19.Bölüm/Part 1: ''Pergia''

Keyifli okumalar...

***

Travis yaralarımın durumu hakkında yalan söylemiyordu. Şifa odasında bilincim yerine geldiğinde donuk ağrılarla kasılan kaslarım inlememe neden olmasın diye çenemi sıktım. Bilinçsiz rolü yapmak beklediğimden daha zordu.

Gözdelerin dediği gibi iki gün bilinçsiz kaldığımı bildiren usta, birinin beni mabede taşıması gerektiğini söylemişti.

Morpheus'un bana dokunmasıyla kalp atışlarım hızlanır da kendimi ele veririm diye korkmuştum. Karissa'nın olur da erkenden iyileşmem gerektiği düşüncesiyle bana dokunacağını düşünüp gerilmiştim. Hatta Maris'in beni açılan mermer geçitten içeri atacağı ihtimali üzerinde bile durmuştum.

Ama beni taşıyan kişi beklenmedik şekilde Ino olmuştu. Şifacının komutları ile omzumu destekleyecek ve dikişlerimin patlamasına neden olmayacak bir tutuşla beni kucakladı.

Ino'yu da diğerleri kadar tanıyordum. Diğer gözdeler gibi onun da sırları olduğuna emindim. Ama kötüsünün iyisi deyip bedenimi gevşemeye zorladım. Gözlerimi açamadığım için sargılarından kurtuldu mu yoksa hala yaralı mı bilmiyordum. Dengesini kaybedip beni tırmandığı merdivenlerden aşağı düşürürse hiç de iyi olmazdı.

Her zaman kullandığımız gizli geçitlerin aksine Ino beni ortak alandaki katlardan götürüyor olacak ki konuşurken alanda sesi yankılandı.

''Onu içeriye mi yuvarlamalıyım?'' Bedenime dayalı göğsü kabarıp indi. ''Dikişleri patlarsa iyileşmesini olumsuz etkilemez mi? Saçmalık bu.''

Fırlatmak yerine yuvarlamayı tercih etmesine sevindim.

Başından beri Ino'ya eşlik ettiği için adımlarını duyduğum ama konuşmadığı için kim olduğunu çözemediğim kişi konuştu.

''Mabetlerdeki özler bizi engelliyor biliyorsun. Daha iyi bir fikrin varsa söyle.''

Hestia'nın Karissa'nın tam zıttı olan tatlı sesini duyunca kalp atışlarım hızlanmasın diye nefeslerimi düzenledim. Asilerin arasına sızıp avlanmaya çıktığımız zaman Hestia görevde olduğu için bize katılamamıştı. Geri döndüğümden beri onu görmemiştim.

O da yeni mi dönmüştü? Karissa gibi onun da farklı bir görevi mi vardı?

Ino homurdanıp bacaklarımı tutan elini sıkılaştırdı. ''Neden onu ben taşımak zorundayım ki?''

İç çeken Hestia cevap verdi. ''Kolumdaki dikişler yüzünden onu tutamam Ino.''

Yaralanmış mıydı?

''Maris onu taşıyabilirdi.'' diye isyanına devam etti Ino.

Mermerin birbirine sürterken çıkardığı tiz sesten mabede vardığımızı anladım.

''Karissa, Maris'in ona dokunmasını istemedi. Aralarındaki sürtüşme şu an istediğimiz şey değil.'' Morpheus'tan bahsetmeseler de aldırmadım. Onun beni taşımamasını ve Karissa'nın böyle bir iyiliği bana yapmasını iyi şansıma yordum. Ya da kaderime.

Bedenim alçalırken hava yanaklarımı okşadı. Ino'nun beni yuvarlamaya çabalarken beceriksizce sargılarımı çekiştirmesine göz yumdum. Soğuk mermeri yanağım ve ellerimle hissederken kımıldamadan durdum.

''Yeterince içeride.'' diye ilan eden Hestia'nın sesiyle yeniden ağır sürtünme sesi etrafımı sardı. Sonrası ise sessizlikti. Gözlerimi açmadan bile içerisinin zifiri karanlık olduğunu biliyordum.

