27: Senden Hoşlanıyorum
"Seonghwa'nın birkaç gün önce bize gönderdiği dosyaları okuyan oldu mu?" diye sordu Jongho yorgun bir şekilde, bacaklarını yayarak oturduğu sandalyesinde geriye yaslandı.
"Herkesin okuması gerekiyordu," diyerek iç çekti Wooyoung.
Ve bu Jongho'nun ona dil çıkarmasına neden oldu. Wooyoung da aynısını yaparken başını dalga geçercesine salladı.
"Ben okudum!"
Seonghwa, herkesin okuması için gönderdiği dosyaları sadece Hongjoong'un okuduğunu görünce yüzüne yerleşen gururla gülümsedi.
"Peki, harika. GSYİH* nedir?"
(*Gayrisafi Yurt İçi Hasıla, belli bir dönemde üretilen ürünlerin piyasadaki ekonomik değeri.)
"Amerikan dolarıyla yüzde 4.1'lik ile 194.366 milyar. Yaklaşık 29 milyarı petrol yağı, alüminyum, elektrik ekipmanları, farmasötik ürünler, plastikler, gıda, demir ve çelik olarak ihraç edildi, yani sektöre girme konusunda geniş bir seçenek yelpazesine sahibiz."
"Ve başlıca ihracat ortakları Türkiye, Kıbrıs, Bulgaristan ve Lübnan yani İtalya ve Macaristan'daki aynı etkiyi göreceğiz," diye ekledi Yunho tabletinde bakarak.
"Güney Kore ithalatın yüzde 6.1'ini karşılıyor. Önümüzdeki üç yıl içinde bu oranı ikiye katlamayı amaçlıyoruz," dedi Wooyoung geriye yaslanarak, ceketinin düğmelerini ilikledi.
"Peki ne düşünüyorsun? Tarım mı, endüstri mi yoksa hizmet mi?" diye sordu Jongho bakışlarını Wooyoung'a çevirerek.
"Sektörün hasılası ne?" diye sordu cevap vermektense.
"Tayımın yüzde 4.1, endüstyinin yüzde 16.9 ve hizmet sektöyünün ise yüzde 79.1"
"Teşekkürler San."
San sessizce ve memnuniyetle gülümsedi.
"Yunan tarımının büyük bir potansiyeli var," dedi Mingi konu üzerindeki fikrini belli ederek.
"Birleşmiş Milletler yeşili korumak ve çevre dostu olmak için baya sıkıntılar yaşatıyor ama zaten hepimiz bunu destekliyoruz diye biliyorum," dedi Yeosang.
"Mingi, neden öyle düşünüyorsun?" diye sordu Wooyoung, burnunu çekti ve ilgili bakışlarla Mingi'ye baktı.
"Yani, halkın yüzde otuzu yoksulluk sınırında yaşıyor ve tüm nüfusun yüzde 16.2'si işsiz. Yunanistan'ın turizm, gıda, tütün ve metalde devasa bir sektörleri var, değil mi? Biz de çalışanlara ortalama brüt maaş verirsek o sektörlere yatırıp yapıp kârımızı artırırız."
"Sen ne düşünüyorsun Yeosang?"
"Mingi'ye katılıyorum," dedi. "Dediğim gibi, insanların adil bir maaş aldıklarından ve yaptığımız her şeyin çevre dostu olduğundan emin olabiliriz."
"Katılmayan?" Sessizlik olduğunda gülümsedi. "Güzel. Tarım sektörü o halde."
Ardından daha fazla kişinin gelip işe katılmasıyla gün yavaşça ilerliyordu.
Acı verici kadar yavaş bir şekilde.
Wooyoung'un talimatlarıyla San odanın dışında görev aldığı için sarsıntısından dolayı baş ağrısı çekmiyordu. Ayrıca gözlerine olabildiğinde az ışık gelmesi için ve mümkün olduğunca küçük işler yapması için bilgisayara yazı yazmaktansa kağıda yazıyordu. Ama bu da her şeye yetişebilmesi için elini ağrıtacak ve parmaklarını titretecek kadar ışık hızında yazmak zorunda kalıyor demekti.
