24: Otobüs Bağları

Wooyoung eğilerek ayaklarından tutup ayakkabılarını giymesine yardımcı olurken San kıpkırmızı yüzüyle ayaklarına baktı.

Bir daha o ilacı asla içmeyeceğim.
Ne tür bir ilaç seni sersem, deli ve cesur yapabilir ki?

Kucağına oturdum.

Yüzünü öptüm.

Ona sarıldım.

Resmen ona mükemmelsin dedim.

Bacaklarımı ve kollarımı ona sardım.

Resmen aptal gibi göründüm.

Ölmek istiyorum.

"San? İyi olduğuna emin misin? Uykundan uyandığından beri garip davranıyorsun," dedi Wooyoung ona bakarak, bağcıklarını bağlıyordu.

San mümkünmüş gibi daha da kızardı.

"Be-ben dünkü hey şey için ço-çok ö-özüy dileyim... ben bi-biyaz şeyken..." dedi San kekeleyerek, utançtan neredeyse yerin dibine girecekti.

Wooyoung sırıtışını saklamak için başını yere eğdi. İlacın etkisindeyken yaptıkları için milyonuncu kez özür diliyordu.

Sanki Wooyoung sorun ediyormuş gibi.

"Tekrar söylüyorum sorun değil, cidden. Çok tatlıydın aslında. İlaçlar normalde yapmayacağın şeyleri yatırdı sana, yani hiçbiri senin suçun değildi. Ayrıca bugünden itibaren içeceğin ilaçların öyle bir yan etkisi olmayacak."

'Tatlı' olduğunu söyledikten sonra San diğer söylediklerini pek duyamamıştı.

"Pe-pekala... o zaman, özüy dileyim," diye mırıldandı ve Wooyoung ayağa kalktığında San başını daha da eğdi.

"Özür dilemeyi bırak artık," dedi Wooyoung gülümseyerek, San'ın hiçbir eşyasının kalmadığından emin olmak için odanın içine tekrar göz attı.

"Özü- yani... neyse."

Wooyoung, San'a bakarak kıkırdadı. Bacakları yatağın kenarından sallanıyor, elleri ise bacaklarının altına sokuşturmuş halde tam bir uslu, küçük bir çocuk gibi duruyordu. Başı öne eğikti ama Wooyoung kızaran yanaklarını görebiliyordu.

Karşısındaki görüntüye kocaman sırıttı.

San'ın tamamen toplandığından emin olduktan sonra (el çantasında Shiber hariç, bir boyama kitabı ve boyama kalemleri, iki tane örtü ve San'ın otobüste takması için küçük çantası vardı) arkasına döndü.

"Pekala, her şeyi aldım. Gitmek için hazır mısın?"

San başıyla onayladı ve yataktan indi, sırt çantasını aldı ve el çantasına uzanırken Wooyoung hızla uzanıp tuttu.

"Ben hallederim."

San somurttu. "Ama senin çantan vay."

"Ve senin de sarsıntın var, hadi gidelim."

San arkasından giderken mırıldandı. "İyi de bunun benim çantayı taşımamla ne alakası vay?"

Wooyoung onu görmezden geldi, onu kararından hiçbir şey döndüremezdi.

San iyi olduğu konusunda ısrar etse bile. San tek başına çantasını toplayabilir, üzerini değiştirmek için banyoya gidebilir, ayakkabılarını giyebilir, ilaçlarını içebilir, eşyalarını taşıyabilirdi ama her birini Wooyoung yapmak istemişti ve yapmıştı da.

Kapıyı kilitlediler ve zemin kata doğru inmeye başladılar.

San saatin kaç olduğunu bilmiyordu. Wooyoung her şeyi kendi başına hallederken San sadece verilen emirlere sersem bir halde itaat ediyordu. Havanın karanlığına bakarak ya sabahın erken saatleriydi ya da gecenin geç saatleriydi.

"Wooyoungie, saat kaç?" San kısık sesle sorarken arkasından yetişmeye çalışıyordu.

"Akşam dokuz."

San inlerken birkaç adımı ayaklarını yere vurarak attı.

