaktı.
6.bölgenin sınırına varınca bedenim dikleşti. İki bölge arasında yaşam alanı olmadığından hareketlerimiz dikkat çekmezdi. Elimdeki bıçağı çevirirken kibirle emir verdim.
''Dur.'' İkiletmeden muhafız frene asılıp durdu.
''Efendim?'' Varacağımız yere daha çok olduğunu söylemek isteyen ama tedirgin olan sesini duysam da ona dönmedim. Düşünüyormuş gibi yolu inceledim.
Sonra karara varmış rolümle yüzüne baktım. ''Yoldan çık. Bölge sınırında yasaklı bir bölge var. Oraya ilerle.''
Neden olduğunu sormadı. Sadece emre itaat etti. Tahmin ettiğim gibi on dakika sonra terk edilmiş evlerin olduğu alana girdik. Uygun bir alanı işaret edip durması için işaret verdim.
Araç durunca benden erkenden kurtulacağına sevinen muhafızın derin bir nefes aldığını duydum.
İnecek gibi yaparken duraksadım. ''Adın ne?''
Panikledi. ''Albert efendim.''
''Kuleye ne zamandır hizmet ediyorsun Albert?''
Direksiyonu sıkan elleri beyazlaştı. Anlaşılan çok olmamıştı. ''Sekiz aydır.''
Ah bir acemi. Şansıma acemiler hep ölürdü.
''Güzel.'' dedim memnun olduğumu göstermek için. ''Prosedürleri zaten biliyorsun.'' İlk kez birlikte yolculuk ettiğimde bana sorun çıkarmamıştı. Zaten hiçbir muhafız sorun çıkarmazdı.
''Evet efendim.''
Arka koltuğu işaret edip ''Benim için torbayı taşımana ihtiyacım var.'' dedim. Etrafımızı çeviren binaları işaret ettim. ''Aracı durdur çok ses yapıyor. Burası bir düşman sığınağı işlevi görüyor.''
Yutkundu. ''Evet efendim.''
Kontağı çevirip sessizliğin aramıza dolmasını sağladı. ''Son görevimde burada üç av buldum. O yüzden ellerimin dolu olmasını istemiyorum.''
Hızla başıyla onayladı.
Devam ettim. ''8.bölgeye varmadan önce burayı temizlemek istiyorum acele et.''
Başka söze gerek yoktu. Albert araçtan inip arka koltuktaki çantayı kucakladı. Çok ağır olmasa da bedeni yükle büküldü.
Yeni emirlerimi bekleyen bakışları suratıma dikildi. Sonra saygısızlık ettiğini geç fark etmenin telaşıyla yere baktı.
Solunda kalan tek katlı evi işaret ettim. Kapısı yoktu. Araç ile durmadan önce etrafından dolanmıştık. Arka sokak yola çıkmıyordu. Biri kaçmak isterse köşeye sıkışırdı.
Zaten sekiz aydır muhafız olan Albert'in kaçacak yeteneği yoktu.
Bana öğretilen her acımasızlık zerresini özümsedim. Önümde yarı telaş yarı korku ile açılmış gözleri ile hızla eve ilerleyen muhafıza baktım.
Nefeslerim yavaşlayıp duygular beni terk ederken yüzümün korkunç göründüğünden emindim.
Tek sağlam odada durup elindeki torbayı nereye koyacağını bilemeyen Albert'e arkasındaki kırık yatağı işaret ettim. Tereddüt etmeden arkasını dönüp eğildi.
Bu onun yaptığı son hareketti. Güya düşmanı avlamak için elimde hazır bekleyen bıçağım boğazına saplandı. Torba elinden düşüp köşeye yuvarlanırken elleri boğazındaki bıçağa gitti.
Soluk borusundan kaçan hava kanını köpürttü. Gurultu sesi zihnimdeki yüzlerce masum hayatın bana öfkeyle bağırdığı yere eklendi.
Bedeni gevşeyip canlı olduğunda onu aksine ikna edecek refleksleri etkisiz kalınca geriye doğru düşmeye başladı. Bedenini yakalayıp yavaşça yere yatırdım.
Yirmi yedi saniye.
Saymıştım her şey bu kadar sürmüştü. Hissizlik beni sararken minnettardım. Otomatik hareketlerle bıçağımdaki kanı sahibinin kolunda temizleyip yerine yerleştirdim. Ardından köşeye yuvarlanan torbaya ilerledim.