Hepsi cam kuleden çıkıp sonunda güneşli caddeye adım attıklarında San rahatlayarak başını geriye doğru attı.
Kollarını başının üzerine uzatarak esnerken gömleği yukarı çıkıp göbeğini açığa çıkarınca hızla ellerini geri indirdi ve utanmış bir halde etrafına bakarak göbeğini kapattı.
"Sizi bilmiyorum çocuklar ama ben gidip kızarmış tavuk alacağım. Herhangi bir yerden. Sadece biraz tavuğa ihtiyacım var," diye konuştu Yeosang, diğerlerinin cevap vermesini beklemeden ilerlemeye başladı.
"Bekle, ben de geliyorum," dedi Jongho hızla arkasından koşarak ve bir kolunu omzuna atınca Yeosang'ın sıçrarken kızarmasına ve ardından tekrar rahatlayıp gülümsemesine sebep oldu.
San somurtup yere bakarken diğerlerini takip ederken yerdeki bir taşa vurdu.
Tavuk istemiyordu.
"Sen gelmiyor musun?"
San hızla bakışlarını kaldırdı. Wooyoung birkaç adım uzağında dikiliyordu, diğerlerini takip ederken San'ın hala dikildiğini görünce duraksadığı belliydi.
"E-ee... geliyoyum."
"Tavuk istemiyor musun?"
"Pek değil."
"Ne istiyorsun? Ben de istemiyorum."
"Geyçekten mi? Ne yesek ki?"
Wooyoung aklına gelen fikirle gülümsedi.
Zaten tek başına yapacaktı ama San'ı da beraberinde götürmek daha iyi gelecekti.
"Meyveli yoğurda ne dersin? Güzel bir yer biliyorum."
"Oluy."
Wooyoung diğerlerinden tam tersi yöne doğru onu takip etmesi için işaret etti. San arkasından koşmadan önce diğerlerine baktı ve ardından önüne dönüp etrafındaki yeni binalara baktı.
"Gittiğimiz tüm ülkeleyi nasıl bu kaday iyi biliyoysun?"
"Gittiğimiz yerlerin haritalarına çalışıyorum," dedi Wooyoung uzaklara bakarak.
"Geyçekten mi? Çok havalı. Çok çalışıyoysun."
"Benim için çok önemli. İşim, şirketim," dedi Wooyoung omuz silkerek, San'la ikisi omuz omuza caddede yürürlerken güneşten dolayı gözlerini kısıyordu.
"O kaday büyük bir şiyketin CEO'su olmak için çok gençsin."
"Yani, çocukluğumdan beri hayalimdeki işin planını yapıyorum. 18'ime girer girmez işe koyuldum."
"Çocukken hayalindeki iş şiyket yönetmek miydi? Benimki pyofesyonel oyuncu olmaktı," dedi San gülerek.
Wooyoung sadece gülümsedi. San'ı sokakların arasında ustalıkla yönlendiriyordu.
Birlikte daha fazla vakit geçirebilmek ve San'ın güzel manzarayı görebilmesi için özellikle uzun yolu seçmişti.
Her bir sokaktaki taşlar farklı renkteydi ve yayalardan dolayı boyalar soyulmuştu. Çıktıkları yokuşun iki tarafına dikilmiş evler ve mağazalar gölge yaparken önlerinde Yunan mitolojisinden heykeller ve büyük çiçek saksıları vardı. Sokaklarda, başlarının üstünde karşılıklı evlerin arasına zigzag çekilmiş iplerdeki asılmış kıyafetlere gülümseyerek baktılar. Panjurlar kapalı, hepsi soyulmuş pastel mavi ya da yeşil renkteydiler.
Oldukça geniş ve yoğun caddeden geçmek için yaya geçidine geldiklerinde duraklayıp beklerken muhabbet ediyorlardı.
San caddenin diğer tarafına bakarken ve konuşarak yaya geçidini geçmeye başladı.
