6.Bölüm: ''Hapis Kalanın Sakladıkları''

Keyifli okumalar...

***

Hayatımda hiç bu kadar büyüleyici işlemeleri olan kapılar görmemiştim. Travis ile parlak siyah zeminde ilerlerken yanından geçtiğimiz her kapıya hayranlıkla baktım. Zihnim onunkine daha çok uyum sağlarken artık histerik değildim.

Koridora girdiğimizde bana ''Normal.'' demişti. ''Zihinsel uyum sürecinde duygusal reaksiyon veriyorsun, anıların ve karakterin uyum sağlamaya çalışırken başka bir zihnin istilasından kaçmaya çalışıyorsun.'' Gülüp eklemişti. ''Her zamanki zeki sorularını ya da çıkarımlarını yapamaman bundan, merak etme ben seni sınamam.''

Her adımımda daha kararlı ve güçlü hissetmeye başladığımda dudaklarını sıkıp neredeyse duymayacağım kadar düşük sesle eklemişti. ''Ne de olsa doğuştan yeteneklisin.''

Ben ne demek istediğini soramadan gümüş çerçeveli, omuzlarıma gelen bir kapının önünde durmuştuk. Altından esen rüzgarın soğukluğunu hissetmemek mümkün değildi. Kapıyı tutan menteşeler hafiften buz tutmuş, ahşap yüzeyindeki çatlaklar beyaz tanelerle dolmuştu.

''Burası.''

Gömleğinin cebinden bir anahtar çıkardı. Üst kısmı sivriydi ve merkezinden ayrılan altı kola sahipti. Mavi üzerinde beyaz desenler mi vardı yoksa tam tersi beyaz üzerine mavi desenler mi emin olamadım. Sanki hareket edip sürekli yer değiştiriyorlardı. Duman gibi.

Benzerlik bana Gazap'ın mabedinde bilmeceler ile topladığım başka bir anahtarı hatırlattı.

Isabel'in bilmecesinin cevabı olan mavi renkli anahtar camdandı. İçinde yoğun bir duman dalgalanıyor gibi desenlere sahip, üst kısmı sivri, yanları ise kıvrımlı figürlerle süslenmişti. Elimi kesen de bu üst kısımdaki üçgendi.

İki anahtarın benzerlikleri beni bilmecenin cevabı olan korku ile sarstı.

Zihnimden geçenleri bilen Travis elini omzuma koyup sıktı. ''Benim zihinsel kapılarım seni sınamak için yok Eris.'' Ardından gülüp ekledi. ''Annenle ilk tanıştığımız zamanı sana göstermeme izin ver.''

Bedenimin gevşemesini beklesem de beklenti beni daha çok gerdi. ''Hazırım.''

Travis başıyla onaylayıp anahtarı kapının deliğine geçirip çevirdi. Yuvada dönen kilit sesinin yerine onlarca çark dönüyormuş gibi takırtılı bir ses duydum. Kapı kendiliğinden aralanırken gözümü alan ışık ile gözlerimi kıstım.

Sırtımdan beni ittiren el ile kapıdan içeriye adım attım.

O anda Travis'in fısıldadığı kelimeleri duydum. ''Acılar bazen seni olman gerekene taşır.''

***

Yanımdan koşarak geçen çocuğun saçları kendi yarattığı rüzgarla dalgalandı. Gülerek arkasında onu kovalayan çocuğu kendisini yakalaması için teşvik ediyordu.

''Hadi ama Roceu! Yakala beni.''

Ondan bir kafa boyu daha uzun olan, dağınık kahve saçları ve gözleriyle onu kovalayan çocuğun ise çoktan nefesi kesilmiş olacak ki dizlerine dayanıp soluklanırken inledi.

''Ben senin kadar dayanıklı değilim Lerj.''

Kaçan çocuk durup geri döndü. Aralarındaki mesafeyi kapatırken neşeli gözleri biraz endişe ile doldu. ''İyi misin Roceu?''

Roceu öne doğru eğilmiş dururken başıyla onayladı. ''İyiyim. Ama daha fazla koşmayacağım, Juls'un yanına gidip bir şeyler okuyacağım.''

