18.Bölüm: ''Ola'nın Soyu''
Keyifli okumalar...
***
Artık varlığına alıştığım sarı çiçeklerin kaba kökleri arasında kımıldamadan durdum. Zihnimin öğrendiklerini işlemesi için zamana ihtiyacı olacağını düşünmüştüm. Bütün bu karmaşasının sonunda karanlığın ucundaki ışığa dokunup yolumu bulabileceğimi düşünmüştüm.
Ama bulduklarım daha çok acı, kayıp ve mağlubiyetti.
Kendi bedenimin olmasının getirdiği özgürlüğü bile hissetmeyecek kadar kaskatı kesilsem de bana yaklaşan kişinin varlığına içgüdüsel olarak cevap verip başımı çevirdim.
Gökyüzünü kaplayan gri-siyah bulutların bir yansıması bakışlarında gezinen Travis'in saçlarına karışmış sarı yapraklar vardı. Bedeni her zamanki alaycı tavrının üzerine üşüdüğünde giydiği bir palto gibi yorgunluğu kuşanmıştı. Omuzları daha eğik, adımları daha hantaldı ama özür dilemedi.
Sakladıkları için ona kızamadım. Yanımda benimle her şeyi tecrübe eden bu adamın varlığına tutunmaktan başka elimden bir şey gelmedi. Ion, ona bilmemesi gerekenleri söyleyemezken bile bana güvenip kuleye gelmemi beklemişti.
Ola ve Atlılar hakkındaki gerçekleri keşfederken dehşeti birlikte yudumlamış, aynı korku ile boğazlarımız düğümlenmişti.
Ola.
Başından beri yaratılışı Ion'a acı getiren Ola. Atlılar'ı kendi tuzağına çekip kurnazlığı ile özlerini kulelere bağlayan Ola. Karanlık sayesinde kardeşlerinin bedenlerini çalan Ola.
İnsanlığın kaderini kendi soyuna bağlayıp insanlığı tutsak eden Ola.
Ah, annem. Annem Ola'nın kızıydı.
Ben onun soyundan gelen kader oyunundaki yeni anahtardım.
Hayatlar alevden çiçekler gibi beni yakıyor, kuruyan dallarım acıdan kaçmak için çırpınıyordu. Ama bırakamazdım. Bırakırsam gökyüzündeki bütün yıldızlardan daha ağır gelen yükümden kurtulursam her şey yok olurdu.
Annem. Annem bu yükü taşımış, kendi kurtulamasa bile benim ve bana eşlik edecek kardeşinin kızı için bir kaçış yaratmışken her şeye ve herkese sırtımı dönemezdim.
Kardeşi. Kardeşi bir gözdeydi.
Darius'un eşi. Linda.
Neptün'deki yok olmuş adada en az onun kadar kana ve ölüme bulanmış eşini bulan, Darius ve Nestoria ile birlikte bu diyardaki kuleye gelen İntikam'ın gözdesi.
Çocuğunu korumak için asilerin yuvasına sığınıp doğum yapan, Darius'u korumaya kan yemin ettiği Radsolf'un ellerinde ölürken bulan Linda.
Ion'u kafese koyup kuleye getiren Linda.
Annemin yemini ona aşkı ve duyguları vermişti ama Ola'nın şartları ondan en değer verdiğini çalmıştı.
Kızını. Kaderin oyunundaki kilit. Kaderime eşlik edecek kişi.
''Bu yüzden geriye döndü.'' dedi Travis. İrkilip battığım düşüncelerden kendimi kurtarmaya çalışırken onun zihninde olduğumu hatırladım. Düşündüğüm her şeyi o da biliyordu.
Dudaklarımı birbirine bastırıp öfkeli sözlerimi içimde tutarken Travis konuşmaya devam etti. ''Ola, Darius'un ölümü ile aynı ettikleri kan yemininde olduğu gibi değerli olanı ondan çaldı. Kızının var oluşunu.'' Sesinden akan zehirle ellerini yumruk yaptı. ''Ona geriye kalan tek şey asilerin ellerinde ölen Darius'un cesediydi. Ne orada neden var olduğunu hatırlıyordu ne de dost olduğu ve değer verdiklerini.''