Aptal bir otobüse binmek için neden uykusundan uyandırmıştı ki? Ayrıca Wooyoung neden matematiksel konuşuyordu?

"Asansöye neden binmedik?"

"Çünkü çantan o kadar ağır ki asansörün kilo sınırını aşıyor. İçine ne koydun öyle?!"

"Ne yani, benim suçum mu?"

"Neden yaramaz çocuk gibi davranıyorsun?"

"Davyanmıyoyum! Sadece yoygunum," diye düzeltti San, Wooyoung'a karşı dudaklarını büktü.

"Koltukta uyuyabilirsin, Yunanistan'a gitmek 15 saat falan sürecek."

"Yatakta uyumak istiyoydum."

"Çok zor, pazartesinden önce Yunanistan'a varmış olmamız gerek."

"Pazaytesi ne vay?"

"... İş var."

"Of, o mu yani?"

Wooyoung güldü, iki eli de San'ın çantalarıyla doluyken ağzından istemediği seslerin çıkmasını engellemeye çalıştı.

Huysuz San'ı seviyordu.

Merdivenlerden inerken birbirleriyle şakalaşarak atıştılar. Wooyoung iki bavulunu, pasaportlarını, odalarının anahtarını, bilgisayarının ve Seonghwa'nın odalarına bıraktığı bir çift ayakkabısının olduğu kendi sırt çantasını taşırken San sırtında taşıdığı çantadan şikayet ediyordu.

Sonunda giriş lobisine gelebildiklerinde Wooyoung anahtarlarını teslim etti. Ardından Wooyoung, ikilinin daha önce görmedikleri iki kişiyle birlikte diğer herkesin beklediği yere park edilmiş otobüse doğru San'a öncülük etti.

Serin havaya çıktıklarında ürperen San'ı fark ettiğinde hızla otobüse girip ısınması için yapması gerekenleri anlattı.

"San, benim için Seonghwa'nın ayakkabılarını alıp ona ver. Ben yeni şoförlerimizle konuşurken onun yanında kal, tamam mı? O ne derse onu yap."

"Tamamdıy," dedi San ayakkabıları alarak. Wooyoung'a gülümsedi ve ardından sırt çantasını askısını kavrayarak Seonghwa'ya doğru ilerledi.

Onu gülümseyerek sabırla bekleyen Seonghwa'nın yanında doğru giderken takılıp düşmediğinden ve otobüse bindiğinden emin olmak için San'ı izledi.

Kendisi hemen sonra otobüsün yanına gitti ve açık bagaja bavulları yerleştirdi. Kapılarını kapattıktan sonra ellerini pantolonunun cebine sokarak otobüsün önündeki insanlara doğru ilerledi.

Jongho, kendi yaşlarında gözüken iki tanımadığı kişiyle orada dikiliyordu. Birisi düz, açık kahverengi saçlıyken diğeri koyu saçlıydı. Diğer herkes soğuktan kaçmak için çoktan otobüse binmişlerdi bile.

"Merhaba! Ben Soobin, bu da Taehyun," dedi genç adamlardan birisi Wooyoung önlerinde durunca.

Önce konuşan Soobin adındaki açık kahve saçlıya ardından daha kısa olan Taehyun'a gülümsedi. İkisi de kendisinin kim olduğunu biliyordu, ayrıca Jongho da kendisini tanıtmıştı.

"Şoförler siz misiniz? Formları görebilir miyim?"

Soobin başıyla onaylayıp ceplerini karıştırdı ve hızlıca kağıtları uzatıp sarışın adama verdi. Wooyoung kağıtları aldı ve Jongho'nun da görmesi için ona doğru döndü.

Hiçbir sorun olmadığını görünce küçük bir teşekkür ederek kağıtları Soobin'e geri verdi.

"Peki ya korumalar?" diye sordu Jongho ondan önce.

"Ah! Onlar bizim kartelden değil. Naeil'den ve tüm yolculuk boyunca bizi takip edecekler," diye anlatmaya başladı Taehyun, farkında olmadan parmaklarıyla oynuyordu.