Lerj cevap veremeden arkasını dönüp kalın botları ile ayaklarını yere vurarak uzaklaşmaya başladı. Başını öne eğdiğinden kimse dudaklarını ısırdığını göremezdi ya da gözlerine dolan yaşları. Bana doğru ilerlerken başını kaldırdığı için ben görmüştüm.

Bir şey söyleme ihtiyacı ile dudaklarımı araladığımda, ben konuşamadan çocuk koşmaya başladı sonra da tam içimden geçti.

Şokla ellerimle bedenimi yoklarken yanımdan gelen gülme sesiyle irkildim.

''Bu sadece geçmiş zamanda yaşanan bir olay ve biz de ziyaretçileriz Eris.''

Hırsla ona dönüp ''Uyarabilirdin.'' dedim.

Omuz silkti. ''O zaman eğlenceli olmazdı.''

Öfkeli bir cevap dilimin ucunda dolaşırken Travis, çocuğun kaybolduğu yöne bakıp hüzünle gülümsedi. Bu beni duraksattı.

''Zayıf bir çocuktum. Diğerlerine uyum sağlayamazdım. Ne zaman çok koşsam göğsüm sıkışır, kalbim deli gibi atıp boğazımdan çıkmaya çalışırdı. Juls, bende ul ojmia olduğunu söylediğinde diğer çocuklar benle oynamayı bırakmıştı.''

''Ul ojmia?''

''Artık oanı anlıyorsun. Anlamını bana sen söyle.'' Oan, asilerin diliydi. Aynı o kadının dediklerini anladığım gibi Travis'in dudaklarından dökülen ezgili kelimelerinde anlamını biliyordum.

''Yarım kalp.'' dedim.

Hala yanımızda dikilip giden arkadaşının arkasından bakan çocuğu gösterip gülümsedi. ''Lerj benden iki yaş küçüktü, neden onun gibi koşamadığımı hiç anlayamaz beni sürekli kendisi ile oynamaya ikna etmeye çalışırdı.''

Merakla suratına baktım. ''Neden? Kim sana bunu söyledi?''

''Juls.'' dedi. Sesinde belirgin bir hürmet vardı. ''Beni kurtarıp asilerin arasına sokan kişiydi. Aynı zamanda bir şifacıydı.''

Şaşkın bir ses çıkarmış olmalıyım ki Travis bana bakıp güldü. ''Hepimizin karmaşık hikayeleri var Eris. Kader bize pek mutluluk bahşetmedi. Ama şimdi sırası değil.''

Kendi küçük halinin peşinden yürümeye başlayınca ben de ona eşlik ettim. Anlatmaya devam etti. ''Doğuştan kalbim sorunluydu. Asilerin dilindeki kelimeler bunu daha nazikçe ifade etse de, bedenim ve kalbim uyum sağlamakta sorun yaşıyordu.''

Buzdan duvarların arasında ilerlerken zemindeki sert ve kara toprak adımlarımızın sesini yuttu. Soğuk hava bedenime işlerken titredim. Travis hikayesine ara verip ''Üzgünüm kontrol edemediğini unuttum.'' dedi. Yorgun görünen ifadesinde az da olsa eğlence kıvılcımları görünce ona kızamadım.

Elini sallaması ile soğuk beni terk etti. Artık üşümüyor ya da ciğerlerime çektiğim hava yüzünden zorlanmıyordum.

''Devam et.''

Yürümeye kaldığımız yerden devam ederken o da anlatmaya devam etti. ''Korkmuş ve yabancı bir ortama girmiş her çocuk gibi ailemi istedim. Ağladım, yalvardım, kaçmaya çalıştım. En sonunda Juls durmam gerektiğimi söyledi. Bedenimi hırpalamak beni daha fazla hasta ediyordu.''

Pek çok yaranın kabuğunu kaldıracak soruyu sormadan duramadım. ''Ailene ne oldu?''

''Öldürüldüler.''

Koridorun sonunda geniş bir salon karşımıza çıkınca aklımdaki soruları unuttum. Merakla üstümüzü kapayan beyaz kubbeye baktım. Buz aşındırılıp dışa doğru çıkıntı yapacak şekilde oyulmuştu. Alanın ortasında yanan ateşlere rağmen erimek yerine kristaller gibi parlayan ince buz tabakası, ateşten yansıyan ışıkla görülmeye değer bir gölge oyunu ortaya çıkarıyordu.