Nefesim kesilirken ''Hamile olduğunu ve Nestoria ile yemin ettiğini unuttuğunu mu söylüyorsun?'' diye telaşla sordum.
Travis hüzün ve öfkenin karışımı olan mimikleri ile başını eğdi. ''Kızını var eden ve ona bağlı olan bütün olaylar zihninden çalınmıştı. Tek hissettiği yakıcı bir öldürme hissiydi. O an yemini hatırlamasa da onu bağlayan güç Radsolf'u öldürmesine engel olmuş olmalı, o da bildiği tek yere geri döndü.''
Sözünü tamamlayıp ekledim. ''Kuleye.''
''İntikam, onu mabette kucakladığında çocuk hakkındaki hiçbir şeye sahip değildi. Ama Darius'un ihaneti ve birbirlerine olan duyguları oradaydı. Ustalar onu defalarca soydu.''
Gazap'ın Nestoria'ya yaptığı gibi İntikam'ın da Linda'yı öldürmesini beklemiştim. ''Neden onu öldürmediler? Zaten kader oyunundaki yeni kilidi var etmişti. Artık onu koruyan bağlar geçersizdi.''
Travis üşümüş gibi kollarını ovalarken cevap verdi. ''Gazap öfkesi ile yakıp yıksa da İntikam'ın özü daha sinsi daha sessiz hareket eden bir var oluşa sahipti. Üstelik Linda eşinin kaybı ile vahşileşmiş, İntikam'ın özünü hiç olmadığı kadar benimseyip onu beslemeye yemin etmişti. Onu öldürmek yerine kullanmanın daha yararlı olduğunu düşünmüş olacak ki öyle de oldu. Geri dönüp hem Nestoria'yı öldürdü. Hem Radsolf'u tuzağa düşürüp Ion'un hapsedilip kuleye getirilmesini sağladı.''
Travis'in sözleri zihnimde başka parçaları tetikledi. Radsolf'un hikayesinden bana bahseden İjga'yı hatırladım.
''Darius'un eşi onları bulduğunda Nestoria oğlunu korumak için kendini siper etti. Ama olan olmuştu. Acısı ve öfkesiyle gözü dönen gözde hizmet ettiği Atlı'nın özüyle intikam alacağına yemin etti.''
''Ve geri döndü.'' dedim.
''Hemen değil. Yıllarca kulede ihanetinin bedelini ödedi. Kimi zihninin parçalandığını bile söyledi.''
Aklıma gelen fikirle ''Ya da unutmasını sağladılar.'' dedim.
İjga bir an düşünüp ''Belki de. ''dedi. ''Darius'un ihaneti Gazap'ı çıldırtmıştı. Yıllarca süren savaşlar ve sebepsiz katliamlar diyarlarda hüküm sürdü. Ta ki gözde geri dönene kadar.''
''Radsolf'un sevdiği herkesi elinden aldı.''
''Öyle. Zekiydi. Cezalandırıldığı zaman ona düşünmesi için çok zaman vermişti. Atlılar'ı Nestoria'yı avlamaya ve yanında onlara bir hediye ile döneceğine ikna etti.''
''Bir kahin. Sizin için değerli bilgilere sahip biri.''
İjga hüzünle bana baktı. Renksiz gözlerindeki grilik mavilikle dolmuştu. Yanağından bir damla yaş süzülürken ''Halkımızın çoğunu katlettiler, Nestoria'yı Radsolf'un gözünün önünde parçaladılar, ardından hediyesini kafese girmeye ikna edip onu da alıp gittiler.'' dedi.
Sözler ben fark edemeden dudaklarımdan döküldü. ''Annem bunu istemezdi.''
Travis burukça gülüp onayladı. ''İstemezdi. O, kardeşinin çocuğunu sevgiyle sarmasını isterdi. Yürüdüğü yolda kendi yapamasa bile kardeşinin kızına destek olmasını isterdi.''
Gözlerinden daha fazla yaş akıp çenesinden aşağı damlarken ''Peki çocuğa ne oldu?'' dedim.