"Naeil? 'Yarın' mı yani?"

"Antlaşma imzaladığımız başka bir çetenin adı; bir şeyin kısaltması. Birkaç ay önce büyük bir uyuşturucu davasını kapatmalarına yardımcı olduk, onlar da sizi korumak için bize yardım ederek borçlarını ödüyorlar," diye açıkladı Soobin.

"Jimin'in kartelinin adı neydi? Unuttum."

"Bangtan," diye mırıldandı Wooyoung. "Onlar nerede?"

"Şey, Wonjae'nin bir süre bir atakta bulunmayacağını düşündükleri içi-"

"San'ı kaçırmaya çalıştı," dedi Wooyoung ve Jongho aynı anda.

"Evet ama ondan sonra bir haber aldık... ee, ş-şey, o, Wonjae, saklandığı gizli evinde saldırıya uğramış, iyileşesiye kadar hiçbir şey yapamayacak."

Her şey sessizleşti. Öyle ki Taehyun huzursuzlukla kıpırdanırken Wooyoung'un delici bakışlarından ve Jongho'nun ciddiliğinden kaçmak için arkadaşının arkasına saklandı.

"Benim neden bundan haberim yok?" diye sordu sarışın adam sessizce, ifadesizce Soobin'in gözlerine bakıyordu.

"E-ee, bi-biz de birkaç saat önce aldık haberi, gizli çetelere yeni yayılıyor çünkü. Ayrıca Taehyun ve ben buraya geleceğimiz için J-Jimin hyung sana söylememizi istedi..."

"Piç herif," diye küfretti Wooyoung sessizce.

Arkadaş olmak isteyip tüm o yakın olmak istiyorum konuşmasından sonra bunu mu yapmıştı yani?!

"Ne zaman oldu?"

"Aslında San'a ve Hongjoong'a saldırması için adam gönderdiğinde," diye cevap verdi Soobing sessizce.

Onlar, her kimlerse, Wonjae'nin o zaman adam göndereceğini kesinlikle biliyorlardı çünkü sayıca azken saldırmışlardı ve sadece tek bir göreve odaklanmışlardı...

"Neler oldu?"

"Bilmiyorum."

"O zaman kim yaptı?"

"Bilmiyorum."

"Wonjae kimleydi?"

"Bi-bilmiyorum..."

"Bir bok bilmiyorsun," diye gürledi Wooyoung, sabrı tükeniyordu.

"Wooyoung!" diye azarladı Jongho ve resmen dikildikleri yerde titreyen Soobin ve Taehyun'a özür dilercesine gülümsedi.

"Ü-üzgünüm efendim ama ben ve Soobin sadece sürücüyüz! Daha çok kaçakçılık için şoförlük yapıyoruz fakat bizi gereksiz tehlikeye sokmak istemedikleri için çok fazla şey bilmiyoruz. Sadece Namjoon hyung'un yakın çevresindeniz."

"Yani Jimin'e sorsam bir şeyler biliyor olabilir mi?"

"Mu-muhtemelen. E-evet, biliyordur."

"Peki sen bana ne anlatabilirsin?"

"Ş-şey, ee..."

Taehyun başını kaldırıp hızlıca konuşmadan önce düşüncelerini toparladı.

"Wonjae'nin beraber kaçtığı diğer tutuklu suçlu onunla çalışıyor ve sokakta para için her şeyi yapabilecek sadakatsiz kişilerden çete oluşturuyor. Ayrıca tekrar bir araya geldiği arkadaşları ve yandaşları var."

"Yani hepsi onun için çalışıyor. Ve sen de bunu yeraltı ajanlarından mı biliyorsun?"

"Evet, ve hayat kadınlarından."

Jongho göz kırptı.

"Ne?"

Wooyoung arkadaşının yüzündeki oldukça belirgin haklı şaşkınlığı görünce güldü.

"Bar, genelev ve striptiz kulüplerindeki sürtükler her şeyi duyarlar," dedi eğilerek.

Jongho rahatsız olmuş gibiydi ama yavaşça başıyla onayladı.

