16.Bölüm: ''Hapsedilen Kahin''
Keyifli okumalar...
***
Önce kulenin tek parça pürüzsüz mermeri ayaklarımın altında şekillendi. Ardından duvarları saran daha önce görmediğim semboller ve çentiklerin ahengi gözümü aldı.
Nabız gibi atan kadim bir gücün baskısını kemiklerimde hissederken nefesim kesildi. Burası mabetlerden biri değildi ama onlardan çok daha boğucu bir canlılığa sahipti. Sanki hava bile bir amaca uygun hareket ediyordu. Tavandaki pencerenin cam olan kısımlarından sızan güneş tam da istenilen etkiyi verip Yaratıcı'nın yakıcı ışığı ile tutsağının etrafını çevreliyordu.
Ustaların simülasyonlar için kullandıkları içine gömüldüğüm koltukların bir benzerinde bir kadın yatıyordu. Bolca gümüşün karıştığı uzun koyu renk saçları, bir ormanın gür örtüsü gibi omuzlarından aşağı salınıp başını çevreleyen onca kablonun arasından nehirler gibi dökülüyordu. Koyu mavi gözlerini etrafında koşuşturmalardan habersizmiş gibi pencereye sabitlemiş, etrafını çevreleyen ölüm ve kana inat yaşam saçmayı başarıp güneşe kafa tutuyordu.
Narin el ve ayak bilekleri kayışlarla hırçınca bağlanmış, etini keserken kaçmak için en ufak bir çaba göstermiyordu. Sanki buraya getirilmiş bir tutsak değil, davet edildiği için gelen bir misafir gibiydi.
Burada olmayı kendi seçmiş, herkesi kandırmayı başarmış gibi dudakları hafifçe kıvrılıp aralanmıştı.
''Öyleydi.'' dedi zihnimden geçen düşünceleri okuyan Travis.
Kime baktığımı o an fark ettim. Kahin.
Radsolf'un annesi.
Başımı önümdeki manzaradan ayırıp ona bakmak için çevirince alanın içerisinde koşturan farklı renkli üniformaları ile gözdeler ve ustaları gördüm.
Yüzlerin hiçbiri tanıdık değildi. Ta ki anının içerisindeki Travis her zamanki yorgun, yarı deli bakışları ile içeri girene kadar. Önce bir duvara toslamış gibi durdu. Yüzünde yarışan duygu geçişlerinin galibi korku mu yoksa merak mı anlayamadan ifadesiz bir maske kuşanıp diğerlerinin yanına ilerledi.
''Bir kahin.'' dedi. En az etrafındakiler kadar enerjik olan ustalardan uzun saçlı ve geniş omuzları olan biri ''Daha önce hiçbir kahinin zihnine girmeye çalışmamıştık.'' dedi.
''Normal asilerin zihnine giremezken bir kahinin zihnine girmeyi düşünmek saçmalık.'' diyen Travis umursamazca omuz silkti.
Sarışın, diğerlerine göre minyon kalan bir usta ise Travis'e kıskançlık ile bakıp ''Senin denemeni istiyorlar.'' diye tısladı. ''Son geliştirdiğin serumdan çok memnun kaldıkları için bir kahini soymayı denemeni istiyorlar.''
Travis cevap veremeden kırmızı üniformasını gururla taşıyan bir kadın öne çıkıp sırıttı. Alnından çenesine kadar uzanan yara izi mimiklerine uyum sağlayamayıp buruşurken ''Elini çabuk tut. Mabetten döndüğümde onunla bende oynamak istiyorum.'' dedi.
Belinde sallanan bıçağın üzerinde hala kan vardı. Kimin canını aldığını hatırlatmak ister gibi kahine tepeden bakıp ''Hala kesmeye doyamadım.'' dedi.
Parmaklarını sapkın bir zevkle kana bulayan Gazap'ın gözdesi.
Radsolf'un gözleri önünde babasını parçalayan dörtlüden biri.
Nestoria'nın katili.
Gri gözlerindeki öldürme isteği o kadar yakıcıydı ki deli rolü yapan Travis bile irkilip başını eğdi. ''Emredersiniz gözde.''
Anının içindekine değil de yanımda dikilip bu sahneyi benimle izleyen Travis'e dönüp ''Darius'un ihanetinden sonra Gazap'ın hepsini öldürdüğünü sanıyordum.'' dedim.