İçinden çıkardığım paketi yırttım. Kan kokusu havaya doldu.
Aldırmadım. Aldırmamalıydım. Plana uy.
Sol kolumu kaldırıp saatimi kontrol ettim. Zamanım azalıyordu. Ölüm katılığı bedenini ele geçirmeden önce harekete geçmeliydim.
Önce Albert'in üzerindeki kıyafetleri kesip çıkardım. Yara izlerinden nasip almamış gövdesine baktım.
Bazı fedakarlıklar gereklidir.
İç sesim mide bulandırıcı bir sesle haykırdı. Canavar!
Aldırmadım. Bana bilmediğim bir şey söyle.
Cevap vermedi. Zaten verse de şimdi vicdan hesaplaşmasının sırası değildi. Ölü bedeni çevirip pürüzsüz sırtını bir tuval gibi düşündüm.
Fırçam bıçaklarım, boya ise kanıydı.
Hafızama kazınmış her darbeyi ona işledim. Üst üste binen kesikler artarken ıslaklık bizi çevreledi. Kestim, kestim, kestim.
Daha hızlı.
Taklidimin aslından ayrılmaması için soyumdan gelip unutmama izin vermeyen hafızama ilk kez şükrettim. Bedenindeki her kesik bire bir örtüştüğünde nefes nefese kalmıştım.
Sırtında bıçaklar ve kamçılar kullanılmıştı. Boynu ve bileklerinde ince halat kesikleri vardı.
Bedeninin yapısı, teni ve saçları yüzünden seçtiğim muhafızın gözlerine baktım. Bal rengi gözleri açıktı. Gün ışığının süzülüp suratına vurduğu yerde kehribara döndüklerini görmüştüm. Şimdiyse donuk bir kahverengiydiler.
Yine de yeterliydi.
Benzerlik kandırmaya yeterdi.
Uzanıp gözkapaklarını aşağı indirdim. İçimde farklı duygular çelişip beni yakarken kendi benliğimden uzaklaştım.
Bekledim. Yaşamın kızıl sıvısının bedenini tek bir damla geriden bırakmayana kadar terk etmesini izledim. Zaman benimle alay edip endişe ensemde soğuk ellerini dolaştırırken gözümü bile kırpmadım.
İsteğim yerine gelince torbaya yeniden uzanıp bedeni temizlemek için gerekli malzemeleri ve ihtiyacım olan şişeyi çıkardım.
Bedeni kandan uzaklaştırıp çevirdim. Üzerinde kendine ait tek bir kızıl leke kalmayana kadar tenini temizledim. Sonra paketten çıkardığım kanlı pantolonu ona giydirdim.
Son seferinde esirimi delirmiş gibi bilgi almak için kesip biçerken onun kanıyla yıkanmıştım. O kadar çok kan vardı ki kıyafetlerim sırılsıklam olmuştu. Kumaşı sıktığımda kızıl sıvı akmıştı. Ben de son zerresine kadar sıkmıştım.
İki şişe.
Esirim ile oynadığım oyun onun kanıyla iki şişeyi doldurmamı sağlamıştı. O kanla giydiği aynı kıyafetleri alıp kana bulamıştım. Şimdi yanımda duran şişeyle ise onun tenini süsleyecektim.
İşim bittiğinde yaptığımla övünmek yerine mideme saplanan ağrıyla geriledim. Çökük duvarın dibinde mideme gireli çok olmayan besin barlarını çıkardım. Ağzım acı safra tadıyla dolana kadar öğürdüm. Alnımı serin duvara dayayıp nefes aldım.
Kan kokusu yeniden öğürmeme neden olmadı.
Kanın kokusu tanıdıktı. Pek çok can almıştım. Avlanmış, işkence etmiş, ölümle yarışmıştım.
Ama beni saran sisin ardını gördüğümden beri hayatın ellerimle yok oluşunu hissetmemiştim.
Gözlerimi eserime diktim.
Sevdiğim adamın kopyasını yaratmıştım. Ölü bir kopya.
Gözyaşı dökmedim. Dökemedim. Sadece öylece önümde uzanan Radsolf'a benzediği için ölmek zorunda kalan adama baktım.
İç sesim haykırdı. Canavar!
Kapının çerçevesine vuran bir nesne ile uyuşukluğumdan sıyrıldım. Hızlı hareket edip yerde bıraktığım bıçağa atıldım.