Diğer seferlerin aksine avımın kanıyla kaplı olmadığımdan ve keşfettiğim gerçeklerin doğrultusunda genzime dolan kan kokusunun mabedi kaplayan Gazap'ın özüne ait olduğunu biliyordum.

Birkaç dakika daha hareketsiz kaldım. Zihnimden hızla geçit töreni yapan av listemi ve görevlerimi geriye ittim. Buraya öldürdüğüm bir asinin neşesi ile gelmemiştim.

Aksine ölüm yerine yaşamla anlaşma yapacaktım.

Önce gözlerimi araladım. Pek değişiklik olduğunu söyleyemezdim.

Siyah ve sonsuz bir hiçlik beni kucakladı.

Burayı kontrol edebilen kişi ben değildim. Ama edebilen, beni bilmeceler ile sınayan birini tanıyordum. Mabede ilk adım attığında bana söylediği kelimeleri hatırladım.

''Beni çok beklettin gözde.''

Minik bir nefes bakırımsı tadıyla boğazımdan geçti. Karanlığın içinde kararlılıkla dikilip ilan ettim. ''Ben geldim.''

''Beni beklediğini bilmiyordum.''

''Ama bekliyorum, hem de uzun zamandır.''

O gün bana söylediği sözleri anlamamıştım. Beni Gazap'ın sınadığını, diğer gözdeler ile Arthur'un Masası'nda oturabilmek için bunun gerekli olduğunu düşünmüştüm. Ama ben daha anlayamazken bile o beni bekliyordu.

Mabedin aydınlanmasını ya da ilk seferinde olduğu gibi karanlığın içinde sürtünen zincir sesleri duymayı bekledim. Ama ikisi de yoktu.

Sonra mabede defalarca geldiğimi ama küçük kızı bir daha göremediğimi fark ettim. Gazap'ın zihnime süzüldüğünü düşünüp benden uzak mı duruyordu? O gün sadece Gazap'ın oyununa eşlik ettiği için mi benimle konuşmuştu?

Normalde zihnime süzülen kızıl sisin yokluğu beni rahatlatmıştı. Belki de onunla konuştuğumu anlamamıştı.

Onun kim olduğunu bilmediğim zaman dudaklarımdan dökülen kelimelere verdiği cevabı anımsadım.

''Kimsin sen?''

İç çekiş sesini duydum. '' İsmi gibi varlığı da olmaması gerekenim.''

Şüpheye yer vermeyecek sözleri onun da hatırladığına emindim. O zaman neden öyle dediğini anlayamamış, sözlerinin kafamı karıştırmak için olduğunu düşünmüştüm. Şimdiyse biliyordum.

''Senin için geldim.'' diye kararlılıkla sesimi yükselttim. ''Pergia!''

Mermere sürtünen zincirin sesi kulaklarıma doldu. ''Uzun zaman oldu gözde.'' Duyduğum ses önceki gibi yüzlerce ağızdan çıkan yankılı tınıya sahip değildi. Sadece kendine has yumuşaklık ve sertlikle doluydu. ''Senin aksine ben adını bilmiyorum. Bana hiç söylemedin.''

Annemin ben doğunca kulağıma fısıldadığı, Ion'un ben doğmadan verdiği ismimi onunla paylaşmak yerine zamanında onun da yaptığı gibi ismimin anlamını ona söyledim.

''Karanlıkta yanan.''

Kız kıkırdadı. ''Sonunda çözdün. Keilah.''

Beni görebiliyor mu aldırmadan başımla onayladım. ''O zaman oanı hatırlamıyordum.''

Karşılaştığımız ilk ve tek gün bana asilerin dilindeki adının anlamını söylemiş, çözmem için bana zaman vermişti. Bense zihnimde unutulan ve saklı kalan yaşamlarda öğrendiğim dili hatırlamadığımdan anlayamamıştım. O ise hatırlıyordu.