''İntikam ve ölüm öylesine gözlerini boyamıştı ki en başında neden kaçtıklarını sormak akıllarına gelmemişti. Yeminler bağlayıcıdır cia. Çocuğu içimizde saklamaya karar verdiler ama varlığı Radsolf gibi bir hatırlatıcıydı. Bu yüzden onun Buzul'un soğuk topraklarına gönderilmesi kararına varıldı.''
İjga ve diğerleri çocuğu kendi içlerinde saklayıp hayatta kalmasını sağlamışlardı. Onlara tek zarar verebilecek olanlar asilerken, kader oyununda yer alacak sıradaki oyuncu olduğunu düşünüp korumuş muydular?
Yoksa hiçbir şeyi bilmeden Ion'un ettiği kan yeminine saygı mı duymuşlardı?
Nei ve leopsilerin parmaklarımın arasına buruşmuş bir parça kağıt bıraktığı o anı anımsadım.
''Sıralamalar ve kelimeler farklı.'' demişti Yevnü.
''Bizden başka kimse gerçeği bilmiyor.'' demişti Ankli.
Nei ise ''Ne yapman gerektiğini biliyorsun cia. Olman gereken kişi ol. İlk kısım gerçekleştiğinde devam etmen için ne yapman gerekeceğini bileceksin. Öncelikle geri dönmelisin.'' deyip bir anne şefkatiyle yanağımı okşayıp eklemişti. ''Kader seni gözetsin kızım.''
O zaman sözlerin hepsini anlamamış, bana yükleyecekleri zorunlulukları hayal edememiştim. Tek yapmam gereken geçmişimi aydınlatmak için Travis'i bulmaktı. Zihnimin geçmiş yaşamlarını hatırladığı ansa her şey değişmişti.
Nei biliyordu. Beni bu diyara adım attığım ilk andan itibaren korurken, aynı ondan öncekilerin de yaptığı gibi zihnim yanarken yanımda dururken biliyordu.
''Her şey bir amaç içindi.'' derken sinirliydi. ''Özgürlük.''
Ellerim yumruk olurken ''Sen zaten özgürsün.'' dedim.
Nei daha önce duymadım nefret dolu bir kahkaha attı. ''Ben özgürlüğe yakın bile değilim. O günden beri hayatımın bir dakikası bile özgür değildi. Gördüklerim, yapmam gerekenler ve feda ettiklerim. Bir tek sen değildin kızım.''
O gün ona içimden gülmüş müydüm? Ne de aptaldım.
O da benim kadar özgürdü. Hayatların keskin jiletten tüyler gibi etimden içeri girip kemiklerimi tırmaladığını hissederken uçma arzum her kanat çırpışında derinden kesiyordu.
Olhaxl.
Bu kadar narin bir kelimenin bedeli bu kadar ağır olmamalıydı.
Artık pek bir önemi yoktu. Annemin çabaları Ola'nın zekasına yenilmiş, bizi bağlayan bağlar korumak yerine daha derinden kesip yaralamıştı.
Bulutlar dağılıp parlak güneş tepemizde bizi aydınlatırken tenimde gezinen ısıyı hissettim. Ama içimde buz tutan yanımda hala titreyen bir çocuk vardı. Annesinin kollarında hareket edip konuşamazken sadece gördükleri ve duydukları ile ona eşlik eden bir çocuk.
Kaderimin sözlerini kulağıma fısıldarkenki sesi o anmış gibi kulaklarımda yankılandı. O telaşlı ama nazik sesten dökülen kelimelerin melodisi içimi doldurdu.
Korku ya da endişe bedenimi terk etmiş gibi iç geçirdim. Başımı geriye atıp etrafımı çeviren yeşil-sarı örtünün arasından maviliğe acı acı gülümsedim.
Ola'nın soyu hiçbir şeyi unutmaz.
Dudaklarım kaderimin sözlerini mühürlemek için aralanırken bir damla yaş ben istemeden yanağımdan süzüldü.
Bakışlarımı yumuşak ve bir o kadar uzak olan şekillerden ayırmadan Travis'e hitaben konuştum. ''Senden nefret etmiyorum.''
Bedeninin yanımda huzursuzca kıpırdandığını çiçeklerin kalın saplarına sürtününce çıkan sesten anlasam da konuşmadı.
