13: ACAB
*Bölüm başlığı bilgilendirmesi*
İngilizcesi 'All Cops Are Bastards' olan, polise karşı çeteler tarafından özellikle polis araçlarına ACAB kısaltmasıyla yazılan, Türkçede 'Tüm Polisler Piçtir' anlamına gelen ifade.
*Bilgilendirme bitmiştir.*
TW: Tecavüz girişimi
Wooyoung kısık gözleriyle San'ın her bir hareketini izlerken gözlerini üzerinden çekip Choi San olmayan birine ya da bir şeye odaklanmak istiyordu ama her seferinde başarısız oluyordu. Her gülümsemesi, kalçasını her döndürüşü sarışın adamı daha da büyülüyordu.
Görmenin daha zor olduğu kalabalığın ortasında olmaması adamı daha mutlu etmişti. Kimse ona doğru istemediği bir hareket yapmıyordu, bu da her ne sebepten San kalabalığın dışında kalmaya karar verdiyse Wooyoung'u memnun etmişti. Daha çok ışığın ve daha az insanın olduğu yerde olanları görmek çok daha kolaydı. Kimse ünlerine zarar verecek bir şey yapmaya cesaret edemezdi.
Bu durum midesini bulandırıyordu ama aynı zamanda San'ın orada güvende olması içini rahatlatıyordu.
Wooyoung iki sebepten dolayı gözlerini genç adamın üzerinden ayırmıyordu: bir, güvende olduğundan emin olması gerekiyordu (o ve Mingi umursamazca öyle bir dans ediyordu ki arada insanlar ikiliden uzaklaşıyordu). Bazıları içkilerine hap atmaya ya da istemediği şekilde ona dokunmaya çalışabilirdi çünkü evet, bazı adamlar eğitimsiz köpeklerden daha az iradeye sahipti. Onu bunlardan korumak zorundaydı. Ve iki, San kesinlikle göz kamaştırıcı görünüyordu.
Işık terli, bal rengi tenine yansırken tıpkı bir yıldız gibi parlıyordu. Başını geriye atıp vücudunu hareket ettirirken Mingi'nin yaptığı bir şeye kahkaha atıyordu. Kıyafetlerinin üzerine mükemmel oturuşu, kusursuz köprücük kemiklerini açığa çıkaran gömleğimin gövdesini sarışı ve uzun bacaklarıyla dolgun kalçasını sıkıca saran kot pantolonu...
Wooyoung yutkundu ve vücudunun aşağılarındaki küçük sorunu engellemek için aegyo yapan Seonghwa'yı düşünmeye başladı.
Wooyoung dans pistinde ne yapacağını bilemiyordu; skandala karışma korkusuyla halk içinde cinselliği çağrıştıran bir şey yapmak istemiyordu, ayrıca yıllardan beri dans etmediğinden hala dans edebiliyor mu bilmediği için dans etmek istemiyordu.
O yüzden müziğe eşlik etmek için arada bir çekinerek omuzlarını hareket ettirirken merakla çevresine bakınıyordu.
Kendilerine dokunmasını isteyen yabancıları umursamazken onu dans ettirmeye çalışan Yunho'yu da ikide bir ittirmek zorunda kalıyordu.
San ve Mingi'nin dans ettiği yere tekrar baktığında emin olmak için daha net bakmaya çalıştı ve ikisinin de orada olmadığını fark edince duraksadı.
Kaşlarını çatıp etrafına bakınırken içinde kendisini hissettiren kötü his bir şeylerin yolunda gitmediğini ya da kötü bir şeyin olacağını söylüyordu. Kolundan birisi tutup hızla çevirmeden önce öne doğru birkaç adım attı.
"Nereye gidiyorsun?" diye bağırdı Seonghwa, üzerine doğru twerk yapan Yunho ve Jongho'ya rağmen ciddi kalmaya çalışıyordu.
"Hiçbir yere," diye bağırdı Wooyoung ve arkadaşının elinden kurtulup San'ı bulmak için geri arkasına döndü.