Benden çok daha önce zihni hapsinden kurtulmuştu.

''Ben senden çok daha uzun zaman önce bu kafese konuldum.''

''Bir kafes.''

Kız kıkırdadı. ''Ben bir kuşum gözde ama kanatlarım yok.''

İçim sıkıntıyla doldu. ''Ne zamandır?'' Kelimeler boğazıma takılmış gibi yutkundum. ''Ne zamandır buradasın?''

''Çok fazla geç kaldım sanırım?''

Ses yine inledi. ''Birkaç yıl kadar.''

''Sen buraya ilk adım attığından beri yedi yıl geçti Keilah. Gazap seni ölümsüzlük ile doldurup özünü seni kırıp birleştirerek işlediği dört yılda sana seslendim.''

Mabette bilincim benden kayarak Gazap'ın ellerinde bir oyuncağa döndüğü yıllarda kontrol bende değildi. O an kurtulmama da hayatta kalmama da izin veren Gazap'tı.

O zaman Ola'nın kan yemini yüzünden Gazap'ın beni öldüremeyeceğini bilmiyordum. Korkuyu hissetmiştim. Sivri uçlu, metal dikenler gibi tenimi delip beni yakan korkuyu.

Ve pek çok başka şeyi. Zihnime işlenen bilgilerin ne kadarı Gazap'ın yaşamına ne kadarı benim unuttuğum anılarıma aitti artık emin değildim.

Zemine sürtünen zincir sesi kızın bana yaklaştığını haber verdi.

''Pek çok ses duydum. Pek çok şey gördüm.'' derken onun da bildiğine emindim. Bu mabetteyse Gazap ona da özünü işlemiş olmalıydı.

O an konuşmamızın iki taraflı olmadığını fark edip durdum. Benim zihnim özgür olsa da Pergia'nınki değildi. Hala Gazap'ın kızıl sisi onun zihnini doldurup öfkesi ile yakıyor olmalıydı. Elim botumdaki gizli bölmeye gitme isteği ile seğirdi.

''Biliyorum. Ama beni hiç duymadın.'' Konuşmaya devam ederken sesi buz parçaları kadar sıcaktı. ''Şimdi onu duymayıp beni duyuyorsun.''

Mabet bir anda aydınlanınca gözlerimi kıstım. Peş peşe kırpıştırdığım gözlerimle ışığa alışınca ilk gözüme takılan şey mabedin ortasındaki mermer sunaktı.

Danny.

İçimi, geçmişte kaybedilen masumiyetin saflığı yakarken dişlerimi sıktım. Dikdörtgen şeklindeki mermerin kapağı kapalıydı. Yaklaşmadan bile üzerine yerleştirilmiş dört anahtar deliğinin orada olduğunu biliyordum.

Derin bir nefes çekince unuttuğum kan kokusu genzime doldu.

Orda değil. Bunca zamandır orda olamaz.

Aklımdan geçenler beni bataklık gibi dibe çekerken, sürtünme sesiyle bakışlarımı sunaktan ayırıp kıza çevirdim. İlk gördüğüm sefer hayran kaldığım kızıl saçları, omuzlarından alev parçaları gibi dökülüp sırtında dalgalanıyordu. Son seferinden daha uzundular.

Ama kırmızı pabuçları ve elbisesi gitmişti. Yüzü sivrilmiş, yanakları çocuksu dolgunluğunu kaybetmiş, suratına büyük gelen ağzı olgunlaşan kemikleriyle hoş bir şekilde orantılanıp yüzüne uyum sağlamıştı.

Boyu öncekinden çok daha uzundu. Büyümüştü.

Yedi yılda çocuk bedenini bırakıp yetişkin bedenine sahip olmuştu. Ama gözlerindeki yorgun bakış değişmemişti. Aynı yorgun bakışı Travis'in annemi gösterdiği anılarda görmüştüm. Her şeyi hatırlamış halimle aynaya baksam kendi gözlerimde de o yeşil matlığı görür müydüm?