''Kulenin dışındaki bütün gözdeleri yok etti. Helen o zaman mabetteydi.''
Helen.
Onu Gazap'ın zihnime koyduğu hikayelerden hatırladım. Masum gülüşleri ile asilerin arasına sızan, oyuncu Helen. Kusursuz suratı bir asinin bıçağı ile bozulduğunda öfkesiyle avlarının hepsini öldürüp yüzlerine damgasını kazıyan Helen.
''Yaraları onu sonundan kurtarıp yoldaşını yok etmek için fırsat mı sundu?''
Odadan ayrılan gözdenin arkasından bakan Travis ''Atlılar ihaneti hoş karşılamadı ama mesaj vermek için Gazap'ın birini sağ bırakmasına izin verdiler.'' diye cevapladı.
''Dört atlı, dört gözde.''
''Kendi renginin elleriyle Nestoria'dan bir parça almak için hayatta bırakıldı. Darius kadar öldürme ateşi ile yanıyordu. Üstelik öfkesi, zekası ile yarışacak cinstendi.''
Gözdenin kaybolduğu kapı çerçevesine korkuyla bakan Travis'e ''Ona ne oldu?'' dedim. ''Herkes bana yüz elli yıldır Gazap'ın gözdesi olmadı derken neden kimse ondan bahsetmedi? Neden Helen son gözde demedi?''
Travis korku dolu gözlerini suratıma dikip yutkundu. ''Sana neden gözdelerin özün belli bir kısmını taşıyabildiğini söylediysem ondan. Neden Karissa'nın deneyler yaptığını öğrendiğimde korktuysam, neden sen mabette Isabel'in bedeninden sana bakan kızıl gözlerden kaçmak istediysen aynı nedenden.''
Kaşlarımı çatıp konuşacakken başını çevirip kahinin etrafında pervaneler gibi dönen ustalara bakıp ''O bir kabuk.'' dedi.
Bütün içgüdülerim alarma geçerken gerildim. ''Bir kabuktan kastın ne?''
''Kendine sor Eris. Gözdelerin içine işlenen özler paylaştırılmışsa ve hepsi yok olursa kalan özü tek bir gözdeye işleyemez mi?''
Nefesim hızlanırken cevap verdim. ''Bunun zihni ve bedeni kırması gerektiğini sen söyledin.''
Travis yeniden bana bakıp ''Öyle dedim.'' dedi. ''Gördüğün bir kabuk, bir konakçı, bir kukla. Gösteri için kırmızının gözdesi orda olmalıydı. Ama kimse onun Gazap'ın kendi benliğinin aktarılmış kılıfı olduğunu çözemedi.''
Kalbim boğazımdan çıkacak gibi atarken yutkundum. ''Bir beden. Karissa'nın dediği gibi. Gazap özünün tamamını bir bedene soktu. Sadece zihnini değil her şeyi kontrol edebildiği kendisine ait etten kemikten, kaybettiğinin yerini tutacak bir beden edindi.''
Travis başıyla onayladı. ''Darius'u kendi öldürememişti ama Nestoria'yı parçalama zevkinden kendini mahrum edemezdi. O da Helen'i kullandı. Ona özünü akıttı, ona hükmetti. Ama insan bedenleri ne kadar ölümsüzlük özünü alsa da kırılmadan bir noktaya kadar dayanabilirdi. Ne kadarı Helen'den kalanlardı ne kadarı Gazap'ın kendisiydi hala bilmiyorum ama daha onu ilk gördüğüm anda karşımda dikilen kişinin gözde olmadığını hissetmiştim.'' Eliyle gözdenin çıktığı kapıyı işaret edip ''O mabetten asla çıkamadı. O yüzden Gazap'ın son gözdesi Darius'tu. O mabetten çıkıp Nestiroa'yı avlamaya gittiğinde de avıyla geri döndüğünde de Helen değildi.'' dedi.
Ellerim yumruk haline gelip açılırken gevşemeye çalıştım. ''Benden sakladığın bu muydu? O yüzden mi Karissa ile olan konuşmamı görünce o kadar korktun?''