Terli bedenleri ittirirken onunla dans etmek için durdurmaya çalışan elleri umursamıyordu bile. Kabalık insanların içinden çıktığında San'ı görünce rahatça derin bir nefes verdi. Tacize uğramamış ya da rahatsız edilmemişti, sadece tuvalete doğru gittiğini düşündüğü ama aslında büyük balkona doğru giden Mingi'nin ardından onu izliyordu.
Ona söylesem mi..?
Eh, bence bir sıkıntı yok.
Zaten eninde sonunda fark edecek.
Tam San'a doğru yaklaşacaktı ki genç adam arkasına dönüp salondan uzaklaşmaya başladı. Nereye gittiğinden emin olmadığı için Wooyoung merakla arkasından baktı. Sola döndüğünü görünce sarışın adam muhtemelen tuvaletlere doğru gittiğini düşündü.
Wooyoung omzularını silktikten sonra bara doğru geri döndü, canı içki çekiyordu ve tüm arkadaşlarının güvende olduğundan emin olabileceği bir yer arıyordu.
☂︎☂︎☂︎
Kapının diğer tarafında yardım için ağlayan bir kadın vardı.
San'ın nefesi kesilirken gözleri şokla açıldı. Kuru dudaklarını ıslatırken birazdan içine gireceği şey için kendisini hazırladı. Korkudan elleri titriyordu ama o kişiyi orada bırakmasının imkanı yoktu.
Yardım çağıracak ve düzgünce düşünecek vakit yoktu, o yüzden zihninde düzgünce bir plan yapmadan önce kapıyı hızla açtı. Ve maalesef beklediği şeyi gördü..
Geniş omuzlu bir adam, bağırıp karşı çıkmaya çalışan bir kadını yatağa doğru ittirirken hem kendi kıyafetlerini hem de kadının kıyafetlerini çıkartmaya çalışıyordu.
İkisi de onu duymadı; adam kadını sabit tutmaya çalışırken pantolonunu indirmeye odaklanmıştı. Kadınsa çığlık atarken adamı tekmeliyor, ittiriyor, mümkün olan her şekilde ondan kurtulmaya çalışıyordu.
San'ın başı panik içinde sağa sola dönerken adama vurabilmek için bir şeyler arıyordu. Onu yumruk yumruğa devirmesinin imkanı yoktu; daha önce kimseye vurmamıştı ve adamın tek bir hamlesiyle onu böcek gibi duvara yapıştıracağını biliyordu. Odanın bir tarafında duran büfeye koşup üzerindeki küçük, metal takı kutusunu eline aldı.
İşe yaramak zorundaydı.
Yatağa doğru ilerleyip elindeki silahı yukarı kaldırdı ve canavarın başının arkasına olabildiğince sert şekilde geri indirdi. Ani darbeyle adam geriye kalkıp inlerken kadının elleriyle bacaklarını serbest bıraktı. San adamın kollarını kavrayıp sertçe kadının üzerinden çekiştirip yataktan ittirince tok bir sesle yere düştü.
Ona cesaret veren belki San'ın insanlara izinsiz dokunulmasına karşı olan saf nefretiydi.
Belki de sadece kendisinin yaşadığı değil her tecavüze uğrayan ya da istismara uğrayan insanın yaşadığı tüm o acılar ve travmalar için olan intikam isteğiydi.
Belki de ikisi birdendi.
Fakat San geri adım atmayacaktı.
Adamın bacaklarını kavrayıp bükerken metal kutuyu ardı ardına vurmaya devam ediyordu. Gözleri yaşlarla ıslanmış ve elleri titriyordu ama tecavüzcünün yüzünü dağıtmak için kollarını bir an olsun indirmiyordu.
Kemiğin kırılma sesini duyduğuna adı gibi emindi ama durmuyordu.
Her bir santimi kaplayan ve saçlarında biriken kanla yüzü artık tanınmaz haldeydi. Ama hala durmuyordu.
Altındaki bedenin artık karşı çıkmadığını ve hareket etmediğini fark edince sonunda silahın elinden düşmesine izin verdi. İfadesiz surata öylece bakarken o an en önemli şey, bir kişinin daha kendi yaşadığı şeyleri yaşamaması için yardım ettiğinden emin olmasıydı.