Ellerini sunağın pürüzsüz ve lekesiz mermerinde dolaştırırken bana baktı. Geçmişin hayaletinin bana musallat olmasına izin vermeden bir adım öne çıktım. ''Ama sen onu duyuyorsun.''

Kirpikleri zarifçe yanaklarını okşadı. ''Duyuyorum.''

Eğilince giydiği pantolonun yırtık paçalarından görünen kelepçeler şakırdadı. Bileklerini saran metalden uzanan zincirler aynı ilk görüştüğümüzde olduğu gibi onu benden uzak tutuyordu. Gazap'ın onu öfkesi ile yakıp üzerime saldırmasını engelleyen bu muydu? Yoksa her şeyi hatırlıyorsa bir şekilde zihnindeki sisten de kurtulmuş muydu?

Kendime engel olamadan meraklı sorum dudaklarımdan kaçtı. ''Nasıl?''

Gözlerini açıp o yanan yeşil korlarla bana bakınca yeniledim. ''Nasıl öfkeyle kendini kaybetmiyorsun? Ben önüme gelen her şeyi öldürüp kanlarını hiçmiş gibi akıtıp dururken, sen nasıl bilincinin kontrolünü ondan koparabiliyorsun?''

Dudakları kıvrıldı. ''Gardiyanım sayesinde.''

''Gardiyanın kim?''

Küçük kız, korkak çıkan sesinin aksine histerik bir kahkaha attı. Sesi etrafımda girdaplarla dönüp yankılandı.

''Zincirlerim. Benim sonsuz zincirlerim.'' Kızın sözleriyle birlikte yeniden zeminde sürtünen metalin, kulak tırmalayan sesi yankılandı. ''Beni senden uzak tutacak kadar uzun ama sana gelmeme yetmeyecek kadar kısalar.''

Kara metalden halkalara gözlerimi diktim. ''Nasıl?''

Zincirleri parmakları ile okşamak için eğilince kızıl saçları yüzünü perdeledi. ''Onun kanından dövüldüler.''

Kaşlarım çatıldı. ''Sadece kan seni koruyamaz.''

Elleri ile saçlarını avuçlayıp geri savurdu. Üstüne giydiği kazağın sol kolunu sıvayıp bileğindeki lastiği çekip saçlarını topladı. Saçları geriye çekilince suratının köşeli hatları daha çok ortaya çıktı.

Alaycı bir gülüşle ''Sen nasıl kurtuldun öyleyse?'' diye sordu.

Gazap'ın onunla birlikte zihninde olmasına aldırmadım. Zaten cevabı biliyordu. Bu yüzden Darius'un ölümünden sonra öfkesi ile yıllarca süren Ateş Savaşları'nı başlatmış, diyarda var olan bitki örtüsünü yakmıştı. Sadece kuleyi çevreleyen ağaçlar bu katliamdan kurtulmayı başarmıştı ama çiçeklerin hiç şansı olmamıştı.

Mağaranın derinliklerinde yetişenlerin varlığını unutturmak için yeryüzünden silinmişlerdi.

Omurgamı dikleştirip ''Orcvil.'' dedim.

Ezgili kelimenin anlamını söyledi. ''Ölümün dansı.''

Dikkatle suratına bakıp her değişimi yakalamak için gözümü bile kırpmadım. ''Bu yüzden Gazap bütün çiçekleri yakmadı mı?'' İnce kaşları birbirine yaklaşsa da devam ettim. ''Hatırlatıcı olan varlığını yeryüzünden silip ona ihanet eden gözdesinden alamadığı hırsını almadı mı?''

Pergia'nın elleri kulaklarına gitti. Yanında bağıran biri varmış da elleriyle sesi kesebilecekmiş gibi başının iki yanına bastırdı. Gazap'ın zihninin içinde haykırdığına emindim.

Tıslarcasına ''Onu kışkırtmaya mı çalışıyorsun?'' dedi.