''İstemesen de.'' Başımı çevirip bana bütün dikkatini vermiş adama gülümsedim. ''Teşekkür ederim.'' İtiraz etmek için dudaklarını araladığında uzanıp elini sıktım. ''Beni koruduğun için, yanımda olduğun için.'' Bedenimi ona çevirip diğer elini de avucumun içine alırken ekledim. ''Beni Ion'un emanet ettiği kaderden bile korumak istediğin için.''
''Eris-''
''Bana öyle seslenme. Ben Gazap'ın ölüm ve kaosun mayasından olduğum için koyduğu isme sahip değilim. Hiç olmadım.''
Yanaklarını geren bir gülüş yüzünü yumuşatmasa da saygı gösterip kabul etti. ''Keilah.''
''Artık ne yapmam gerektiğini biliyorum.''
Zihnimden geçen düşüncelerin birbiri ile bağlantısını yakalayan ustanın yüzüne yayılan şaşkınlığı gördüm. Hızla ona endişe, korku ve kabullenme eklendi.
''Hatırlıyorsun.'' deyip her ikimizin yerine beyan etti. ''Ion'un söylediği gibi.''
Kaba bir alayla ''Ola'nın soyu için imkansız değil.'' dedim. Ion'un sözlerine yaptığım vurguya o da benim gibi yarı kabulleniş yarı öfkeyle katıldı.
Ola'nın soyundan geldiğim gerçeği beni dibe çekse de annemin varlığına tutundum. Beni var eden kişi kötülükten çok iyiliği kuşanmış, kaderine kafa tutmuştu.
Travis uzanıp çenemi iki parmağı ile kıstırdı. Yüzüne bakmam için kaldırırken ''Keilah.'' dedi. ''Varoluşunun hangi nedenden ya da kimden geldiği umurumda değil. Sen Keilah'sın. Neimna'nın kızı. Ion'un umudu. Kaderin anahtarı. Benim dostumsun.''
Gözlerimin arkasında hissettiğim batmayı görmezden gelip gözlerinin içinde yüzen kararlılığa cevap verdim. ''Dostun olmak bir onur.''
Yarı deli yarı neşeli gülüşü ile dudakları kıvrıldı. ''Peki söyle bana dostum. Planın ne?''
Paylaştığımız minnet dolu andan sıyrılıp zihnimdeki çarkların dönmesine odaklandım. ''Onlara iyileşmek için mabede gitmem gerektiğini, bana ulaşamadığını söyle.''
''Neden? Mabede gitmek sana ne yarar sağlar? Radsolf'a dokunmamalarının tek nedeni şu an için sabırsız olmamaları. Karissa isterse başka bir yol bulabilir. Senin Gazap'ın yanına gitmen-''
Elimi havaya kaldırıp sözünü kestim. ''Ben Gazap'ın yanına gitmiyorum.''
Şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. ''Ne demek bu?''
Bir zamanlar suratına ben biliyorum ama sen bilmiyorsun gülüşü yayıldığında Travis'in hissettiği çocuksu tatmin hissini tattım.
''Ninni. Annem bana bir ninni söyledi.''
İtiraz etmek için kaslarının istemsizce gerildiğini görsem de karşı çıkmak yerine gözlerini devirip zihnimden geçenleri anlamak için sessiz kaldı.
''Nerde olduğunu biliyorsun.'' dedi inanamazlıkla.
Başımı kararlılıkla aşağı indirip kaldırdım. ''Biliyorum.''
Travis kahkaha attı. ''Sana daha önce göstermeliydim.''
Başımı yana eğip en yakındaki ay çiçeğinin parlak sarı yapraklarından birkaçını koparıp parmaklarımın arasında ezdim. ''Zaman, sanırım zamanı şimdiydi.''
Saçlarını elleri ile düzeltirken konuşmaya devam ettim. ''Ama bir sorun var.''
Kaşları çatıldı. ''Nedir?''
''İhtiyacım olan şeyi kaybettim.'' Ciğerlerimdeki nefes boşalttım. ''Döndüğüm gün gizli geçitte düştüğümde eşyalarımın arasındaydı.''