Arkama dönmem ile fırlatmaya hazırlandığım bıçağım havada kaldı.
Açık mavi gözler bedenimi süzdü. Önce etrafa saçılan kana ve malzemelere ardından arkamda uzanan cesede baktı. Sanki bunu bekliyormuş gibi bakışları yeniden bana kayınca sırıttı.
''Ah güzelim, ölü adamlardan hatıra toplamayı bırakmalısın.''
***
Onu son gördüğüm günü hatırladım. Dört kişilik grubumuz kehanetin eksik parçasını elde etmek için karanlık diyarlara doğru yola çıkmıştı. Benimse farklı planlarım vardı.
Radsolf'u yalnız bırakıp kafesle kuleye götürmek için diğerlerinden kurtulmam gerekiyordu. Öyle de yapmıştım. Radsolf'u tek başıma beklemiş, gelince iksir karıştırdığım suyu ona içirmiştim.
Diğer ikisinin nerede olduğunu sorduğunda ise gelmeyeceklerini söylemiştim. Gelmemişlerdi de yola sadece ikimiz devam etmiştik.
Kapıdan uzaklaşıp bana yaklaşan asiyi baştan aşağı süzdüm. Aradan ne kadar zaman geçmişti? Haftalar?
Sanki yıllar geçmiş gibiydi.
''Beni görünce nutkunun tutulduğunun farkındayım güzelim ama kendine hakim ol.'' Flörtçü tavrı ile eğilip elimdeki bıçağı dikkatlice parmaklarımın arasından özgür kıldı. Ben tepki vermeyince gülümsemesi bocaladı.
Kaşları birbirine yaklaşıp parmak uçları suratıma dokununca bocaladım.
''Hey -''
Bedenimi ona savurdum. Darbeyle ciğerlerinden nefesi boşalınca kelimelerin devamını getiremedi. Kanla kaplı olmama aldırmadan uzanıp boynuna sarıldım.
''Reik?'' Bir seslenişten çok soruyu andıran sesim göğsünde boğuk çıktı.
Beni itmedi. Aksine kollarına belime dolayıp beni kendine bastırdı. Kan da, o an olduğumuz yerde önemli değildi. Uzanıp saçlarımı okşadı. ''Söyle vahşi çiçeğim.''
O an yapacağıma inanmadığım bir şey yaptım. Kollarının arasında toprak ve metal gibi kokan kokusuna boğulurken güldüm.
O da güldü. ''Biliyorum beni gördüğün için mutluluktan kafayı yedin.'' Başıma pat pat vurdu. ''Sorun değil hala çekicisin. Biraz delilik nedir ki?''
Sözleri beni daha çok güldürürken geri çekildim. Beni rahatlatmak için sarf ettiği sözlerine minnettardım. ''Geldin.''
''Geldim. Ama buluşma mekanımızı değiştirmemiz gerek.'' Etrafına bakınıp yüzünü buruşturdu. ''Aşk yuvamız olmak için berbat bir yer.''
Oyunbazca omzuna vurdum. ''Gerzek.''
Tek kaşını kaldırdı. ''En çekici on özelliğim arasında değil. Ama senin hoşuna gidiyorsa listeye eklerim.''
Ben dik dik bakınca göz kırptı.
''Reik.''
Teslim olduğunu gösterir şekilde ellerini havaya kaldırdı. ''Hiç değilse ayrılışımıza nazaran hasarsız bir kavuşma oldu.''
O gün Radsolf ile bir saat için ayrıldığımızda, Reik ve Taji ile ayrıldığımız yuvaya yakın yerde gizlenmek için harekete geçmiştik.
Kendimizi gizleyerek ilerlemeye başladıktan on dakika sonra başka bir birlik ile karşılaşıp durmuştuk. Reik terle kaplanan yüzünü ovaladı. Yanında korkusunu belli etmemeye çalışan Taji'nin elini sıktı.
''Burada bekleyin.'' dedi. ''İki sokak sonra başka bir yuva var. Oraya göz atacağım.''
Taji elini bırakmak istemiyormuş gibi daha çok sıkarken Reik her zamanki alaycı gülüşü ile ona baktı. Taji'nin korkudan büyüyen mavi gözlerine onu ele vermiyormuş gibi dudakları kıvrıldı.
Parmakları gevşeyip Reik'i tehlike dolu sokaklara salarken ardından elini uzatsa da koşarak uzaklaşan Reik bunu görmedi.