Yaşlar yanaklarını ıslatıyor ve alt dudağı titriyordu ama hemen yanından ağlayış sesini duyunca kendine geldi.
Titreten bacaklarıyla ayağa kalkarken yatak örtülerinin üzerinde kıvrılmış kadına endişeli gözlerle baktı.
Pekala, şu anda korkmuş halde. Onu istismarcısının bedeninden uzaklaştır ve güvende hissedeceği bir yere götür, diye düşündü San içinden. Neredeyse tecavüz edecek adamla bir saniye daha aynı odada kalmayı hayal dahi edemiyordu.
"Hadi seni buradan çıkaralım, olur mu?" diye sordu San sakince ama sesinin çatlamasına engel olamamıştı.
Aralarına mesafe koyup ellerini kadının görebileceği yerde tuttuğundan emin olmak istiyordu. Kadını olabildiğince rahat ettirip güvende hissettirmek istiyordu.
Kadın hala ağlamaya devam ediyordu ama hafifçe başını sallamasıyla San doğru şeyleri yaptığına emin oldu. Yavaşça kadına doğru yürüdü ve nazikçe ellerini tuttu. San'ın yardım etmesine izin vererek güçsüzce San'ın ellerine doğru uzandı.
Kadına gülümserken yavaşça çekerek yanında dikilmesine yardım etti.
Bir eliyle kadının ellerini tutarken diğer elini dışarı doğru tutup sadece bileğiyle ve üst koluyla destek olarak ayakta tutabilmek için belini sardı ve odadan dışarı doğru götürdü.
Hareketsiz bedenin yanından geçerken kadın gerildi ama şoktan kocaman olan gözlerini bir olsun kapıdan ayırmaya cesaret edemiyordu.
San beliyle kapıyı açtı ve sonuna kadar araladı. Ardından kapatıp kilitlerken odanın nerede olduğunu zihnine kazıdı. Daha sonra polise tarif etmek için hatırlaması gerekiyordu.
Sessizce koridorda ilerlediler. Hala bomboş ve ürkütücü bir şekilde sessizdi, San gergin atmosferden dolayı zorla yutkundu. Çok yakın olduğu için kadının rahatsız olmaya başladığını hissedince ellerini yana indirdi ve aralarına bir iki adım mesafe koydu.
Kadın San'a yüzünde beliren küçük gülümsemeyle bakarak ne kadar minnettar olduğunu göstermeye çalıştı. San da cevap olarak üzgün bir şekilde gülümsedi.
San hala nereye gideceğini bilmiyordu. Tekrar rahatsız olma ya da az önce yaşadıklarını tetikleme ihtimaline karşı oradaki hiçbir odaya girmek istemiyordu. Ama ana salona ya da parti alanına da giremezdi, bir sürü insan onu muhtemelen daha fazla korkutacaktı.
Belki de dışarı çıkarabilirdi.
Dudağını ısırırken sormaya karar verdi. "Balkona ya da bahçeye çıkmak ister misin, yoksa..."
"Olur, tabii," dedi kadın sessizce, hala şok içindeydi.
San başıyla onayladı ve sağ duyusunu kullanarak uygun bir yer aradı. Sonunda malikanenin arka tarafına tepeden bakan sessiz bir balkona çıktılar. Birkaç şezlong, üzerinde bitkilerin olduğu masalarla sandalyeler vardı.
Pekala. Biraz daha güvende hissediyor. Şimdi onu rahatlatmalıyım. Muhtemelen üzerinde hala o elleri hissediyor ve hem üzgün hem de kirli hissediyordur. Havlu ve su, diye düşündü San hızla.
"Eğer burada beklemek istersen ben hemen gidip sana biraz su ve havlu getireceğim. Başka ihtiyacın olan bir şey var mı?"
San sabırla bir cevap bekledi. Kadının yüzünden hala yaşlar süzülüyordu ama şimdi biraz daha sakinleşmişti. Kollarını kendi vücuduna sarmıştı ve şezlonglardan birine oturmuş, önündeki karanlık bahçeye bakıyordu.