O günü hatırlayınca, dengemi kaybedip bilimcimin kapanmasına neden olan kişiyi unuttuğumu fark ettim. Birinin bağırdığını duymuştum. Sonrasında omzuma çarpan cisimle her şey kararmıştı.
Travis bilmişce sırıtırken parmağı ile çenesine iki kere vurdu. ''Bir kese mi?''
Gözlerimi şaşkınlıkla kırparken ''Nasıl?'' dedim.
Dişlerini ortaya seren bir gülüşle cevap verdi. ''Senin için saklambaç oynuyorum ama yine de kıymetimi bilmiyorsun.''
Şifa odasındayken bana dediği sözleri tekrarladığında duraksadım.
Bir adım ondan uzaklaştım. Gözlerimi kısıp ona şüpheyle bakarken mimiklerine eğlenen ifadesinin daha çok yayıldığını gördüm. Parmağımı aramızdaki boşlukta suçlayarak ona çevirdim.
''Sendin! Gizli geçitte bana bir şey fırlatıp bayılmama neden olan sendin.''
Kollarını göğsünün üzerinde kavuşturup yaptığı şeyden gurur duyan bir edayla ''Bendim.'' dedi.
Ona vurmak istedim. Zihinsel olarak yaratılmış bir mekanda da olsak canı yanar mıydı?
''Hayır.'' diye cevaplamasına daha çok öfkelenirken o devam etti. '' O halinle Gazap'ın eline geçseydin seni koruyamazdım.''
Öfkem bir duman gibi dağılırken o gün bana dediklerini hatırladım. ''Gazap zihnimi kırsaydı her şeyi öğrenirdi.''
Başıyla onayladı. ''Seni yaralamak istemedim. Ama daha anıların yerine gelmemişti. Benimle konuşmak istesen de güvenini kazanmamıştım.'' Omuzlarını silkti. ''Ben de elimden gelen tek şeyi yaptım.''
Gözlerimi kıstım. ''Nişancılığının bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum.''
Güldü. ''Sen bir de bıçaklar ile gör.''
''Ne?''
''Sadece şaka yapıyorum.'' Ellerini başının üzerinde uzatıp gerinirken devam etti. ''Şanslıydım. Elbette sen de bir salyangoz kadar ağır hareket ediyordun. Aslında sana botumu fırlatmasam bile kendi kendine bayılacak gibiydin.''
''Dur.'' Elimi göğsüne dayayıp öfke ile ona baktım. ''Bana botunu mu fırlattın? Omzumdan çıkmış bir kemikle kanamadan sendelerken, bütün sinir uçlarım acıyla yanarken açık yarama botunu mu attın?''
Omuz silkti. ''Enfeksiyon kapacak halin yok ya.''
''Ah gerçekten sana vurmak istiyorum.''
Öne doğru eğilip güldü. ''Biliyorum.''
Burun kemerimi sıkıp sakinleşmek için derin bir nefes alıp verdim. ''Kese. Nerde?''
Alıngan bir çocuk gibi dudağını büktü. ''Seni zihnen kırılmaktan ve ölmekten koruduğum için minnetini bu kadar gösterme, beni utandırıyorsun.''
''Travis!''
Ellerini havaya kaldırıp teslim olduğunu belli etti. ''Benim odamda gizli bir bölmede saklı.''
Planımdaki pürüzün temizlenmesi ile rahatladım. ''Güzel. O bana lazım.''
''Elbette.'' Çenesini ovaladı. ''Ama merak ediyorum.''
''Neyi?''
''Orcvil'in özü ona temas edeni direk öldürür. Elbette yapraklarını kullanmayı biliyorsan başka. Ama yaprakları o kadar çabuk solar ki uzun süreli kullanım için muhafaza etmek imkansızdır.''
''Evet.''
Gözlerinde bilgiye aç parlayan ışığın benimsediği ustaya ait olduğunu biliyordum. ''Nasıl?''
Devam edemeden araya girdim. ''Nasıl mı muhafaza edip o hale getirdiler?''
Kendisi yerine bir başkasının bunun yolunu bulmasına alınmış gibi başını eğdi. ''Evet.''