Tavandaki işçilik salonu çevreleyen duvarlara da işlenmişti. Yuvarlak alanın her tarafından farklı boyuttaki oyuklar ile geçitler açılmıştı. Yer altında olduğumuzu sanırken yanıldığımı anladım. Zemin toprak değildi.

''Kara buz.'' dedi Travis.

Kaşlarım istemsizce çatıldı. ''Aklımı okumak hoşuna gidiyor değil mi?''

''Eh zihnin pek de yabancı sayılmaz ama evet, işleri kolaylaştırıyor.'' Eliyle zemini gösterip açıkladı. '' Buzul'un kimyagerleri çok yeteneklidir. Elbette onlardan önce bu bilgiye asiler sahipti. Zaten bu bilgiyi de onlardan çaldılar, zemini daha yumuşak ve kaymaz hale getiren bir karışım sayesinde böyle.''

''Buzul, asilerin arasına kolayca karışan casuslara sahip.''

''Öyle. Diğer diyarlardan çok daha fazla asi yakalamayı bu yüzden başarıyorlar.''

Zihnimde dolanan bilgilerle şakaklarımı ovaladım. ''Biz gerçekten Buzul da mıyız? Senin oluşturduğun bir yer olduğunu sanmıştım.''

''Sana anılarımı göstereceğimi söylemiştim.''

''Yine de ortamı değiştirme konusunda oldukça yetenekli olduğunu biliyorum.''

Güldü. ''Aslında seni hiç kandırmadım. Daha doğrusu hazır olman için zihnini gerçek mekanlar ile dürtüyordum.''

Şaşkınlıkla ona baktım. ''Beni sürüklediğin her yer gerçek miydi?''

''Evet.'' derken bütün dişlerini sergiliyordu. ''Mesela seni boğduğum şu uçurumun manzarası çok güzeldir.''

Homurdandım. ''Bir de zeki olduğumu düşünüyordum. Kesin arkamdan gülüyordun.''

Alaycı bir söz söylemesini beklerken onu ciddi ifadesiyle bana bakarken buldum. ''Gülmüyordum.'' dedi. ''Bekliyordum, uzun zamandır bekliyordum.''

''Travis ben-''

Sağ elini kaldırıp kalın giysiler içinde yalnızca yüzleri görünen iki kadının çıktığı tüneli işaret etti. ''Burası Buzul'da yaşayan asilerin konaklama yerlerinden biri, kule sürekli yerlerini tespit ettiğinden onlar da sürekli bu tüneller ile yer değiştiriyorlar. Sonra da eski yerleşim yeri ile yenisi arasında kalan mesafeyi mühürleyip kapatıyorlar. Buzla kaplı bir diyarda saklambaç oynuyorlar bu yüzden bu diyardaki asiler ona Ojhza diyor, hapis kalan.''

İjga'nın bana oyma harita üzerinde diyarları gösterdiği zamanı hatırladım. Bana adını ve anlamını söylemiş, diyarı anlatmıştı ama hikayesini değil.

Hikayesi olan bir diyar daha.

Travis elimden tutup beni ilerlemeye zorladı. ''Gel benimle, zamanı geliyor.''

Geniş adımlarına ayak uydururken ''Neyin zamanı?'' diye sordum.

Gülümsedi. ''Annenle tanışmanın.''

Nefesim heyecanla hızlanırken ''Burada mı?'' dedim. ''Annem, annem bir asi mi?''

Nei'nin kaderimin çok fazla kişiyle bağlı olduğunu söylediği zaman, ona benim asi olmadığımı söylemiştim. Yanılmış mıydım? Annem onlardan biri miydi?

''Hayır. O da benim gibi buraya sonradan geldi. Ama bu diyarda doğdu ve büyüdü.''

Buzul.

Annem bu diyarda doğmuştu. Burada büyümüş, Travis ile asilerin konaklama yerlerinden birinde tanışmıştı.

Peki, ben nasıl kuleyi çevreleyen üç diyardan biri olan Ksilo'da ailem bildiğim insanlar ile yaşamıştım?