"Sadece havlu ve su lütfen."
San başıyla onaylayarak ileri doğru dört adım atmıştı ki kadının tekrar konuştuğunu duydu. "Ben Irene."
San duraksadı ve arkasını döndü. Kadın hala hareketsizce duruyor ve bahçeye bakıyordu. "San."
"San," diye tekrar etti kadın sessizce. Bu sefer aniden yan döndü ve gözlerindeki içtenlikle bakarken San başının döndüğünü hissetti. "Teşekkür ederim."
☂︎☂︎☂︎
sanie 👃
gigi: dostuum
gigi: nerwdesin
gigi: galiba kayboldum
gigi: karşımdaki keçi mi
gigi: yo dur köpekmşş
gigi: havlıyım mo
gigi: hayır sahibi beni garşpser
gigi: ayrıca bahçeue çıkmışom
gigi: sabqhtan beri tuvaleti aramak zorundq kaldm
gigi: sanbie
gigi: saniw
gigi: snaieeeee
gigi: SNIJE NEREDESİN SWN 😠😠😠
gigi: ssen kötü bir arkadaşson
gigi: ben gidip yunhoeyu bulucam
gigi: güle güle sürtük
gigi: şaka şaka sürtüj değilsin
gibi: yollusun 🥺🥺
Mingi telefonu cebine geri koydu ve karanlık ama canlı partiye güçsüz bacaklarıyla geri döndü. Çakırkeyifti, küçük telefonunda mesajlarını düzgünce yazamamıştı. Telefon çok küçük değildi sadece elleri kocamandı o yüzden ayık kafayla da düzgünce yazamıyordu.
Mingi tam dans pistine gidecekti ki Wooyoung'un barda yalnız başına oturduğunu gördü. Pistten dönerek bara doğru gitmeye karar verdi.
"Selam," dedi yorgunca, yanına oturmak için sandalye çekerken patronunun omzuna vurdu.
Sarışın adam başını döndürerek adamın görüntüsüyle birlikte kendisini gülerken buldu.
"Neden burada yalnızsın?"
"San'ı bek– bir şeyler içmek istedim."
Mingi'nin ilk dediğini anlamamasıyla Wooyoung rahatça bir nefes verdi. Etrafına bakınırken koyu saçlı genç adamı göremeyince kaşlarını çattı.
Boğazını temizleyip votkasından büyük bir yudum aldı. "San nerede? İkinizin dans ettiğini sanıyordum."
"Ee, bilmiyorum. Dinlenmemiz için bir yer bulduğunda bana mesaj atacaktı ama atmadı."
"Mesaj atmadı mı? Ne kadar oldu?" Wooyoung ardı ardına soru sordu, şimdi yüzü Mingi'den ziyade dans pistinin olduğu tarafa dönmüş gözleri genç adamı arıyordu.
"Bilmem... yirmi dakika falan belki. Tuvaletleri bulmam on saat sürdü. Sonrasında on dakika boyunca telefondan arayıp mesaj attım," dedi Mingi umursamazca, büyük bir sorun olduğunu düşünmüyordu.
Wooyoung'un bedenini endişe kaplarken dudağını ısırdı.
San nereye gitmişti?
İyi miydi?
"Nereye gitti?" diye sordu ve bardakta kalan içkisini kafasına dikip ayağa kalktı.
"Bir fikrim yok."
"Teşekkürler Mingi."
"Önemli değil Youngie."
Wooyoung Mingi'nin tercih ettiği isime gülümserdi ama şimdi çok daha önemli bir sorun vardı.
Elleri ceplerinde arkasını döndü ve parti salonundan çıktı. Çıktığı anda bir çiftin bir duvarın önünde seviştiğini gördü, başını hızla sağa ve sola çevirdi. Ani ışık değişiminden dolayı gözleri ortama zor adapte olurken içindeki bir hisle sol koridora dönmeden önce tereddüt etti.