Dürüstçe ''Hayır.'' dedim. ''Senin ne kadar kontrol sahibi olduğunu anlamaya çalışıyorum.''

Kulaklarındaki elleri şakaklarına kayarken ''Yeterince.'' dedi.

''Onu duyuyor ama bir gözde gibi özüyle dolup öfkesiyle öldürme isteğini beslemiyorsun?''

''Evet.'' Yere çöküp dizlerini kendine çekti.

Ben de ayakta durmaktan yorulup yere oturdum. ''Nasıl?'' Ağzı aralanınca konuşmadan ekledim. ''Zincirlerdeki kan tek başına işe yaramaz.''

''Sadece kan olduğunu söylemedim.'' Devam etmesi için bekledim. Ayak bileklerindeki halkalara uzanıp parmaklarını üzerinde dolaştırdı. ''Aynı senin gibiler.''

''Benim gibi mi?''

''Orcvil.'' dedi. ''Senin gibi orcvilin özünü barındırıyorlar.''

''Efendim?''

Şüpheli cevabıma güldü. '' Onun kanı orcvilin özünü içinde saklayabiliyor ve zincirlere işlediği yemin sayesinde beni de Gazap'ın özünden ona kapılmayacak kadar koruyor. Onu duyuyorum. Yakıcı öfkesini ve kana olan açlığını hissediyorum.'' Sağ eliyle zinciri kaldırıp ''Ama bunun sayesinde direnebiliyorum.'' dedi.

Mabede gelmeden önce Nei'nin gördüğünü söylediği ve nasıl olduğunu tam olarak Travis'e açıklayamadığım sözlerin Pergia'nın dudaklarından döküldüğünü duyunca cevap veremedim.

Gülmek ile öfkelenmek arasında kalıp garip bir ses dudaklarımdan dökülünce yutkundum. ''O gün bana korktuğunu söylediğinde ölmekten korktuğunu sanmıştım.''

Mimikleri kasıldı. O zaman bana verdiği cevabı tekrarladı. ''Ölüm kurtuluştur. Ben burada hapisim. Kurtuluş annemin kucağı kadar beyaz ve sıcak, burası ise kapkaranlık.''

''Korktuğun ne ölüm ne de acıydı. Korktuğun şey gardiyanın olan zincirlerin kayboluşuydu.''

Tiz bir sesle kahkaha attı. ''Beni senden uzak tutacak kadar uzun ama sana gelmeme yetmeyecek kadar kısalar.'' O günkü sözlerinin ardından ekledi. ''Senin gibi zihnim Gazap'ın özüyle yanmasın diye kaçmamı sağlıyorlardı ama sana ulaşıp hatırlamanı sağlayamıyordum.'' Ellerini dizlerine dolayıp bedenini küçülttü. ''Haklısın bu kafeste, bu mabette onları kaybetmekten korktum.'' Gözbebekleri büyüyüp dudakları kasıldı. ''Senin gibi olmak en büyük korkumdu.''

Bir gözde olup Gazap'ın özüyle dolduğumda aldığım canları düşündüm. Ellerime bulaşan kanı, yitirilen hayatları.

Ah evet. Ben de bir canavar olmaktan korkardım.

''Ben canavarım hiçbir şey duymayan

Elleri boş, karnı doymayan

Körüm ben, seni bulmadan önce hemen saklan.''

Mabette bana çocukken oynadığım oyunun tekerlemesini söylemişti. Sinirli bir homurtu dudaklarımdan kaçtı. Gözleri merakla bana odaklanırken dizlerimi onun gibi karnıma çektim.

''O gün bana o yüzden mi o tekerlemeyi söyledin? Bir canavar olmaktan koktuğun için mi?''

Başını yana eğdi. ''Hatırlamanı istedim.'' Yanağını dizlerine sürttü. ''Görmeni istedim.''

Tekerlemeyi söylemeden önce dedikleri zihnime doldu.

''Söyle bana gözde, nefes almak yeter mi görmeye?''