''Hayır. Ama sakladığımı ortaya dökme nedenim bu. Helen'in bedeni bütün öz işlenip mabetten çıktıktan sonra bir gün bile dayanmadı. O zaman da bir gözdenin bütün özü taşıyamayacağı biliniyordu ama Gazap sadece öfkesi ile elinde kalan son gözdeyi doldurup kullanmıştı. Asiler hakkında da deneyler yaptıklarından habersizdim. O zamandan beri mi bu fikirle harekete geçtiler yoksa yeni mi bilmiyorum ama oyunun kuralları sürekli değişirken seni korumanın sana zarar vermesine izin veremem. Hele ki Radsolf gibi ideal bir bedene sahiplerken.''
Uzanıp koluna yapıştım. Gözlerimin kocaman açılıp dudaklarımın aralandığından emindim ama kelimeler başta sesime eşlik edemedi. Travis'in gözlerinden geçen anlayış beni dehşete düşürdü. Bir pençe gibi koluna geçirdiğim elimin üzerine parmaklarını dolayıp sıktı. ''Yeterince özü kırılmadan içinde tutmayı başarırsa...''
Sözcüklerin devamını kulaklarımdaki uğultudan duyamadım. Karissa'nın sözleri uğultunun yerini aldı.
Onların özlerini istemiyorlar. Onlara özlerini vermek istiyorlar.
Atlılar'ın asilerin bedenlerinden gözdeler yaratacağını düşünmüştüm.
Onlar soylarından gelen dayanıklılık ve güce sahipler. Hiçbirimizin bedeninin kırılmadan dayanamayacağı noktalarda dayanıklılar.
Hız, güç ve dayanıklılık konusunda mükemmel katiller yaratacaklarının dehşetiyle irkilmiştim.
Karissa bir eldivendi. Hastalık'ın özünü belli bir noktaya kadar taşıyıp gücünü kullanabilen bir eldiven. Asla hepsini kabul edemezdi. Daha fazlası zihnini ardından da bedenini kırardı.
Kelimeler zihnimin kabul etmemekteki son direncini kırdı.
Ben bir eldivenim Eris. Bir beden değil.
Ama ya Atlılar'dan biri özünün hepsini tek bir bedene işlerse? Kırılmayacak, daha dayanıklı bir bedenin zihnini hapsedip kendi varlığıyla bütün olmasını sağlarsa?
Nefesimi kesip dizlerimin üzerine kapaklanmama neden olan duygunun adı dehşet olamazdı. Böylesine büyük bir korku ve acizlik hissine başka bir isim verilmeliydi. Bedenim zangır zangır titrerken beni yakalayan kolların kendime gelmem için sarstığını hissetsem de başımı kaldırıp Travis'in yüzüne bakamadım.
Radsolf'u bir gözde yapmak istemiyorlardı. Karissa yıllarca bunun için asileri yakalayıp dokunuşları ile özlerini boşaltmamıştı. Daha büyük, daha korkunç bir amaçları vardı.
Bir beden.
Atlılar'dan birinin kaybettiği bedeninin yerini alacak bir beden içindi.
Karissa'nın kulak tırmalayan sesi benimle dalga geçti. Hala kendiyken.
Radsolf'un bedeni, bir Atlı'nın olacaktı.
Beni sarsan kollara tırnaklarımı hırsla geçirdim. ''Hayır!''
Travis sonunda kendime gelmemin rahatlaması ile iç çekti. O zaman etrafımızdaki anının parçalanıp bulanıklaştığının farkına vardım. Hem benim zihnimi sakinleştirip hem anının devamlılığını sağlamakta zorlanmıştı.
''Onu almalarına izin vermem.'' derken sesim ölümcüldü. Bunca şeye onu kaybetmek için katlanmamıştım. Ben ölmeden onu yok etmelerine izin vermezdim. Onu öldürmeye çalışan kim olursa ellerimle parçalardım.
Travis bizi yeniden anının içine sabitlerken ''Sakinleş.'' dedi. ''Bu yüzden sana göstermeye karar verdim.''
''Bir anı nasıl onu kurtarmamı sağlayacak?'' derken sesim sinirliydi. Tek düşünebildiğim kendime gelip Radsolf'u kulenin dışına çıkarmak için ne yapmak gerektiğiydi. Kehanet ya da kader önemini bir anda yitirmiş, katlanmam gereken seçimler ya da kaybolmuş hayatlar ifadesiz kalmıştı.