Bir anda adımım havada kaldı. ''Nasıl?'' Travis'i bana bakması için çevirip sorumu yeniledim. ''Nasıl? Annem Buzul'da doğup büyüdüyse baştan beri kuledeydi.''

Geçmişin soluk tenli ve mavi gözlü hayaletinin dudaklarından dökülenleri yeniledim.

''Bu diyarın halkı kulenin alt katlarında yaşar. Zamanı gelince çocuklar eğitim için kulenin üst katlarına alınır. Nasıl buraya geldi? Nasıl kulenin içinden kaçmayı başardı?''

Travis ellerini suratımın iki yanına koyup gözlerime bakabilmek için eğildi. Gözbebekleri hızla sağa sola hareket ederken titredim.

İçimde kaçmamı söyleyen o ses yeniden hayat buldu. Kaç, kaç, kaç! Seni yakalayacak, saklan!

Ellerini tutup itmeye çalıştım ama bana izin vermedi. Göğsümdeki devinim artarken sesim panikle yankılandı. ''Travis!''

Zihnimden uzak durması için haykıracakken ''Celcius-11.'' dedi.

Gözlerim büyürken yutkundum. ''Ne?''

''Sokrates-3 simülasyonunda yedilemende olan kız. Buzul'da yaşayıp sana hayatını anlatan. Seni dostu kabul eden, galibiyetini hayatıyla takas eden kız.''

Bedenim hissetmediğim soğukla titrerken zihnim yeniden çığlık attı. Seni kıracak, kaç. Kaç, saklan!

''Kim olduğunu biliyormuş, kulakların duymuş ama zihnin anlayacak kadar hazır değilmiş. Kendini feda etmeden önce sana söylemiş.''

Beni dinle 57 buradan sağ çıkmama asla izin vermez. Bu bir oyun gama-1, galibi bizim seçtiğimiz bir oyun. O yüzden beni pişman etme.

Beni dinle biz dostuz öyle değil mi?

Bedenim ayakta kalmakta zorlanınca dizlerim büküldü. Travis beni belimden yakalayıp ayakta tuttu. ''O da bizim gibiymiş. Onun da gerçekleştirmesi gereken bir görevi varmış.''

Zihnime daha çok anı hızla dolmaya başladı.

''Neden ölmedim? Aldığım darbe beni öldürmeliydi.''

''Anlaşılan oldukça şanslı günündeydin. Celcius-11 nişan almak konusunda hiç iyi olamamıştı. Atardamarın yeterince geniş bir açıyla kesilmediği için normalde kaybetmen gereken kanı kaybetmedin. Omzundaki darbenin acısı seni daha önce bayıltmış olmalı.''

Beni bilerek öldürmemişti. Beni hayatta tutmak için kendi hayatını feda etmişti.

''Peki celcius-11, o da mı benim gibiydi?''

''Açıkçası sıkıntı da tam o konuda. Ondan gelen veriler fazlasıyla dengesizdi. Hormonların onu asla etkilemediğini düşünmemize neden olan bazı bulgulara sahibiz.''

''Ne demek istiyorsunuz?''

''O mükemmel bir oyuncuydu.''

Boğazım yutamadığım bir lokmayla tıkanmış gibi yandı. Havadan çalmaya çalıştığım nefesler işe yaramıyordu.

''Nasıl öldü?''

Dosyadaki tek şey celcius-11'in gözleri açık bana bakan resmiydi. Kalbinin üzerine saplı duran bıçak ölüm nedeniydi.

Farklı sesler aynı kişiden bahsederken gözyaşları yanaklarımdan süzüldü.

''Nasıl olduğunu yeniden anlatmaya ne dersin?''

''Size defalarca anlattım. Sona kalan bu. Ne yapacağınıza siz karar verin. Ben görevimi yerine getirdim.''

Muhafız onu öldürmüştü. Ben görevimi yerine getirdim, demişti. Başından beri o kafese celcius-11'i öldürmek için girmişti.

Celcius-11'in görevi beni hayatta tutmaktı. Ama Muhafız Arnold -57- benim kim olduğumu bilmiyordu. O yüzden celcius-11'i ortadan kaldırdığında tehlikenin de ortadan kalkacağını düşünmüştü.