Bu sefer soru sormak yerine direkt cevap verdim. ''Hayır.''

''O zaman neden direniyorsun görmemeye?''

''Bilmiyorum.''

Yankılanan alkış sesiyle gerildim. ''Hadi oyun oynayalım gözde.''

''Ne oyunu?'' Lanet olasıca her şey zaten oyun değil miydi?

''Ben ona kadar sayayım sonra da gözlerini oyayım.''

Bilmiyordum. O zaman bilmiyordum. Karşımdaki küçük kızın bana ısrarla görmem gerektiğini söyleyen kelimelerine anlam veremiyordum. Bıraktığı ipuçlarını yakalayıp sonuca varamıyordum.

O oyunu bana babam öğretmişti. Dişlerimi sıkıp kendimi düzeltim. Fredia'nın babası.

Kaybettiği kızı yerine beni bu diyarda sevip koruyan asi. Sadece kendilerinin bildiği oyunu bana öğretirken ne düşünmüştü? Kim olduğumu bulduğumda ben bilmeden bana bahşettiği sözlerde teselliyi bulacağımı mı ummuştu?

Ellerim renkli boyalar yerine kızıl kanla lekelenirken tutunacak anlarımın olmasını mı istemişti?

Başımı iki yana salladım.

O zaman sözlerin asi diline ait bir oyun olduğunu hatırlayamıyor, her şeyde olduğu gibi karşımdaki kızın sözlerinde gizlenmiş anlamları göremiyordum.

''Ne de aptaldım.''

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı. ''Benim kanatlarımı seninse gözlerini bağladılar.''

Zihnimdeki çarklar hızla dönerken başka bir konuşmamızı hatırladım.

''Kanatlarını kim kopardı?''

Kız öfkeyle tısladı. ''Sen!''

''Ben senin kanatlarını koparmadım.'' dedim inkarla.

Başını kaldırıp donuk bir ifade takındı. ''Sen buraya geleceğin için ben de buradayım.''

Öfkelenip avuçlarımı mermere dayayıp doğruldum. ''Burada olmanı ben istemedim. Bu kaderi de ben seçmedim.''

''Doğru. O istediği için buradayım.''

''Neden buradasın?''

Başını yüzüme bakmak için kaldırınca kızıl bukleleri dalgalandı. ''O istediği için.''

''Peki neden beni bekledin?''

''Diğerleri neden beklediyse ondan.''

Şimdi ve geçmiş birbirine dolanıp şakaklarıma ağrı saplanmasına neden olurken geriye oturdum. Parmaklarımla alnımı ovaladım.

''Neden? Neden buraya ilk geldiğim de bana o bilmeceleri sordun?'' Gözlerimi ona diktim.

Elektrik verildiği için kararmış tırnakları ile bacağıma yapışıp onu kurtarmam için yalvaran çocuğu hatırladım. ''Neden Alex'in hayatını bana sundun?''

Soluduğu beyaz dumanla gördüğü halüsinasyonlar yüzünden kendini kaybeden, bir zamanlar kıskandığım lepiska saçları olan kızın çarpılan yüzünü anımsadım. ''Neden Isabel'in bedenini ele geçiren Gazap'ın zihnime korku salmasına ses çıkarmadın?''

Kırmızı ve mavi alanı ayıran siyah çizginin ardında yaşadıkları dehşetle bana saldıran, Sokrates-22 testinde sıkışıp kalan çocukların görüntüsü Isabel'in yerini alırken sesim daha yüksek çıktı. ''Neden İris ve Mike'i karanlık uçurumdan aşağı atarken konuşmadın?''

Tırnaklarım saç derimi sıyırıp uzun tutamlar arasında yol açarken ''Neden?'' diye bağırdım. ''Madem kendindeydin, madem Gazap zihnini tamamen kontrol edemiyordu. Neden Danny'nin kendi kanıyla yüzdüğü o lanet sunağı açmama izin verdin?''