Ankli'nin asilerin merkezinden ayrılmadan önce avuçlarıma bıraktığı kesenin içerisinde yer alan cam tüpleri düşündüm. Yaprakların iç kısmındaki benekli kısmın yüzdüğü kızıl sıvıyı.
''Kanım.'' Yüzümü buruşturdum. ''Ola'nın soyu sayesinden gelen kanım yüzünden.''
Travis kendi zihninde odaklanıp sustu. Düşünüyordu. ''Düşününce kanında ölümsüzlüğün özü var.'' Beni ilk kez görüyormuş gibi yeni bir ilgiyle süzdü. ''Ama ölümsüzlük sadece sende yok. Neden Radsolf'un kanıyla denemediler? Böylesine bir silah çok avantaj sağlardı.''
O gün bana anlattıklarını toparlayıp Travis'e aktardım. ''Kan yemini. Kan yemini yüzünden kaderin bağları Ola'nın soyu üzerinden şekillendi. Ölüm ve yaşam ikisini de taşıyorum. Kanımdaki özün orcvil için yeterli öze sahip olduğunu ve koruduğunu söylediler.''
''Ama-'' Travis'in işin bilimsel yanını sorgulamak istediğini biliyordum ama tam olarak ben de anlamazken ona yeterli cevabım yoktu.
Ben de elimde kalan en tutunulabilir nedeni ona sundum. ''Nei gördüğünü söyledi.''
Bir heumun görüsü mükemmel doğruluğa sahipti. Bu Travis'i susturdu. ''Anlıyorum.''
Şakaklarımı ovuşturup ''Sadece işe yarayacağını biliyorum. O yüzden bana güven.'' dedim.
Plandaki gidişata odaklanan Travis ''Ne yapmamı istiyorsun?'' dedi.
Parmaklarımın arasında özü çıkıp solan yaprakları yere atıp cevap verdim. ''Mabette giderken kesenin içindekilere ihtiyacım var. Botumun alt kısmındaki gizli bölmeye onları sakla.''
''Peki.''
İstemesem de mabette Gazap'ın beni yeniden ele geçirebileceği fikri damarlarımda sinsice dolaştı. Korku yüzeyi kazırken tırnaklarım avuç içlerime gömüldü.
''Baygın rolü yaparken mabede taşınmam gerekecek.''
Travis huzursuzca kımıldandı. ''Öyle.''
Ona odaklanıp ''Daha önce hiç bilinçsizken mabede gitmedim.'' dedim. Zaman içinde yaralanıp Atlılar'ın yanına giden gözdeleri düşündüm. Hepimiz kendi ayaklarımız ile taştan kafeslere girmiştik. ''Beni kim taşıyacak? Bir şifacı mı?''
Travis'in hareketleri artarken içime bir sıkıntı yayıldı. ''Travis?''
Homurdandı. ''Mabetlere ulaşım sağlayan sadece gözdeler. Şifacıların, ustaların ya da muhafızların oraya girmesi düşünülemez bile.''
Sokrates-1'e ilk kez bulunduğumda bir yatakta uyanmıştım. Karşımda Morpheus'u görünce şaşırmış üzerindeki siyah üniforma olmasına rağmen beyaz zeminin ustalara ait olduğunu düşünüp onun usta olduğunu söylemiştim.
O gün bana verdiği cevap beni aydınlatmıştı.
''Burada ustalara yer yok. Bizim gibi olmayan kimseye yer yok.''
Sokrates-1 sadece gözdelere aitti. Bizden başka kimse o kata adım atamaz, mabetlere ulaşım sağlayamazdı.
Göğsüm farklı bir olasılıkla sıkıştı. ''Beni gözdelerden biri mi mabede götürecek?''
''Öyle olmak zorunda.''
İlk kez mabede girdiğimde Maris'in beni açılan mermerden yayılan karanlığın içine ittiği anı hatırlayıp irkildim. ''Beni nazikçe taşıyacaklarına inanıyor musun?''
Akıl yürüten Travis durumdan memnun olmasa da onayladı. ''Sana Radsolf için ihtiyaçları varken bence Karissa seve seve seni taşır.''