Beni kahinin bedenine yaklaştıran Travis omuzlarımdan tutup ''Ona bak.'' dedi. ''Kendi oğlunun hayatı için kendini kuleye sunan anneye. Bir gözdeyi sevmeyi başaran, gözleri önünde eşinin parçalanmış bedenini görmeyi göze alan kadına. Kendi soyunun geleceği için feda ettikleri ile seni bu ana getiren kahine.''
O an odanın içinde amacı varmış gibi hareket eden havanın gücünün nerden geldiğini fark ettim. Narin, bir o kadar kırılgan duran bedenden yayılan gücü hissettim. Hissettiğim şeyin Travis'in hissettiği ile aynı olduğunu bilsem de yayılan sıcaklık o kadar gerçekçiydi ki elimi uzatıp ona dokunmak istedim.
Aynı ihtiyaç ile bana asiler hakkında anlatılan bütün bilgileri özümsedim. ''Anlamıyorum.''
''Tam yüz yıl önce bu noktada durup aynı sözcükleri tekrarladım kendime.''
Titredim. Travis ise konuşmaya devam etti. ''Son görüşmemizin üzerinden onlarca yıl geçmişti ama onu gördüğüm o anda saçlarına eklenen gümüş ışıltılar dışında hiç değişmediğini fark ettiğimde aynı senin şu an yaptığın gibi inanmamak için direndim.''
Bir aptal gibi direnip aynı kelimeyi tekrarladım. ''Anlamıyorum.''
Travis elleri ile kollarımı sıvazlayıp titrememi dindirmeye çalıştı. ''Ah, anlıyorsun ama sadece zihnindeki gerçeği kabul etmiyorsun.''
Kullandığı sözcükler bende tokat etkisi yaptı. Zaten aynı cümleyi de bu yüzden kurduğunu biliyordum. Radsolf da bana hikayesini anlatırken aynı cümleyi kurmuştu.
Ağzımın içi pamukla dolmuş gibi kururken gözlerimden yaşlar aktı. ''Ondan bu yüzden nefret ediyorlar.'' Sesim bir fısıltıdan farksız olsa da zihnimden geçenleri duyan biriyle konuşmama gerek de yoktu.
Radsolf'un mağarada bana sıkıca sarılmışken acıyla sarf ettiği sözleri, ateşe verilmiş renkli kurdeleler gibi zihnime ilişti. Kül olup dumanı ile beni boğmadan önce yaktı.
''Senden neden nefret ediyorlar? Aileni kaybetmen onları neden bu kadar ilgilendiriyor?''
Radsolf gülünce göğsündeki titreşim bedenime yayıldı. ''Ah, anlamıyorsun kadın.''
''Neyi?''
Başını yüz hizama kaldırırken karanlıkta bile parlayan kehribar rengi gözleri gözlerime kilitlendi. Sırtımdaki ellerinden biri çenemi yakalayıp sıkarken ''Benden nefret ediyorlar çünkü annem benim için kendini feda etti.''dedi.
Çenemi biraz daha ittirip boynumu gererken devam etti. ''Benden nefret ediyorlar çünkü babamın gözleri benim suratımdan onlara bakıyor.''
Nefesini yüzüme çarparken sesi daha da yükseldi. ''Benden nefret ediyorlar çünkü ben lajiyim. Ben onların kaderinin yok edilemez hatırlatıcısıyım.''
Çenemdeki elinden kurtulmak isteyip göğsüne koyduğum elimi ittim. ''Anlamıyorum.'' derken kendime mi yoksa ona mı öfkeliydim bilmiyordum.
''Ah, anlıyorsun ama sadece zihnindeki gerçeği kabul etmiyorsun.''
Travis beni gerçekliğe çekerken kulağıma eğilip fısıldadı. ''İki ölümsüzün çocuğu başka bir ölümsüz. Beyaz ve siyahın var ettiği grinin kendisi.''
''Ben ne siyahım ne de beyazım Keilah. Ben grinin ta kendisiyim.''
Sırtımı göğsüne dayayıp derin bir nefes aldım. ''Asilerin soyu ölümsüz değildir.''
''Değiller.'' dedi.