En yakın arkadaşı Mingi'ye cevap vermediği gibi kendisine de muhtemelen cevap vermeyecek olsa bile telefonunu çıkarıp San'a mesaj attı.
choi san
w: iyi misin? mingi ona mesaj atman gerektiğini ama atmadığını söyledi
w: neredesin gelip seni bulacağım
Wooyoung bildirim sesinin açık olduğundan emin olduktan sonra telefonu geri cebine koydu. Rastgele koridorda ilerlerken tam olarak nereyi arayacağından emin değildi.
Eski zamanlardan beri ara sıra birlikte iş yaptığı mekanın sahibini arayıp San'ı daha çabuk bulmaya karar verdi. Belki de kamera kayıtları vardır ya da güvenlik görevlileri onu görmüştü?
"Jung! Diğer partiye gittin, değil mi? Bu yaşlı adamı ne için aradın?" Bozuk İngilizcesiyle İtalyan adam telefona doğru resmen bağırıyordu.
"Çalışanlarımda birini bulmam için yardım edebilir misin diye merak ettim, bir süredir kimse görmemiş ve nereye gittiği bil–"
"Wooyoungie?"
Sarışın adam duraksadı, ince, tatlı sesi duyduğunda dudağıyla oynayan parmakları hareketsizleşti. Kalbi tekledi.
"Seni daha sonra ararım," diye mırıldandı ve yaşlı adamın bir şey demesine fırsat vermeden telefonu kapattı.
Tüm gece aklında olan genç adamı tam önünde görebilmek için topuklarının üzerinde arkasına döndü. Rastgele girdiği bomboş koridorun ortasında onu ararken nereden çıkıp gelmişti? Üstelik elinde havlu... ve bir bardak suyla?
"Hey... iyi misin sen?" diye sordu Wooyoung tereddüt ederek, gözleri bir yerinde bir şey var mı diye tepeden tırnağa bedenini süzüyordu.
Hafifçe yarılmış eklemlerini fark edince Wooyoung'un gözleri kısıldı. San'ın elleri normalde yumuşak ve yarasızdı.
"Eline ne oldu?"
Gözlerini şaşkınlıkla eline çevirmeden önce San bir süre Wooyoung'a baktı. "Bu mu? Eee... h-hiç."
Bir şeylerin yolunda olmadığını fark edince Wooyoung'un yüz hatları sertleşti. Yakınına yürüyerek aralarındaki yaklaşık beş metrelik mesafeyi yarım metreye düşürdü.
"San," dedi sertçe.
Derinden gelen sesle San yutkunurken zihni aniden diğer güne (Pazartesi miydi? O kadar zaman olmuş muydu?) Wooyoung'un ona bağırdı zamana gitti. Bakışlarını ayaklarına çevirdi ve hızla bir bahane bulmaya çalıştı.
"Be-ben, ee, düştüm! Evet, düşünce elimi incittim. O yüzden elimde su ve havlu var. Ondan," dedi San hızla gülümseyerek, göz temaslarını bozmamaya çalışıyordu ama maalesef başarısız olmuştu. Gergin bir halde gözleri etrafını süzerken sarışın adamın önünde kendisini minicik hissediyordu.
"San, yalan söyleme."
San dudağını ısırarak bakışlarını yere çevirdi. Wooyoung'a anlatabilir miydi? Söylerse Irene ne düşünürdü bilmiyordu. Ama... o cesetle ilgili bir şeyler yapması gerekiyordu. Hala canlı olabilir miydi? Muhtemelen öyleydi. San hayatında ilk kez birisine vuruyordu ve ölmüş olamazdı.
"Pekala... ee... nasıl söylesem bilmiyorum. Acaba... acaba beni takip etsen olur mu? Lütfen?" diye sordu San umutla. Bir an önce Irene'e gidip ardından hapiste çürümesini istediği adamla işi halledip ardından tekrar Irene'e gidip onu rahatlatıp destek olmak istiyordu.
Wooyoung'un dudakları ince çizgi halini alırken başıyla onayladı. San'ın gözleri gülümserken küçük hilal şeklini aldı ama saniyesinde az önce neler olduğunu hatırlayınca hilaller kayboldu. Havluyu omzunun üstüne koyup suyu da aynı eline aldı ve diğer eliyle Wooyoung'un ceketinin kol ucundan tutup birkaç koridor ilerdeki balkona doğru çekiştirdi.