Hastalık'ın gözdesinin tenime dokunduğu düşüncesi ile gözümün önünde siyah parmak izleri dans etti. Radsolf'un parçalanmış sırtından söküp attığım izler öfkemin alevlenmesine neden oldu. Aynı zamanda soğuk bir korku hissi omurgamdan aşağı indi.
Travis aklımdan geçenleri okuyup ''Sana zarar vermeye çalışacağını sanmam.'' dedi. Yetersiz tesellisini kapatmak için uzanıp omzumu sıktı.
Karissa'yı aklımdan çıkarıp farklı bir olasılığı dile getirdim. ''Beni taşırken baygın olmadığımı anlayabilirler.''
Diğer omzuma da nazikçe elini koyan Travis ona bakmam için beni döndürdü. ''Rol yap. Bu işte iyisin. Anlamalarına izin verme.''
Homurdandım. ''Kolaymış gibi söylüyorsun. Morpheus en son beni köşeye sıkıştırdığında sen gelmeseydin-''
Kelimelerim havada asılı kaldı. Kaşlarımı çatarken Travis'in büyümüş gözbebeklerine odaklandım.
Şifa odasından çıkıp gözdelere katılmak için ortak salonda durduğumda Morpheus beni bulmuş ve hoş olmayan bir sohbet gerçekleştirmiştik. Sonrasında ben kanayan yaramla yere yığılıp ölüme çok yaklaştığımı düşündüğümde bir anda Travis ortaya çıkmıştı. Morpheus onun varlığı ile duraksamış sonrasında beni birlikte şifa odasına geri taşımışlardı.
''Sokrates-1'e gözdelerden başka kimse giremez. O gün sen nasıl ordaydın?'' Omuzlarımdaki ellerinin üzerine parmaklarımı dolayıp sıktım. ''Morpheus neden seni cezalandırmak yerine yardım etmeyi seçti?''
''Eris-''
''Bana o isimle seslenme.'' Travis sesimle irkilince ekledim. ''Hiç değilse buradayken bana öyle seslenme.''
''Keilah.'' Çok zarar veremeyeceğimi hatta acı hissetmeyeceğini bilsem de tırnaklarımı elinin üzerindeki hassas deriye geçirip bekledim. İç çekti.''Ressa yüzünden.''
Şaşırınca parmaklarımdaki basınç gevşedi. ''Kıdemli Teressa mı?''
Kırmızı rengi kuşanan dört kıdemliden biri olan, beni eğiten kadının isminin geçmesi beni meraklandırdı.
Travis ağırlığının merkezini değiştirip sol ayağına yüklenirken cevap verdi. ''Normalde yeni bir usta kabul edildiğinde kuşandığı rengin başındaki kişi Atlılar'ın kanıyla gerçekleştirilen işlem için gözdeler ile görüşür ve depolardan kanı alırlar.''
Travis'in kendi bedenine ölümsüzlüğün işlenişini anlattığında işlemin uzun ve acılı olduğunu söylemişti. Kanın Sokrates-1'de saklandığına şüphe yoktu.
''Yeni bir usta mı var?''
''Evet.''
''O zaman senin bana gelmen gerekmiyor mu?'' diye kendi mantığıyla ona karşı çıktım.
''Görüşmeleri kıdemliler hallediyor.'' Ben kaşlarımı çatınca ekledi. ''Nedenini bilmiyorum. Açıkçası hiç sorgulamadım.''
Travis bakışlarını kaçırınca söylemediği sözlerin ağırlığını hissettim. Annemin ölümünden sonra uzun süre kendini dışarıya kapatmıştı. O sırada işleri Kıdemli Teressa'nın halletmesi işine gelmiş olmalıydı.
''Peki.'' dedim. ''Teressa neden bana gelmedi?''
''Şu an kule dışında.''
Cevabı beni öncekinden daha çok şaşırttı. ''Anlamadım?''
Kıdemliler sadece kulede kalırdı. Gözdeler gibi avlanmaz ya da muhafızlar gibi düzeni sağlamak için dışarıya çıkmazdı.
Travis eliyle saçlarını taradı. Sıkıntı ile homurdandı. ''Pek çok şey değişiyor Keilah. Son zamanlarda muhafızların düzeninde değişiklikler yapılıyor, unutma merkezlerindeki ustalara yeni talimatlar veriliyor. Kıdemliler sırayla bölgeler arasında düzeni kontrol ediyorlar.''