Uzanıp omzunu sıktım. ''Merak etme dönecek.''
''Evet, elbette o güçlü.'' Kendini mi yoksa beni mi ikna etmek istediğinden emin değilmiş gibi başını salladı.
''Öyle.''
Taji'yi duvarın dibine çekip bedenini iyice karanlıkla gizlesin diye eğilmesini söyledim. Reik'in gelmesi fazla sürmezdi. Acele etmeliydim.
Yanımızda taşıdığımız çantalara uzandım. Yola çıkmadan önce Ankli'nin bana verdiği kesenin içinde önemli cam tüpler vardı.
İçerisinde orcvil yaprakları yüzen kanımla dolu tüpler, panzehir üretmeye yarayan öz suyundan şeffaf damlaları saklayan tüpler...
Bunlara neden ihtiyacım olacağını bilmiyordum. Ama almamda ısrar etmişlerdi. Nei zamanı gelince amaçlarına hizmet edeceklerini söylemişti. Sorgulamamıştım.
Bir kahinin sözleri hele ki Nei'nin sözleri dikkate alınmalıydı. Kuleye dönerken her türlü yardım kabulümdü.
Ama asıl kuleye dönmeden kullanmam için konulan bir tüp vardı. Dönüş planımı yaparken Reik ve Taji'ye zarar vermek istemiyordum. Bu yüzden bir yol bulmuştum.
Miorpi. Güzel hiçlik.
Mağarada sandığımın aksine miorpi değil orcvil özüyle temas etmiştim. Etkileri benzer olduğundan kimse aradaki farkı anlayamamıştı.
Olayı planlayan Nei dışında kimse gerçeği bilmiyordu.
Ankli'nin bana verdiği kesedeki tüpte miorpi özü içeren özel bir sıvı vardı. Taji ve Reik'e içirdiğimde sersemlemelerini sağlayıp güçsüz düşürecekti.
Radsolf ve Taji'nin beni yaralı halde buldukları evde bilinçsiz kalmam için aynı karışımı bana içirmişlerdi. Reik karışıma taş kafa adını vermişti.
Bakışlarım Taji'ye kaydı. Gözlerini bir an için bile Reik'in gittiği yönden ayırmamıştı. Yanımızda taşıdığımız su şişelerinden birine uzandım. Çaktırmadan tüpün kapağını açıp Ankli'ni bana tarif ettiği kadarını dikkatle suya karıştırdım.
Ankli beni oran konusunda özellikle uyarmıştı. Özellikle hala büyüme çağındaki Taji üzerinde kullanırken dikkat etmeliydim.
Bakışlarım Taji ve şişe arasında gidip gelirken ellerim hızla hareket etti. Mavi sıvı su içinde çözüldü. Tüpü özenle geri yerleştirip Taji'ye yaklaştım.
Panikten derin nefesler alıyordu. Ellerinin hafif titremesi içimi acıttı. Ailesini kaybetmişti. Şimdi ise değer verdiği birini daha kaybedeceği korkusuyla doluydu.
''Taji.'' Sanki yeni içmişim gibi elimin tersiyle dudaklarımı silerken ağzı açıp şişeyi uzattım. ''Boğazın kurumuş olmalı biraz su iç.''
İtiraz etmedi. Titreyen parmakları ile şişeye uzandı. Dökeceğinden endişe etsem de tutuşu dengeliydi. Gözlerini Reik'in geleceği istikamette çevirip şişeyi kafasına dikti.
Başka bir şey söylemedim. Güvenine ihanet ettiğim için pişmanlık duymadım.
Aksi halde ölümü benim ellerimden olurdu. Ne kadar az tanısam da bu küçük ama cesur kızı seviyordum. O da diğer asiler gibi korunarak büyümeliydi.
İçimden otuza kadar saymıştım ki bedeni devrildi. Atılıp yakaladım. Onu eşyalarımızın oluşturduğu yığına yasladım. Boynunun açısını düzelip rahat etmesini sağlarken kalan sıvıya uzandım.
Reik için de uygun oranlarda hazırladıktan sonra Taji'nin gözetleme yerini alıp bekledim.
On yedi dakika.
Kan ter içinde kalan Reik'in gelmesi bu kadar sürmüştü. Karanlıkta yanıma sokulurken inledi. O zaman alnından süzülen kanı gördüm.