Bir süre kaybolduklarını düşündü ama sonunda balkonun cam kapısının önüne geldiler. Hala ceketinin kolunu tutarken San yalvaran bakışlarla birlikte Wooyoung'a döndü.
"Bunları ona vermem lazım," dedi San ve beş dakika önce bırakıp gittiği yerden bir santim bile yerinden oynamamış Irene'i işaret etti. "Sonra sana her şeyi anlatacağım. Ve, ee, sana bir şey göstereceğim. Çok rahatsız edici olan bir şey."
Hemen ardından San arkasına döndü ve yavaşça kapıyı açtı, temiz hava dalgası yüzüne çarptı. Irene gelen sesle ürkerek arkasına baktı, San'ın yavaşça kapıyı kapattığı görünce rahatladı.
"Selam, geri geldim," dedi, kadının zaten gördüğü şeyi söylediği için kendisini aptalca hissetti.
Wooyoung'un hala orada olup olmadığı görmek için arkasına baktı. Oradaydı, kolları göğsünde bağlı bir halde duvara yaslanmış, yüzündeki aklı karışık bir ifadeyle San'ı izliyordu. Tüm dikkatini Irene'e vermeden önce San baş parmağıyla her şey yolunda işareti yaptı.
"Sana su getirdim. Eğer emin olmak istersen ilk önce ben içebilirim. Ayrıca biraz daha rahat hissetmen için sana havlu da getirdim. Oradaki arkadaşım bize... ee, diğer şey için yardımcı olmak için burada ama eğer üşüyorsan sana ceketini verebilir." San yanlış bir şey söyleyip her şeyi mahvetmek istemiyordu. Bu durumu mükemmel bir şekilde idare ettirip zaten kötü olan durumu daha travmatik bir hale sokmak istemiyordu.
"Hayır, sorun değil. Teşekkür ederim..." dedi kız sessizce, minnettar görünmesi San'ı hafifçe ürpertmişti.
Havluyu şezlonga, Irene'in yanına koydu ve suyu uzattı. Yüzündeki ifadesizlikle hızla birazını eline döküp yüzüne, kollarına, bacaklarına ve boynuna defalarca sürüp ovaladı.
San onu izlerken ne kadar kötü hissettiğini bildiği için sessizce ağlamaya başladı. Kimsenin kendi hissettiklerini hissetmesini istemiyordu. Ya da yaşadığı şeyleri yaşamasını. Ne yapacağını bilmiyordu, kızın sıkı bir sarılmaya ihtiyacı var gibi görünüyordu ama kısa süre önce yaşadıklarını tekrar yaşamasından çok korkuyordu.
Yavaşça yere otururken hıçkırıklarını dizginlemeye çalışıyordu, bok gibi hissederken elinden bir şey gelmemesi kalbini acıtıyordu.
"I-Irene? Hızla gidip bir şey yapmam gerek eğer sorun değilse. Hemen ardından geri geleceğim yanına," dedi San beraber oturup bir süre ağladıktan sonra. Ona güven vermek için gözlerinin içine bakıyordu.
"Ta-tamam... acele etmene gerek yok, bi-biraz yalnız kalmak i-istiyorum."
San başıyla onaylayıp onu daha iyi hissettirmek için gülümsedi. Irene gülümsemesine karşılık vermedi, sadece öylece San'a bakıyordu.
San ayağa kalktı, yüzündeki gülümsemenin kaybolup yerini tekrar sıcak gözyaşlarının aldığını görmemesi için bir süre arkası dönük bekledi. Wooyoung'a baktığında onları rahatsız etmemek için sırtını dönmüştü ama San kapıyı açtığında hızla arkasını döndü.
Artık hiç öfkeli görünmüyordu, sadece endişeliydi. Yüzündeki gülümsemeyi beklerken yaşları görünce endişesi daha da artmıştı.
"Sanie?! Neden ağlıyorsun? Ne oldu?"
Cevap vermeden bol ve uzun gömleğinin koluyla yaşları sildi ve takip etmesi için Wooyoung'a işaret etti. Titreyen bacaklarıyla asla gitmek istemediği yere doğru ilerledi.