Sesim bir fısıltıdan farksız çıkarken ''Nasıl?'' dedim. Tırnaklarımı Travis'in kollarına gömdüm. ''Ben bile kim olduğumu bilmezken, o nasıl biliyordu?''

''Bilmiyorum.''

Mimiklerim öfkeyle dolarken ona baktım. ''Her şeyi bilirken bunu nasıl bilmezsin!'' Yüzüne karşı bağırmaya devam ederken parmaklarımı kanatacak kadar kollarına sapladım. ''Bir ailesi vardı. İki kız kardeşi ve abisi. Babası kulede bir fizikçiydi. Babasının yardımcısı olan adam tarafından öldürüldü. Belki de benim varlığımı bile bilmiyorlardı ama onu öldürdüler, o kafeste ben de ölecektim Travis! Kaderim ya da kehanet yüzünden değil. Muhafız kimseyi sağ bırakmayacaktı, bunun için kafesin izleme sistemini bile bozdu. Sırf celcius-11'i öldürmek için oraya geldi.''

Bedenimden gücüm çekilirken başım döndü. Travis'in ''Sakinleş.'' dediğini duydum.

''Bir ailesi vardı. Kuleye hizmet eden bir babası, sıranın onlara gelmesini bekleyen kardeşleri ve annesi...''

Gözlerimin ardından enseme vuran bir acı patlaması ile büküldüm. Zihnimin içinde bulanık bir mekan kendini yüzeye iterken, mavi gözleri ile merakla bana bakan bir yüz şekillendi.

''Bu kitabın adını daha önceden duymuştum. Diyarımın bir hikayesinde geçiyor, annem anlatmıştı.''

Elindeki sert deri kapaklı kitapla bana bakan kıza aldırmayıp önümdeki metne odaklandım. Şölen öncesinde bulabileceğim bilgilerin hepsini gözden geçirirken şakaklarıma ağrı girmişti. Dün ne kadar uyumuştum? Zihnim yarı uyuşukken celcius-11 konuşmaya devam ediyordu.

''Bana hep Oksiam gibi olduğumu söylerdi. Hapis kalandan çıkıp zamanı geldiğinde her hayatın değerini anlayanı bulacağımı. Gün, şafak ve gecenin ortasında güneşin renginde kandırılıp yolunu kaybettiğinde, dostumun elinden tutup ona geçmişinde harcadığı zamanların müjdecisi olan kelimeleri canımı vermeden önce haykıracağımı. Aynı bir dönüm noktası gibi.''

Şölende verilen yemekler hakkındaki metni yarım bırakıp suratına baktım. Başımdaki ağrı beni öldürecekti. Dişlerimi sıkıp konuşmaya uyum sağlamaya çalıştım. ''Fazla acılı bir son, mutsuz bir hikaye değil mi?''

''Özgürlük, neşeyle kazanılsa dünya acısız bir yer olurdu.''

Ben suratına şüpheyle bakınca ''Annem öyle derdi.'' dedi. ''Çocukken benim göremediğim şeyleri gördüğüne ya da duyduğuna inanırdım. Aynı Oksiam'a yol gösteren kahin gibi.'' Omuz silkti. ''Belki de öyleydi.''

Ben şakaklarımı ovalarken, o da elindeki kitabı rafa bırakıp yanıma geldi.

''Gece yine okumak için uyumadın değil mi?'' Eğilip sayfaya göz gezdirdi. ''Yemekler mi? O konuda alfa-3'e soru sormak daha mantıklı değil mi?''

Adının anılmasını bekliyormuş gibi kara saçlı bir kafa rafların arasından belirip gülümsedi. ''Biri bana mı seslendi?''

Celcius-11 kahkaha attı. ''Okumamak için rafların arkasında saklanıyordun değil mi?''

Alfa-3 gamzelerini ortaya serip daha çok gülümsedi. ''Ben resimli olanları seviyorum.'' Elinde tuttuğu kitabın açık sayfasına bakıp homurdandım. Botanik mi?

''Bitkiler mi? Gerçekten mi? Şölende ot yiyeceğimizi sanmıyorum.''

''Bunu boğazımdan aşağı yosun tıkan kız söylüyor.''

''Belki de boğazını kesmeliydim.''