''Yaralanmışsın.'' Yaraya bastırmak için bir şey arar gibi yapıp arada şişeyi ona uzattım. ''İç.''
Taji'nin güveni ile hareket etmesini beklemiştim. Ama Reik kendi yanında yolculuğa çıkan kızı tanıyordu. Döndüğü anda üzerine sevinçle atılmamasına şaşırmıştı.
''Taji?''
Harekete geçtim. Kafasını tutup duvara hızla geçirdim. Gelmeden önce aldığı darbeler onu fena hırpalamış olacak ki hemen tepki veremedi. Bu açığı kullanıp yeniden kafasını duvara gömdüm. Öne doğru yığıldı.
O zaman sırtındaki kesikleri gördüm. Kan kaybetmişti. Üzerindeki sersemliğin nedeni buydu. Başına aldığı darbelerde dengesini bulmasında yardımcı olmuyordu.
O an şişenin kapağını açmadığıma sevindim. Çünkü elimden yuvarlandı. Reik kolumu yakalayıp bükmek isteyince hamlesini tamamlayamadan çekildim. Mesafeyi kullanıp dönerken dirseğimle burnuna vurdum.
Kan hızla boşalırken burnunu kırdığımdan emindim. Öfke ile üzerime saldırdı. Ama yavaştı. Çok yavaştı.
Saçlarını yakalayıp dizimle karnına yeni bir darbe vurunca Taji'nin üzerine devrildi. Darbenin etkisiyle ikisi yerde yuvarlanırken Taji'nin dudağı patladı. Reik'in ise kaşı yarıldı.
Çıkardığımız sesin muhafızları çekmemesini umut ettim. Reik, Taji'ye kendine gelmesini söyleyip sarsarken arkasında uzanıp boğazına kolumu doladım.
Tutuşumdan kaçamayacağı şekilde diğer elimle desteklerken kulağına fısıldadım. ''Uyandığınızda güvende olacaksınız. Üzgünüm.''
Reik kurtulmak için hamle yapsa da nefes borusuna uygulanan baskı onu yavaşça hareketsiz kıldı. Tamamen gevşediğinde yere uzanmasını sağlayıp boğuşmamızla uzağa yuvarlanan şişeye uzandım. Reik için özel olarak hazırladığım karışımı boğazından aşağı döküp yutmasını sağlarken somurttum.
''Erkenden uyanmanı göze alamam. Radsolf ile mücadele ederken başka şeyleri düşünemem.''
İkisinin bedenini yan yan koyarken karanlığı taradım. Tahmin ettiğim gibi av sırasında yoğun olan bölgeden uzaktaydık. Yevnü ve Ankli'nin gelmesi kolay olacaktı.
Saatim olmadığı için dakikaları Reik'in dönüşünü beklerken yaptığım gibi içimden saydım. Buluşmak için karar verdiğimiz noktadan bir sokak geride kalmıştık ama sorun değildi.
Beklemek yerine onları aramaya karar verdiğim sırada Yevnü'nün yaklaştığını gördüm. Sığındığım karanlıktan çıkıp elimi salladım. Beni fark edip Ankli'ye işaret verdi.
Birlikte yanımıza ulaştıklarında Reik ve Taji'yi onlara emanet ettim.
Darbe üzerine darbe indirdiğim yaralı bedenini iyileştirmekte iyi iş çıkarmıştı. ''Burnunu kırdığımdan emindim oysaki.''
''Ah kadın yakışıklı suratımla alıp veremediğin ne senin?''
Tam cevap verecekken kapıdan tanıdık başka bir yüz içeri girdi. Reik'in sorusunu benim yerime cevapladı. ''Kapanmak bilmeyen çenen.''
Onları son kez bir arada gördüğümde Reik baygın Ankli ise gergindi. Daha eski zamanlarda ise ilişkileri daha beterdi. Asilerin arasında soyun saf kalmasına takıntılı olan bir freon üyesi gibi davranırken Reik ile kavga etmişlerdi.
Aralarında yine gerilim oluşmasını beklesem de Reik sırıttı. ''Kıskanıyorsun leopsi.''
Ona aldırmayan Ankli etrafını hızla inceleyip bana döndü. ''O gün sana söz vermemeliydim. Ayrıca burnu yerine çenesine vurmalıydın.'' derken homurdandı.
Radsolf'un yanına gitmek için yanlarından ayrılmadan önce Ankli ve Yevnü ile konuşmuştum.