Wooyoung'un yanında yürümediğini fark etmemişti bile.
Hala konuşurken karşı caddeye geçmişti.
"Hey neyse, sen ne düşünüyoysun?" Başını çevirdi ama Wooyoung'u göremeyince duraksadı.
Boşluğa bakarken nereye kaybolduğunu görmek için diğer tarafına döndü, karşısına baktı ve etrafında 360 derece döndü. Kaşlarını çattı, onu en son gördüğü yere, caddenin diğer tarafına bakarken içindeki panik belirmeye başlıyordu.
Fakat karşılaştığı manzara resmen kalbini eritmişti.
Wooyoung eğilmiş, yaşlı bir kadının karşıya güvenle geçmesi için bir kolunu kadının tutunması için uzatmıştı.
Wooyoung'un kadınla konuşurken küçük adımlar atışını izlerken San'ın yüzünde yavaşça bir gülümseme belirdi. Kadın bir eliyle dirseğinden tutunurken diğer eli bastonundaydı ve kırışmış ama güzel bir yüzü vardı.
Yavaşça ilerlerken birkaç araba kornalarına bastı.
Wooyoung anında sürücülere orta parmak çekerken özellikle daha yavaş yürümeye başladı.
San kahkaha atıp trafik lambasının yanında sabırla beklerken Wooyoung'un kibar ve sabırlı oluşunu alt dudağını ısırarak izliyordu. Ve tabii ki yaşlı kadına yaptığı şeyin ne kadar çekici olduğunu düşünüyordu.
San'ın olduğu kaldırıma vardıklarında kadın el salladı ve Wooyoung başıyla eğilerek kadını uğurladı.
Ardından hızla San'a doğru koştu, yüzündeki sırıtışı görünce yanakları hafifçe pembeleşmişti.
"Ne var?"
"Hiç. Senden cidden hoşlanıyoyum," dedi San utangaçça gülümseyerek.
Wooyoung yüzünün artık tamamen kırmızıya döndüğünü hissederken San'ın omzunu hafifçe ittirip hızla ilerlemeye başladı.
San kıkırdayıp peşinden koştu.
"Ne-neredeyse vardık," dedi kekeleyerek, hala San'ın çok üzerinde durmadığı itirafının etkisinden çıkamamıştı; San sadece söyleyip Wooyoung'un da bilgisi olsun istermişçesine söylemişti.
"Ne alacaksın?"
"Çilek ve muz," diye cevap verdi hızla, heyecanını ve gerginliğini yatıştırmaya çalışıyordu. "Sen?"
"Oyaya vaydığımızda kayay veyeceğim, neley vay bilmiyoyum."
"Çok yolumuz kalmadı. Bu yokuşun üstünde," dedi taş merdivenleri göstererek ve San'ın daha fazla uzaklaşmaması için kolunu uzattı.
San'ın yüzü önündeki binlerce basamağı görünce hafifçe bozuldu.
San neredeyse ağlayacaktı ama yine de Wooyoung'u takip etti. Yarı yola geldiklerinde duraksayıp eğilerek ellerini dizlerine dayarken derin nefesler alıp veriyordu.
"Of, siktiy, bacaklayım acıyoy."
"Seni taşıyabilirim."
"Öyle biy şey olmayacak."
"Birkaç basamak kaldı sadece!"
"O biykaç basamakla niyvanaya ulaşmış olacağım. Ne kaday yükseğe çıkmak zoyunda kaldığımıza biy bak! Aytık beyaz ışığı göyebiliyoyum."
Wooyoung kahkaha attı. "Çok abartıyorsun. Harekete geç Tatlım yoksa seni omzumun üzerine fırlatırım."
San kullandığı isimle gülümserken arşa çıkan kalbini sakinleştirmeye çalıştı. Somurtarak ve ayaklarını vurarak basamakları tırmanırken küçük kafeyi görmesiyle çatık kaşları ve büzdüğü dudakları kayboldu.
Sevimli dudakları şaşkınlıkla aralanıp gözleri kocaman olurken nefesini tutmuştu.