İkisi de huysuz halime gülmeye başlayınca onlara kötü bakışlarla karşılık verdim.

''Eris?''

Gözlerimi kırpıştırıp bana merakla bakan Travis'e odaklandım. Gördüklerimi onunda gördüğünü biliyordum. Onun zihnindeyken kendi zihnimin içindekileri ondan saklayamıyordum.

''Neden? Neden unuttum?''

''Unuttuğunu sanmıyorum. Sadece o kadar çok olay olurken zihnin önemli görmemiş olmalı hem sana verilen ilaçların etkisindeydin. Şölene hazırlanırken anlatılan çocukluk hikayesi neden aklında kalsın ki? Üstelik anlattığı kelimelerin anlamlarını, sana söylemeye çalıştığı şeyi bilmiyordun bile. Şimdi zihninde tetiklemiş olmalıyım.''

Saçma bir çocukluk hikayesi aslında ne de çok anlam taşıyordu. Celcius-11'in elindeki kitabın adını görmemiştim. Gerçekte öyle bir hikaye Atlılar'ın yasak kütüphanesinde bile saklanmazdı. Asilerin varlığına dair bilgilerin hepsi gözdeler hariç herkesten saklanırdı.

O zaman bu bilgiye sahip değildim. Ama celcius-11 biliyordu. Çünkü ona annesi söylemişti.

''Annesi bir heumdu değil mi? Annesi bir asiydi?''

Travis başıyla onayladı. ''Kızına bir kehanet vermiş olmalı. Hatta sana söylemiş, bir araya getir Eris.''

Asilerin dillerindeki anlamları bir araya getirip celcius-11'in bana anlatmak istediği kelimeleri zihnimde sıraladım.

Hapis kalan, ojhza.

İjga bana diyarları anlatırken ne demişti?

''Bizim dilimizde Oja gün, Zaes şafak ve Ksia gece anlamına gelir. Ayrılmaz bir bütündürler ve hep kendi etraflarında dönerler, her biri eşsizdir. Aynı her hayatın değerli olduğu gibi.''

Her hayatın değerli olduğunu çok geç öğrenmiştim.

Bana dost olduğumuzu söylemişti. Boğazıma bir bıçak saplayıp kendi de beni hayatta tutmak için ölmeden önce dediği son kelimeleri hatırlayınca nefesim kesildi.

O zaman şölenden bahsettiğini sanmıştım. Geçmişte harcadığım zaman, kulede geçirdiğim yıllarım için söylenen kelimeleri anlayamamıştım. Aynı bir dönüm noktası gibi demişti.

''Mutlu yıldönümleri gama-1.''

''Kim olduğumu biliyordu. En başından beri biliyordu.'' dedim uyuşukça. ''Anlamıyorum. Deka-77 ya da aqua-978 de kuledeydi. Nasıl benim olduğumu anladı?''

Travis burukça güldü. ''Unuttun mu? O aynı oksiam gibi. Sense kuleye ksiadan geldin.''

Tokat yemiş gibi irkildim. Oksiam.

Gecedekini bulan.

Neden normal bir isim olduğunu düşünmüştüm ki? Neden gizli anlamlar yerine direkt bana asi dilinde verilen bu kelimeyi sorgulamamıştım?

Kaçırdığım ne çok şey vardı. Kader için kendini feda eden kaç kişiye daha kör kalmıştım?

''Kader için değil Eris, özgürlük için kendini feda etti. Aynı hepimizin zamanı gelene kadar beklediği gibi.''

Omuzlarıma binen ağırlıkla inledim. ''Sen, celcius-11. Daha kaç kişi daha var? Ben yükselmek için çırpınırken beni koruyan ama haberimin olmadığı kaç kişi daha var?''

''Kendine bunu yapma. Herkes kendi savaşını veriyor Eris, seni bulamasa da ölecekti. Buzul içinde asilerin yaşamasına izin vermez.''

Üzerimde uzanan buzdan tavana baktım. ''Neden burada büyümedi? Burası güvenli değil mi?''

Travis dalgınca baktı. ''Annesi bir kahindi. Bildikleri olmalı.''

Yüzümü ekşittim. ''Fedakarlık.''

Tek kelimenin dilimde bıraktığı tattan nefret ettim.