''Ne zamandır?''
''Neredeyse bir yıldır.''
Benim neden bundan haberim yoktu? Aklımdan geçen sorunun cevabını sormadan veren Travis'in sesinde sıkıntı vardı. ''Atlılar daha sabırsız, gözdelerin bazıları bilmediğimiz görevlerde.'' Karissa'nın bir ay önce Gaia'daki asiler üzerinde deneyler yaptığını hatırlayıp sustum. ''Kendi avlarınla o kadar meşgulken diğerlerinin görevlerini önemsememen normal.''
Gözdeyken zihnimde var olan kızıl öfkeyle hareket ediyordum. Kıdemli Teressa'yı son görüşümün üzerinden yıllar geçmişti. Bir daha onu düşünmemiştim bile.
''Bir şeyler yaklaşıyor gibi. Ne olduğunu bilmiyorum belki senin yüzünden belki farklı bir nedenden ama tek amacı olanlar bizler değiliz.'' derken Travis'in suratı asıldı.
Farklı bir olasılık zihnimi kemirirken gerildim. '' Ion'un görüsü.'' Travis'in gözlerinde korku kıvılcımları dans etti. Ağzımın içi kurusa da düşüncelerimi dile döktüm. ''Kurtuluş ya da son.''
''Zamanın azaldığını mı söylüyorsun?''
Göğsümde cılız bir ağrı hissederken ''Bilmiyorum.'' dedim. ''Belki de değildir. Belki de oynadığımız oyunun farklı kuralları vardır. Sadece Ola ve Ion'u bağlamayan farklı yeminler de gerçekleşiyordur.''
En son Ola'nın Atlılar'ı kandırdığını tahmin ettiğimde olduğu gibi Travis'in gözbebekleri büyüyüp kahve irislerini yuttu. Sözcüklerin farklı bir gücü varmış, ben de onlara dokunmuşum gibi tenim karıncalandı.
''Acele etsek iyi olur desene.''
''Öyle.''
Havada yayılan gerilimi üzerinden atabilirmiş gibi silkelenen Travis gülümsedi. ''Her neyse. Sen kendinde olmadığından ve eskiden Gazap'ın bir gözdesi yokken Ressa, Morpheus ile görüştüğünden onu aramaya başladım. Sadece kan alınacağı zaman önceden haber verilmesi durumunda Sokartes-1'e kısa süreli giriş izni verilir. Morpheus geleceğimi biliyordu. Bu nedenden beni görünce şaşırmadı. Tabi sizi o şekilde bulmayı da beklemiyordum.''
''Anladım.'' Aklım Travis'in dediği kule dışında olan olaylara takılı kalmıştı.
''O zaman...'' Planın üzerinden tekrar geçen Travis'in sesini duysam da kelimeleri boğuktu. Geleceği, yapmam gerekenleri ve beni bekleyenleri düşündüm.
Yaşamların ağırlığı prangalar kadar soğuk, ateş çiçekleri kadar yakıcıydı.
Kafamı iki yana sallayıp o ana odaklandım.
Sırayla. Sırayla git.
Travis konuşmaya devam ederken söylediklerini yakalayıp onayladım. ''Son bir şey.''
''Nedir?''
''Beni Morpheus'un taşımasına izin verme.''
Bir ustanın, gözdeye karşı gelemeyeceğini bilsem de söylemeden duramamıştım. Travis güven veren bir sıcaklıkla elimi sıktı.
''Elimden geleni yaparım.''
***
Geçmişten parçalar ve yeni keşfedilen sırlar ile olaylar yerine oturmaya başladı. Eris, Ola'nın soyundan ve kader oyunundaki yeni anahtar. 😎
Bundan sonra planlar ve adımlara başlama vakti!💣
Eris mabede doğru yola çıkıyor, orda ne keşfetmeyi bekliyor dersiniz?☻️
GG'nin sonunda Ankli'den aldığı kesenin içinde sonunda ne olduğunu öğrendik. Sizce orcvil ne için kullanılacak?😏
Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın❤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top