Soyulan kan kırmızısı boyalı koyu tuğla duvarlar Yunan evlerin arasındaki parlak yeşil üzüm asmalarıyla küçük kafeyi ön plana çıkarıyordu. Mozaik camlı paslı mavi renkteki kapıda 'Açık!' tabelası asılıydı. Metale duyguları kusursuz bir şekilde işlenmiş at şeklinde oyulmuş altın rengi çok güzel bir mum vardı.
İçerisinin oldukça sakin olduğunu ve menüyü gösteren pencereler binanın iki tarafında da kusursuz görünüyordu. Sekiz masadan üçü doluydu. Masalar loş bir ışıkla aydınlatılıyordu, hepsi yuvarlaktı ve altın rengi kısa ayaklarıyla morumsu bir kırmızı rengindelerdi. Etrafında karmaşık renklerle işlenmiş minderlerin olduğu sandalyeler vardı.
Krem rengi duvarlarda asılı Yunanistan'ı ve bir kafedeki insanları tasvir eden resimler ve boyamalar hem oldukça eski hem de yeni gözüküyordu.
"Çok güzel!"
Wooyoung rahatlayarak kendi kendisine gülümserken aynı zamanda uzun bir süredir gelmediği kafeye tekrar büyülenmiş gözlerle bakıyordu.
San için kapıyı açtı ve içeri girdiklerinde arkasından geri kapattı.
"Yesimleye bakabiliy miyim?" diye fısıldadı sarışın adama doğru.
Wooyoung alt dudağını ısırırken başıyla onayladı. Duvara doğru San'ı takip edip sessizce resimleri incelemesini izledi. Kafenin dışındaki iki esmer çocuğun tasvir edildiği resme gülümseyerek bakakaldığında Wooyoung kafenin diğer taraflarına baktı.
San siyah beyaz bir resme kaşlarını çatarken başını hafifçe yan yatırıp daha yakından baktı.
Asyalı genç bir çocuk vardı, muhtemelen Yunan olan ve kırklarında gözüken bir kadının yanında dikiliyordu.
Şort ve siyah tişörtün içindeki çocuk yaklaşık 14 yaşında gibi görünüyordu. Bacakları ve kolları morluklarla doluydu ve yüzünün sol tarafında gözünün yarısını kaplayan bir siyahlık vardı. Bir eliyle yaralı gözünü ovalarken kameraya doğru gözlerini kısarak bakıyordu.
Kadın da gülümsemiyordu ama kameraya çok güzel bakıyordu, bir kolu oldukça kısa çocuğun omuzlarındaydı. Hemşire önlüğü, beyaz bir kep ve beyaz topuklu ayakkabılarla beyaz bir elbise giyiyordu.
Tam olarak içinde bulundukları kafenin önünde dikiliyorlardı.
Önce tarihe ardından isimlere yakınlaşıp dikkatle baktı ve ardından şaşkınlıkla iç çekti.
2013.
Agatha & Wooyoung.
San sertçe Wooyougn'un kolunu çekiştirdi.
"Bu sen misin?!"
Wooyoung başıyla onayladı, eski fotoğrafa bakarken hafifçe gülümsedi.
"Kadın kim?" diye sordu güzel kadını işaret ederken.
"Agatha," dedi sessizce. "Buraya birçok kez birlikte geldik. Bana yoğurt alırdı."
"Hey zaman mı?"
"Yaralandığımda. Küçükken birkaç ay burada kaldım."
"Çok fazla canın yandı mı?"
Wooyoung başıyla onayladı.
San somurturken tekrar fotoğrafa baktı.
"Çok güzel biy kadın. Bana ondan bahsetmek istey misin?"
"Yoğurtlarımızı aldığımızda," dedi Wooyoung, gözlerini oldukça canlı bir şekilde çekindiğini hatırladığı fotoğraftan çekip menünün yazıldığı tahtaya baktı. "Ne alacağına karar verdin mi?"
_______________________________________________
Kadın sizce kim olabilir 👀
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top