''Onun fedakarlığı seni buraya getirdi. Amacın sana yetmiyorsa bunu hatırla. Seni dostu olarak kabul edip gelecek için canını veren kızı. O zaman ölümü anlam kazanır.''

Duruşumu dikleştirip yanaklarımı ıslatan yaşları sildim. ''Travis?''

''Efendim?''

''Neden bana ondan bahsettin? Celcius-11'den?''

Önümüzden koşarak geçen iki çocuğa bakıp gülümsedi. ''Çünkü zihninde saklambaç oynuyorsun kızım. Seni yakalayan her anı canını yakıyor diye kaçıyorsun.''

Bana içimi gören gözlerle bakıp devam etti. ''Kaç kişi daha var diye sormuştun. Cevabı orda. Sana göstereceklerim daha fazla anını gün yüzeyine çıkaracak, daha çok canını yakacak. Sorumluluk ve fedakarlık omuzlarından seni boğmak için bastıracak ama kim olduğunu öğrenmen gerek.''

Beni arkasında bırakıp bir eşikten geçerken seslendi. ''Daha bu kadarı seni yıkıyorsa tahmininden de zayıfsın demektir.''

Güçsüz olmadığımı yüzüne haykırmak istedim. Bir zamanlar bana öğretildiği gibi zayıf olmadığımı. Ama kayıplarım, kazançlarımı alt ederken yapamadım. Onun yerine arkasından ilerleyip eşikten geçtim. Masanın etrafında oturan üç kişiye bakan Travis'in yanında durdum.

Genç ve cılız Travis, sağ tarafında oturan bize sırtı dönük olan kıza çekinerek bakarken odadaki tek yetişkin olan kadın konuştu.

Dalgalı uzun saçları ensesinde sıkı bir topuz yapılmış, boynunda dikkat çekecek kadar soluk olan yara izini ortaya çıkarmıştı.

''İşte sana bahsettiğim zeki çocuk.'' dedi kadın.

Genç Travis utançla kızarırken kıza dönüp ''Benim adım Roceu.'' dedi.

Kız başını çevirip ona bakınca yüzünü gördüm. Elini uzatıp gülümsedi. ''Ben de Neimna.''

Nefesim kat etmesi gereken yolu bir an için unuttu. Farkındalık ile sarsılıp kızdan gözlerimi ayıramadım. Uzun siyah saçları, benimkiyle aynı renk yeşil gözleri vardı. Burunlarımızın hafif çıkık yapısı bile aynıydı. Konuştukça yüzünü kaplayan neşeye hayran kaldım.

İki minik beden geleceklerinden habersiz el sıkışırken içim özlemle burkuldu. Anne.

Travis beni anıdan dışarı sürüklerken dokunma ihtiyacı ile öne atıldım. Geriye doğru çekilen bedenimle girdiğim kapının önüne geri döndüğümde, Travis'i bana sert gözlerle bakarken buldum.

''Senin güçsüz olma lüksün yok Eris. Annenin de olmadığı gibi.''

Sonra sertçe kapanan kapı beni annemden ayırdı.

***

İlk kapının ardında ne çok şey bulduk değil mi? 😈Bu kısımda uzun bir yazar notu ile sizi sıkacağım sanırım.🙈

Travis - ona asilerin koyduğu isimle Rocue- geçmişinde ne çok acı ve fedakarlık var. Ailesini kaybetmek, ul ojmia (yarım kalp) ile yaşanan zor bir hayat yetmezmiş gibi daha ne fedakarlıklar saklıyor dersiniz?😔

Peki Travis'in şuana kadar Eris'in zihnini soyarken kullandığı her mekanın gerçek olmasına ne diyorsunuz? 😈Sizce bu mekanların önemi var mı ve neredeler?🧭

Kulelerin, asilerden çaldığı gelişimlerden biri Kara Buz, başka neler olabilir?🤔

Ojhza (hapis kalan) hikayesini nasıl buldunuz? ✨️Asiler zekice bir sistem geliştirmemiş mi?😉

Eris'in annesinin Buzul'da doğup büyümesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Eris, o diyardan buralara nasıl geldi teoriler neler?😎

Ve geçmişten bazı karakterler bu bölüm yeniden sahnedeydi! 🎉
Şölenden önce yedilemenin sürekli kütüphanede bilgi aradığı zamandan kalma bir anıya döndük.