''Onlara üzgün olduğumu söyle.''
Yevnü görevi memnuniyetle kabul etti. ''Sözlerinin iletileceğinden emin olabilirsin.''
Başımı Ankli'nin olduğu tarafa çevirdim.''Reik'e anlat. Kehaneti ona anlat.''
''Eğer dileğin buysa söz veriyorum bilmesini sağlayacağım.''
Yutkundum. ''Radsolf'u geri getireceğimi söyle. Neye mal olursa olsun.''
''Senin için bekliyor olacağız.'' Tüm inancı ile kahve gözleri yanarken devam etti. ''Nei kaderini gözetecek, ihtiyacın olduğu anda orada olacağız. Yapman gerekeni yaparken tereddüt etme.''
Ankli'nin sözlerinden Nei'nin bana bahsetmediği görüleri olduğunu anladım. Her şey ben kuleye döndüp Travis'i bulduğumda çözülmeye başlayacaktı. Daha fazlasını söyleyememişler, kendimin keşfetmesi gerektiğini söylemişlerdi.
''Sadece sen sahipsin.'' demişti Nei.
''Neye sahip olduğumu bile bilmiyorum.''
''Öğreneceksin. Ve öğrendiğinde anlamsız gelen her şey yerini bulacak.''
Nei'ye güvendim. Ankli ve Yevnü'ye güvendim.
İnançlara ve umutlara güvendim.
İkisi de başıyla beni selamlarken onlara sırtımı döndüm. Beni Radsolf'un esaretine götürecek adımların ilkini attım.
Ankli'ye alaycı bir cevap vermek yerine doğruldum. ''Gerçekten geldiniz.''
Sevecenlikle dudakları kıvrıldı. ''Sana söylemiştim. İhtiyacın olduğunda yanında olacağız.''
''Nasıl bildiniz? Planlarım...'' Sustum. Kafamı toparlamak ister gibi sağa sola adımladım. ''Ben bile emin değildim.''
''İnanç bir güneştir. Isıtabilir de yakabilir de. Olay yaklaşmayı bilmekte.''
''Nei gibi konuştun.''
Güldü. ''Onun sözleri ne de olsa.''
Reik homurdandı. ''Gizli sözler ve anlamlar grubunun yeni üyesi olsam da zamanımız azalıyor Ankli. Ona direkt cevap ver.''
Ankli, Reik'in emir veren ses tonundan hoşlanıp hoşlanmadığını belli etmedi. ''Açıklamasını sonraya bırakalım o zaman.''
Üstelemedim. Şu an burada olmaları yeterliydi. Nasıl burada olduklarını sonra öğrenirdim.
Saatime bakıp kalan zamanı hesapladım. Reik'in gözleri bileğimdeki yuvarlak cihaza takıldı. ''O tahmin ettiğim şey değil demi?''
Jei ve Reik ile tam da bu bölgede avlanırken Jei bileğine çöp alanından bulduğu bir saati takmıştı. Avlanırken kullanılan, içinde yer belirleyici bir çip olan saati.
O gün Reik, Jei'nin bileğinden hızla saati çıkarıp yere atmış botuyla parçalanana kadar ezmişti.
Endişesini yatıştırmak için ''Hayır.'' dedim. ''İçinde verici yok.''
Şüphe hala gözlerinde yüzerken bana inanmayı seçtiği anı mimiklerinde yakaladım. Dudakları kıvrıldı. ''Öyleyse plan ne?''
Konuşma boyunca bakışlarımı kaçırdığım bedenin yanında duran torbaya uzandım. İçinden paketlenmiş temiz üniformaları çıkardım.
İkisinin eline birer paket verince şaşkın bakışlarına karşılık sırıttım. ''Kuleye dönüyoruz.''
***
Eris'in planı hoş detaylara sahip olmasa da işliyor. Radsolf'un bedeninin yerini alacak bir cesedimiz var. Sizce plan ne? 🤔
Reik'in sahneye girişi ile çoğunuzun gülümsediğine eminim.🤭 Eğlenceli kişiliği ile yeniden karşımızda ve GG'nin son sahnelerinde Taji ve Reik'in ölmediğini sadece bayıltıldığını da böylece öğrenmiş olduk. 😉
Ankli ve Reik kızımıza yardım edip kuleye doğru yol alırken sizce Radsolf'u nasıl kaçıracaklar? 😈
Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın❤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top