Wooyoung gülerken aklına tanışmaktan (ve diğer şeyleri yapmaktan) zevk aldığı seks kadınlarıyla olan deneyimleri geldi. Ardından daha fazlasını anlatmasını belli edercesine tekrar Soobin'e baktı.

"Hepsi seni tanıyor, seni şeyden tanıyorlar, ee..."

Wooyoung ne demek istediğini anladığı için daha fazlasını söylememesi için mırıldandı.

"...ayrıca yakın zamanda çekilmiş bir videoya göre senin bar kavgalarına karıştığını, boks yaptığını, öfke krizine girdiğini falan duymuşlar ve o yüzden seninle karşı karşıya gelmek istemiyorlar. Hatta sayıca senden fazla olmalarına rağmen kaçıyorlar."

Wooyoung'un gözü seğirdi.

"O yüzden mi daha zayıf bir hedefe yöneldiler?"

"E-evet."

"Bana karşı kullanmak için mi? Ne için?"

"Seni Wonjae'nin önüne getirtmek için olduğunu dü-düşünüyoruz."

"Bana bilmediğim bir şey söyle."

Jongho, Taehyun'un dudağının titrediğini görünce kendisini kötü hissederek Wooyoung'un kabalığına iç çekti.

"İyi de neden?"

"Biz-"

"Bilmiyorsunuz. Anladık," dedi Wooyoung ve herkesin oturup beklediği otobüse bindi ve Yeosang'ın yanına oturdu.

Jongho iç çekti. "Onun adına özür dilerim."

Taehyun ve Soobin hafifçe gülümsedi. "Sorun değil. Her zaman öyle midir yoksa...?"

"Yani, önceden öyleydi. Fakat sanırım değişiyor," dedi Jongho ve sevimli diş etleri görünecek kadar kocaman gülümsedi.

"Ö-öyle mi? Güzel," dedi Taehyun tereddütle gülümseyerek, biraz destek olması için Soobin'e bakınca Soobin içtenlikle gülümseyerek başının arkasını kaşıdı.

Jongho ikiliye otobüse doğru takip etmesi için işaret etti ve ikisi anında itaat etti. İkilinin istediği şarkıyı açma isteklerini halk müziği olmaması şartıyla kabul etti ve hızla otobüsün arkasına doğru ilerledi.

Wooyoung öfkeli bir şekilde Yeosang'ın cipslerini yediğini görünce gözlerini devirdi.

"Hey! Onlar benim Monster Munch cipslerim!"

"Paylaşmak önemsemektir."

San'la birlikte Wooyoung ve Yeosang'la aynı sırada oturan Seonghwa kıkırdadı. San kulaklıklarını takmıştı ve çok ciddi bir şekilde boyama kalemleriyle boyama kitabını boyarken Wooyoung'la Jongho'nun otobüse girişinden bihaberdi. Taehyun ise yanındaki Soobin ile yolculuğa çıkmak için hazırlanıyordu.

Oturmak için bir çok boş yer olmasına rağmen sekiz ATEEZ çalışanı en arkalara oturmuştu. Mingi, Yunho, Hongjoong ve Jongho en arkaya, aralarında hiç boşluk olmadan oturmuşlardı. San, Seonghwa, Wooyoung ve Yeosang ise bir önlerinde oturmuşlardı. Fakat aralarından koridor geçiyordu.

"Sen hiçbir şey paylaşmazsın Wooyoung," diye belirtti Seonghwa ve Yeosang'ın Wooyoung'a sert bir ifadeyle bakmasına sebep oldu.

"Sessiz."

Seonghwa kıkırdadı ve o anda gömleğinin birisinin çektirdiğini hissetti.

"Bana sıryını dönme! Yalnız hissediyoyum," dedi San somurtarak, elini Seonghwa'nın omzuna koyup arkasına yaslaması için zorladı.

Seonghwa, San'a banakarak gülümsedi. "Özür dilerim. Ne yapıyorsun?"

"Kaplan resmini boyuyorum," dedi San kitabı kaldırıp Seonghwa'ya göstererek. Tepkisini görmek için ve belki de biraz övgü alabilmek için direkt Seonghwa'nın gözlerine baktı.