Alfa-3 özlemi içerisinde olanlar için minik bir teselli olmuştur umarım.🤭 Kendisi yine alaycı ve çekici.😏 Şölen salonunda kızımızı öpmeden önceki ökse otu göndermesi de bu bölümden türemişti.
Botanik kitaplarını seviyor!🔥

Ama asıl bomba celcius-11'di!😎

Hep neden kendisi yerine Eris ( o zaman ki adıyla gama-1) seçtiğini, kendisini feda ettiğini çözememiştik şimdi ise taşlar yerine oturdu. Celcius-11'in annesi bir heumdu, elbette kendisi de bir asi!😈
Celcius-11'in bütün ilaçlardan etkilenmemesi ve oyunlar sırasında kendinde olması gibi olayların sebebi de elbette asi soyundan gelmesi. Çok iyi rol yaptığını da es geçmemeli.😉 (Bu kısmı öldüğü kısımda muhafızda bize söylemişti.)

Buzul'un casusları asilerin arasında sızıyorsa, bir aside Buzul'un içine sızabilir, hatta alt katlarındaki halka katılıp üst katlara yükselmesi için bir çocuk yetiştirebilir. Hele bir de ona bir kehanet verirse işler tam bir kaosa neden olabilir değil mi?😌

Anlattığı hikayedeki anlamları o zaman Eris çözebilseydi neler olurdu düşünsenize!🤯

''Bana hep Oksiam gibi olduğumu söylerdi. Hapis kalandan çıkıp zamanı geldiğinde her hayatın değerini anlayanı bulacağımı. Gün, şafak ve gecenin ortasında güneşin renginde kandırılıp yolunu kaybettiğinde, dostumun elinden tutup ona geçmişinde harcadığı zamanların müjdecisi olan kelimeleri canımı vermeden önce haykıracağımı. Aynı bir dönüm noktası gibi.''

Bu hikayenin hadi üzerinden geçelim;

❗️Gün, şafak ve gece yani kuleyi çevrilene üç diyarın adı, bunların ortasında ise beyaz mermeri ile kule var. Güneşin renginde parlayan bir kule.

❗️Oksiam, gecedekini bulan demek.

❗️Ksia (kızımızın kuleye geldiği diyar) ise gece demek.

Buradan celcius-11, annesinin kehanetindeki kişinin Eris olduğunu anladı.
Ve celcius-11 hapis kalan (ojhza) gelip kızımızı gün, şafak ve gece isimli üç diyarın ortasında dikilmiş güneşin ışığında parlayan kulede yolunu kaybetmiş, hiçbir şey hatırlamayan haliyle sadece yükselmek için mücadele ederken buldu.
Onun için hayatını verip ölmeden öncede Eris'in zihninin yıllarca unutup bir döngüye hapsolduğunu söylemek için gerekli kelimeleri telaffuz etti. Celcius-11'in bu fedakarlığı Eris'i şimdiki konumuna getirdi.

Celcius-11'in amacına gelecek olursak kendisi zaten onu da dile getirmiş oldu. ⤵️
Özgürlük, neşeyle kazanılsa dünya acısız bir yer olurdu.

Önce Travis, şimdi de celcius-11!🔥
Buzul diyarından gelen platin saçlı ve mavi gözlü kızın hikayesinin böyle olacağı hiç aklınıza gelmiş miydi?😈
Umarım sizi yine şaşırtmayı başarabilmişimdir.😆

Son olarak Neimna (Eris'in annesi, bu defa gerçek olanı😂) ve Rocue (Travis) hikayesi nasıl ilerleyecek dersiniz? Romantik bir birliktelik mi yoksa yoldaşlık mı?😉

Ve kendimi frenleyip daha çok not yazmayı bırakıyorum. Umarım bu dolu dolu bilgileri içeren bölüm hoşunuza gitmiştir.🥰

Görüşlerinizi benimle yorum olarak paylaşır ve oylarınız ile destek olursanız sevinirim.
Haftaya yeni bölümde görüşünceye kadar hoşça kalın

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top