Soluklarım boğazımı yakarken suratına baktım. Histerik halim onu iğrendiriyorsa da belli etmedi. Zihninde Gazap çektiğim acıyla mest oluyorsa bana söylemedi. Sadece acıtan kelimeleri önüne sermeme izin verdi.

Kalp atışlarım düzene girip gözlerimi kapadığımda fısıldadı. ''İstemedim.''

Hızla başımı kaldırıp ona baktım. Dizlerine dolanan ellerini sıktığından parmaklarındaki kan çekilip beyazlaşmıştı.

''Hiçbirini yapmak istemedim. O hayatların yok olmasını da senin her adımında insanlığından daha da uzaklaşmanı, korktuğum canavara dönüşmeni görmek de istemedim.''

Sesindeki ton dalgalanırken duraksadı. Nemlenen gözlerini bana dikip anlamamı bekledi. O an ölümün ona, bana dokunduğu kadar dokunmadığını fark ettim.

Alex'ın cansız bedeni zemine yığılırken, küçük kızın bana söylediği sözleri tekrar ettim. ''Ölüm anne kucağı kadar beyaz ve sıcak.''

''Ölüm sana fazla yapışmış gözde.''

''Hayatının bana ait olduğunu söyleyen sendin.''

''Onu bırakabilirdin.''

''Annesini isteyen oydu.''

''Masum hayatlar, ışığını karartmaz mı?'' Küçük kız benimle eğleniyordu. Öyle olsun, ben de onunla eğlenebilirdim.

''Tanrıcılık oynamanın seni kararttığı kadar.''

Öfkeli bir homurtu etrafımda yankılandı. ''Ölüm sonunda seni de bulur gözde.''

''Hayat fazla abartılan bir kavram.''

Kayıtsızlığım karşısında küçük kız güldü. ''Elbette öyle.''

Gazap, zihnine geçmiş yaşamları ve katliamları işlemişti. Diğer gözdelerin aldığı canları, yeryüzüne yaydığı felaketleri ve savaşları göstermişti. Acizliği, acıyı ve yok oluşu sıralamıştı. Ölümü görmüştü. Mide bulandıran nefreti, yakan öfkeyi ve caniliğin soğuk dokunuşunu öğrenmişti.

Ellerim başımdan aşağı düştü. ''O günden önce hiçbirinin öldüğünü kendi gözlerinle görmedin.''

Sesi titredi. ''Görmedim.''

Bocaladım. ''Ama hiç belli etmedin.''

Burukça güldü. ''Mecburdum.''

''Rol yaptın.'' derken kendi kararlarımın iğrençliği ile yüzleşmemek için gözlerimi yumdum. ''Ama neden?''

''Doğduğun gün sana söylenen kelimeler yüzünden. Özgürlüğü tadıp inancınla sınanmalıydın.'' Derin bir nefesi ciğerlerine çekip anlamamı istediğini belli eden gözlerler bana baktı. ''Ben zincirlerime bağlı kalırken sen korktuğum canavar olmalıydın.''

Kelimeler sivri uçlu bıçaklar gibi ruhuma battı. Mimiklerimdeki sertliği yakalayan Pergia devam etti. ''Sen gözde olmak için gün ışığında avlandığında, ben bu karanlık kafesi arşınladığım için utanmalı mıyım?''

Ben özgürken onun tutsak olması haksızlıktı.

''Hayır.'' dedim. Bu tek kelime ağzımda hiç olmadığı kadar acı bir tat bıraktı. Bencil yanım, sen kana bulanırken onun temiz kalması da haksızlık değil mi? diye fısıldadı. İçimde asit gibi yakan sesi mi ikna etmeye çalışıyordum yoksa karşımdaki kızı mı bilmeden yeniledim. ''Hayır. Sen sadece beni bekledin.''

''Buraya geleceğimden bu kadar emin miydin?''

''Bazı kaderler bir güneş kadar parlaktır, bazılarıyla karanlık diyarlar kadar ölü. Senin geleceğin çok parlaktı gözde. Seni neden bu kadar uzun zamandır bekliyorum sanıyorsun?''