Tüyleri turuncu yerine pembeydi. San'ın çizdiği çok belli olan uzun kirpikler vardı ve gözlerinin içine küçük parıltılar çizmişti. Kükreyişini gülümsemeye çevirmişti ve çevresine birkaç tavşanla çiçekler eklemişti.

"Vay canına San! Neden bu kadar rengarenk?"

"Sadece tuyuncu ve siyah beyaz boyamaktansa yenkli boyamak daha eğlenceli. Biyaz yenk veymek istedim."

"Ben de biraz boyayabilir miyim?"

"Tabii! Ejdeyha boyamak istey misin?"

Harekeret eden bir aracın içinde taşırmadan boyamak biraz zor olsa da San ve Seonghwa iyi iş çıkarmışlardı. Seonghwa gayet sabırlı bir şekilde San'ın boyama kalemlerini elinde tutmasına ve ne zaman isterse eline bir tane vermesine izin vermişti. San heyecandan zıplamamak ve kucağındaki Shiber'i düşürmemek için kendisini zor tutmuştu.

"Bunu beyaza ve bunu da siyaha boyayabilir miyim?"

"Elbette!"

"Peki gözlerini morla?"

"Evet!"

"Ve etrafına bir sürü kalp?"

"Seonghwa, bu senin boyaman."

"Tamam o zaman. Yeşil lütfen."

"Çocuklar! Hepimizi grup sohbetine ekledim. Artık hepimiz herkesin numarasına sahip," dedi Hongjoong yüksek sesle, bir yandan da sürekli Wooyoung'un boynundan dürterek dikkatini çekmeye çalışıyordu.

"Beni dürtmeyi kes!"

"Harika, adı ne?" diye sordu Yeosang çenesini Hongjoong'un koltuğunun üzerine koyarak. Ayrıca cips paketinin ağzını eliyle kapatıp Wooyoung'un elini sokmasını engellerken Wooyoung somurtarak kollarını göğsünde bağlayıp geriye yaslamıştı.

"Herkes sürekli değiştiriyor o yüzden bilmiyorum."

"Şu anda 'Hongjoong'un Koca Götü'," dedi Jongho telefonunun ekranından bakarak.

Seonghwa anında arkasına döndü. "Hongjoong'un götüne nolmuş?"

Herkes birden gülmeye başlayınca Hongjoong o kadar kızarmıştı ki kendi kırmızı saçıdan daha da kırmızıydı.

"Hiçbir şey! Önüne dön," dedi Hongjoong ciyaklayarak.

Seonghwa sırıttı ama daha fazla utandırmak istemediği için Hongjoong'un isteğini yerine getirdi.

San pek umursamıyordu. Koltuğunda dizlerinin üzerine oturup arkasındaki arkadaşına baktı.

"Düyüst olalım, ya Mingi ya da Yunho yapmıştıy."

Mingi ihanete uğraşmış gibi görünüyordu. "Lanet olsun. Bundan sonra düşmanımsın."

San kıkırdayıp arkadaşına dil çıkarırken Seonghwa başka bir boyama kalemi isteyince hızla yerine geri oturdu.

"Şimdi de 'Wooyoung'un Koca Şeyi' oldu," diye duyurdu Jongho.

"Yunho, yemin ederim seni öldürürüm."

"Neden hemen beni suçluyorsun?!" diye bağırdı Yunho Wooyoung'un suçlamasına karşılık.

"Sen değil miydin?!"

"Yani evet ama konumuz bu değil."

Yeosang sıçrayınca üzerine cipslerinin dökülmesine neden olan Wooyoung'a sert ifadeyle baktı. Yunho'nun telefonunu almaya çalışmakla meşgul olan Wooyoung'un götüne vurdu.

"Belki de hepimizin hayeket eden küçük biy alanda olması pek iyi biy fikiy değildi," diye fısıldadı San ve kıkırdayarak diğerlerini ziledi.

Seonghwa dediğine anında katılırken Yunho'yu boğmaya çalışan Wooyoung'a yargılayıcı gözlerle bakıyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top