Kapıya vardıklarında duraksadı. Öylece dikilip bir süre kapıya baktı ve hemen sonra Wooyoung'u kolunu tutup onu önüne doğru çekiştirdi.
Kapıyı ilk önce kendisinin açmasının imkanı yoktu. Wooyoung onun yerine yapabilirdi.
San'a sorgularcasına bakarken aynı zamanda elini kapı koluna doğru uzattı. Yavaşça çevirdi ve kapıyı ittirerek açtı, genelde ceplerinde duran elleri artık dışardaydı ve sanki kavga edecekmiş gibi sıkıca yumruk yapmıştı.
Wooyoung'un geniş sırtının arkasına saklandığı yerden başını çıkararak içeri baktı ve gözleri yatağın yanında gözüken ayağı gördü. Wooyoung'un sırtına tutunurken yatağa doğru işaret etti.
"Birisi mi öldürdün?" diye sordu sarışın adam, ses tonu şaka yapar gibiydi.
"Bi-bilmiyorum..." diye dürüstçe cevap verdi San, yerde yatan bedene doğru gitmek için Wooyoung'u işaret etti.
Wooyoung elini uzattı. "Sen orada kal. Bana neler olduğunu anlat."
"Ee... şe-şey, Mingi'yle ikimiz için sessiz bir yer bulmaya çalışıyordum. So-sonra bir... çığlık duydum ve bu odaya kadar sesi takip ettim. O," San yerde yatan adamı işaret etti, "...Irene'e, balkonda gördüğün kadına te-tecavüz etmek üzereydi. Ben de, ee, metal bir kutu buldum ve bi-bir kaç kez kafasına vurdum ve.... işte," dedi San kekeleyerek.
Wooyoung başıyla onaylarken hemen dibinde yatan adamın kanla kaplı yüzüne baktı. Maalesef hala nefes alıyordu. Düşüncelere dalarken dilini yanağının içinde gezdiriyordu.
Kendi adamlarını mı getirmeliydi yoksa polisi mi aramalıydı?
Polis işi çok uzatırdı, ayrıca tamamen yozlaşmışlardı. Irene'in ne giydiği, sarhoş olup olmadığı, adamı kandırıp kandırmadığı gibi bir sürü saçma şeyler soracaklardı. Tecavüzcülerin sadece yüzde ikisi hapsi boyluyordu, o yüzden hiçbir adaletin olmadığı mahkemelerde Irene'i uzun süre süründüreceklerdi.
Peki ya San? Sarışın adamın polisi aramasını bekliyordu, değil mi? Adamın tutuklanmasını istiyordu.
Ancak San'ın da başı belaya girebilirdi. Onu kimse tanımıyordu ama oldukça zengin ve güçlü bir iş adamını bayıltmıştı. İnsanlar onu mahvetmek için intikam isteyecekti.
Polis bu işe girmemeliydi.
San'a baktı, kollarını bedenine sarmış bir halde dikilirken dudakları titriyordu.
"Irene'in yanına dönmeni istiyorum. Bununla ben ilgileneceğim. İşim bittiğinde ikinizin yanına gelip her şeyi açıklayacağım." Yalan. Birazdan yapacaklarını asla açıklayamazdı. "Tamam mı?"
"Ta-tamam... olur, tamam. Ne kadar sürecek?"
"En fazla yarım saat."
San başıyla onayladı. "Teşekkürler Wooyoung," dedi sessizce.
Wooyoung cevap vermedi, sadece San'ın yavaşça ilerleyişini izledi. Wooyoung el sallayınca hafifçe gülümsediğini gördü.
☂︎☂︎☂︎
"Tekrar geldim," dedi San seslenerek, cam kapıyı kapatıp Irene'in yanındaki şezlonga doğru yürüdü. Oturduktan sonra tereddüt ederek Irene'e baktı.
Farklı görünüyordu ama San bunu dile getiremedi. Irene aniden San'a doğru döndü ve dizlerini kıvırarak bacaklarının üzerine oturdu.