''Ondan babası yüzünden nefret ediyorlardı çünkü bir gözdenin oğluydu.'' derken ilk damla yanağımdan aşağıya aktı.
Travis başını eğip ''Öyle.'' deyip beni onayladı.
İkinci ve üçüncü damla yanaklarımdan hızla süzülürken önümdeki koltukta uzanmış tavanı izleyen kadına baktım. ''Ama ondan daha çok annesini kuleye gitmek zorunda bıraktıkları için nefret ediyorlardı. Bir kahinin oğlu.''
''Evet.''
Titrek bir nefes ciğerlerime dolarken dudaklarımı birbirine bastırdım. Ama o tek kelime yine de özgürlüğünü ilan etti.
''Laji.''dedim. Ardından artık bildiğim dildeki karşılığını da ekledim. ''Varis.''
O gün de anlamış mıydım? O yüzden mi ihtimalleri zihnimin karanlık kısımlarına gömüp görmezden gelmiştim? O yüzden mi öfke ile dolup inkar etmiştim?
Radsolf ise bana basitçe kaçma fırsatı verip geri adım atmıştı. Kendi hakkındaki en önemli gerçeği bile daha ben onu kabul etmeden o bana sunmuştu.
Peki diğerleri kaç kere gerçeği gözümün içine soksa da anlayamamıştım?
İjga'nın bana soylarını anlatırkenki hüzünlü sesini hatırladım.
''Uzun zaman önce yaşanan bir olay soyumuzdan nixga'nın değişmesine neden oldu. Artık gelecek hakkında görüntüler göremiyoruz.''
Bana artık sözlere sahip olduklarını söylerken, alevler yüzünden gölgelenen yüzünde anlatılmamış hikayeler vardı. Ama aslında bana gerçekleri söyleyen Myne değil miydi?
Normal olmayan bir ses dudaklarımdan kaçtı. ''Neden?'' Myne bana Nei'ye baktığı gibi korkuyla bakarken ''Neden?'' diye tekrarladım. ''Bu kadar kehanetler, sözler, bilinmezlikler... Neden size yardım etmiyor? Neden gördüklerini söyleyip sonuca ulaşmanızı sağlamıyor?''
Ellerimin yatağın örtüsüne sarıp sıktım. ''Neden artık göremiyorsunuz?''
Myne'nin gözleri dolarken ''Bazı şeyler değişti.'' dedi.
''Uzun zaman önce yaşanan bir olay soyumuzdan nixga'nın değişmesine neden oldu. Artık gelecek hakkında görüntüler göremiyoruz''
Dişlerimi sıkıp öfkeyle Myne baktım. ''Bana kaderimi anlatan sen değil misin? Başından beri buraya varmam için elinden geleni yapan siz değil misiniz? Şimdi söyle neden?''
Myne gözleri irileşirken yanağındaki yaşlarla bana şaşkınca baktı. Korkmuş muydu? Umurumda değildi. Cevapların elimin altından kaymasından sıkılmıştım. Emin olduğum anda yalanlara boğulmaktan sıkılmıştım.
''Söyle!''
Öfkem harlanan bir ateş gibi büyürken Myne de bağırmaya başladı. ''Çünkü Ion güçlerini kaybetmeye başladı. Çünkü ölüm, acı ve keder onu tutsak etti. Sevgi onun özüyken, en sevdiklerini tekrar tekrar kaybetti. Kalanları korumak için karanlıkta hapis kalmayı kabul etti. Hepsi, hepsi kurtarmak içindi.''
''Peki, bütün bunlar ne işe yaradı?''
Sandalyesinden fırlayan bedeni ve yumruk olmuş elleriyle tepemde dikildi. ''Seni buraya getirdi!''
''Ne için?''
Gözlerinden yaşlar akarken bağırdı. ''Olhaxl!''
''Bu da ne demek?''
''Özgürlük.'' dedi. Ardından bedeni çöküp geri yığılırken kısık sesle ekledi. ''Özgür olabilmek için.''
Onu anlamamıştım. Hiçbirinin bana verdiği parçaları birleştirmemiştim. Belki de bütün olunca ortaya çıkacak gerçekten korkmuştum. Aynı kendi benliğimden, hislerimden korktuğum gibi. Kaderimden korktuğum gibi.