Geleceğimin garanti olduğunu söylediğinde ona inanmamıştım. Kazanacağım mücadelelere girdiğimi hatta bilerek kazanmama izin verdiklerini bile düşünmüştüm. Ama defalarca yaralanıp kanarken, ölüm bana sokulurken aklımdan geçen düşünceleri inkar etmiştim.

Oysa o gün bile bana kaderimi hatırlatmıştı.

''Bekledim.'' dedi üzüntüyle. ''Sen hatırlayamadığın için hikayemi sana anlatamadan beklemeye devam ettim.''

Gözde olmak için yerleştirilirken, bilmeceleri geçmişimdeki bedenlerden dinleyip anahtarları topladıktan sonra tam da şu an olduğumuz gibi dikilmiş karşılıklı birbirimize bakmıştık. Onun da bana verecek bir anahtarı olduğunu düşünmüştüm. Karmaşık kelimelerden oluşan bir bilmece ile beni sınayacağına emindim.

''Sende anahtar yok.''

''Evet yok.''

''Öyleyse bilmecen ya da hikayen de yok.''

Gülümsedi. ''Hikayem var.''

Dinlemek için sustuğumda yeniden güldü. ''Sana anlatacağım cinsten değil. Ve sen bugün yeterince hikaye dinledin. Sıra hikaye yazmakta.''

Kendi hikayemin bir kısmını o zaman yazmıştım. Daha doğrusu yazılı olanı hayata geçirip ilerlemeye başlamıştım. Ama hatırlamıyordum.

Kendim hatırlamalıydım. Oyunun şartlarından biri de buydu.

Travis'in Ion ile yaptığı konuşmada Ion, Ola ile ettiği kan yeminin şartlarını sıralamıştı.

Sözleri sadece gerçekleştirecek olana söylenebilecekti. Üstelik doğduğu gün içinde söylenmeliydi. Ve unutursa zamanı gelince kendi hatırlamalıydı.

Son olarak kule için adım atana kadar zamanın tutsağı olacak döngü zamanı geldiğinde harekete geçmezse zihindeki her şey yanacaktı.

Ben ondan çok daha geç hatırlamıştım. O ise beklemişti. Belki de benden çok önce kuleye adım atmış, döngünün zihni yakan alevinden kurtulmuştu. Ama tek başına yeterli değildi. Ne de olsa kaderin oyunu iki kişilikti. İkimiz de diğeri olmadan sona ulaşamazdık.

Kızıl saçlarından sıçramış gibi yeşil gözlerinde yanan alevlere baktım.

Benim gibi doğduğu gün annesini kaybeden bebeğe.

Annemin, kız kardeşinin kollarında sevgi içinde büyümesi için kan yemini etmeyi göze aldığı çocuğa.

Taşıdığı kan yüzünden kaderi binlerce hayata bağlanan, kulenin tepesinde tutsak olan kıza.

Ola'nın soyundan gelen kader oyunundaki kilide.

Linda ve Darius'un kızına.

***

Evet bomba etkisi yapan bölümler ile devam ediyoruz! 😂
Mabette bilmeceleri ile bizi sınayan kızı hepimiz hatırlıyoruz. Ama o kızın kader oyunundaki kilit olduğunu bilmiyorduk.😈

Üstelik kendisi Darius ve Linda'nın kayıp kızı! 😱Pergia!💥
Bunca zaman neredeydi bu çocuk? diye çok teori ortaya atılmıştı. En başından beri kulede ve Eris'i bekliyordu.😏

GG'deki bilmeceler ve anahtarlar bölümlerinde Pergia'nın sarf ettiği sözlerin her birinin anlamı olmasına ne diyorsunuz? 😎
İlk karşılaşmalarında gereken her detayı zaten Eris'e söyledi. Bunu beklemiş miydiniz?

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Yarın part-2'de görüşünceye kadar hoşça kalın

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top