"Erkeklerden nefret ediyorum."
"Ben de," dedi San hızla başıyla onaylayarak.
"Ben gerçekten ama gerçekten nefret ediyorum."
"Haklısın. İğrençler," diye katıldı dediklerine. Eğer konuşup espri yapmak (muhtemelen espri yapmıyordu) onun durumla baş etme mekanizmasıysa San da ona ayak uyduracaktı.
"Sana... sana içimi dökebilir miyim?" diye sordu hevesle oturduğu şezlongun kenarına kayarak.
"Tabii ki, dinliyorum," dedi San da heyecanla ve sanki dedikodu yapacaklarmış gibi San kadına doğru eğildi. Artık korkmuş görünmüyordu, daha çok... öfkeli ve bıkmış gibiydi.
"Bir de... biraz... ee, belki biraz..."
San, Irene'e doğru başını salladı. "Ne istiyorsan sorabilirsin."
"Biraz daha yakınıma gelebilir misin?" diye sordu Irene birden.
San'ın gözleri büyürken kızardı. Irene San'ın şaşkınlığını farkedince hızla ekledi, "Sadece daha rahat etmek için. Ben eşcinselim."
"Ben de."
"Gerçekten mi? Yani erkeklerden hoşlanıyorsun? Çok üzgünüm."
"Ben de öyleyim. Ayrıca eğer çok yakınlaşır ya da yapışkan biri olursam söyle lütfen."
"Söylerim. Gel," dedi San'a eliyle işaret ederek. Dar şezlonga uzanırken yanındaki boş yere eliyle vurdu. San tam tersine uzanırken Irene'in dirseğinden destek alarak başını eline koyuşunu aynı şekilde taklit etti.
Irene endişeyle dudağını ısırdı. "San?"
"Evet?"
"Yanlış mı yapıyorum?"
San kaşlarını çattı. "Nasıl yani?"
Irene derin bir nefes aldı ve mürekkep koyusu gökyüzüne bakmak için sırt üstü döndü. "Yani... şu anda yeterince üzgün değilmişim gibi hissediyorum. Daha önce hem korkmuş hem de iğrenmiştim. Ama şimdi... hiçbir şey hissetmiyorum. Ne mutsuzluk ne acı ne de başka bir şey. Bu kötü bir şey mi?"
"Hayır," dedi San sertçe. "İnsanlar bu tarz travmaları farklı şekilde atlatır. Bunu söylediğim için özür dilerim ama şu anda hala şok geçiriyor olabilirsin ve yaşadığın şeyleri hala algılayamıyor olabilirsin. Daha sonra hepsini hissedeceksin. Bu yarın olabilir, bir hafta sonra ya da bir ay sonra olabilir, bilmiyorum. Bunu atlatmanın doğru bir yolu yok. Sadece kendin... olmalısın. Devam etmek zorundasın."
Irene endişeyle bakıyordu; kaşları çatılmış, dudakları sıkıca birbirine bastırılmıştı. Yavaşça başını salladı. "Bunları nereden biliyorsun?"
San ağzını açtı ama aynı kapandı, hazırlıksız yakalanmıştı.
Zorla yutkunurken gözleri gergince etrafta gezindi. Irene tereddüt ettiğini fark ederken vardığı farkındalıkla gözleri kocaman oldu.
"Sen de.... mi...?"
"....Evet," diye fısıldadı, gözlerine bakamıyordu.
"Aman tanrım San. Ne zaman?"
"15 yaşımdaydım."
Irene ağzı açık ve gözleri kocaman bir halde San'a bakıyordu. San rahatsız bir şekilde kıpırdandı, zihninde beliren anılardan ve üzerindeki ilgiden ve acıyan bakışlardan mutlu değildi.
"Önemli değil, gerçekten," dedi San gülümseyerek. "Şimdi, bu konuda her ne söylemek istiyorsan söyle çünkü ben de erkeklerden nefret ediyorum."
_________________________________________________
Çevirmesi zor bir bölümdü. Bazı cümlelerin haklılığını ülkemizde de yaşadığımız gerçeği yüzüme bir kez daha çarptı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top