Anının en başından beri kımıldamadan yatan kadına baktım. Radsolf'un annesine. Bir kahinden çok daha fazlası olan kadına.
Aniqwuesi'nin beası. Yuefka. Soyun anası. Var eden.
Yaratıcı'nın sürgün çocuğu.
Ion.
''Neden?''
Myne'nin bana verdiği cevabı tekrarladı. ''Özgürlük.''
Replikleri belirlenmiş oyuncular gibi ben de sözlerimi tekrarladım. ''Peki, bunlar ne işi yaradı?''
''Seni buraya getirdi.''
Hırıltılı bir nefes dudaklarımdan kaçtı. Bedenimi çevirip gözlerine bakmak için başımı geriye attım. ''Çok fazla. Bu kadar yük çok fazla. Neden ben? Neden sen değil? Neden Radsolf değil? Neden asiler ya da bir başkası değil?''
''Çünkü bir anlaşma yaptı. Sözleri daha sen doğduğunda kulağına fısıldanan, kanından gelen güçle bağlanan, bütün unutma lanetine inat hatırladığında zihnine dağlanan, kaderine yüzlerce hayatı bağlayan bir anlaşma.''
Öfkeyle itiraz etmek istesem de dudaklarımdan sönük sözcükler döküldü. ''Travis...''
Travis bana kollarını dolayıp sıkıca sarıldı. ''Hepimiz seçimler yaparız Eris. En başta sana göstermek yerine seni bunlardan korumak istedim. Annene söz verdim. Kendime söz verdim. Neye mal olursa olsun kaderinden kaçabilirsen diğerlerini düşünmeyecek kadar bencilce yaşamanı istedim. Kaderinin seni bu noktaya getirmemesi için elimdeki bütün silahları kuşandım ama yetmedi.'' Son bir kez beni kollarıyla sıkıp geri çekilirken kahine bakıp gülümsedi. ''Tercihi bana bıraktı. Her zaman seçme imkanım olduğunu hatırlamamı istedi. Aynı annenin o gün kuleye gitmek için benden ayrıldığında seçtiği gibi.''
Yüzüme baktığında yanaklarının ıslaklığı içimi acıttı. Koyu kahve gözlerde yüzen kayıplar ve umutlarla örülü kurtarma halatına sıkıca tutundum. Benim için çabalayan onca kişinin sarf ettikleri çaba beni sakinleştirdi. Bencilce karşı çıkıp direnmek yerine her şeyi kabul edip ilerlemeyi seçtim.
Elimi uzatıp yanağını avucumla buluşturdum. ''Teşekkür ederim. Beni kendimden bile koruduğun için.''
Başıyla beni selamlarken anının içinde koşturup duran ustalar sonunda durdu. O zaman Travis'in beni anının içinde tutup ilerlemesine izin vermediğini fark ettim. Bir adım daha ileri gitmeden önce nefes almama izin veriyordu.
Beni boğulmam için bırakmadan önce son kez tutuyordu.
Gözlerinin içine bakıp ''Hazırım.'' dedim.
Etrafımızdaki alan parçalanıp küçülürken ustanın ne yaptığını geç fark ettim. Bir kahinin zihnine girerken anılardakinin aksine bedenlerimiz yok olup görüş açım küçüldü. Bir zihnin içinde misafirken başka bir zihne sürüklenmek nefesimi keserken ışık yok oldu.
Acıyla iki büklüm olurken sıkıştırılıp şekil almaya zorlandım.
Panikledim. ''Travis ben-'' Kelimeler beni terk ederken sesini duydum.
''Etme.'' dedi. ''Sadece daha fazlasından koruyamadığım için affet.''
***
O gün kuleye giden kahin Radsolf'un annesiydi. Ve Eris'e defalarca söylense de o anda anlayamadığı gerçeği şimdi keşfettik.🤩
Radsolf'un annesi, en başta Yaratıcı'nın dünyaya sürgün ettiği çocuğu olan Ion! 😎
Bunu bekliyor muydunuz?😈
Peki ya Radsolf'un bedeninin bir gözde olması için tutsak edildiğini sanırken aslında bir Atlı için hazırlanmasına ne diyorsunuz? 😈Şok olanlar kimler? 😂
Ion'un zihninde bizi bekleyenlere hazır mıyız? 😉
Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın❤
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top